2024 Filistin-İsrail Gündem Araştırmları

2024 Filistin-İsrail Gündem Araştırmları

19 Şubat 2025

PDF olarak indir!

PDF olarak indir!

PDF olarak indir!

PDF olarak indir!

TAKDİM

Kudüs Çalışma Grubu, genç gönüllülerin bir araya gelerek oluşturduğu, Filistin-İsrail sorunu ekseninde bölgesel araştırmalar, etkinlik ve akademik faaliyetler yürüten gönüllüler ekibidir. Çalışma alanıyla ilgili bölgede derinleşen krizi; insani diplomasi, insan hakları, uluslararası hukuk, uluslararası ilişkiler, tarih, teopolitik, jeopolitik başta olmak üzere ilgili farklı disiplinlerde çalışmalar yaparak ele almaktadır.

Filistin-İsrail ekseninde 2024 yılı, 7 Ekim 2023’te HAMAS’ın İsrail’e karşı başlattığı operasyon sonucunda çatışmaların en şiddetli yılı olmuştur. İsrail, 2025 yılı Ocak ayına kadar Gazze’ye yönelik asimetrik şiddet saldırılarını artırmış ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından da tespit edildiği şekilde açıkça savaş suçu işlemiştir. İsrail’in işlediği savaş suçlarına karşı uluslararası kurumlar, durumun adını koymak dışında (UAD kararı gibi) herhangi bir yaptırım mekanizmasını devreye alamamışlardır. BMGK’nın (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) İsrail konusunda ortak karar alamadığı ve uluslararası sistemde ağırlığı olan ABD’nin İsrail’i desteklediği bu ortam, dünya kamuoyunun uluslararası hukuka olan güvenini son derece azaltmıştır. Bu yıl Ocak ayında İsrail ve HAMAS arasında imzalanan ateşkes antlaşması yürürlüğe girmiştir. Ateşkesin gidişatına, İsrail ve ABD’nin açıklamalarına bakıldığında bölgede istikrarın ve barışın kalıcılığını garantileyen somut bir gösterge bulunmamaktadır. Ateşkesten sonra Gazze’ye insani yardım ve medya imkânlarının girişi, İsrail’in burada yol açtığı yıkımı ve durumun vahametini gözler önüne sermiştir.

Bu derleme çalışması Kudüs Çalışma Grubu gönüllü araştırmacıları tarafından hazırlanan, 2024 yılı içerisinde Gazze başta olmak üzere Filistin’deki insani krizlere, diplomatik ve uluslararası sorunlara odaklanan, İsrail saldırılarında hayatını kaybeden önemli şahsiyetleri inceleyen ve bu savaşla ilgili bilinmesi gereken tarihsel arka plana mercek tutan yazılardan oluşmaktadır. Filistin-İsrail meselesinde sosyal medya dezenformasyonlarına karşı doğru bilgileri aktaran, kamuoyuna nitelikli doğru bilgi sunan ve Filistin konusunda sık sorulan soruları cevaplandıran çalışmalarımızı bir araya getirmek ve kamuoyuna sunmak amacıyla hazırlanmıştır. Faydalı olmasını temenni ederiz.

Savaştan Sonra Netanyahu Hükümeti

Zehra YAVUZ

Savaşın Güncel Verileri

Gazze ile olan savaşını soykırım suçuna dönüştüren İsrail, 200 günü aşkın süredir savaşa devam etmektedir. Filistin Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı resmi açıklamaya göre, İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısı 34 bin 183'e, yaralı sayısının ise 77 bin 143'e yükseldiği kaydedilmiştir.

Savaşın bölgesel düzleminde ise İsrail ordusu ile Hizbullah arasında 8 Ekim 2023'ten beri devam eden çatışmalarda 276 Hizbullah mensubu, 54 Lübnanlı sivil, 17 Emel Hareketi, 13 Hamas, 12 İslami Cihad mensubu ile 7 İsrailli sivil ve 11 asker hayatını kaybetmiştir.

Savaşın İsrail tarafında ise, Gazze Şeridi'nde, bazıları hayatta bazıları ölü 136 kadar İsrailli esir bulunuyor. Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları, İsrail'in Gazze'ye saldırılarında öldürülen İsrailli esir sayısının 70'i geçtiğini duyurmuştur.

İsrail ordusu, 7 Ekim'den bu yana 260'ı karadan işgal sürecinde olmak üzere, 604 askerinin öldüğünü duyursa da rakamların askerî sansür sebebiyle daha az söylendiği bilinmektedir.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

UNRWA’nın Gazze’deki Durumu

Turgut SAĞLAM

Giriş

UNRWA Filistinli mültecilerin temel ihtiyaçlarını karşılama ve topraklarına “Geri Dönme Hakkı” konusunda faaliyetler yürüten Birleşmiş Milletler’e bağlı kuruluştur. Yaklaşık 75 yıldır faaliyet gösteren kurumun adı 7 Ekim 2023 İsrail-Gazze Savaşı’ndan bu yana gündeme gelmektedir. UNRWA’nın Gazze Şeridi’ndeki faaliyetlerinde ekseriyetle Filistinliler çalışmaktadır ve bu durum İsrail tarafından bahane edilerek ajans bu süreçte hedef haline getirilmiştir. Çalışmamızda UNRWA’ya değinecek, Gazze’deki faaliyetlerinden bahsedecek, neden İsrail tarafından hedefe konulduğunun üzerinde durulacaktır.

UNRWA

1948 yılının Mayıs ayında İsrail’in resmî olarak kuruluşunun ilan edilmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği ülkeleri ile İsrail arasında resmî olarak savaş başlamıştır. Arap-İsrail Savaşı ve süreci izleyen olaylar neticesinde 700.000’den fazla Filistinli İsrail tarafından sınır dışı edilmiş, kendi evlerinden ayrılmaya mecbur bırakılmışlardır. İsrail için kuruluş günü, Filistin için ‘Nakba Günü’ (Felaket Günü)’dür. Ortaya çıkan insanî kriz karşısında Filistinli mültecilere doğrudan yardım ve çalışma programları yürütmek üzere Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 8 Aralık 1949 tarih ve 302 (IV) sayılı Kararı ile UNRWA (Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı) kurulmuştur. Ajansın kuruluş amaçlarından birisi de BM Genel Kurulu'nun 194 sayılı “Geri Dönme Hakkı”* kararının uygulanmasına yardımcı olmaktır. Kurulduğu yıllarda yaklaşık 750.000 Filistinli mültecinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan kurumun bugün ulaştığı yardıma muhtaç Filistinli sayısı 5,9 milyona ulaşmıştır (UNRWA). Bu rakamlar bölgedeki İsrail sorununun yol açtığı etkileri görmek için önemlidir.

UNRWA Ürdün, Lübnan, Suriye, Gazze, Batı Şeria (Doğu Kudüs dahil)’da faaliyet göstermektedir. Kamplarda ve Yermük gibi bazı harici bölgelerde okullar yoluyla eğitim, sağlık merkezleri ve insanî yardım malzemesi dağıtım merkezleri ile hizmet vermektedir. Ajans adeta Filistin’in bir parçası olarak faaliyet göstermektedir. Organizasyonun finansmanı %89,2’si Birleşmiş Millet üyesi bazı devletlerin kendi istekleri ile yaptıkları yardımlarla ve geri kalanı ise bazı sivil toplum kuruluşlarının katkıları ile karşılanmaktadır (UNRWA). Çalışma bölgelerinde eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ve yardımlar için çeşitli projeler geliştirilmiş ve dijital reformlar yapılandırılmıştır. Bu anlamda kurumun projelerinden birisi de “Filistin Mülteci Kayıt Arşivi Projesi” dir. Proje ile 1948’deki Nakba’dan beri yerinden edilen Filistinlilerin şecereleri yeniden kanıtlar toplanarak oluşturmaya başlanmış ve Şam, Kudüs, Beyrut ve Amman’da arşivlenmeye başlanmıştır. Bu projenin çıktıları doğal olarak, göç ettirilmiş Filistinlilerin Filistin’de yaşadığına dair kanıtları ortadan kaldırarak, Filistin’i geri dönülemez bir yer haline getirmek isteyen İsrail’in demografi ve tapu kayıt sistemi ile ilgili (Tapuların İsrail kurumlarına kaydı) çalışmalarını kendi aleyhine etkilemektedir. Ülkesinden zorla göç ettirilmiş Filistinlilerin geri dönebilmesi ve ileride kurulması muhtemel bir Filistin Devletinde yaşayacak Filistinliler için legal kayıtların ulaşılabilir olması önemli bir aşamadır.

Nitekim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde 2024 yılının Nisan ayında konuşan İsrail Büyükelçisi, BM’nin 194 sayılı kararına rağmen geri dönme hakkı konusunda “var olmayan bir hak” ifadesini kullanmıştır.

(United Nations, 2024)

Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın tüm eksikliklerine rağmen UNRWA sivil toplum kuruluşları ile birlikte, insanî yardımın ihtiyaç olduğu bölgelerde, devletlerin maddi katkısı ile faaliyet göstermektedir. 7 Ekim 2023’ten sonra Filistin ve İsrail arasında yaşanan süreçte UNRWA’nın rolü ve önemi bir kez daha görülmüştür. Gazze Şeridi’ndeki bütün insani yardımın dağıtımın ağı UNRWA kontrolündedir. Bu süreçte ajansın Gazze’deki faaliyetleri, resmî açıklamaları ve raporlarından sonra, İsrail UNRWA’yı hedef almış ve kuruluşun faaliyetlerini akamete uğratmak için girişimlerde bulunmuştur.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze’deki Mülteci Kamplarında Son Durum

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsrail Gazze’de 7 Ekim 2023’ten bu yana 35 bin 173 Filistinliyi öldürmüştür. Gazze’de 80 binin üzerinde kişi yaralanmıştır. Binlerce kişi için kayıp başvurusunda bulunulmuştur. 70 bin konut yerle bir olmuş Birleşmiş Milletlerin tahminine göre 1.7 milyon Filistinli İsrail tarafından yerinden edilmiştir. İsrail’in Filistinlilere yaptığı kıyım yaklaşık 8 aydır devam etmektedir. Filistinliler sivil yerleşim yerlerinde, mülteci kamplarında ve hastanelerde dahi güvende olmamakla birlikte, nerede ve kim oldukları gözetilmeksizin 223 gündür ateş altındadırlar.

Bu çalışmada Gazze’deki mülteci kamplarına ve 7 Ekim’den bu yana kamplarda yaşananlara değinilmiştir.

Resmi kaynaklara göre Gazze şeridinde 8 mülteci kampı mevcuttur. Bu kampların en büyüğü Gazze’nin kuzeyinde yer alan Cibaliye Kampı olarak biliniyor.

Cibaliye Kampı

31 Ekim’de düzenlenen saldırıda en az 100 Filistinlinin öldürülmüş, 150’den fazla kişi de yaralanmıştı. İsrail ordusu Cibaliye mülteci kampına yaptığı hava saldırısını doğrulamıştı. Gazze Sağlık Bakanlığı konuya ilişkin “Cibaliye’de korkunç bir katliam oldu.” İfadesini kullanmıştı. Fransa, saldırıda meydana gelen ağır Filistinli sivil can kayıplarından endişe duyduğunu belirtmiştir. Kasım ayının ortalarında İsrail, Cibaliye Mülteci Kampı’na yeniden saldırmış, sivil bir yerleşim alanını bombalamıştır. Saldırıda Ebu Dayir, Ebu Dan, Eş- Şeyh ve El- Aseli ailelerinin evleri vurulmuştur. 3 Mart’ta ve 13 Nisan’da da kampa saldıran İsrail, Mayıs ayına kadar Cibaliye Mülteci Kampı’na 100’den fazla saldırı düzenlemiştir ve soykırıma hız kesmeden devam etmektedir. Can kayıplarının yanı sıra bölgede temel yaşam koşulları oldukça zorlayıcıdır. Kampta susuzluk had safhaya ulaşmıştır. Binlerce Filistinli su kuyruklarında saatlerce beklemekte çoğu zaman da eli boş dönmektedir. Su kaynaklarının yetersizliği ve hijyen malzemelerinin bulunamayışı sebebiyle salgın hastalıklar da hızla yayılmaktadır.

Gazze Şeridi’nde Akdeniz’e kıyısı bulunan, 80 bini aşkın Filistinlinin barındığı el-Şati Mülteci Kampı’na Aksa Tufanı sürecinde İsrail ilk olarak 1 Kasım 2023’te saldırmıştır. Saldırıdan önce İsrail ordusu, bölgenin acilen tahliye edilmesi gerektiğini ve bölgeye saldıracağını açıklamıştır.  Yerel kaynakların Filistin haber ajansı WAFA’ ya verdiği bilgiye göre kamptaki bir eve düzenlenen saldırıda en az 10 kişi hayatını kaybetmiştir. İsrail ordusu 17 Nisan 2024’te el- Şati Mülteci Kampı’nda sığınma merkezi olarak kullanılan Şuhaybir Okulunu vurmuştur. Görgü tanıkları okulun ağır hasar aldığını aktarırken, 2’si çocuk olmak üzere 4 sivil hayatını kaybetmişti ve yaralılar mevcuttu. Olaydan birkaç gün önce Hamas’ın siyasi lideri İsmail el-Haniyye’nin üç oğlu ve 4 torunu el-Şati Kampına düzenlenen hava saldırısında öldürüldü. İsrail yaptığı saldırıyı doğruladı, Haniyye ise duruşundan taviz vermeyeceğini açıkladı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İran’ın Ortadoğu’daki Milis Güçleri

Fatma Nur TAŞ

Giriş

Orta Doğu bulunduğu konum ve içerdiği çeşitlilik bakımından çalkantılı bir gölgedir. Tarih boyunca bakıldığında bu bölgenin aktifliği hep korunmuştur. Bölgenin bu denli zengin olması da güç üstünlüğünü gündeme getirmektedir. Yine aynı şekilde zengin bir tarihe ve kültüre sahip olan İran, bölgesel çıkarlarını korumak ve genişletmek için farklı yollara başvurmaktadır. Bunlardan birisi de bölgede vârolan milis gruplarını desteklemek ve kontrol etmektir.

Diğer bütün devletler gibi İran'da bölgesel üstünlüğe ve caydırıcılığa büyük önem vermektedir. Bölgedeki konumunu ve gücünü koruyarak komşu ülkelerle olan ilişkilerini günden güne geliştirmektedir. Ayrıca bulunduğu bölge itibariyle oldukça stratejik bir konuma sahip olan İran enerji kaynaklarına yakınlığı sebebiyle de bölgedeki güç dengelerini etkileme potansiyeline sahiptir. Jeopolitik konumunun önemi, bölgesel gücü gibi etmenlerin yanı sıra dini ve ideolojik olarak Şii İslam dünyasının liderliğini üstlenen bir ülke konumundadır. Bu sebeple de bölgedeki diğer Şii topluluklarını destekleyerek ve onların yanında yer alarak bölgesel üstünlüğünü güçlendirme ve sağlama alma çabasındadır. Bu faktörlerin birleşimi İran'ın varlık çabasını ve milis güçlerini ortaya çıkarmıştır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İsrail'in Yargılanma Süreci Devam Ediyor

İlayda KARA

Giriş

Güney Afrika Cumhuriyeti, 29 Aralık 2023'te, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanında dava açmıştı.

Güney Afrika, Gazze'deki durumun aciliyet teşkil etmesi nedeniyle UAD'den ihtiyati tedbirlere hükmetmesini istedi ve tedbir talebine ilişkin duruşmalar, 11-12 Ocak'ta Lahey'deki Barış Sarayı'nda yapılmıştı.

Divan, 26 Ocak'ta açıkladığı tedbir kararlarında, İsrail'in Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesinde tanımlanan fiillerin işlenmemesi için elinden gelen tüm önlemleri almasına, İsrail ordusunun Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesindeki fiilleri işlemesini engelleyecek önlemleri ivedilikle almasına, Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırım çağrısı yapanları önlemek, engellemek ve cezalandırmak için gereken tüm adımları atmasına, Gazze’deki Filistinlilerin karşılaştığı olumsuz yaşam koşullarını ortadan kaldırmak için ihtiyaç duyulan temel hizmetlere ve insani yardımın sağlanmasını mümkün kılan acil ve etkili önlemleri almasına, Gazze’deki Filistinlilere karşı Soykırım Sözleşmesi'nin ihlalini gösteren delillerin yok edilmesini önlemek ve korunmasını sağlamak için etkili tedbirler almasına, kararın yürürlüğe girmesinden itibaren 1 ayda alınan tüm tedbirler hakkında Mahkemeye bir rapor sunmasına hükmetmişti.

Divan, Güney Afrika'nın 6 Mart'ta yaptığı ek tedbir talebi üzerine 28 Mart'ta açıkladığı ek tedbir kararında, İsrail'den Gazze'ye acilen ihtiyaç duyulan insani yardımların ulaştırılmasını sağlamasını, Filistinlilerin haklarını ihlal etmemesi gerektiğini ve ek tedbirlere ilişkin aldığı önlemleri 1 ay içinde Mahkemeye bir rapor sunmasına karar vermişti.

UAD, "İsrail Devleti, Gazze'deki askeri operasyonları derhal durdurmalı" talebiyle ilgili, İsrail'in Gazze sakinlerine yönelik öldürme, saldırı ve yıkımla ilgili her türlü eylemden kaçınması ve soykırımı önlemek için tüm tedbirleri almasına hükmetmiş ve Gazze'de ateşkes talep etmemiş, ancak İsrail'in soykırımı önleme sorumluluğu olduğunu belirtip bununla ilgili taleplerini açıklamıştı.

Türkiye’nin davaya karşı tavrı ve tutumu kamuoyunca merak ediliyordu. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Endonezya Dışişleri Bakanı Retno Marsudi ile Bakanlıktaki görüşmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuştu.

Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'a yaptığı ziyarette, Güney Afrika’nın İsrail aleyhine UAD'de açtığı soykırım davasına ilişkin Fidan, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği ülkeleri başta olmak üzere Filistin'i devlet olarak tanıyan diğer ülkelerle yaptığı görüşmelerde, bazı ülkelerin bu konuda tavır almaya hazır hale gelmiş olduğunu söyledi.

Fidan, bugüne kadar Nikaragua ve Kolombiya'nın davaya ilişkin somut bir tutum aldığını hatırlatarak şunları kaydetti:

"Biz de bugün yaptığımız değerlendirmelerin neticesini Sayın Cumhurbaşkanı'mıza arz ettik ve alınan siyasi karar gereği buradan ilk kez duyurmak istiyorum. Türkiye olarak, Güney Afrika’nın İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanında açtığı davaya müdahil olmaya karar verdik. Bu adımla UAD önündeki sürecin doğru yönde ilerlemesini temenni ediyoruz. Esasen ifade ettiğim gibi bu başvurumuza yönelik çalışmalarımız çok uzun süredir devam etmekteydi.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İran-İsrail Ve ABD Çatışmasının Geleceği

Mehmet TIRNAKSIZ

Giriş

İran, İsrail ve ABD arasında neredeyse 100 yıla yakındır devam eden gerilim, bölgesel ve küresel bazda önemli etkiler oluşturmaya devam etmektedir. Bu üç grup arasında gerçekleşen çatışma, sadece bölgesel etkileşim değil, aynı zamanda uluslararası politikanın da önemli gündemi haline gelmeye devam etmektedir. İran’ın nükleer programlarının oluşturduğu sorunsallık, İsrail’in bölge bağlamında güvenlik endişesinin polemiği ve ABD’nin Ortadoğu üzerinde planladığı politikaları bu ilişkilerin ana eksenini oluşturmaktadır.

Son yıllarda artan diplomatik ve askeri hamleler ile birlikte bölgenin çatışma bağlamında oluşacak olan geleceği hakkında çeşitli senaryoların ortaya atılması ve sonuçlarının neler olacağına dair kesin bir olgu ortaya çıkmıyor. Bu yazıda, İran-İsrail ve ABD üçgeninde yaşanan ilişkileri ve olası senaryoları ve bu çatışmalarının gelecekte nasıl bir hal alacağına dair analizi gerçekleştireceğiz.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze'ye İnsani Yardımların Ulaşımı

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Gazze’ye giriş-çıkış hareketlerine getirilen kısıtlamalar ve abluka yıllardır Gazze sakinlerinin yaşam koşullarını olumsuz etkiliyor. İnsan ve yardım giriş çıkışlarına getirilen mevcut kısıtlamaların büyük bir kısmı 1900’lü yılların başında başlamış olup, Haziran 2007’de yoğunlaşmıştı. Kademeli bir rahatlamanın ardından Ekim 2023’te başlayan çatışmalarla kısıtlamalar yeniden yoğunlaştı.

Bu çalışmada yardım tırlarının Gazze’ye ulaşma durumuna, şimdiye dek ulaşan yardım miktarına ve sınır kapısında beklemekte olan yardımlara ne olduğuna değinilecektir.

Şimdiye Dek Gazze’ye Ne Kadar Yardım Ulaştı?

Giriş çıkışlar Refah Sınır Kapısı ve Erez Geçidi’nden yapılmaktadır. Öncelikle Gazze’nin Mısır ile olan güney sınırında yer alan Refah Sınır Kapısı’ndan yapılan geçişleri inceleyelim.

2023 yılında Refah Sınır Kapısı 229 gün açık, 136 gün kapalı kalmıştı. 2024 yılında ise 91 gün açık kalmıştır. Söz konusu kapıdan 131.545 giriş yapılmış, 203.259 da çıkış kaydı bulunmaktadır. 2023 yılında 128.380 giriş, 152.916 çıkış yapılmışken; 2024 yılında 3.165 giriş, 50.343 çıkış yapılmıştır.

Gazze’nin kuzeyinde bulunan İsrail’e giden bir yaya ve kargo kapısı olan Erez Geçişi’nden yapılan giriş çıkış sayısının 2023 yılında toplam 429.045 giriş, 437.794 çıkış kaydı görünüyor.

2023 yılı Ekim- Kasım ve Aralık aylarında yapılan girişlerin %78’i yenilebilir insani yardımdan oluşuyor. (4741 insani gıda girişi yapılmıştır.) Aynı süre zarfında yapılan ve yenilemeyen malzeme girişlerinin %55’i insani yardımdır. Bu orana 1202 yenilebilir olmayan sarf malzemesi, 670 tıbbi malzeme, 922 yapı malzemesi, 253 hijyen malzemesi, 206 inşaat malzemesi, 125 endüstriyel/elektronik aplikatörler dahildir.

2024 yılının ilk üç ayında ise yapılan 12.245 malzeme girişinin 10.935’ini insani yardım oluşturmaktadır ve bu sayı toplam girişin %89’unu oluşturmaktadır. Bu oran içerisinde 8756 yiyecek, 2150 yenilebilir olmayan sarf malzemesi, 639 medikal ürün, 632 hijyen ürünü girişi vardır. Nisan ayına dek Gazze’ye ulaşan insanî yardımlar, nüfusla oranlandığında en iyi ihtimalle 10.000 kişinin yalnıza 55’i insani yardıma ulaşmıştır. Bu oran 2,3 milyonluk Gazze nüfusunun %1’inden daha azının ihtiyacını geçici olarak karşılamıştır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

ABD’nin İsrail’e Askeri Yardımları

Turgut SAĞLAM

GİRİŞ

İsrail kuruluşundan bu yana ABD’nin askerî, ekonomik alanlardaki en büyük dış yardım alıcısıdır. ABD askerî yardımları İsrail’in savunma bütçesinin yaklaşık %15’ini oluşturmaktadır. 7 Ekim 2023 tarihinden sonra ABD Yönetimi 100’den fazla karar alarak İsrail’e savunma desteğinde bulunmuştur. İsrail’in savaş suçları işlediği Uluslararası Adalet Divanı’nda da tespit edilmesine rağmen ve Biden Yönetimi askerî yardımları Leahy Yasası’na göre yapmaması gerekirken, yardımlar yasaya aykırı olarak devam etmektedir. İsrail 1948 yılından beri, ABD’nin Ortadoğu’daki askerî ve ekonomik açıdan en büyük müttefiki ve stratejik ortağı olarak, ABD askerî yardımlarının en büyük alıcısıdır.

ABD’de İsrail İçin Yasa: İsrail'in Niteliksel Askeri Üstünlüğü (QME) Yasası

QME, onlarca yıldır ABD'nin İsrail'e askeri yardımının kavramsal omurgasını oluşturmuş ve 2008'de ABD yasalarında resmi olarak yer almıştır. Bu yasa, ABD hükümetinin İsrail'in "herhangi bir devletten veya olası devletler koalisyonundan veya devlet dışı aktörlerden gelebilecek her türlü inandırıcı konvansiyonel askeri tehdidi minimum hasar ve kayıpla karşılayarak yenme" yeteneğini sürdürmesini amaçlamaktadır.

ABD’de İsrail İçin Yasa: Savaş Rezervi Stok Mühimmatı Yasası

ABD yasalarında yer alan, resmî olarak Savaş Rezervi Stok Mühimmatı, WRSA-I Deposu veya İsrail Deposu olarak bilinen bu depo İsrail’in Orta Doğu’da askerî üstünlüğünü sürdürebilmesi için askerî araç ve gereçlerin depolandığı, İsrail için sigorta görevi gören tesislerden oluşmaktadır. 2006’da Lübnan ve 2014’teki Gazze savaşlarında kullanılmıştır.

WRSA-I Depolarında Güncel Olarak;

●       Uçaklardan Atılan 155 Mm Mermiler

●       Güdümlü Olmayan Mühimmat

●       Hassas Güdümlü Mühimmat

●       Karadan Karaya, Denizden Denize Seyir Füzeleri

●       Elektronik Anti-Radar Sinyal Karıştırma Kapsülleri (Navigasyon Karıştırıcı Ve Uzun Menzilli Füzeleri Etkisiz Hale Getirmek İçin)

●       Karadan Havaya Atılan Füzeler

●       Denizden Atılan Füzeler

●       Üst Düzey Gözetleme, Komuta ve Kontrol Sistemleri Parçaları

Leahy Yasası

Amerika Birleşik Devletleri, ağır insan hakları ihlalleri yapan yabancı hükümetlere veya gruplara güvenlik yardımı sağlayamayacağını kararlaştıran yasadır. Ancak ABD yönetimi Şubat 2023’te bu yasaya uyacağını belirten açıklamalar yapsa da 7 Ekim’den sonra yok saydığı için eleştirilmektedir. Bu yasanın İsrail’e uygulanmamasının nedeni olarak “gönderilen askeri yardımın büyüklüğünün nereye gittiğini incelemeyi imkansız hale getirmek” olduğu da görüşler arasındadır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Filistin Sosyal Medya Ordusunun Yeni Hamlesi: Blockout Akımı

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsrail’in Filistin toprakları üzerinde yıllardan beri yaptığı zulüm ve 7 Ekim 2023’ten bu yana gitgide daha da şiddetlenen soykırım, dünya genelinde bir uyanışı ve Filistin hakkında bir bilincin de artışını beraberinde getirmişti. Soykırım, yerinden edilme, açlık, salgın hastalıklar ve daha nice eziyet sebebiyle her dakika can veren Gazze, dünyaya çok büyük dersler vermeye devam ediyor. Özellikle Batılı üniversitelerde ve ülkemizde yapılan eylemler, yürüyüşler, boykot çağrıları, hashtag çalışmaları gibi Filistin direnişine destek akımlarına son günlerde bir yenisi daha eklendi: “Blockout” akımı.

Bu çalışmada “Blockout” akımının ne olduğuna ve Filistin’e destek veren ünlülerin kimler olduğuna dikkat çekeceğiz. Sadede gelmeden evvel başlıkta yer verdiğimiz “Filistin Sosyal Medya Ordusu” kavramına bir açıklık getirelim. 

2021 yılı Ramazan ayında İsrail tarafından Filistin’e yapılan yoğun saldırılar büyük tepki çekmişti. Saldırıların durmasında özellikle X adlı uygulamadan yapılan ve kısa süre içinde gündeme oturan tag çalışmaları, dünya genelinde kamuoyu oluşmasında etkili olmuştu. Filistinliler, destekçilerinin bu tutumundan dolayı çok mutlu olmuş, destekçilerine “sosyal medya ordusu” ifadesini kullanmışlardı. “sosyal medya ordusu” 7 Ekim’den bu yana kesintisiz desteğini sürdürüyor ve bu künyeyi taşımaktan onur duyuyor. O halde “blockout” akımından söz edelim.

Blockout Akımı Nedir, Neyi Amaçlar?

Söz konusu akım, Instagram, X, TikTok gibi platformlarda geniş bir kitleye hitap eden ancak bugüne kadar Filistin’e destek vermemiş, hatta boykot markalarıyla işbirliği halinde olup mazlumun yanında olmak şöyle dursun, zalime destek veren ünlüleri engellemeye yönelik, “dijital giyotin” adı verilen bir akımdır. Dijital giyotinin yaygınlaştırılması, İsrail destekçilerinin takipçi ve etkileşim kaybetmesini amaçlar.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze’de Işıkları Yanan Tek Bölge: Netzarim Koridoru

Turgut SAĞLAM

Giriş

Netzarim Koridoru, İsrail'in 7 Ekim 2023'ten sonra oluşturduğu Gazze Şeridi'nin güneyinde yer alan ve doğudan batıya, İsrail sınırından Akdeniz'e kadar uzanan 2 km genişliğinde, 7 km uzunluğunda stratejik bir bölgedir. İsmini 2005 yılında Gazze'de İsrail’in yok ettiği Netzarim yerleşim merkezinin adından almakta ve Gazze’nin kuzeyi ile güneyini birbirinden ayırmaktadır. Bu koridor, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyonlarının ve kontrolünün kilit noktalarından biridir. 

Koridorun kontrolü, İsrail için hem askeri hem de lojistik açıdan büyük önem taşımaktadır. İsrail ordusu, bu koridorda üsler kurarak, sivil yapıları ele geçirip evleri yıkarak bölgedeki askeri varlığını sağlamlaştırmaktadır. 2024 yılı Nisan ve Mayıs aylarında İsrail güçleri koridorda bölgeyi kontrol etmek amacıyla üç ileri operasyon üssü kurmuştur.

Netzarim Koridoru

Netzarim Koridoru bir Gazzeli kadının ifadesi ile “Gazze'de ışıkları yanan tek bölgedir”. 

Koridor bölgesi eski İsrail başbakanı Ariel Şaron'un Gazze'de sürekli kalmak için planladığı Beş Parmak Planı'nın ikinci ayağını oluşturmaktadır. 2005'te İsrail'in Gazze'den çekilmesi sonucunda plan akamete uğrasa da koridor şu anda İsrail’in Gazze’de denize çıkışını sağlamakta ve Amerika'nın inşa ettiği yüzer iskeleye ve doğrudan Akdeniz’e bağlanmaktadır. Etrafında 1 kilometrelik bir tampon bölge bulunacak şekilde planlanmıştır. Koridor şu anda İsrail ordusunun askeri mühendislik birimi olan Birim 601 tarafından tampon bölge planlarının bir parçası olarak çevredeki binaları yıkarak, çevrede engel oluşturan okul vb binalara el koyup onları da karakola çevirerek inşası devam etmektedir. Koridor aynı zamanda Gazze’nin kuzeyi ile güneyini birbirinden ayırarak, Gazze halkının hareketini kontrol altına almak amacı taşımaktadır. Koridor aynı zamanda 7 Ekim'den sonra İsrail'in yardımları kontrol amacıyla açtığı Kapı 96 ile Netzarim Koridoru birbirine bağlanmaktadır. 

7 Ekim 2023'ten hemen sonra koridor bölgesi Gazze'yi ikiye bölmek üzere ilerleyen İsrail birlikleri için ilk hedefler arasında olmuştur. 

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Haredi Yahudilerinin Zorunlu Askerlik Sorunu

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Dünya üzerindeki birçok topluluktan toplumsal, ideolojik, dini vb. yönlerden ayrılan Yahudiler, kendi içinde de belli başlı birtakım gruplara ayrılıyor. Günümüzde en büyük dini hareketler olarak kabul edilen Ortodoks Yahudilik (Haredi Yahudilik, Modern Ortodoks Yahudilik), Muhafazakâr Yahudilik ve Reform Yahudiliği bu gruplardan bazılarıdır.

Bu yazıda, 9 milyon civarındaki İsrail nüfusunun yaklaşık %12’sini oluşturan ve “Ultra Ortodoks” ismiyle anılan Haredi Yahudileri’ne ve Haredi Yahudilerinin zorunlu askerlik sorununa değineceğiz.

Haredi Yahudileri Kimlerdir?

Ultra Ortodoks Yahudiler yani Haredi Yahudileri, Yahudiler içerisinde en katı dini görüşe sahip olan guruptur. Zaten Haredi kelimesi de dindar anlamına geliyor. Haredi Yahudileri Siyonizm’i reddediyor ve inançlarında Tevrat’a ve eski Yahudi ideolojik kökenlerine bağlılar.

İsrail’de büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi'nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşayan Haredi Yahudilerinin bir kısmı da ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşıyor.

Fotoğraf: Bir Haredi Yahudisi, AA

Laik Yahudilerle aralarında pek çok görüş ayrılığı olan Harediler; genellikle siyah giyinir, kipa ve büyük siyah şapkalar takar, zülüflerini uzatır. Kılık kıyafet konusundaki bu tutumlarının bir kısmını inançları, bir kısmını da geleneklerinin gereği olarak sürdürmektedirler. Siyah giyinmenin Batı Avrupa’daki kılık kıyafet normlarından geldiğini, bugün de aynı cemaat ruhunu yaşatmak ve gösterişten kaçınmak için siyahı tercih ettiklerini söylerler. Başlarına taktıkları “kipa” isimli takkenin Tevrat’tan gelen bir emir olduğunu ve ibadet ederken Allah’ın sürekli kendilerinin üzerinde olduğunu hatırlamak için taktıklarını ifade ederler. Zülüflerini uzatmalarının sebebi ise Tevrat’ta saç kenarlarının kesilmemesi için bir emir olduğuna inanmalarındandır.

Harediler, İsrail devleti ve içindeki Yahudilerin yaşamlarının demokrasi ilkelerine, Siyonizmin değerlerine ve insanlar tarafından çıkarılan yasalara göre değil, Yahudi yasalarına ve Tevrat öğretilerine göre yönetilmesi gerektiğini düşünüyor.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Aksa Tufanı Sonrası Kudüs ve Mescid-i Aksa’da Ne Değişti?

Turgut SAĞLAM

“…Aksa Tufanı isminin verilmesinin sebebi, tufanın bütün kötülükleri silip süpürme özelliğine sahip olmasıdır. Peki silip süpürmek istedikleri şey nedir? İşgali sonlandırmak amaç değildir, zulmü ortadan kaldırmak da değildir, aslında mutlak kötülüğü ortadan kaldırmak olabilir. Çünkü insanlar mutlak kötülüğün ne olduğunu ne olduğunu bilmiyorlardı ve inanmıyorlardı. Bütün insanlık canlı olarak mutlak kötülüğün ne olduğunu görmüş oldu. Aksa Tufanında, kötülüğü yeryüzünden silmek bağlamında Nuh tufanının payı vardır. Ta ki insanlar bu tufan sayesinde yeni değerler ile tanışsın.

- Tâhâ Abdurrahman

GİRİŞ

"Polis her gün öğrencileri ve hatta öğretmenler ve okul personeli de dahil olmak üzere vakıf çalışanlarını fiziksel olarak durdurup arıyor."
- (Kudüs’te bir öğrenci)     

7 Ekim 2023 Cumartesi günü Gazze Hükümeti HAMAS'ın Kassam Tugayları tarafından İsrail'e karşı bir 'yarma harekâtı' başlatılmıştır. Filistin için tarihi dönüm noktalarından birisi olan bu harekâta Aksa Tufanı ismi verilmiştir. Aksa, Kudüs'teki Mescid-i Aksa'yı ifade etmektedir. Hamas yetkililerinin ifadeleri ile harekâtın temel hedeflerinden birisi Mescid-i Aksa'yı bekleyen büyük tehlikelerin önüne geçmektir. HAMAS siyasi yetkilileri Aksa Tufanı’nın yapılmaması durumunda Mescid-i Aksa’nın yıkılma ihtimalinin bulunduğunu iddia etmiştir.

Bilindiği gibi 7 Ekim'den sonra İsrail Gazze'ye katliam boyutunu aşan yoğun hava saldırıları başlatmış ve ardından kara saldırıları ile işgale devam etmiştir. Savaş Gazze'yi ölümcül derecede etkilediği gibi Filistin'in diğer bölgelerinde de İsrail baskıları artmıştır. Bu bölgelerden birisi de Kudüs’ün eski şehir bölgesindeki (Doğu Kudüs olarak tarif edilen) İslâm dini için kutsal olan Mescid-i Aksa (Beytülmakdis) alanıdır.

Filistin-İsrail mücadelesi 7 Ekim'de başlamadığı gibi Kudüs ve Mescid-i Aksa üzerindeki İsrail ablukası da 7 Ekim'de başlamamıştır. 1967 Altı Gün Savaşı'ndan bu yana İsrail, Kudüs üzerinde gayrimeşru (BM kararlarına istinaden gayrimeşru) hakimiyet kurmaktadır.

Meşru olmayan yerleşimcilerin Kudüs' te Filistinlilerin evlerine (İsrail mahkemelerinin de kararıyla) el koyması, Mescid-i Aksa alanına İsrail tarafından baskınlar yapılması ve bu alanda yapılacak ibadetlere engeller çıkarması, Kudüs şehrinde kontrol noktaları oluşturarak yerel halkın hareketlerini kısıtlaması, Müslüman olanların ticaretlerine engeller çıkarması, Yahudi dinî ayinleri için - yasak olduğu halde- Mescid-i Aksa bölgesinde kışkırtıcı ayinler yapması, keyfî tutuklamaların yapılması gibi şehirde yaşamayı zorlaştıran hamleler İsrail'in 7 Ekim'den önce de uyguladığı abluka politikalarıdır. Aksa Tufanı'ndan sonra İsrail, insanlık erdemine, evrensel insan haklarına, uluslararası hukuka aykırı eylemlerinin dozunu artırmıştır. Bu doz artışı Siyonizm tarafından Mescid-i Aksa’nın gelecekte planlanan tam işgaline zemin oluşturmaktadır. Kudüs ve Mescid-i Aksa'daki işgal uygulamaları raporlar, dijital görüntüler, resmî kararlar, haberler, müslüman ve hristiyan yerel halkın ifadeleri ile de sabittir.

Bu çalışmamızda Aksa Tufanı Harekâtı'ndan sonra Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa üzerinde İsrail'in dozu artan abluka uygulamalarını aktaracağız.

AKSA TUFANI'NDAN ÖNCE KUDÜS'TE 'NORMAL' YAŞAM

1967 Altı gün Savaşı’ndan sonra İsrail tarafından üzerinde hegemonya kurulmaya çalışılan Kudüs şehrin bugün İsrail’in resmî kurumlarınca yönetilmektedir. Mescid-i Aksa külliyesinin idarî yönetimi ise yapılan anlaşma ile Ürdün’e bırakılmıştır.

Ürdün, 26 Ekim 1994'te İsrail ile imzaladığı ‘Vadi Arabe Anlaşması’ kapsamında Mescid-i Aksa’nın bakım ve idari yönetiminden sorumludur. Anlaşmaya göre Mescid-i Aksa, Ürdün Vakıflar İslami İşler ve Mukaddesat Bakanlığına bağlı Kudüs İslami Vakıflar İdaresinin himayesinde bulunmaktadır ancak 2003 yılından bu yana anlaşma dışı olarak Yahudiler İsrail polisinin refakatinde kutsal mekâna girmektedirler (Al-jnaidi, Biçeroğlu, & Karabacak, 2022). Uluslararası Hukuk’ta ağırlığı olan Pacta Sunt Servanda (Anlaşmalarda Ahde Vefa) ilkesi Vadi Arabe Anlaşması’nda tek taraflı olarak yok sayılmaktadır. 1995 yılındaki Oslo Anlaşmaları kapsamında Batı Şeria bölgesi A, B, C komplekslerine ayrılmıştır. İsrail Batı Şeria ve Doğu Kudüs (C) bölgelerine bugün ortalama 700.000 gayrimeşru yerleşimci yerleştirerek demografik yapıyı kendi lehine çevirmektedir. 7 Ekim’den önceki rakamlara bakıldığında 2018 itibariyle Doğu Kudüs’te 230.000 yerleşimci bulunmaktadır (Hussein & Duggal, 2024). Yerleşimciler için ‘gayrimeşru’ ifadesinin kullanılması, bu uygulamanın uluslararası hukuk kapsamında da ‘yasa dışı’ olarak tanımlanmış olmasından gelmektedir.

Batı Şeria işgal alanlarını ve yasa dışı yerleşimleri gösteren grafik (Al Jazeera)

Doğu Kudüs’te şafak vakti, on binlerce Filistinli işçi işe giderken İsrail kontrol noktalarından geçmekte, bazen ölümle sonuçlanan sıkışıklık içerisinde şehrin ortasındaki tünel kafeslerden geçmektedir.

7 Ekim’den önce işe giden Filistinlilerin kontrol noktalarındaki bekleyişleri.Fotoğraf: Activestills

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Hakan Fidan’ın Mısır Ziyaretinin Bölgesel Etkileri

Turgut SAĞLAM

Türkiye-Mısır ilişkilerinde kopan uçlar yeniden düğümleniyor. İki ipi birbirine bağlarken doğru atılan düğüm hem taşıyanı, hem taşıdığı şeyi yormaz, sağlam olur ve sadece istenildiğinde çözülür.

GİRİŞ

Filistin’in kaderi Mısır’dan bağımsız düşünülemeyecek kadar birbirilerine bağlı ve 1952 yılından bu yana bu bağ birçok krizde, Gazze’ye ulaşan her türlü yardımda kendisini hatırlatmaktadır. Mısır cumhurbaşkanlarından Cemal Abdünnasır, Enver Sedat ve Muhammed Mursi farklı saiklerle, farklı hedeflerle İsrail’in Filistin politikalarına ve bölgesel işgaline karşı diplomatik yollarla ve güç kullanmak suretiyle etkili çözümler üretmişlerdir. Köklü devlet geleneği, İslâm ilim dünyasına yaptığı entelektüel katkılar, bir dönem Arap milliyetçilik fikirlerinin merkezi olması, son asırda İsrail ile gerçekleşen savaşlardaki lider konumu ve sınırdaş olmaları, Mısır’ın vereceğini kararların Filistin üzerindeki etkilerini belirleyen unsurlardır. Sözün özünü söylemek gerekirse Arap dünyasında ‘ne diyeceği’ en merak edilen devletlerin başında gelmektedir. Ancak özellikle belirtmek gerekir ki Mısır son savaşını ve İsrail’e karşı en ciddi hamlesini 50 sene önce gerçekleştirmiştir.

Son cumhurbaşkanı Abdulfettah el-Sisi döneminde Gazze politikası genellikle İhvan-ı Muslimin üzerinden şekillenmiş ve özellikle Hamas’ın karşısında bir cephe alınmıştır. Bu durum doğal olarak Gazze halkının yaşamını daha da zorlaştıran birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Türkiye ile ilişkiler İhvan üzerinden kopma noktasına gelmişti ve bir süredir mevcut durumun doğası gereği diplomatik koridorlar yerine istihbarat koridorlarındaki görüşmelerle, kopan bağlar tekrar onarılmaya çalışılıyor. Son yıllarda yeniden tesis edilmeye çalışılan diplomatik ilişki, 7 Ekim’den bu yana yaşanan İsrail vahşetinin durdurulamaz hale gelmesi üzerine hızlı bir şekilde onarıldı.

İsrail’in Gazze’de ulaşmayı planladığı hedeflerin konusu olan; Refah Sınırı, Gazze Tünelleri ve Gazzelilere uygulanan zorunlu göç konusunda Mısır önemli bir konumda durmaktadır. Mısır’ın bu üç konuda alacağı aksiyonlar savaş sonrası bölgenin alacağı şekil etkileyecektir.

Şubat ayında Türk-Mısır ilişkilerinde Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (devlet başkanları düzeyinde ilişki) kurularak ilişkileri onarma süreci devam etmişti. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 4-5 Ağustos tarihlerinde Mısır’a diplomatik ziyaret gerçekleştirmiş, ilişkilerde beklenen iyileşme adına bağlantılar tesis etmiş, İsrail’in durdurulması, Somali ve Libya konularında Mısır ile müşterek neler yapılabileceğini görüşmüştür.

Mısır ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, Kuzey Afrika’da rekabet düzeyinde zıt politikalarına rağmen son ziyaret, bu bölgelerdeki gerilimleri düşürme açısından -2022 yılına kıyasla- şaşırtıcı düzeyde iyi sonuçlar ortaya çıkardı. Mısır ve Türkiye’nin Filistin konusunda birlikte alacakları ortak siyasî pozisyon bölgedeki İsrail’in ABD destekli üstünlüğünü dizginlemesi beklenmektedir.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazzeli Tutsakların Yaşadıkları

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Sivillerin esir alınması, İsrail’in Gazze üzerinde uzun yıllan beri uyguladığı kapsamlı kontrol ve abluka politikasının önemli bir parçasıdır. İsrail, Filistin’de kurmaya çalıştığı haksız hâkimiyeti sağlama yolunda Filistinlilerin en temel haklarını dahi ellerinden almış, pek çok kez hiçbir sebep göstermeksizin onları esir almıştır.

Resmi kurumlar ve insan hakları kuruluşları, İsrail ordusunun Gazze'deki kara saldırılarında yüzlerce Filistinliyi alıkoyduğu ve bu kişilerin akıbeti, nerede tutulduğu hatta sayılarının tam olarak kaç olduğunun bilinmediğini belirtiyor.

Gazzeli esirlerin hemen hemen hepsi, tutsak edildiği süre zarfında; fiziksel ve psikolojik şiddet, taciz ve tecavüz gibi pek çok işkenceye maruz kalırlar. Büyük bir kısmı ise tutsak olma durumundan sağ kurtulamaz. Bu görüş yazısında anlatılacaklar bir film sahnesinden alınmadı, senaryo değil, roman özeti hiç değil. Bilakis gerçeğin ta kendisi ve maalesef Gazze realitesinin yalnızca küçük bir parçası.

Bu çalışmada, Gazzeli tutsaklarla yapılan röportajları ve tutsakların bizzat gördüğü işkenceleri sizler için derledik.

Gazzeli Tutsaklar Nelere Maruz Kalıyor?

TRT Arabi Muhabiri Sami Berhum, 50 gün boyunca tutsak edilen Gazzeli İbrahim Şehin’le, tutukluluk sürecinde yaşadığı ve şahit olduğu olaylar hakkında bir röportaj gerçekleştirdi. İbrahim Şehin, o süreç hakkında şunları söyledi: “Tutuklu kaldığım süre zarfında gördüğüm kadarıyla tutsak kadınlar zulmün en çirkin halini görüyor. Beni tutukladıktan sonra Saftavi bölgesinden Zekim tarafına naklettiler. Yanımızda 4 kadın tutuklu vardı. O kadınlardan ikisini esirlerin bulunduğu çadıra çırılçıplak şekilde aldılar. Ben, çıplak bir kızın üzerini örtebilmesi için pantolonumu çıkarıp kızın üzerine attım. Sırf bu yüzden 3 gün boyunca aralıksız şekilde darp edildim. İstihbarat soruşturmasında serbest bırakılan kadın mahkûmlardan biri, soruşturmaya uzun saçlı girdi ve saçları tamamen kesilmiş bir şekilde soruşturmadan çıktı.

Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Kadınlarımıza saygı gösterilmemesinin, gözümüzün önünde onların çırılçıplak hale getirilmesinin ne demek olduğunu biliyor musunuz?

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze Açlıkla Baş Başa

Hatice KOÇLAR

GİRİŞ

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı (WFP), güvenli dağıtıma izin veren koşullar oluşana kadar Gazze’nin kuzeyine hayat kurtaran gıda yardımı dağıtımını durdurma kararı aldı.

Açıklamada, ‘’WFP, Gazze’deki çaresiz insanlara acilen ulaşma konusunda son derece kararlıdır, ancak kritik gıda yardımlarının ulaştırılması ve bu yardımları alan insanlar için güvenlik ve emniyet sağlanmalıdır.’’ denildi.

Gazze’nin ‘’pamuk ipliğine bağlı’’ olduğu değerlendirmesi yapılan açıklamada, ‘’WFP’nin çaresizce açlık çeken binlerce insan için açlığa giden yolu tersine çevirmesi sağlanmalıdır.’’ sözleri yer aldı.

SOYKIRIM SIRASINDA İNSANİ YARDIM

İsrail Başbakanı Netanyahu yıllardır abluka altında yaşayan Gazze’ye 7 Ekim’den sonra tam abluka uygulanacağını açıklamıştı. Bu kararın ardından Gazze’de elektrik ve su tamamen kesilmiş, sivil hedefler günlerce bombalanmıştı. İsrail birkaç hafta boyunca insani yardım girişini engelledi.  Uluslararası tepkilerin artmasıyla ilk kez 21 Ekim 2023’te Refah sınır kapısından oldukça kısıtlı insani yardım girişine izin verilmişti. İlerleyen günlerde Oxfam, Avrupa Birliği, Birleşik Krallık ve Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar, İsrail’in insani yardımı kasıtlı olarak engellediğini belirtti.

İngiltere eski Dış İşleri Bakanı David Cameron, İsrail’in Gazze’ye giden önemli bir yardım kapısının kapatılmasını talep ettiğini ileri sürerek, İngiltere doğumlu bir hükümet sözcüsünün görevden alınmasıyla sonuçlanan bir tartışmaya girdi.

Cameron, sert bir mektupla, yardımların ‘’İsrail hükümetinin keyfi reddetmeleri ve uzun süren onay prosedürleri, çoklu taramalar ve gündüz saatlerinde dar aralıklar’’ nedeniyle Gazze’ye ulaşamadığını söyledi.

Bunun üzerine eski dönem hükumet resmi sözcüsü Eylon Levy, Cameron’a attığı tweette, İsrail’in yardımların ulaştırılmasında herhangi bir engel oluşturmadığını öne sürmüştü. 

Cameron bir görüşünde ‘’Uluslararası bağışçıların istedikleri kadar yardım göndermeleri gerektiği ve İsrail’in girişini kolaylaştıracağı iddialarını dile getiriyorsunuz. Keşke durum böyle olsaydı. İngiltere’nin Gazze’ye yaptığı yardımın İsrail’in izinlerini bekleyerek rutin olarak bekletilmesi çok büyük bir hayal kırıklığı. Örneğin, İngiltere tarafından finanse edilen bazı yardımların onay için üç haftadan biraz daha uzun bir süre sınırda bekletildiğini biliyorum,’’ dedi.

‘’En büyük engelleyiciler, İsrail hükümetinin keyfi inkarları ve gündüz saatlerinde çok sayıda tarama ve dar açılış pencereleri de dahil olmak üzere uzun süren onay prosedürleri olmaya devam ediyor.’’

İSRAİL’İN GAZZE’YE UYGULADIĞI ABLUKA

İsrail’in Gazze’ye ve Gazze’den mal ve insan hareketlerine uyguladığı kısıtlamalar 1991’e dayanır. Başlangıçta geçici olarak belirlenen bu politika, Mart 1993’te kalıcı bir idari önleme dönüşmüştür. O zamandan beri ablukanın şiddeti değişse de hiçbir zaman tamamen kaldırılmadı. 1994’te İsrail, bir güvenlik önlemi olarak Gazze-İsrail bariyerinin inşaatına başladı. İnşa edilen bariyerin üzerinde dört sınır kapısı bulunmaktadır. Krem Şalom, Karni, Erez ve Sufa sınır kapıları. İsrail’den geçen ihracatların Gazze’ye girmesi veya Gazze’den çıkması için bu sınır kapıları kullanılmakta ve güvenlik incelemesinden geçmektedir. 2005’te İsrailli yerleşimcilerin Gazze’den çekilmesinden sonra, Gazze havadan, karadan ve denizden tam abluka altına alındı, Gazze ile tüm ticaret durduruldu ve mal girişi ‘’insani asgari’’ ile sınırlandırıldı. Bu sivil halkın hayatta kalabilmesi için asgarî düzey temel yaşam malzemelerinin girişine izin verilmesi demekti. Ancak Gazze’ye uygulanan abluka öyle şiddetliydi ki İsrail’in su ve elektrik kısıtlamaları, altyapıyı çökertmeye yönelik politikaları sebebiyle sivil halk temel yaşam standartlarının oldukça altında bir hayat sürdürmekteydi.

GAZZE ŞERİDİ, fotoğraf: wikipedia

-Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu İletişim Başkanı Mey al Sayegh, ‘’Gelen yardım miktarı Gazze’nin insani ihtiyaçları açısından bir damla su. Bu çatışmadan önce, sadece Gazze’ye (günde) yaklaşık 100 kamyon yardım giriyordu. Şimdi, tüm bu düşmanlıklara rağmen, sadece bu sayının geldiğini hayal edin.’’

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İsrail mühimmatlarını hangi ülkelerden alıyor?

Ayten Rumeysa ÜNSAÇAN

Kurulduğu yıldan bugüne dek İsrail’in en büyük müttefiki ve silah tedarikçisi ABD’dir. Onun ardından bir nevi Nazi soykırımını hafızalardan silmeye çalışan Almanya gelmektedir. İtalya ve diğer bazı devletlerle birlikte, bu durum 7 Ekim sonrası da değişmemiştir. Aslında büyük bir silah ihracatçısı olan İsrail, tarihindeki en yıkıcı saldırıları gerçekleştirirken ithal bomba, füze ve mühimmatlara gereksinim duymaktadır. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporuna göre, ABD İsrail savunma sanayi ithalatının %69’unu sağlamaktadır. İkinci sıradaki Almanya %30 ve İtalya ise %0,9’luk bir paya sahiptir.

2018 yılında Başkan Obama döneminde imzalanan 10 yıllık bir mutabakata göre, ABD İsrail’e her yıl ortalama 3,8 milyar dolar değerinde askeri yardım sağlamaktadır. Yabancı Askeri Finansman (FMF) programı ve füze savunma sistemleri iş birliği de buna dâhildir. ABD’nin bu yardımları, İsrail’in gelişmiş silah endüstrisini kurmasına olanak tanımıştır. Yıllık yardımın yanı sıra ABD, İsrail’in bölgedeki Niteliksel Askeri Üstünlüğü’nü (QME) de korumaktadır.

Bu durum; ABD’nin, Ortadoğu’da İsrail dışında herhangi bir ülkeye askeri destek sağladığında, İsrail’e her zaman komşu ülkeler açısından caydırıcılığı daha yüksek bir yardım gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir. Bu sayede İsrail’in bölgedeki askeri üstünlüğü istikrarını koruyabilmektedir. Yapılan yıllık yardımlara ek olarak Biden yönetimi 7 Ekim sonrasında İsrail’e ek askeri yardımda bulunulacağını açıklamıştır.

Uzun vadede teslim edilecek olan ve yaklaşık 26 milyar doları bulan bu yardımın kısa, orta ve uzun menzilli “Demir Kubbe” “Davut Sapanı” ve “Demir Kiriş” sistemleri için mühimmatın yanı sıra bölgedeki ABD stoklarını yenileme amacı da içerdiği belirtilmiştir. Bununla birlikte 7 Ekim’den bu yana ABD İsrail’e binlerce ton askeri teçhizat, mühimmat, koruyucu ekipman ve tıbbi malzemenin yanı sıra istihbarat desteği ve üst düzey danışmanlık da sağlamıştır. Eski bir Biden hükümeti yetkilisi, İsrail’in Gazze’deki saldırısını ABD desteği olmadan sürdüremeyeceğini ifade etmiştir.

Şekil 1. İsrail’in yıllara göre silah ithalat oranı (Kaynak:  Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü)

ABD’nin İsrail’e sağladığı desteğin katlanarak artması, bölgede güç asimetrisi oluşturarak bir silahlanma yarışı başlatmıştır. Bununla birlikte yıllardır devam eden koşulsuz destek, İsrail’i hukuka aykırı davranmak konusunda cesaretlendirmektedir. Zira ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) üyesi Elliot Abrams’a göre, ABD’nin İsrail’e askeri desteğini durdurması, en büyük müttefikinin geri çekildiğini göstererek Yahudi devletine yönelik saldırıları cesaretlendirecektir.

İşgalci devletin ikinci en büyük silah ihracatçısı olan Almanya ise 2023 yılında yaklaşık 350 milyon dolarlık askeri teçhizatın İsrail’e sevkiyatını gerçekleştirmiştir. Bu rakam bir önceki yılın verilerine göre 10 kat daha yüksektir. Satış kararlarının çoğunluğu ise 7 Ekim sonrasında verilmiştir. Bu da savaşın başlamasının ardından ülkenin İsrail’e açık desteğinin bir göstergesidir. Teçhizatın yanı sıra İsrail ordusu hâlihazırda envanterinde bulunan Alman denizaltılarını da yenilemek için yine Almanya ile anlaşma imzalanmıştır. Ancak ülkenin 2023’teki üstün desteğine rağmen, 2024 yılı başından itibaren artan uluslararası eleştiriler nedeniyle İsrail’e savaş silahları ihracatını azalttığı belirtilmektedir.

Şekil 2. Biden ve Netanyahu 2023 Ekim ayında Kudüs'te düzenlenen Savaş Kabinesi toplantısında (Kaynak: Miriam Alster- https://www.jpost.com/breaking-news/article-807975)

İsrail’e, ABD ve Almanya’ya göre daha az miktarda silah ihracatı yapan üçüncü ülke ise İtalya’dır. Hükümetinin insan haklarını ihlal ettiği düşünülen ülkelere silah satışını engelleyen bir yasası bulunmasına rağmen, 7 Ekim’in ardından yalnızca üç ay içerisinde İsrail’e 2,1 milyon euroluk ihracat onaylanmıştır. 9 Mayıs 2024 tarihinde ise İtalya Dışişleri Bakanlığı, yeni ihracat onaylarının durdurulduğunu bildirmiştir. Savunma Bakanlığı ise önceden imzalanmış anlaşmaların teslimatının gerçekleştirildiğini, ancak silahların Gazze’de sivillere karşı kullanılmayacağına dair denetimlerin yapıldığını belirtmiştir.

Diğer bir Avrupa ülkesi olan İngiltere ise, İsrail’in büyük silah tedarikçilerinden değildir. Diğer devletlerden farklı olarak, İsrail hükümetine doğrudan silah satışı yapmak yerine şirketlere satış lisansı vermektedir. 7 Ekim’den Mayıs 2024’e kadar 42 ihracat lisansı verilmiş olup, bunlar askeri uçaklar, araçlar ve gemilerin bileşenlerini içermektedir. Ancak Eylül 2024’e gelindiğinde İngiltere, Gazze’de kullanıldığı tespit edilen yaklaşık 30 askeri ekipmanın lisansını durdurduğunu bildirmiştir. Bu durum İsrail güvenlik kuvvetleri için küçük bir miktarı karşılasa da, Netanyahu İngiltere’nin bu kararını “utanç verici” ve “Hamas’ı cesaretlendirici” olarak değerlendirerek kınamıştır.

İspanya’nın da İsrail’e silah ihracatı yapan ülkelerden biri olduğu bilinmektedir.

Sanayi, Ticaret ve Turizm Bakanlığı’nın 2024 Şubat ayı verilerine göre İspanya 7 Ekim’den itibaren İsrail’e 987 bin euro değerinde silah ihraç etmiştir. Bunların arasında bombalar, el bombaları, torpidolar, mayınlar, füzeler, mermiler ve diğer mühimmat türlerinin bulunduğu belirtilmektedir.

İsrail’e ihracatı nispeten küçük olan ülkelerden bir diğeri ise Hollanda’dır. Yine Şubat ayında bir Hollanda mahkemesi, ülkenin İsrail’e sağladığı F-35 uçağı parça tedarikini durdurma kararı almıştır. Ekipmanların uluslararası hukukun ciddi ihlallerinde kullanıldığını gerekçe gösteren mahkemeye karşın Hollanda hükümeti, bu teslimatın İsrail’in bölgesel güvenliği açısından büyük önem taşıdığını ileri sürerek karara karşı çıkmıştır.

7 Ekim’den bu yana devam eden süreçte Sırbistan’ın da işgalci devletin istikrarlı bir müttefiki olduğu bilinmektedir. Ülke İsrail’e hava savunma sistemi tedariki sağlamaktadır. Bunun yanında Fransa ve Avusturya gibi devletler de İsrail’e silah ihracatı yapan ülkeler arasında yer almaktadır.

Öte yandan yukarıda bahsedilen ülkelerden bir kısmı da dâhil olmak üzere giderek daha fazla ülke ve şirket İsrail’e yaptıkları silah sevkiyatlarını durdurma kararı almaktadır. Belçika, Kanada, İtalya, İspanya ve Hollanda gibi ülkeler, savaşın dokuzuncu ayından itibaren gelinen noktada ihraç edilen teçhizatın kullanımının Gazze’de sivil kayıplara yol açabileceği endişesiyle sevkiyatları durdurduklarını belirtmişlerdir.

Bu ülkelerin geri çekilmesi ise İsrail’i Hindistan’a daha çok bağımlı hale getirmektedir. İşgalci devletin güçlü destekçilerinden olan Hindistan, ülkenin hem başlıca silah alıcısı konumundadır hem de savaş sürecinde ülkeye hammadde tedariki sağlamaktadır. Hindistan’ın deniz yoluyla gerçekleştirdiği 27 ton patlayıcı madde içeren bir sevkiyat ise İspanya tarafından engellemiştir. Tüm bunlar sonucunda İsrail kuvvetlerinin tanklar, buldozerler ve zırhlı taşıyıcılar için parça ile silah ve mühimmat sıkıntısı yaşayabileceği endişesi taşıdığı belirtilmektedir.

İsrail Savaş Sürecinde Hangi Mühimmatları Kullandı?

Şekil 3. ABD ve İsrail ordu subayları bir ABD Patriot füze savunma sisteminin önünde (Kaynak: Jack Guez- https://www.cfr.org/article/us-aid-israel-four-charts)

Aksa Tufanı henüz ikinci ayını doldurmamışken, İsrail topçu birlikleri 100 binden fazla mermi kullanıldığını bildirmiştir. Diğer taraftan Wall Street Journal’a göre 7 Ekim’in ardından başlayan süreçte yalnızca ilk üç ay içerisinde ABD İsrail’e 230 kargo uçağı ve 20 gemi ile askeri teçhizat göndermiştir. Gönderilen mühimmatlar arasında 5 bin 400 adet MK-84 ve 5 bin adet MK-82 bombası bulunmaktadır. İsrael Hayom Gazetesi’ne göre ise, Ekim ayından sonra yalnızca 6 ay içerisinde 300’den fazla uçak ve 50 geminin ulaştırdığı 35 bin ton silah ve mühimmat İsrail’e gönderilmiştir. Çoğunluğu ABD’den olmak üzere farklı ülkelerin bu gönderimde yer aldığı bilinmektedir.

Bununla birlikte ABD’den İsrail’e yüzden fazla satış yapıldığı, ancak bunların yalnızca ikisinin kamuoyuna bildirildiği belirtilmektedir. Bu iki satış 253 milyon dolar değerindeki 14 bin tank mermisi ve 155 milimetrelik top mermisi bileşenlerini içermektedir.

Diğer satışların ise resmi olarak bildirilmesi gereken tutarın alt eşiğinde planlandığı ve binlerce hassas güdümlü mühimmat, küçük bombalar ve hafif silahlar içerdiği söylenmektedir. Bunun yanında bin adet GBU-39 küçük çaplı patlayıcı ve 3 bin adet KMU-572 Ortak Doğrudan Saldırı Mühimmatı (JDAM), binlerce sığınak delici mühimmat ve 200 kamikaze İHA’nın da sağlanan mühimmatlar arasında yer aldığı belirtilmektedir. Askeri mühimmatların yanı sıra ABD ile yapılan antlaşmada İsrail ordusuna F-35 ve F-15 savaş uçakları ile Apache helikopterinin de tedarik edildiği bildirilmektedir. İsrail, Boeing şirketi tarafından üretilen F-35 uçaklarını teslim alan ilk ülke konumuna gelmektedir. Hava savunmada önemli rol oynayan diğer bileşenlerden Demir Kubbe füze savunma sistemi ve Davut Sapanı sistemine sağlanacak mühimmat ve finansman da anlaşma içinde yer almaktadır.

Ekim 2023-Ocak 2024 arası dönemde ABD’den İsrail’e günlük 15 kargo uçuşunun gerçekleştiği de belirtilmiştir. Haziran 2024’e kadar ise toplam 173 uçuş gerçekleşmiştir. Savaşın dokuzuncu ayına gelindiğinde ise isimleri açıklanmayan ABD yetkilileri Reuters’a güncellenmiş sevkiyat listesini açıklamışlardır.

Buna göre Gazze’deki savaşın başlangıcından bu yana Biden hükümetinin İsrail’e gönderdiği çok sayıda mühimmat arasında en az 14 bin adet yüksek tahrip gücüne sahip 2 bin poundluk (907 kg) bomba, 6 bin adet 500 poundluk (227 kg) bomba, 2 bin adet Hellfire hassas güdümlü havadan yere füze, bin adet sığınak delici bomba ve 2 bin 600 adet havadan atılan küçük çaplı bomba bulunduğu açıklanmıştır.

Bunun yanında yetkililer sevkiyat takvimini paylaşmamış ve kamuoyuna resmi bir açıklama yapma yetkilerinin bulunmadığını belirtmişlerdir. Bununla birlikte bildirilen teçhizatı, İsrail’de olduğu gibi her gelişmiş ordunun sahip olabileceği tipik eşyalar olarak tanımlamışlardır. Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nden silah uzmanı Tom Karako’ya göre ise bu rakamlar büyük bir çatışmada hızlıca tüketilebilirken, diğer yandan ABD’nin müttefikine verdiği askeri desteğin büyüklüğünü vurgulamaktadır.

Şekil 4. Bir ABD C-17 uçağı, 13 Ekim 2023'te Nevatim Hava Üssü'nde İsrail'e gönderilen Amerikan mühimmatlarıyla dolu kasalarla duruyor (Kaynak: Lolita Baldor- https://www.timesofisrael.com/who-are-israels-key-weapons-suppliers-and-who-has-halted-exports-since-oct-7/)

İsrail’e milyarlarca dolarlık askeri destek sağlayan ABD, ilk kez Mayıs 2024’te kentsel alanlarda kullanımıyla sivillerin ölebileceği endişesini belirterek 1.800 adet 2 bin poundluk (907 kg) ve 1.700 adet 500 poundluk bomba teslimatının geri çekileceğini duyurmuştur. Ancak Temmuz ayına gelindiğinde 500 poundluk bombaların teslim edileceğini, 2 bin poundluk olanların ise geri çekilmeye devam edileceğini açıklamıştır. 2 bin poundluk bir bomba kalın beton tabakasını ve metali parçalayarak geniş bir patlama çapı oluşturma özelliğine sahiptir. Öte yandan bombaların duraklatılan sevkiyatının, ABD tarafından sağlanan askeri desteğin %1’inden daha azını karşıladığı söylenmektedir. Bunun ardından ise ABD ve İsrail tekrar 20 milyar dolarlık bir anlaşma imzalamıştır. Önümüzdeki iki ila beş yıl içerisinde teslim edilecek bu ürünler 18,82 milyar dolar değerindeki 50 adet F-15 uçağını, 774 milyon dolar değerindeki 120 mm’lik top mermilerini, 102 milyon dolarlık orta menzilli hava-hava füzelerini ve 583 milyon dolarlık taktik araçlarını içermektedir.

Savaşın yaklaşık bir yılının geride kalmasının ardından İsrail, ekimden bu yana 500. ABD askeri ikmal uçağını teslim aldığını duyurmuştur. Süreç içerisinde toplam 50 bin tondan fazla askeri teçhizat 500 uçuş ve 107 deniz sevkiyatı ile İsrail’e ulaştırılmıştır. ABD, Rusya-Ukrayna savaşı boyunca Ukrayna’ya yaptığı yardımların ayrıntı ve miktarlarını açıklamasına rağmen İsrail’e yapılanların detaylarını paylaşmamaktadır.

İsrail’in bir diğer silah tedarikçisi olan Almanya ise, İsrail’e hava savunma sistemleri ve iletişim ekipmanları sevkiyatı gerçekleştirmiştir. Bunun yanı sıra mühimmat olarak 3 bin taşınabilir tanksavar silahı ve ateşli silahlar için 500 bin mermi ihraç edilmiştir. 7 Ekim’in hemen sonrasında da İsrail’in yanında yer alan Almanya, 2023 yılına dek son 5 yıl içerisinde İsrail askeri yardımının %30’unu sağlamıştır.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nün (IISS) 2023 yılındaki istatistiğine göre İsrail ordusunda 169.500 aktif ve 465.000 yedek olmak üzere 634.500 personel mevcuttur. İsrail ordusu Gazze Şeridine yaklaşık 300 bin İsrail askerinin konuşlandığını belirmiştir. Ordu aktif ve yedek kuvvetlerin yanı sıra karada 2 bin 200 tank ve 530 top, havada 339 savaş uçağı ve 142 helikopter, denizde ise 5 denizaltı ve 49 kıyı devriyesi ile güçlendirilmiştir. Ayrıca İsrail’in Gazze’yi işgal sürecinde beyaz fosfor bombası kullandığı da bilinmekte, nükleer silah varlığının da üzerinde durulmaktadır.

İsrail Askeri Harcama ve Mühimmatlara Ne Kadar Bütçe Ayırıyor?

Pentagon, başta ABD olmak üzere diğer ülkelerle yapılan silah anlaşmalarının maliyetinin büyük kısmının ABD yardım parasından karşılandığını belirtmiştir. ABD yıllık yardımının çoğunluğu yine ABD’den askeri teçhizat ve hizmetlerin satın alındığı Yabancı Askeri Finansman (FMF) uygulaması kapsamında kullanılmaktadır. ABD’den alınan bu hibe desteğinin, İsrail savunma bütçesinin %15’ini oluşturduğu belirtilmektedir. Buna verilebilecek örnek olarak, İsrail en gelişmiş savaş uçağı olan F-35’lerin 75 siparişinden 39’nu teslim almış ve bunların bedelini ABD yardımlarıyla ödemiştir.

Şekil 5. İsrail Ordusu'nun, dört ay boyunca kara saldırısı düzenlediği Han Yunus kentinden çekilmesinin ardından kara harekâtında kullandığı ABD menşeli silah ve mühimmatların görünümü, 16 Mayıs 2024 (Kaynak: Anas Zeyad Fteha- https://www.middleeastmonitor.com/20240827-israel-receives-500th-us-military-supply-aircraft-since-7-october)

İsrail’in maddi kazanç sağladığı en önemli sektörlerden biri ise silah ticaretidir. İsrail’den silah ithal eden ülkeler başta Hindistan olmak üzere Azerbaycan, Filipinler ve ABD şeklinde sıralanmaktadır. Bunun yanında İspanya, 7 Ekim’den bugüne İsrail’den 1,07 milyon değerinde euro silah satın almıştır. Ancak tarih boyunca ithalatı ihracatından hep daha fazla olan İsrail’in, son on yılda ise silah ihracat miktarı ithalatını geride bırakmaktadır.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü'ne (SIPRI) göre İsrail’in ordusuna ayırdığı bütçenin en güncel verisi 2022 yılında 23,4 milyar dolar olarak belirtilmektedir. İsrail, dünyada kişi başına yapılan askeri harcamada ikinci sırada yer almaktadır. İsrail’de gayri safi yurtiçi hasılanın %4,5’i orduya ayrılmaktadır. Öte yandan savaşın yol açtığı finansal sıkıntılar sebebiyle önceki yıllara göre hükümetin bütçe açığında da artış olduğu görülmektedir. 2023’te gayri safi yurtiçi hasılasının %4,2 oranında bütçe açığı olduğunu belirten İsrail’in 2024 yılında ise bütçe açığı %6,6 oranına yükselmiştir.

İsrail kabinesi, 2023 Mayıs’ta onaylanan ve iki yılı (2023-2024) kapsayan bütçe planını artırmak üzere yeniden toplanmıştır. Başlangıçta bu bütçe 270 milyar dolar olarak öngörülmüştür. 2024 yılına gelindiğinde ise Netanyahu ve kabinesi, savaş için ek olarak 55 milyar şekel (15 milyar dolar) destek sağlayan ve diğer hükümet dairelerine ayrılmış fonlarda %3 oranında azaltmaya giderek savunma alanını büyüten bütçe düzenlemesini onaylamıştır. Zira savaşın (!) henüz üçüncü ayında çoğunluğu borçlanma yoluyla finanse edilen 30 milyar şekele (7,85 milyar dolar) rağmen fonların yetersiz olduğu görülmüştür. Ancak başta eğitim bakanlığı olmak üzere fonların kesilmesinden duyulan rahatsızlık üzerine Netanyahu, sağlık ve eğitim bütçesinde artış yapacağını belirterek itirazları yatıştırmıştır. Kabine bütçe düzenlemesi üzerinde mutabık kaldıktan sonra Netanyahu, iç güvenlik ve savunma bütçesindeki artışların gelecekteki zaferleri için büyük önem taşıdığına vurgu yapmıştır. Hemen ardından aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir’in yeni bütçesine 534 milyon dolar ilave edilmiştir. Düzenlenen 15 milyar dolarlık ek bütçe, başta askeri donanım satın almakta ve İsrail’in 360.000 yedek askerine ödeme yapmak için kullanılmaktadır. İşgal edilen Filistin topraklarındaki İsrail yerleşim birimlerinin finansmanı için ayrılan miktar da bu bütçenin içinde yer almaktadır.

Gazze’ye açılan savaş, başladığı andan itibaren her gün İsrail’e yaklaşık 269 milyon dolara mal olmaktadır. İsrail Merkez Bankası ise savaş maliyetinin 2023-2025 yılları arasında 55,6 milyar dolara ulaşabileceğini öngörmektedir.

Bunun yanında savaşa ayrılan fonların kısa vadede tükenmeyeceği görülmektedir. İsrail’in bu kapsamda finansal kaynakları üzerinde ne kadar baskı olursa olsun, ABD’nin sonu gelmeyen parasal ve askeri desteğinin bunu mümkün kıldığı açıktır.

Savaş Kabinesi İçerisindeki Anlaşmazlıklar Neler Ve İkilemler Soykırımın Seyrini Ne Yönde Etkiliyor?

Nigar GÜMÜŞ

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Filistin bölgesinde ortaya çıkan siyasi ve idari boşluk dönemin koşullarında İngilizlerin bölgede hakimiyet kurmaya çalışması şeklinde doldurulmaya çalışılmıştır. Fakat Yahudi terör gruplarının eylemleri ve bölgenin bir çıkmaza doğru gidiyor oluşu İngilizlerin bu bölgeyi BM’ye bırakmasına ve devamında 1948 yılında İsrail’in kurulmasına yol açmıştır. Devamlı çatışmanın hâkim olduğu bölge için tapınak gruplarının Mescid-i Aksa’ya olan baskınları, Filistinlilere yapılan eziyetler; Bünyamin Netanyahu’nun aşırılık yanlısı sağ hükümetinin başa geçmesi sonucunda artarak devam etmiş ve süreci 7 Ekim’e taşımıştır.  7 Ekim 2023 yılında Hamas İsrail tarafına ‘Aksa Tufanı’ adını verdiği operasyonu düzenlemiş ve birçok İsrail vatandaşı bu operasyon neticesinde esir alınmıştır. Bununla beraber İsrail’in askeri olarak çok güçlü olduğu intibası ve yenilmezliği büyük bir darbe almıştır.

Görsel 6. Bünyamin Netanyahu (Aydoğan, 2024)

Aksa Tufanı operasyonunun yapıldığı 7 Ekim günü birlik ve beraberlik mesajı veren İsrail Meclisi Knesset’teki muhalefet parti liderleri ortak bir açıklamada bulunarak orduya desteklerini bildirmişlerdir. Bu birlik beraberliğin devamı olarak ise 11 Ekim günü içerisinde muhalif Ulusal Birlik Partisi Başkanı Benny Gantz’ın da yer aldığı bir savaş kabinesi kurulmuştur.

7 Ekim’de verilen birlik beraberlik mesajının ardından 4 gün içerisinde bu birliğin uzun süreli olmayacağını gösteren sinyaller kendisini göstermeye başlamış ve 7 Ekim’de birlik mesajı verenler içerisinde yer alan ülkenin ana muhalefet partisi başkanı Yair Lapid 11 Ekim’de kurulan kabinede yer almamıştır. Savaş kabinesine katılmamasına ilişkin olarak bir işe yaramayacağını düşündüğünü ve aşırılık yanlılarının hükümetten uzaklaştırılması gerektiğini belirten Lapid, kabinenin kurulması fikrini ilk defa önerenlerden biriydi (Keller-Lynn, 2023).

İsrail ordusu bu süreçte savaş(!) için iki hedef belirlemiştir. İlk olarak Hamas’ın askeri kanadını yok etmek, ikinci olarak ise Hamas’ın liderliğini ortadan kaldırmak. Bu konuda başarıya ulaşmak ve yapılan katliamların sorumluluğunu yaymak için kurulan savaş kabinesi, kurulmasından bir ay kadar bir süre sonra çatırdamaya başlamıştır. Beş üyeden oluşan savaş kabinesinde; Başbakan Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant, daha önce savunma bakanı olarak görev yapan muhalif Ulusal Birlik Partisi Başkanı Benny Gantz lider olarak görev alırken, Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer ve daha önce İsrail Savunma Güçleri (IDF) Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan Gadi Eisenkot gözlemci olarak yer almıştır.

17 Ekim 2023 tarihinde El-Ehli Hastanesi’ni bombalayan işgal güçleri hastane bombalamasının ardından dünya kamuoyundan büyük bir tepki almıştır. Birçok ülke tarafından yapılan kınama açıklamaları sonrası hastanenin kendileri tarafından bombalanmadığını belirterek çelişkili ifadelerde bulunan İsrailli yetkililer ilerleyen günlerde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi Dezenformasyonla Mücadele Ekibi’nin yayınladığı bir video ile yalanlanmıştır. 18 Ekim’de ABD Başkanı Biden’ın Tel Aviv’e gitmesi ile ABD’nin her hal ve koşulda İsraili destekleyeceği mesajı dünyaya verilirken kara harekatı için ortam hazırlanmış, Gazze Şeridi’ne kara harekatı yapılmasının gerekliliği Biden’a iletilmiş ve destek vereceği sözü alınmıştır (Haber Merkezi, 2023).

Hastane katliamının üstüne kara harekatı için ABD’den gerekli desteği alan İsrail yine de ekim ayının sonuna kadarki süreçte kara harekatına başlayamamıştır. Daha önce açıklamalarında kara harekatının savaş kabinesinin belirleyeceği bir tarihte yapılacağını belirten Netanyahu kara harekatının başlangıcına kadar pek çok defa başladıkları ve başlayacaklarına dair açıklamalarda bulunmuştur. Bu süreçte kara harekatı başlamamış olsa da İsrail Gazze’yi yaptığı hava saldırıları ile sivil hedefleri kasten vurmaya devam etmiştir.

Görsel 7. Benny Gantz (Anadolu Staff, 2024)

Süreç içerisinde yapılan açıklamalar ordunun, Netanyahu’nun istifa etmesini istediği yönünde ilerlemiş ve ordu ile başbakan arasında bir sürtüşme olduğu basına yansımıştır. 29 Ekim tarihinde Netanyahu öncelikle X hesabından saldırılarla ilgili kendisine önceden bir uyarının gelmediği şeklinde bir tweet atmış ve bir süre sonra tweetini silerek özür dilediği bir paylaşımda bulunmuştur. Bu olay askeri yetkililer ile başbakanın bir sürtüşme içerisinde olduğu intibasını güçlendirmiştir. Konuya yönelik savaş kabinesinde yer alan Benny Gantz tweete ilk tepki verenlerden birisi olmuş ve  “Başbakan dün geceki açıklamasını geri çekmeli ve bu konuyla uğraşmayı bırakmalıdır” şeklinde X hesabından paylaşımda bulunmuştur (Independent Türkçe, 2023). Aynı şekilde basın sözcüsü de konu hakkında soru yönelten gazetecilere bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır. Bu olay dışarıya birlik beraberlik mesajı veren kabinenin içeride daha farklı bir durumda olduğunu göstermektedir. 2 gün sonra 31 Ekim günü İsrail fiili olarak kara harekatına başlamıştır. Öncesinde ufak çaplı kara operasyonları düzenlemiş olmalarına rağmen büyük çaplı bir harekata başladıkları tarihin, basına yansıyan başbakan-ordu arasındaki soğukluk haberlerinin 2 gün sonrasına denk gelmesi ise manidardır. Kara harekatının Hamas’ı yok etmek ve esirleri kurtarmak şeklinde iki ana hedefi bulunmaktadır. Fakat bu hedefler savaşın birinci yılına girerken halen amacına ulaşmamıştır.

Kasım ayında savaş kabinesinde kriz olduğuna dair haberler ortaya çıktmıştır. Eski İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot ve görevdeki Savunma Bakanı Yoav Gallant arasında olduğu öne sürülen krizin, iki ismin savaşa olan yaklaşım politikalarının farklılığından dolayı olduğu ve savaş kabinesinin yanı sıra büyük kabineye de krizin yansıdığı haberleri basına yansımıştır. Haberi yapan İsrail Kamu Yayın Kuruluşu Kan’ın siyasi işler muhabiri Michael Shemesh’e göre bu kriz daha geniş bir anlaşmazlığın sadece küçük bir parçasıdır (Kudüs Haber Ajansı , 2023).  Ateşkes olup olmayacağına yönelik olarak ise 8 Kasım tarihinde Netanyahu esirleri kurtarana kadar ateşkese varmayacaklarını belirtirken 13 Kasım tarihinde Gallant ise esirlerin kurtarılmasının anlaşma ya da operasyonların devamı şeklinde olabileceğini söyleyerek ateşkes ya da anlaşma ihtimaline dolaylı olarak değinmiştir. Buna müteakip Kasım’ın 15’inde savaş kabinesinin esirlerin kurtarılması ve rehine anlaşmasının maddelerini görüşmek için toplanacakları belirtilmiş, 22 Kasım’da ise İsrail’in esir takası anlaşmasını kabul ettiği bildirilmiş ve Netanyahu ordunun da bu anlaşmayı desteklediğini belirtmiştir. Aşırılık yanlısı bazı sağcılar anlaşmaya karşı çıkarken, İsrail Devlet Televizyonu KAN’a göre anlaşma Gazze’nin Güneyine doğru harekatı genişletmek için alınmış bir karar olarak açıklanmıştır. İsrail Dışişleri ise insani ara sebebinin yalnızca esirlerin kurtarılması olduğunu öne sürmüştür. İlerleyen günlerde ise savaş kabinesindeki yetkililerden Gazze’ye yönelik harekatların tüm Gazze’yi ele geçirene kadar devam edeceği ve harekatın amaçlarına ulaşılana kadar durulmayacağı yönünde peş peşe açıklamalar gelmiştir. Bu süreçte insani ara 3 gün daha eklenerek 1 Aralık’a kadar uzatılmıştır.

İsrail iç siyasetinde işlerin karıştığı; sağcıların Gazze’ye daha ağır bombardımanlar yapılmasını beklerken, muhalefetin Netanyahu’nun istifasını istediği bir döneme girilmiştir. Netanyahu’nun başkanı olduğu Likud partisinin içerisinde savaş sonrası seçim yapılması gerekliliğinin vurgulandığı ve esir yakınlarının başbakana tüm esirleri kurtarması için baskı yaptığı bir durumda, savaş kabinesi kararının “savaşa devam” olması şaşırılan bir durum olmadı. Buna ek olarak daha önce güvenli bölge ilan edilen Gazze’nin güneyine de harekâtın yayılacak olması iç siyasette sıkışan hükümetin kamuoyunu bastırmak için kullandığı bir araç olmuştur. İnsani aranın ardından İsrail Katar’da yer alan heyetini ateşkese dair sonuç alınamadığına ilişkin geri çağırmış, bir süre sonra tekrar Katar’a giden heyet ile görüşmelere devam edilmiş fakat aralık ayı içerisinde bu görüşmelerden de bir sonuç alınamamıştır. Aralık ayının sonuna doğru ise basına Netanyahu ve Gallant’ın arasının açık olduğu haberleri yansımıştır.

Netanyahu’nun esirler ile ilgili olarak Galllant ile Katar’da görüşmeler yapan Mossad Başkanı Barnea’nın yalnız görüşmelerine izin vermediği haberlerinin ardından ikilinin Tel Aviv’de aynı saatlerde ayrı olarak basın toplatısı düzenlemeleri de dikkat çekmiştir. Konuya ilişkin Netanyahu ‘Savunma Bakanına bu akşam ortak bir basın toplantısı düzenlemeyi önerdim. O da kendi kararını verdi’ diyerek yanıt verirken Gallant’ın ofisi ise ‘Bazen birlikte bazen de ayrı ayrı basın toplantıları düzenliyoruz’ şeklinde yanıt vermiştir. İkilinin Lübnan’a (Hizbullah’a) yoğun bir saldırı başlatılması konusunda da ayrıştığı ve Gallant’ın bunun için Netanyahu’ya baskı yapmasına rağmen Netanyahu’nun bunu desteklemediği iddialar arasında yer almıştır (Sputnik Türkiye, 2023).

Yeni bir yıla girildiği günlerde İsrail’de muhalefet partisi başkanının savaş kabinesi liderlerinden Benny Gantz’a kabineden istifa etmesini ve başbakan olarak kendisini destekleyeceklerini bildirmesi ile beraber İsrail’de yeni bir lider arayışına girildiği görülmektedir. Bu açıklamaya Benny Gantz’dan istifa etmeyeceği ve en önemli hedeflerinin esirleri kurtarmak olduğu yönünde bir cevap gelmiştir. Bu açıklama toparlayıcı olarak görünmekle beraber Netanyahu’nun Hamas’ı tamamen yok etmek olan amacı ile de çelişmektedir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Savaş kabinesi üyelerinin savaşın gidişatı ile alakalı birçok konuda farklı düşüncelere sahip olmaları iplerin gitgide gerildiğini gösterirken İsrail Yüksek Mahkemesi’nin yargı reformunu iptal etmiş olması da Netanyahu’yu ve hükümetini kazanamadıkları bu savaşta büyük bir çıkmaza doğru ilerletmektedir.

Görsel 8. Yaov Gallant (TRT Haber, 2024)

18 Ocak’ta yapılan bir habere göre, savaşın devamı ve Gazze’nin savaş sonunda kim tarafından yönetileceği hususunda tartışmalarının ana gündem olduğu savaş kabinesinde; Gantz ve Eisenkot Hamas’ın esirleri bırakması halinde savaşı bitirme yanlısı iken Netanyahu bu fikrin tam karşında yer almaktadır (Kudüs Haber Ajansı, 2024).  Kuzeyde Lübnan Hizbullahı ile çatışan İsrail; Lübnan, Batı Şeria ve Gazze olmak üzere üç koldan yürüttüğü savaşında gitgide bir bataklığa çekilmektedir. Bu süreçte Netanyahu’dan daha iyi çalıştığı düşünülen Ulusal Birlik Partisi başkanı Benny Gantz’ın yapılacak olası bir seçimde seçimleri kazanacağına yönelik anket çalışmaları dikkat çekmektedir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Üstüne Benny Gantz’ın Mart ayının başında Amerika’ya giderek üst düzey yetkililerle görüşmeler yapması, akla Amerika’nın Netanyahu yerine alternatif bir lider aradığı sorularını getirmiştir. Savaş kabinesi içerisinde liderlik görevi gören Netanyahu, Gantz ve Gallant arasındaki gizli yarış da bu şekilde yavaş yavaş kendisini göstermeye başlamıştır. Netanyahu’nun Refah’a karadan saldırmak istediği ve Amerika’nın buna olumlu bakmadığı biliniyor olsa da süreç bir şekilde Netanyahu’nun istekleri doğrultusunda ilerlemekte, Amerika ise söylemlerinin tersine yardım etmekten geri durmamaktadır. Savaş kabinesi içerisinde yer alan anlaşmazlıklar ise süreci yavaşlatırken zaman zaman küçük yön değişikliklerine sebep olmaktadır. Katliam konusunda ayrışmayan savaş kabinesi üyelerinin ayrıştıkları noktaların nereye, ne zaman gibi konular ve bunların yanı sıra iç siyasi meseleler olduğu gözlemlenmektedir.

Savaş uzadıkça ekonominin bozulması, esirlerin kurtarılamaması ve savaşın bölgeye yayılacak olmasına yönelik endişeler İsrail kamuoyunun protestolarının artmasına sebep olmuştur. 16 Nisan’da Eisenkot ordunun çok güzel işler yapmış olsa dahi esirleri getiremediğini belirterek bir eleştiride bulunurken (Kudüs Haber Ajansı, 2024), nisanın sonunda Gantz’da yaptığı açıklamada benzer şekilde esirleri geri getirmenin önemine değinmiştir (Yılmaz & Topçu, 2024).

7 Mayıs günü Hamas’ın ateşkesi kabul ettiğini bildirmesinin ardından Refah Sınır Kapısının Gazze tarafını işgal ettiğini duyuran İsrail’in Refah’a olan harekatı savaş kabinesi tarafından onaylanarak gerçekleştirilmiştir. Savaş kabinesi Refah’a girişleri için ‘İsrailli esirlerin serbest kalması ve savaşın amaçlarına ulaşılmasının hedeflendiği’ belirtilmiştir (Koşak, İsrail Savaş Kabinesi, Refah’ta saldırılara devam kararı aldı, 2024). İsrailli üç subayın yaptığı açıklamalarda Netanyahu’nun asıl amacının Yahya Sinvar’ı yakalamak olduğu ve bunun kişisel bir meseleye dönüştüğü söylenmiş, esirlerin ise artık umursanmadığı belirtilmiştir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Gazze’ye yapılan saldırılarda daha önce Yahya Sinvar’ın evine yapılan operasyon göz önüne alındığı zaman bunun olası bir çıkarım olduğu varsayılabilir. Bununla beraber kasım ayındaki insani aranın yapıldığı süreçte de Hamas yetkililerinin öldürülmesi için talimat verildiği hatırlanacak olursa savaşın başından beri var olan hedefin artık farklı bir boyut kazandığı söylenebilir.

İSRAİL’DE YENİ DÖNEM

Mayıs’ta Aksa Tufanı 7. ayını geride bırakmışken İsrail masum sivilleri öldürmek ve soykırımın şiddetini günden güne arttırmak dışında bir sonuca ulaşamamıştır. Bu süreçte savaş kabinesi ile ayrışmalar derinleşmiştir. 20 Mayıs’ta savaş kabinesi içerisinde tartışma yaşandığı haberleri basına yansımıştır. Bu tartışma daha öncekilerden farklı olarak Gantz’ın, İsrail saldırılarından sonra Gazze’nin idaresinin 8 Haziran’a kadar oylanmaması halinde hükümetten istifa edeceğini bildirmesi açısından önemlidir (Koşak, İsrail Savaş Kabinesinde Başbakan Netanyahu, Gantz ve Eisenkot ile tartıştı, 2024). Daha önce de tartışmalar yaşanmış olsa da Gantz tarafından hükümetten çekilme tehdidi ilk defa dile getirilmiştir. Bu durum yaşanan fikir ayrılıklarının gitgide arttığının göstergesidir. Bunun kuru bir tehdit olmadığı ise 10 gün sonra Gantz’ın partisi Ulusal Birlik’ in meclisin feshedilmesi için sunduğu tasarı ile görülmüştür.

Görsel 9. Savaş Kabinesi Üyeleri (Yaov Gallant, Benny Gantz, Benjamin Netanyahu, Ron Dermer, Gadi Eisenkot) (Zilber & Shotter, 2024)

Haziran ayında Benny Gantz hükümetten ve savaş kabinesinden istifa etmiş ve erken seçim talebinde bulunmuştur. Gantz ayrıca "Netanyahu'nun nefret söylemlerine rağmen hala birlik için kendisiyle konuşanların olmasına anlam veremediğini" belirtmiştir. Gantz’ın ardından eski genelkurmay başkanı ve kabinede gözlemci olarak yer alan Gadi Eisenkot da Netanyahu’ya istifa mektubunu iletmiştir. Eisenkot, Netanyahu’yu ülke çıkarlarını korumaya yönelik kararlar almamakla da eleştirmiştir. Netanyahu ise, Gantz’ı yanlış zamanda istifa etmekle suçlarken, tüm siyonist partilere kapısının açık olduğunu belirtmiştir (Fırat, 2024). Gelen istifaların ardından 17 Haziran’da  Netanyahu savaş kabinesini tamamen feshetmiştir. Savaş kabinesinin yerine birkaç kişi ile danışma toplantıları yapabileceği söylenmiştir. Toplantılara savaş kabinesindeki toplantılara da katılan Aryeh Deri, Savunma Bakanı Yoav Gallant, Stratejik İlişkiler Bakanı Ron Dermer’in katılacağı belirtilmiştir (BBC NEWS Türkçe, 2024).

İstifa haberleri ani gibi görünse de süreç incelendiği zaman kabinenin haziran ayına kadar devam edebilmiş olması bile şaşırtıcı olarak yorumlanabilir. Öncelikli olarak ayrıştıkları noktalardan biri olan esir takası meselesinde Netanyahu’nun bir türlü anlaşmaya yanaşmaması ayrıca savaşı bitirecek her türlü duruma da karşı çıkıyor oluşu ana sebeplerdendir. Bununla beraber İsrail’in Gazze’den çekilmesinin ardından Gazze’yi kimin yöneteceği ile ilgili de aralarında fikir ayrılıkları olduğu bilinen kabinenin erken seçim talepleri ile süreç bir liderlik yarışına da dönüşmüştür. Savaş kabinesinin feshedilmesi ile hükümet düşmemiş aksine merkezileşmiştir. Netanyahu’nun savaş kabinesinin feshinden sonra Gazze’de yaşanan başarısızlığın suçunu kabineye yüklemesinin önü açılmıştır.  

SAVAŞ KABİNESİNİN FESHEDİLMESİNDEN SONRA

Kabinenin dağıtılmasının ardından İsrail saldırılarını artırmıştır. Gerilimin son derece yükseldiği, Lübnan Hizbullahı ile çatışmaların sürdüğü, Gazze’ye olan saldırıların devam ettiği, Batı Şeria’da şiddet olaylarının arttığı ve esir ailelerinin greve başladığı günlerde bu sefer de Gallant Amerika’ya giderek gerginleşen Tel Aviv-Washington arasındaki ilişkiler hakkında görüşmeler yapmıştır. Bundan 1 ay kadar sonra Temmuz sonunda ise bu sefer Netanyahu Amerika’ya giderek kongrede konuşmuş ve uzun süre ayakta alkışlanmıştır. Amerika’nın sorgusuz desteği bir kez daha bu olayla görülmüştür.

31 Temmuz tarihine gelindiğinde İsrail saldırganlığını farklı bir boyuta taşıyarak Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İran’da şehit etmiş fakat bu konuda açıklama yapmaktan kaçınmıştır. İlerleyen günlerde İran’dan bir misilleme beklense de kayda değer bir durum olmamıştır.

Sonuç

Olayların 1. yılına girilirken artık esir takasının çok da gündemde olmadığı görülmektedir. İsrail’de halk ayaklanmaları artmış, iç savaş çıkabileceğine yönelik haberler basına yansımıştır. Fakat süreç içerisinde İsrail Hamas’ın Gazze’deki liderliğini bitirme, Hamas’ı yok etme, esirleri kurtarma şeklinde koyduğu hedeflerine ulaşamamıştır. İsrail hedeflerine ulaşamadıkça yayılmacılığı ve saldırganlığı artmaktadır. Mısır’da Philedelphia Koridoru’ndan çekilmeyi reddederken, Lübnan’a da saldırılarını artırmaktadır. Bu gidişatta sürecin Amerika’daki başkanlık seçimleri ile beraber daha çok belli olacağı ve şekilleneceği düşünülebilir.

İsrail’in Uluslararası İtibarı ve Soykırım Suçlamalarının Dış Politikadaki Etkileri

İlayda Kara

Giriş

İsrail, 1948’deki kuruluşundan bu yana, özellikle Filistin topraklarında uyguladığı politikalar nedeniyle uluslararası arenada çeşitli suçlamalarla karşı karşıya kalmıştır. Bu suçlamalar arasında en dikkat çekici olanı, İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım olarak nitelendirilmesidir. Bu metinde, İsrail’in uluslararası itibarı ve soykırım suçlamalarının dış politikadaki etkileri derinlemesine incelenecektir.

Tarihsel Arka Plan

İsrail’in kuruluşu, 1948 Arap-İsrail Savaşı ve sonrasında yaşanan çatışmalar, uluslararası toplumun dikkatini çekmiştir. İsrail’in askeri operasyonları ve yerleşim politikaları, özellikle 1967 Altı Gün Savaşı sonrasında işgal ettiği topraklarda uyguladığı politikalar, sürekli olarak eleştirilmiştir. Bu eleştiriler, İsrail’in uluslararası itibarını zedelemiş ve ülkenin dış politikasını şekillendirmiştir.

Soykırım Suçlamaları

İsrail’e yönelik soykırım suçlamaları, özellikle Gazze Şeridi’ndeki askeri operasyonlar sırasında yoğunlaşmıştır. Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) açılan davalar, İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım niteliği taşıdığı iddialarını içermektedir. Güney Afrika’nın 2023 yılında UAD’ye yaptığı başvuru, bu suçlamaların en dikkat çekici örneklerinden biridir. Bu başvuruda, İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım özellikleri taşıdığı ve bu eylemlerin uluslararası hukuka aykırı olduğu savunulmaktadır (BBC News Türkçe, 2024) .

Uluslararası İtibar

İsrail’in uluslararası itibarı, soykırım suçlamaları nedeniyle ciddi şekilde zarar görmüştür. Birçok ülke ve uluslararası örgüt, İsrail’in politikalarını eleştirmiş ve yaptırımlar uygulamıştır. Bu durum, İsrail’in diplomatik ilişkilerini ve dış politikasını olumsuz etkilemiştir. Özellikle Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar, İsrail’in politikalarını sert bir şekilde eleştirmiştir (Uluslararası Af Örgütü, 2024) .

Dış Politikadaki Etkiler

Soykırım suçlamaları, İsrail’in dış politikasında önemli değişikliklere yol açmıştır. İsrail, uluslararası arenada kendini savunmak ve itibarını korumak için yoğun diplomatik çabalar sarf etmektedir. Bu çabalar arasında, uluslararası kamuoyunu etkilemek için medya kampanyaları düzenlemek ve diplomatik ilişkileri güçlendirmek yer almaktadır. Ayrıca, bu suçlamalar İsrail’in bölgesel ilişkilerini de etkilemiştir. Özellikle Arap ülkeleriyle olan ilişkilerde gerginlikler yaşanmıştır. İsrail, bu gerginlikleri azaltmak için çeşitli diplomatik girişimlerde bulunmuş, ancak bu girişimler genellikle sınırlı başarı elde etmiştir (BBC News Türkçe, 2024) .

Bölgesel ve Küresel Tepkiler

İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemleri, bölgesel ve küresel düzeyde geniş çaplı tepkilere yol açmıştır. Arap Birliği, İsrail’in politikalarını sürekli olarak kınamış ve Filistin halkına destek vermiştir. Ayrıca, Türkiye gibi bazı ülkeler de İsrail’e karşı sert eleştirilerde bulunmuş ve diplomatik ilişkilerini askıya almıştır. Bu tepkiler, İsrail’in bölgesel izolasyonunu artırmış ve ülkenin dış politikadaki manevra alanını daraltmıştır (Dergipark, 2024).

Uluslararası Hukuk ve İnsan Hakları

İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemleri, uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında da yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, İsrail’in eylemlerini kınayan birçok karar almış ve bu eylemlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) de İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemlerini incelemeye almıştır. Bu durum, İsrail’in uluslararası itibarını daha da zedelemiş ve ülkenin dış politikadaki hareket alanını kısıtlamıştır (Al Jazeera Türk, 2024) .

Medya ve Kamuoyu

Medya, İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemlerini geniş çapta haberleştirmiş ve kamuoyunun dikkatini bu konuya çekmiştir. Özellikle sosyal medya, İsrail’in eylemlerine karşı küresel bir farkındalık yaratmada önemli bir rol oynamıştır. Bu durum, İsrail’in uluslararası itibarını olumsuz etkilemiş ve ülkenin dış politikadaki stratejilerini yeniden gözden geçirmesine yol açmıştır (Hürriyet, 2024) .

Sonuç

İsrail’in uluslararası itibarı ve soykırım suçlamalarının dış politikadaki etkileri, ülkenin diplomatik ilişkilerini ve uluslararası konumunu derinden etkilemiştir. Bu durum, İsrail’in gelecekteki dış politika stratejilerini şekillendirecek önemli bir faktör olmaya devam edecektir. İsrail, uluslararası itibarını korumak ve soykırım suçlamalarına karşı kendini savunmak için yoğun çabalar sarf etmeye devam edecektir.

İsrail Tarafındaki Kayıplar Neler?

Şerife Sena ŞEN

7 Ekim 2023’te başlayan Aksa Tufanı’nın ilk gününden beri Filistin tarafındaki kayıpların paylaşılan istatistikleri İsrail’in Gazze üzerinde yaptığı soykırım, hak ihlalleri ve savaş suçlarının boyutunu gözler önüne serdi. Filistin tarafındaki kayıplar, İsrail tarafında hükumetin “savaşta” ne kadar başarılı ve etkili olduğunu düşündürse de aslında İsrail’in de çok fazla kayıp verdiği ve zarara uğradığı bir gerçek. İsrail tarafındaki kayıplardan birçok kişi haberdar değil. Bunun en önemli sebeplerinden biri; İsrail ordu mensuplarının, halkın ve ordunun kendilerine olan inancını kaybetmemek adına kendi aleyhinde olan gerçek verileri paylaşmamasıdır.  Askeri sansür sebebiyle ordudaki ölü sayısı, tutsak ve rehabilite olanların sayısı İsrail askerlerinden ve kamuoyundan gizli tutulmaktadır.

Fotoğraf: İsrail ordu mensupları, Mostafa Alkharouf’un kadrajından (AA)

İsrailli askeri uzman Amos Harel, Aralık 2023’te yaptığı açıklamada işgal kuvvetlerinin Gazze’deki hedeflerine ulaşamayacağını öngördüğünü söylemişti. Harel, İsrail gazetesi Haaretz’de yayımlanan makalesinde, İsrail’in Hamas askeri gücünü tamamen ortadan kaldırmaya yönelik açıkladığı savaş hedeflerinin önündeki zorluk ve engellere değindi. Haaretz gazetesi için kaleme aldığı “İsrailli Politikacılar Gazze Savaşı Konusunda Ordunun Tutamayacağı Sözler Veriyor.” başlıklı makalede “Ordunun paylaştığı yaralı asker sayısı ile hastane verileri arasında uçurum var.” dedi. Harel; İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi için “… verilen kayıplara rağmen savaşın gidişatından oldukça memnun ancak Hamas’ın çöküşünün yakın olduğuna dair hiçbir işaret yok.” yorumunda bulundu. “Hamas’ın yok edilmesi, esirlerin geri getirilmesi, Gazze sınırında yıkılan tüm İsrail yerleşkelerinin yeniden inşası ve sınır güvenliğinin sağlanması” hedeflerine işaret eden Harel, “Bunlar iddialı hedefler ve bazılarına ulaşılamayacağı açıkça ortada. İsrail’in bu gerçeği ABD baskısıyla kabul edeceği de ortada.” ifadesini kullandı. "Hızla artmakta olan ekonomik sıkıntılar, yedek askerlerin üzerindeki yük ve ABD’nin beklentileri" gibi İsrail'in karşı karşıya olduğu sorunların, Gazze'deki yoğun saldırıların yakın zamanda sonlandırılmasıyla sonuçlanabileceğini" söyleyen Harel, şöyle devam etti: "Eğer bu gerçekleşirse, hükümet ve ordu iki ucu keskin bir sorunla karşı karşıya kalacak. Halkın büyük bir kısmı, rehinelerin serbest bırakılmasının İsrail'in birinci önceliği olması gerektiğine inanıyor ve onların geri dönüşlerindeki herhangi bir gecikmeyi büyük bir başarısızlık olarak değerlendiriyor."  

Fotoğraf: Amos Harel, 24 TV

Yine Amos Harel, 12 Eylül 2024’te Haaretz Gazetesi için kaleme aldığı manşette, İsrail ordusunun ünlü birim 8200'ünün başındaki Tuğgeneral Yossi Sariel’in; 7 Ekim saldırılarına yol açan istihbarat başarısızlığındaki “kişisel sorumluluğu” sebebiyle istifa ettiğini yazdı. Sariel, “Birim 8200’ün istihbarat başarısızlığı ve operasyonel başarısızlıktaki rolünün sorumluluğu tamamen bana aittir.” demişti. İstifa etmesi sonucu görevinden azledilen Yossi Sariel “Önceki yıllarda, önceki aylarda ve 7 Ekim’de resmin tamamını görmek ve tehditle yüzleşmeye hazırlanmak adına noktaları birleştiremediğimiz için siyasi ve operasyonel bir sistem olarak hepimiz başarısız olduk.” açıklamasını yaptı.

Raporlar 7 Ekim’den Bu Yana 1664 İsraillinin Öldüğünü ve 143 bin İsraillinin Yerinden Edildiğini Yazıyor

İsrail medya ve araştırma merkezlerinin verileri, 7 Ekim 2023’te Aksa Tufanı’nın başlamasından bu yana 706’sı asker olmak üzere yaklaşık 1664 İsraillinin öldüğünü ve 17.809 kişinin yaralandığını gösterdi. İsrail merkezli Walla haber sitesinin yaptığı habere göre Gazze’de 101 İsrailli tutuklu kalırken, savaşın başlamasından bu yana 143.000 İsrailli şehirlerinden ve evlerinden tahliye edildi. Savaşın başlamasından bu yana yedek kuvvetlerden 300.000 İsrail askeri seferber edilirken 935 İsrail yerleşim birimi ve kasabası bombardıman altında kaldı, sirenler çaldı ve bölge sakinleri yaklaşık 15.000 kez sığınaklara ve korunaklı alanlara saklanmak zorunda kaldı. Hamas’ın Gazze’deki yerleşimlere ve güneydeki İsrail kasabalarına yönelik beklenmedik çıkışında Ekim 2023’te toplam 7.771 roket ve patlayıcı fırlatma uyarısı kaydedilirken, Kasım ayında bu sayı 1.303, Aralık ayında ise 1.277 olmuştur. O tarihten bu yana siren sayısı, İran’ın 14 Nisan’da İsrail’e saldırması nedeniyle 1.000’den fazla alarmın yeniden kaydedildiği Nisan 2024 hariç, her ay 1000’in altına düşmüştür.

Hizbullah ile kuzey cephesinde yürütülen savaşa gelince, son veriler 24’ü asker olmak üzere 50 İsraillinin öldüğünü, Lübnan ve Suriye’den 7.560 roket ve patlayıcı drone atıldığını, 43 sınır kasabası ile Yukarı Celile ve Batı Celile’den 68.500 İsraillinin tahliye edildiğini göstermektedir.

İşgal altındaki Batı Şeria’da tırmanan gerilim bağlamında, Filistin direniş operasyonlarında 12 asker ve 3 polis memuru dâhil 41 yerleşimci öldü ve 285 yerleşimci yaralandı. İran’ın 14 Nisan’da İsrail’e yönelik saldırısında ise İsrail cephesi 120 balistik füzeyle vurulmuş, bunlardan 30’u önlenmiş, 170 patlayıcı drone fırlatılmış ve İran saldırısı 32 İsraillinin yaralanmasına neden olmuş ancak herhangi bir ölüm vakası rapor edilmemiştir. Ulusal Güvenlik Araştırma Enstitüsü, Yemen’deki Husi Ensarullah grubunun İsrail’e ve Kızıldeniz’deki deniz çıkarlarına yönelik saldırılarını izlemiş; 200 füze, mermi ve insansız hava aracının fırlatıldığı belgelenmiş, Hayfa ve Aşdod limanlarına doğru seyreden İsrail bağlantılı kargo gemilerine 340 deniz saldırısı gerçekleşmiştir.

El- Cezira’nın 14 Temmuz 2024’te yaptığı habere göre; İsrail ordu mensupları, Gazze Şeridi’nde uğradığı insani kayıplara ilişkin rakamları açıkladı. Söz konusu rakamlar; ölü, yaralı ve travma geçiren insanları içeriyordu.

Fotoğraf: İsrail her ay, savaşta yaralanan en az 1000 kişiyi Gazze’den tahliye ediyor. (el-Cezira)

Resmi verilere göre İsrail Savunma Bakanlığına bağlı rehabilitasyon merkezine; 7 Ekim 2023’ten itibaren 10.566 yaralı asker nakledildi, bu sayı hemen hemen her ay takriben 1000’den fazla yeni yaralı anlamına gelmekte. Bakanlığın yaptığı açıklamaya göre; 192 kafa yaralanması, 168 göz yaralanması, 690 omurilik yaralanması ve rehabilitasyon merkezinde tedavi gören 50 ampute dahil olmak üzere 3.700’den fazla yaralı uzuv vakası kaydedildi. Yaralı askerlerin %35’inin anksiyete, depresyon, ve travma sonrası stres bozukluğundan; %37’sinin ise uzuv yaralanmalarından muzdarip olduğu belirtildi. Bakanlık, yaralı askerlerin %68’inin yedek asker olduğunu ve çoğunun genç olduğunu, %51’inin 18- 30 yaş arasında, %31’inin ise 30-40 yaş arasında olduğunu ekledi. Tüm yaralı sayısının %28’inin ise temel probleminin zihinsel başa çıkamama sorunuyla ilgili olduğu söylendi.

İsrail ordu mensuplarının ölü sayısına ilişkin veriler, 330’u Gazze Şeridi’ndeki kara çatışmalarında olmak üzere Aksa Tufanı sürecinin başlamasından bu yana 690 asker ve subayın öldüğünü gösteriyor. Bu veriler, Tel Aviv’in Gazze Şeridi’ndeki gerçek ölü ve yaralı sayısını gizlediği söylenirken açıklandı. İsrail yetkilileri birden fazla kez ordunun Gazze Şeridi’ndeki çatışmalarda ağır bedeller ödediğini ve Hamas’la çetin bir mücadele verdiğini söyledi.

El-Cezira’nın 2024 Haziran ayının henüz ortalarında yaptığı habere göre, haziran ayının ilk iki haftasında Gazze Şeridi ve Güney Lübnan cephelerinde en az 19 İsrail askeri öldürüldü ve 70’ten fazla asker de yaralandı. İsrail Savunma Kuvvetlerinin (IDF) haziran ayının ilk yarısındaki en kötü tek günlük ölü sayısı, Refah’ta bir personel taşıyıcısını hedef alan bombalı saldırıda sekiz askerin öldüğü gün kaydedildi. İsrail’in yayınlanmasına izin verdiği resmi rakamlara göre 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonunun ardından Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail kara harekatının başlamasından bu yana, 306’sı 27 Ekim’de başlayan kara çatışmalarında olmak üzere 658 İsrailli asker ve subay öldürüldü. Veriler, ayrıca Aksa Tufanı başlamasından itibaren 1936’sı kara çatışmalarında olmak üzere 3835 işgal ordusu mensubunun yaralandığını göstermektedir.

Fotoğraf: Gazze’de ölen meslektaşları için düzenlenen cenaze töreninde İsrail askerleri, el-Cezira

Haziran ayının ilk yarı bilançosunu inceleyelim:

5 Haziran: Lübnan Hizbullahı tarafından Harviş’te askerlerin toplandığı bir yere düzenlenen insansız hava aracı saldırısında bir asker öldü.

6 Haziran: Refah’ta cephe gerisinde çıkan silahlı çatışmada bir asker öldü.

8 Haziran: Yamam Özel Biriminde görevli bir subay Nuseyrat Mülteci Kampı bölgesindeki 4 İsrailli rehineyi geri almak için düzenlenen operasyon sırasında öldü.

10 Haziran:  Refah’ın merkezinde bubi tuzaklı bir binada kurulan pusuda dört asker öldü, biri subay olmak üzere 6 asker de yaralandı. İsrail ordu radyosu askerlerin Refah’ın Shaboura mahallesindeki bir binada meydana gelen patlama sonucu öldüğünü bildirdi. Times of Israel gazetesinin askeri muhabiri patlamada beşi ağır olmak üzere 7 askerin yaralandığını söyledi.

11 Haziran: 24 saat içinde 10 asker yaralandı.

12 Haziran: 24 saat içinde 29 asker yaralandı.

13 Haziran: Ordu, Lübnan’dan atılan bir roket nedeniyle iki askerin yaralandığını kabul etti.

13 Haziran: Ordu, Lübnan’dan atılan bir roket nedeniyle iki askerin yaralandığını kabul etti. 24 saat içerisinde 11 asker yaralandı.

14 Haziran: 24 saat içerisinde 10 asker yaralandı.

15 Haziran: Gazze Şeridi’nin merkezinde bir tanka yerleştirilen patlayıcının infilak etmesi sonucu iki asker öldü. Refah’ta 10 Haziran’da bubi tuzaklı bir binanın patlaması sonucu Givati Tugayı’nda görevli bir asker hayatını kaybetti.

16 Haziran: Refah çatışmaları sırasında bir asker öldü.

İsrail’in Ekonomik Kaybı

7 Ekim 2023’ten günümüze kadar süregelen çatışmalar, İsrail’de enflasyonu son bir yılın en yüksek seviyesine çıkardı.

Merkezi İstatistik Bürosunun Ağustos ayında açıkladığı verilere göre Temmuz ayında %3,2 olan yıllık enflasyon oranı geçen ay %3,6’ya yükselerek ekim ayından bu yana en yüksek seviyesine ulaştı.

Fotoğraf: el-Cezira

İstatistik ofisine göre Ağustos ayında taze sebze maliyetleri %13,2; ulaştırma maliyetleri %2,8 konut maliyetleri %0,6; kültür ve eğlence maliyetleri ise %0,5 oranında artış kaydetti. Verilere göre giyim fiyatları %4,1 ve rafine petrol ürünleri %5,9 oranında düştü. Emlak piyasasında yenilenen sözleşmelerdeki kiralar %2,6 yeni kiracı sözleşmelerindeki kiralar ise %5,3 oranında arttı.

Enflasyondaki bu artış daha fazla faiz indirimini azaltırken, hükümet yetkilileri enflasyondaki yükselişten büyük ölçüde Gazze savaşıyla (!) bağlantılı mal ve hizmet arzını sorumlu tuttu. Ocak ayındaki rekor faiz indiriminin ardından İsrail Merkez Bankası Şubat, Nisan, Mayıs, Temmuz ve Ağustos aylarında yaptığı toplantılarda jeopolitik gerilimler, artan fiyat baskıları ve İsrail’in savaş nedeniyle maliye politikasının gevşetilmesini gerekçe göstererek faiz oranlarını değiştirmedi. İsrail Merkez Bankası’nın 9 Ekim’de bir faiz kararı alması bekleniyor ve İsrail Merkez Bankası uzmanları 2025 yılına kadar bir faiz indirimi beklemediklerini söylediler. Merkez Bankası Aksa Tufanı’nın enflasyon üzerindeki etkisine ilişkin endişelerini defalarca dile getirmiştir.

Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Landru Aber, geçen ayın sonlarında Bloomberg’e verdiği bir röportajda, faiz indiriminin gelecek yıla kadar masadan kalkabileceğini söyledi.

Mizrahi Tefahot Bank stratejisti Yonni Fanning “Enflasyon tarihsel açıdan bile alışılmadık derecede yüksek hale geldi.” dedi.

Fotoğraf: İsrail Merkez Bankası

“Savaş”ın Knesset’i (İsrail Parlamentosu) 2024 mali yılı için daha önce onaylanan ek bütçe artışını 727,4 milyar şekele (192 milyar dolar) çıkarmaya sevk etmesi dikkat çekici. Knesset, sivillerin tahliyesi ve yedek askerlerin bu yılın sonuna kadar bakımının finanse edilmesine yardımcı olmak için 3,4 milyar şekellik (924 milyon dolar) yeni artışı onayladı. Aksa Tufanı beklenenden daha uzun sürdüğü için başlangıçtaki bütçenin artan maliyetleri karşılaması mümkün görünmemektedir. 

Aksa Tufanı Devam Ederken Batı Şeria Ve Gazze’de Yaşanan Olaylar

Şerife Sena ŞEN

7 Ekim 2023’te, İzzeddin el-Kassam Tugayları “Aksa Tufanı” adlı kapsamlı bir operasyona başladı. Operasyonun temel gerekçesi, İsrail’in Mescid-i Aksa ve Filistinlilerin kutsal değerlerine yönelik saldırıları ve İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında sürdürdüğü insan hakları ihlalleriydi.  İsrail ordusu, Gazze’den silahlı bir grubun İsrail topraklarına sızdığını ve savaş durumu ilan ettiğini duyurdu ve Gazze Şeridi’ne yönelik yoğun hava saldırısı başlattı. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Gazze Şeridi etrafında 80 km yarıçapındaki bölgeyi askeri alan ilan etti.  

İşgal güçleri, 7 Ekim ile başlayan süreçte Gazze ve Batı Şeria üzerinde pek çok savaş suçuna imza attı;

  • Beyaz fosfor kullanımı

  • Soykırım, toplu yok etme ve öldürme

  • İnsani yardım kaynaklarına, savunmasız yer ve araçlara, hastanelere saldırı

  • Göçe zorlama, nüfusun zorla nakli, sürgün

  • İnsani yardımın engellenmesi (ayrıntılar için bkz; Kudüs Çalışma Grubu Aksa Tufanı İlk 100 Gün Raporu)

Fotoğraf: Yerinden edilmiş bir Filistinli aile, İsrail operasyonunun ardından Tulkarm mülteci kampında yıkılan evlerinin enkazı arasında oturuyor, OCHA

2024'ÜN ŞAHSİYETLERİ

İsmail Haniye

Fatma Nur TAŞ

Giriş

Filistinli siyaset adamı İsmail Haniye 29 Ocak 1963 yılında gözlerini dünyaya açtığında Eş-Şati mülteci kampındaydı. Ailesi bugün işgalci İsrail’in yönetiminde olan Askalan sınırından 1948 savaşları neticesinde göç etmek zorunda kalmış ve öz vatanında mülteci konumuna düşmüştü. Birleşmiş Milletler (BM) Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansının kontrol ettiği kurumlarda eğitim alan Haniye, 1987 yılında Gazze İslam Üniversitesi'nin Arap Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Kariyerinin erken dönemlerinde siyasetle tanışan ve Müslüman Kardeşler’in kolu olarak faaliyet gösteren bir öğrenci birliğinin konsey başkanlığını yapan Haniye, 1987’de kurulan Hamas’ın genç üyeleri arasında yer aldı.

Birinci İntifada olarak bilinen ve Filistinlilerin İsrail işgaline karşı direnişi şeklinde tarihe geçen dönemde, İsmail Haniye üç kez gözaltına alındı. Gösterilere katılması sebebiyle gözaltına alınan Haniye, Hamas'ın direniş hareketlerine liderlik ettiği bu süreçte, 1988'de ikinci gözaltında kaldığında altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Uzun soluklu bir direniş hareketi olan Birinci İntifada'nın sona erdirilememesi üzerine yapılan tutuklamalar sırasında Haniye de yakalanarak üç yıl hapis cezasına mahkûm oldu. 1992'de serbest bırakılan Haniye, Hamas'ın kurucularından olan ve Şeyh Ahmed Yasin'den sonra liderliği devralan Abdülaziz er-Rantisi de dahil olmak üzere 400'den fazla kişiyle birlikte sınır dışı edilerek Lübnan'ın güneyine gönderildi. Bir yıllık sürgünün ardından Gazze'ye geri döndü. Haniye'nin gençlik yıllarındaki bu faaliyetleri, hapis ve sürgün süreci, kariyerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Gazze'ye döndükten sonra, İsmail Haniye Gazze İslam Üniversitesi'nde dekanlık görevine atandı. 1989'da tutuklanan ve hapiste olan Şeyh Ahmed Yasin'in 1997'de serbest bırakılmasıyla, Haniye Şeyh Yasin’in ofisinin sorumluluğunu üstlendi ve daha sonra Şeyh Ahmed Yasin'in yardımcılığına getirildi. Bu yakın ilişki, 2003'te İsrail'in hava saldırısında aynı camide bulunmaları nedeniyle Haniye'nin Şeyh Yasin'le birlikte yaralanmasına neden oldu. Şeyh Ahmed Yasin'in 2004'te İsrail tarafından gerçekleştirilen bir suikast sonucunda hayatını kaybetmesinin ardından, İsmail Haniye Hamas liderlik kadrosunda öne çıktı.

2006'da yapılan Filistin Yasama Konseyi seçimlerinde, "Değişim ve Reform Listesi" adı altında siyasi bir parti olarak katılan Hamas'ın Genel Başkanlığını yürüten Haniye, Hamas'ın seçimlere katılımı ve kampanya sürecinde önemli bir rol oynadı. Hamas'ın seçim zaferinden sonra El Fetih ve diğer gruplarla koalisyon kuramayan Haniye, Mart 2006'da Hamas üyeleri ve bazı teknokratlardan oluşan bir kabine kurarak Filistin Özerk Yönetimi'nin Başbakanı olarak görev aldı. Göreve başlamasından sonra, ABD ve AB Filistin Özerk Yönetimi'ne sağladıkları fonları kesme tehdidinde bulundu. Bu dönemde El Fetih ve Hamas arasında çatışmalar yaşandı ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, artan şiddet olayları ve genel istikrarsızlık nedeniyle olağanüstü hal ilan ederek 14 Haziran 2007'de Haniye'yi görevden aldı ve yerine Selam Feyyad'ı atadı. Ancak, bu karar Filistin yasalarına aykırı olduğu gerekçesiyle Yasama Konseyi tarafından onaylanmadı. Bunun üzerine, Hamas Gazze'de fiili kontrolü ele geçirerek, Filistin Özerk Yönetimi'nin kontrolünün Batı Şeria ile sınırlı kalmasına neden oldu ve Haniye Gazze Şeridi'nde başbakanlık görevine devam etti.

Haniye'nin Filistin Devleti'ne dair görüşü, Kudüs'ün başkent olduğu ve 1967 öncesi sınırlarının tanındığı tam bağımsız bir Filistin devletinin kurulması yönündeydi. 2006 seçimlerinden sonra, İsrail'in 1967 öncesi sınırlar içinde bağımsız bir Filistin devletini tanıması halinde, geçici bir ateşkes yapılabileceğini belirtti. Filistin-İsrail çatışmasında çözümsüzlüğün, İsrail'in müzakere sürecini kesintiye uğratması ve anlaşma imzalamaya yanaşmamasından kaynaklandığını savundu. Haniye, İsrail'e karşı sert söylemlerine rağmen, Hamas'ın genel profili içinde pragmatist ve diyaloga açık bir figür olarak görülmekteydi. Müzakereler için öncelikle İsrail'in Filistinlilerin haklarını tanıması gerektiğini düşünüyordu. Aralık 2010'da düzenlediği bir basın toplantısında, Filistinli seçmenlerin onayı halinde, Hamas'ın İsrail'in varlığını reddeden tutumuna rağmen, hükümetinin Kudüs'ün başkent olması ve Filistinli mahkûmların serbest bırakılması koşuluyla 1967 öncesi sınırları içinde bir Filistin devletinin kurulması için referanduma gitmeyi kabul edeceğini açıkladı.

Görev süresi boyunca, Haniye defalarca İsrail'in hedefi oldu ve 28 Temmuz 2014'te Şati mülteci kampındaki evi bombalandı. İsrail'in saldırılarında birçok aile üyesini kaybetti. Özellikle 7 Ekim 2023'ten sonra, en az 60 aile üyesi İsrail saldırılarında hayatını kaybetti; bu kişiler arasında Haniye'nin oğulları, torunları, ablası ve yeğenleri de bulunmaktaydı. 10 Nisan'da, Ramazan Bayramı'nda, İsrail ordusunun İsmail Haniye'nin ailesinin bulunduğu araca düzenlediği saldırıda üç oğlu ve dört torunu hayatını kaybetti. Bu saldırıyla ilgili açıklamasında Haniye, "Çocuklarının Gazze'yi terk etmediğini, Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın kurtuluşu için hayatlarını feda ettiğini" ifade etti. Aradan çok geçmeden yalnızca üç ay sonra İsmail Haniye de işgalci İsrail suikastıyla şehit oldu.

İran devlet televizyonunun Devrim Muhafızları Ordusunun açıklamasına dayandırdığı habere göre, 31 Temmuz 2024 tarihinde İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın göreve başlama töreni sebebiyle İran’da bulunan İsmail Haniye’nin kaldığı konutuna İsrail ordusu tarafından gece saat 02.00 sularında hava saldırısı düzenlendi. Yapılan suikast ile ilgili konuşan Hamas, saldırıda İsmail Haniye ve yakın koruması Vasim Ebu Şaban’ın şehit olduğunu açıkladı.

İsmail Haniye ile yapılan bir röportajda şu sözleri dikkat çekmektedir : "Filistin 1948’den beri kan deryası. Şehitleri, tutukluları ve muhacirleriyle. 7 milyon Filistinli bugün sürgünde. Tabii ki sorumluluğumuz var ve bu sorumluluğun bedelleri de vardır ve biz bu bedelleri ödemeye hazırız. Allah yolunda bu ümmetin şerefini korumak için, Filistin uğruna şehit olmaya hazırız. O yüzden ben ve kardeşlerim bu sorumluluğu biliyoruz ve düşmanla bu tarihi çatışmayı çözmek için bu gücü inşa ediyoruz çünkü bu düşmanın Filistin toprağında bir geleceği yok."

İsmail Haniye Suikasti: Neden Ve Nasıl?

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsmail Haniye; Filistin direnişinin sembol isimlerinden ve İslami Direniş Hareketi (Hamas) ‘nin siyasi büro başkanı. 23 Ocak 1962’de, Gazze Şeridi’ndeki Sahil Mülteci Kampı’nda doğan Haniye, 31 Temmuz 2024’te İran’ın başkenti Tahran’da uğradığı suikastla şehit edildi. 

Bu çalışmada Haniye suikastının neden ve nasıl gerçekleştiğine, Haniye’nin yokluğunun Hamas’ a getireceği değişikliklere, söz konusu suikasttan bir süre önce gerçekleşen İran Lideri Reisi suikastına ve T.C. Dışişleri Bakanlığının Lübnan seyahat uyarısının neyin habercisi olabileceğine değinilecektir.

İsmail Haniye Neden ve Nasıl Şehit Edildi?

İran’da 5 Temmuz’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunu kazanan Mesud Pezeşkiyan için 30 Temmuz 2024’te Tahran’da yemin töreni düzenlenmişti. Türkiye’yi temsilen T.C. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da katılım sağladığı törene Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye de katılmıştı.

Fotoğraf: Pezeşkiyan ’ın yemin töreninden bir kare, AA

İran’ın resmi haber ajansı IRNA’ya göre 31 Temmuz 2024’te saat 02.00 sularında İsmail Haniye’nin konakladığı oda dışarıdan hedef alınarak yaklaşık 7 kilo savaş başlığına sahip kısa menzilli bir füzenin ateşlenmesi sonucu Haniye suikasta uğrayarak hayatını kaybetti. 2 Ağustos’ta Katar’ın başkenti Doha’da kılınan cenaze namazının ardından Luseyl kentinde toprağa verildi. Haniye ile beraber İranlı muhafızının da öldüğü biliniyor.

Fotoğraf: Pezeşkiyan ‘ın yemin töreninde Haniye, Independent

Hamas, Haniye’nin İran başkenti Tahran’da düzenlenen saldırıda öldürüldüğünü doğruladı. İran Devrim Muhafızları Haniye’nin Tahran’da kaldığı konuta yapılan saldırıda öldürüldüğünü duyurdu. Suikasttan sorumlu tutulan İsrail konu hakkında açıklama yapmadı.

Fotoğraf: Haniye’nin suikasta uğradığı bina, The New York Times

ABD’li The New York Times gazetesi Haniye’nin suikasta uğradığı binanın görüntülerini yayınladı ve yeni iddialar ortaya attı. The New York Times’ın iddialarına göre saldırı füzeyle değil, Haniye’nin konakladığı odaya 2 ay önceden yerleştirilen uzaktan kumandalı bombayla gerçekleşti. Gazete, patlayıcının odaya gizlice sokulduğunu öne sürdü ve yayınladığı haberde "İsrailli istihbarat yetkilileri, suikastın hemen ardından ABD ve diğer Batılı hükümetlere operasyonun detayları hakkında bilgi verdi" ifadesine yer verdi. Suikastın “bir füze saldırısı olmasının çok düşük bir ihtimal olduğunu söyledi.

Hamas’ın İran’daki temsilcisi Halid el-Kaddumi ise, İsmail Haniye’nin konutuna bomba yerleştirildiği iddiasını reddetti ve Haniye’nin dışarıdan gelen bir füze ya da mermiyle öldürülmüş olabileceği iddiasını ortaya attı.

Haniye’nin Yokluğu Hamas’ta Neleri Değiştirecek?

The New York Times analizinde, ABD, Katar, ve Mısır arabuluculuğundaki ateşkes görüşmelerinde Haniye’nin HAMAS adına kilit bir rol oynadığını belirtti. Haniye’nin öldürülmesinin olası bir ateşkes anlaşmasının ertelenmesine yol açacağını savundu.

2010-2012'de eski Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron'ın ulusal güvenlik danışmanı olarak görev yapan Lord Peter Ricketts, İsrail'in Gazze savaşındaki operasyonlarını yavaşlatabileceği değerlendirmesini paylaşıyor. BBC'ye konuşan Ricketts, Hamas'ın da artık ateşkes müzakerelerine olumlu yaklaşmayabileceğine dikkat çekerek şu yorumları yapıyor:

“Bu, İsrail'e Gazze'deki operasyonu sonlandırmaya başlamak için siyasi alan sağlayabilir çünkü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu artık Haniye'nin liderliğine karşı gerçekten büyük bir darbe indirdiğini söyleyebilir.”

Hamas, 3 Ağustos’ta yaptığı açıklamada şehit Haniye’nin yerine görev yapacak siyasi büro başkanını belirlemek için istişarelere başladığını duyurmuştu. Yapılan istişareler tamamlandı ve Hamas’ın yeni siyasi büro başkanı Yahya Sinvar oldu.

İsrail, Sinvar’ı 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonunun “bir numaralı sorumlusu” olarak gösteriyor.

Fotoğraf: İsmail Haniye ve Yahya Sinvar, GZT

İsrail askerlerinin verdiği muhtelif röportajlarda, Netanyahu'nun Gazze'deki operasyonları kişisel hale getirdiğini ve temelde Yahya Sinvar'ı avlamayı hedeflediğini söylemişti.

Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Başsavcısı Karim Khan, geçen mayıs ayında yayımladığı bir videoyla Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin 1 nolu Ön İnceleme Dairesi'nden Sinvar için tutuklama kararı çıkarılmasını talep etti.

İsrail, Sinvar’ı en büyük tehdit olarak tanımlıyor. 1988 yılında Sinvar’ı 4 kez ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırması (426 yıl hapis cezasına tekabül ediyor) bunun kanıtlarından. Sinvar, o dönemde 23 yıl hapiste kalmasının ardından serbest bırakılmıştı.

Haniye’nin siyasi yönü daha ağır basmaktaydı. Siyasi gücünü kullanarak İsrail ile ateşkes müzakereleri yapmaktaydı. İsrail, Haniye’yi öldürerek müzakereleri hiçe saydığını kanıtladı. Hamas’ın yeni siyasi büro başkanı Yahya Sinvar’ın askeri yönü ağır basmakta ve lider olarak seçilmesi “İsrail ile silahlı mücadeleye devam” mesajı vermekte. 

Perde Arkası Merak Edilen Bir Ölüm Daha: İran Lideri Reisi’nin Helikopter Kazası

İran Cumhurbaşkanı Reisi, mayıs ayında helikopterle İran- Azerbaycan sınırında bir barajın açılış törenine katılmıştı. Dönüş yolunda helikopterin kaza geçirmesi sonucu İran Lideri İbrahim Reisi ve helikopterin içinde bulunan diğer yolcular hayatını kaybetti.  İran devlet televizyonunu Reisi’nin içinde bulunduğu helikopterin sert iniş yapması sonucu kazanın meydana geldiğini; Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Doğu Azerbaycan Eyalet Valisi Malik Rahmeti ve Tebriz Cuma İmamı Ayetullah Ali Haşim'in de helikopterde bulunduğunu duyurmuştu. 

Fotoğraf: Reisi’nin Geçirdiği Kaza Hakkında Bir Gazete Manşeti, AA

Kazanın ardından 15 saatlik bir arama kurtarma çalışması sonucunda helikopterin enkazına ulaşıldı. Olumsuz hava şartları nedeniyle çalışmalar güçlükle sürdürüldü. İran, Türkiye’den insansız hava aracı (İHA) talep etti ve Akıncı İHA, İran’a helikopter enkazının koordinatlarını bildirdi. 

Olayın arka planına değinecek olursak; kazayla ilgili ilk haberler Reisi ile uçakta bulunanlara erişildiği ve herhangi bir can kaybı olmadığı yönünde olsa da ilerleyen dakikalarda bu haberlerin doğru olmadığı ortaya çıktı. Cumhurbaşkanın içinde bulunduğu helikopterin Tebriz sınırları içerisinde bulunan Ozi köyü yakınlarında ormanlık alana düştüğü belirtildi. Ayetullah Hamaney (İran dini lideri) halktan dua istedi ve devletin işlerinin aksamayacağı sözünü verdi. Bu durum en kötü senaryonun gerçek olacağının habercisi olarak algılandı.

Kaza hakkında bir veri, açıklama veya üstlenme olmasa da bu olay son dönemde şiddetlenen İran-İsrail gerilimini düşündürmekte.

Bir diğer senaryoya göre ise bu kazaya ülke içi bazı siyasi grupların sebep olabileceği.

Milli İstihbarat Akademisi Öğretim Üyesi ve İran Uzmanı Dr. Hakkı Uygur olay hakkında “Eğer ortada bir sabotaj varsa bile bu durum büyük ihtimalle açıklanmayacağından yine bölgesel gelişmeleri çok fazla etkilemeyebilir. Ancak 7 Ekim sonrası zaten son derece gergin ve kırılgan olan bölgesel dengeler içinde İran da İsrail'e ağırlaştırılmış bir cevap vermeye kalkarsa ülke içinde ya da üçüncü bir ülkede İsrail hedeflerine karşı çok farklı bir eylem görebiliriz. Ancak burada da temel husus bu eylemin de inkâr edilebilir mahiyette olması gerektiğidir. Yine de en azından şu an için sabotaj ihtimaline dair henüz herhangi bir belirti veya işaret olmadığının altının çizilmesi gerekiyor.” dedi.

T.C. Dışişleri Bakanlığının Lübnan Seyahat Uyarısı Savaşın Habercisi Mi?

T.C. Dışişleri Bakanlığı 4 Ağustos’ta, bölgede yaşanan son gelişmeler üzerine Lübnan’a seyahat edecek vatandaşlar için bir uyarı yayınlamıştı. Söz konusu uyarı;

“Vatandaşlarımızın elzem olmadığı sürece Lübnan’a seyahat etmekten kaçınmaları; Lübnan'da bulunan vatandaşlarımızın ise tedbirli olmaları, zorunlu olmadıkça Nebatiyeh, Güney Lübnan, Bekaa ve Baalbek-Hermel vilayetlerine gitmemeleri ve Lübnan’da kalmaları elzem olmayanların mümkünse ticari uçuşlar halen devam ederken Lübnan’dan ayrılmaları tavsiye olunmaktadır.” maddelerini içermekteydi.

Fotoğraf: Dışişleri Bakanlığının Lübnan Seyahat Uyarısı

Bu durum, son gelişmelerin bölgede bir savaşı tetikleme ihtimalini düşündürdü.

Türkiye, vatandaşından neden tedbirli davranmasını istedi?

İsrail ordusu, 18 Haziran’da Lübnan’a yönelik olası bir saldırıya ilişkin “operasyonel plan”ı onayladığını duyurmuştu. İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz da 21 Haziran'da yaptığı açıklamada, Hizbullah'ın İsrail topraklarına ve vatandaşlarına yönelik saldırılarına izin verilemeyeceğini ve gerekli kararları yakında alacaklarını ifade etmişti. Lübnan Hizbullahı da İsrail Gazze'de bir ateşkes anlaşması imzalayana kadar saldırılarına devam edeceği pozisyonunu yinelemişti. Lübnan Hizbullahı, The Times of Israel gazetesinin yaptığı habere göre, kuzey sınırında İsrail askeri üslerine saldırılar düzenlemişti. Yine The Times of Israel gazetesi 20 Temmuz’da Golan Tepeleri’nde Hizbullah’ın düzenlediği roket saldırısında 2 askerinin yaralandığını bildirdi. Lübnan Hizbullahı’nın, İsrail ordusunun Lübnan'ın güneyindeki Sur kentine düzenlediği ve Hizbullah'ın üst düzey saha komutanı Muhammed Nime Nasır ve bir mensubunun öldürüldüğü saldırıdan bir gün sonra,  İsrail’e 20 İHA gönderdiği ve 200’den fazla roket attığı belirtildi. İsrail ordusunun yaptığı açıklamaya göre, Lübnan sınırında da karşı saldırılar başladı. Haaretz gazetesi yazarı İsrailli askeri analist Amos Harel tarafından İsrail ve Lübnan arasındaki savaşın gidişatını tarafların saldırılarının belirleyeceği belirtildi. Harel, ABD’nin İsrail’e Lübnan ile savaşa girmemesi için baskı uyguladığını, bunun sebebinin ise ABD’de önümüzdeki kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri olduğunu söyledi. ABD, seçimlerin gidişatını kötü etkileyecek bir bölgesel savaş istemiyor ve İsrail’in Beyrut’a saldırmasından endişeli.

İsrail Maliye Bakanı Bazalel Smotrich; X hesabında Han Yunus’ta bulunan Gazzelilerin yerinden edildiği videoyu “Hamas, Gazze halkına yıkım getirdi. Lübnan’dakiler bu videoyu dikkatle izlese iyi olur.” notuyla paylaştı. 

Fotoğraf: Bazalel Smotrich’in X paylaşımı

Gazze’den Bir Lider: Yahya Sinvar

Turgut SAĞLAM

Oğlumun ilk söylediği kelimeler ‘baba’, ‘anne’ ve ‘dron’ oldu.

-Yahya İbrahim Sinvar

Hayatı Ve Kişiliği

Bazı liderlerin tarihteki ve zihinlerdeki yeri tarih derslerinde, istihbarat, savaş ve kişisel gelişim atölyelerinde okutulacak kadar önemlidir. Filistin Davası olarak adlandırdığımız mücadele içerisinde yer alan Yahya İbrahim Sinvar tam olarak o kişidir.

Yahya İbrahim Sinvar, 29 Ekim 1962 yılında Gazze’nin güneyinde -birçok Filistinli gibi- Han Yunus mülteci kampında doğdu. Ailesi 1948’de şimdiki İsrail bölgesi olan Aşkelon’a bağlı El Mecdal’dan 1948’de Nakba olarak bildiğimiz süreçte zorla göç ettirilen ailelerden birisiydi. (Abushamala R. R., 2024). Yeni doğan bu çocuğa anne Rida hanım, onun ömrünün bereketli/uzun olması ve tehlikelerden korunması temennisiyle Yahya Peygamberin adını verdi (El-Duwairi, 2024). Han Yunus o dönem de birçok bölgeden Filistinli mülteci aileleri ağırlayan bir bölgeydi. Sinvar’ın kişiliğinin temelleri bu özel bölgede henüz çocuk yaşta oluşmaya başladı. Kuvvetli ihtimalle söylenebilir ki, 7 Ekim 2024 harekâtını çizen zihin kodları 1970’lerde Han Yunus’ta Ahmed Abdülaziz Ortaokulu’nda okuduğu sıralarda atıldı. Moritanyalı yazar Duveyri, Ebu İbrahim’in (Sinvar’ın oğlu İbrahim’den dolayı Arapça künyesi) İslamî direniş karakterinin oluşmasında ortaokul yıllarındaki bazı isimlere dikkat çeker. Ahmed Abdülaziz Ortaokulu, Müslüman Kardeşler için önemli bir Mısırlı subayın adını taşıyordu, bu isim efsane gibi bu çocukların dilinde dolaşıyordu. Aynı yaşlarda Filistin Camisi’ndeki hocalardan Arapça dilbilgisi, şiir, edebiyat dersleri aldı ve hocalarından Zaarib kendisinde derin izler bıraktı (El-Duwairi, 2024). Bugün Orta Doğu’da birçok müslümanı etkileyen Seyyid Kutub, o dönem Sinvar’ı da etkiledi. Kutub bu anlamda konumuzla ilgilidir çünkü müslümanın cihadı nasıl yapacağı konusunda ilham olmuş bir kişidir. Burada daha da önemlisi, Kutub dini, mücadeleyi yorumlarken radikalleşmeye karşı bir duruş sergiler, dolayısıyla Sinvar’ın etkilendiğini kabul edersek, onun mücadele karakterinin şekillenmesinde bu önemli bir husustur (Baycar & Acar, 2019). Hapishanede kaleme aldığı otobiyografi eseri Diken ve Karanfil’de, Mescid-i Aksa’nın yanından geçerken “Bu çağ için bir Selahaddin var mı?” diye soruyordu (Sinvar, 2004).

Sinvar Gazze İslam Üniversitesi’nde Arapça Çalışmaları alanında lisans eğitimi aldı. Bu yıllarda Müslüman Kardeşler içerisinde öğrenci liderliği yaptı. Filistin direnişinin önemli liderlerinden Şeyh Ahmed Yasin ile tanışıklığı ve ilk hapishane tecrübesi de bu dönemlere denk gelir. Ahmed Yasin’in kendisi ve ailesinin de Nakba ile birlikte mülteci kamplarına yerleştiğini hatırlatmak gerekir. 1982’de üniversiteye giderken ilk kez tutuklandı ve burada Filistinli aktivistlerle arkadaş oldu. Sinvar 23 yaşında iken Müslüman Kardeşler çatısı altında Ahmed Yasin’in de onayı ile güvenlik ve davet teşkilatı olarak adlandırılan “Munazamat al-Jihad wa al-Da’wa” veya “Mecid” hareketini kurarak, toplumu içerisinde özel bir yer edindi. Mecid’den başlayan güvenlik organizasyonu gelecek yıllarda İsrail adına casusluk yapan Filistinlilerin cezalandırılmasının da zeminini oluşturur (Livni, 2024). İsrail adına casusluk yapan Filistinlilerin ve iki İsrail askerinin öldürülmesi suçlamasıyla İsrail tarafından 1989 senesinde tutuklanır. Sinvar’ın bahse konu bu son hapse girişinde isnat edilen suçlamaları detaylıca anlattığı ifade edilir. Bu tutuklama sürecinde kendisini sorgulayan ve yıllarca hapishanede onu izleyen İsrailli Miha Kobi, Sinvar’ın Şeyh Ahmed Yasin’den “sorgu sırasında doğru cevaplar vermesine dair emir talep ettiğini” belirtir (El-Duwairi, 2024). Sorgular sona erer ve 1989’da iki İsrail askerini ve dört Filistinli işbirlikçiyi kaçırıp öldürmekle suçlanarak İsrail tarafından dört kez müebbet hapis cezası alır (Britannica, 2024). Yahya Sinvar ile birlikte 15 yıldan fazla süre hapiste kalan Kassam Tugayları’nın kurucularından Zahir Cebarin Mecid Teşkilatı’nın cezalandırma iddiaları ile ilgili Sinvar’ın bireysel hareket etmediğini ve 10-12 adımdan oluşan bir inceleme mekanizması sonucunda karar verildiğini belirtir (El-Duwairi, 2024). Ona göre İsrail bu konuda abartılı ve çarpıtma iddialar sunmaktadır.

HAPİSHANE SİZİ İNŞA EDER

Hapishane, ruhumuzu kırmak amacıyla kullanılsa da, aksine bizi bu mücadeleyi zaferle sonuçlandırmak için daha kararlı ve azimli hale getirdi.

-Nelson Mandela

Filistinliler için iki türlü hapishane vardır. Birisi abluka altında Filistin’de yaşam, diğeri İsrail hapishaneleri. Şeyh Ahmed Yasin, doksanlı yılların sonunda Al Jazeera’ye verdiği röportajında, hapishanenin inançlı bir direnişçi için ‘tefekkür ve manevi gelişim’ açısından özel bir yeri olduğundan bahseder (El-Duwairi, 2024). Gazze El-Ezher Üniversitesi’nde siyaset bilimci akademisyen Mkhaimar Abusada hapishane ile ilgili “Filistinli tutuklular için hapis cezası İsrail toplumunu öğrenmek, form kazanmak ve küçük fikir grupları düzenlemekle ilgilidir” der.

Hapishanenin, ömrünün 22 senesini hapiste geçirmiş olan Yahya Sinvar’ın hayatında özel ve üzerinde konuşulması gereken yeri bulunuyor. Sinvar da hapishane sürecinde içinde bulunduğu durumu ‘bir gerçek’ olarak kabul edip bu durumdan mümkün olan en fazla biçimde yararlanmaya çalıştığı İsrailli yetkililer ile Filistinli mahkumların ifadeleri ile de sabittir. Nihilizm girdabına teslim olmamıştır. Kendisine atfedilen “hapishane sizi inşa eder” sözünün gerektirdiği çalışmaları, 22 yıllık süreçte kendisinin orada liderlik ettiği Filistinli mahkumlar arasında uygulamıştır. İsrailli yetkililerin gözlemlerine göre Sinvar, disiplinli ve otoriter bir yapıya sahiptir. İsrail hapishanelerinde geçirdiği yıllar boyunca İbraniceyi çok iyi öğrendiği, televizyonda sık sık İsrail kanallarını ve El Cezire’yi (Katar merkezli uluslararası haber kanalı) seyrettiği ve düşmanı dikkatle incelediği biliniyor. Hapishane arkadaşı Teysir Süleyman, Sinvar’ın 40 mahkumun katıldığı ve yaklaşık 6 ay süren güvenlik kursu vererek burada istihbarat, düşmanı tanıma, silah saklama ve depolama, hücre oluşturma, coğrafi faktörleri göz önünde bulundurma, gizliliği koruma konularında eğitim verdiğini anlatıyor (El-Duwairi, 2024). Sinvar’ın 27 yaşında hapishaneye girdiğini bildiğimize göre derslerdeki konuları hapisten önce ve hapishane sırasında öğrendiği kanısına varabiliriz. Özellikle bugün şehirlerde bir kursa bir ay bile gitmekte zorlanan insanları düşündüğümüzde 6 ay süren kurs, tekrar tekrar Filistinli mahkumların disiplin sürecini daha iyi anlamamızı sağlıyor. Sinvar ile hapishanede yakın sohbetlerde bulunan Dr. Bitton, Sinvar’ın kendisini ‘Yahudi halkı uzmanı’ olarak nitelediğini, Kur’an’ı ezbere bildiğini, motivasyonunun asla siyasi değil dinî olduğunu belirtiyor (Livni, 2024). Hapis sürecinde kurumun ve görevlilerin zafiyetlerini iyi incelemiş, cep telefonlarını gizlice getirtmiş, kendisinin de kurtuluşuna vesile olacak asker kaçırma ve sonucunda esir değişimi operasyonunu ziyaretçiler vasıtasıyla dışarıya iletebilmiştir (Mansur, 2024). Sinvar ile İsrailli istihbarat subayı Beti Lahat arasında geçen konuşma onun direniş kapasitesini ve umudunu anlamak açısından önemli bir konuşmadır. Lahat ona hapishaneden canlı çıkamayacağının farkında olmasını istediğinde Sinvar emin ve gülümseyerek “Ben vaktinde çıkacağım, Allah bu zamanı en iyi bilendir!” diye yanıt vermiştir (El-Duwairi, 2024). Sorgulama sırasında Şin Bet (İsrail İç Güvenlik Teşkilatı) yetkilisine “Bir gün sorgulayanın ben sorgulananın sen olacağını biliyorsun, rollerimiz değişecek.” demiştir (Remnick, 2024).

Hapiste geçirdiği beyin tümörü ameliyatının, hayatının dönüm noktalarından olduğunu belirtebiliriz. İsrail neden Sinvar’ı tedavi etti sorusuna cevap olarak, onun mahkumlar ve Gazze halkı içindeki konumu ve saygınlığı, tedavi edilmeseydi ortaya çıkması muhtemel karışıklığı göze almak istemedikleri için olduğu ihtimalini de düşünebiliriz. Diş hekimi Yuval Bitton ile Sinvar’ın hayatının kesişmesi bu noktada başlıyor. Bitton hapishanelerdeki Filistin direniş örgütlerinin üyelerini tedavi eden bir doktordu. Kendisi Sinvar’ı ‘egzersiz yapan, ip atlayan, gardiyanlarla bizzat konuşmayan, çelik gibi sert, diğer mahkumlara liderlik yapan’ biri olarak tanımlar. Doktor, onunla yüzlerce saat görüştüğü için birçok samimi soru sorma imkânı bulur. Kendisine bu mücadele için İsrailli ve Filistinlilerin ölmesine değip değmeyeceğini sorduğunda ‘yirmi bin, otuz bin, yüz bin kişi feda etmeye hazırız’ cevabını alıyor (Remnick, 2024). 2004 yılında, Sinvar’ın şiddetli boyun ağrısı ile ilgili kendisi ile konuşurken ‘namazdan sonra dengesini kaybettiğini’ söyleyince doktor felçten şüphelenerek Beerşeba’da Soroka Hastanesine yönlendirdi. Beyindeki ölümcül olarak tabir edilen tümör yedi saatlik operasyonla alındı (Remnick, 2024). Bitton onu ziyaret ettiğinde Sinvar’ın kendisine ‘hayatımı sana borçluyum’ dediğini aktarıyor (El-Duwairi, 2024). Ameliyattan sonra ise daha 400 yıl mahkumiyet cezası vardı.

Yazımıza başlığını veren khawa metaforu (Duveyri’ye aittir) Sinvar’ın hapishanede gerçeği olduğu gibi kabul ederek, “gardiyana rağmen” (gardiyan: İsrail) orayı bir akademi ve örgütlenme okulu olarak inşa etmesini anlatır. Hapishanede Karmi Gilon’un “Şin Bet: Parçalar Arasında” adlı kitabını, “1992’de İsrail Partileri” adlı bir kitabı, Yakup Peri’nin “Seni Öldürmek İçin Gelen” adlı kitapları tercüme etti. Duveyri bu azmi tam olarak “khawa” kavramı ile açıklıyor. İsrail’i gardiyan olarak konumlandırıyor ve Sinvar’ın bu çabasını “gardiyanın iradesine rağmen kaleme alınmış eserlerdi” diyerek metafor kuruyor. Bu noktada hapishanenin bir okul/kişisel gelişim atölyesi olarak dönüştürülme süreci İslamî literatürde geçen “umran” kavramına “inşa etme, dönüştürme” açısından uyuyor denebilir. Umran’a göre bir mümin, bulunduğu yeri güzelleştirmeli, iyileştirmeli hatta estetik açıdan kötü şeyleri dahi düzeltmeli veya ortadan kaldırmalıdır. Filistinlilerin hapishane süreçleri bu anlamda önemli bir inşa süreci olmuştur. İnsan bir diğer kişiyle aynı acıyı aynı dönemlerde yaşadığında o kişiler arasında daha sıkı mücadeleci bir bağ kurulduğu bilinen bir durumdur.

Hapishaneyi yöneten MOSSAD değil Sinvar’dı.

Sinvar, hapishanede imkânlar dahilinde eylemler düzenleyerek koşulları iyileştirmek için 1992-2004 arası dört defa grev organize etti ve isteklerin yerine getirilmesi konusunda karşılık da aldılar (PBS News, 2024). Maariv Gazetesi’nde yer alan habere göre bir İsrailli yetkili “Hapishaneyi yöneten kişi MOSSAD değil Sinvar’dı” demiştir (El-Duwairi, 2024). Nablus Künefesini çok iyi yaptığı ve mahkumlara, hapishane doktorlarına çok zaman bu tatlıdan hazırladığı biliniyor. 17 yıl İsrail hapishanelerinde kalan Lübnanlı Anwar Yassine’nin söylediği şu ifadeler Sinvar’ın kişisel gelişimi ile ilgili çok değerli bir bilgi daha sunuyor. Yassine “Hapishanede lider olmak ona müzakere ve diyalog konusunda deneyim kazandırdı ve düşmanın zihniyetini ve onu nasıl etkileyeceğini anladı” (PBS News, 2024). 7 Ekim 2024’ü organize eden sürecin izlerini bu cümlelerde bulmak neden mümkün olmasın? İsrail’in nasıl düşündüğünü çözmüş ve düşmanın zihnine istediği fikri nasıl yerleştirebileceğini biliyordu. Hapisten çıktıktan sonra 2017-2024 arasında 7 Ekim’e doğru döşenen taşları incelediğimizde bu taktiği uygulandığını düşünülebilir.

Hapishane sürecinde müebbet veya yüksek cezalar alan mahkumlar için kaçma girişimleri olağan bir hal olarak görülebilir. Özellikle Gazzeli birisi için ablukadaki aileye dönüş ve direniş isteği bu girişimleri tetikleyebilir. Sinvar için de durum farklı olmadı. Mecdel Cezaevi’nde duvarı delerek kaçma girişimi sonuca ulaşamadı, keza Ramle Cezaevi’nde de ipler yardımıyla denedi ama yine sonuç alınamadı. Bu girişimlerden dolayı aldığı cezaya ek olarak cezaevinde iken –dışarısı için- planladığı askerî operasyonlardan dolayı 25 yıl daha ek ceza aldı. Şeyh Ahmed Yasin’e hapishaneden gönderdiği haberde ise bir kaçma organizasyonu için para ihtiyacını iletmiş, para gelmiş ancak o organizasyon da başarısız olmuştu.

Sadece hapishane değiştirdim. Eskisi bundan çok daha iyiydi. Suyum, elektriğim vardı. Çok fazla kitabım vardı. Gazze çok daha zor.

2011 yılına gelindiğinde yani Sinvar 49 yaşındayken uzun zamandır planlanan özgürlük adımını atmanın zamanı gelmişti. HAMAS beş yıl önce 2006’da, Gazze tünellerinden Kerem Şalom köyü yakınlarındaki bir İsrail askerî karakoluna baskın yapmış ve Gilad Şalit adında on dokuz yaşında bir askeri kaçırmıştı. İsrailli esirler genelde karşılığında Filistinli mahkumların serbest bırakılması için kaçırılmaktadır. 2011 yılına gelindiğinde, İsrail toplumunda yıllarca süren protesto ve tartışmalar sonunda Şalit’in karşılığında Yahya Sinvar ve Muhammed Şarata’nın da içinde olduğu 1000’den fazla Filistinli mahkum serbest bırakıldı (Remnick, 2024). Sinvar’ın karakterini en belirgin şekilde okuyabileceğimiz olaylardan birisi hapishane çıkışında yaşandı. Çıkışta İsrail tarafından serbest bırakılanlara ‘bir daha terör eylemine bulaşmayacaklarına dair’ kâğıt imzalatılırken, Sinvar büyük bir risk alarak bunu imzalamayı reddetti ve çıkışı da sağlandı. İsrail takas organizasyonunda muazzam bir bedel ödemişti. Bu muazzam bedel 13 sene sonra daha iyi anlaşılacak ve Miha Kobi’nin (Sinvar’ı sorgulayan yetkili) tabiriyle ‘Sinvar’ı bırakmak İsrail’in en büyük günahı’ diyecekti. Sinvar’ın esir alma ve takas konularında hassas davrandığı, bu operasyonlara çok önem verdiği biliniyor. “Bir esir için, bir İsrail askerini yakalamak evrendeki en iyi haberdir, çünkü kendisi için bir umut ışığının açıldığını bilir” sözü kendisine atfedilir.

Özgürlükten 7 yıl sonra İtalyan gazeteci Francesca Borri Gazze’de Sinvar ile bir röportaj yaptı ve hapishane ile Gazze’deki hayat arasında bir kıyas yapmasını istedi, Sinvar şunları söyledi “Sadece hapishane değiştirdim. Eskisi bundan çok daha iyiydi. Suyum, elektriğim vardı. Çok fazla kitabım vardı. Gazze çok daha zor” (Remnick, 2024).

Sinvar’ın evlilik süreci 2011 yılında hapishaneden esir takası yoluyla çıkışından sonra 31 yaşındaki Samar isimli Gazzeli bir hanım ile gerçekleşti. Bu evlilik sürecinin, kız kardeşlerinin Arabistan’da hac vazifesi esnasında gelin adayını tanıdıkları ve bu şekilde gerçekleştiği biliniyor (Remnick, 2024). Samar Gazze İslam Üniversitesi’nde din alanında yüksek lisans derecesi sahibi idi. Kurulan ailenin üç çocuğu oldu.

“Vaktinde çıktıktan” sonra Gazze’de Hamas içerisinde doğal bir lider olarak yerini aldı. Gazze’deki İslamî Direniş içerisindeki ayrışmaları uzlaştırarak ayrılıkları önledi (Abushamala R. R., 2024). İsrail’e karşı çok sayıda silahlı çatışmaya katıldı. 2015 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından küresel çapta terörist ilan edildi (Bushard & Bohannon, 2024). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin diğer üyelerinden İngiltere ve Fransa tarafından da yaptırımlara tabi tutuldu. 2017 ve 2021 yılında dörder yıl halinde Hamas’ın Gazze lideri olarak seçildi. Sinvar’ın liderliğe seçilmesi, Hamas’ın iç dinamiklerinin ve liderlik yapısının ne kadar çevik olabileceğini ortaya koydu. Sinvar’ın askeri kanatla yakın bağları, Filistin, Arap ve İslam çevreleri arasındaki popülaritesi, esir değişimindeki rolü, onu bu geçiş dönemi için en uygun lider olarak konumlandırdığını söyleyebiliriz (Insight Turkey, 2024).

Barış zamanında onunla görüşmek istiyorsanız, sabah namazını Hasan el-Benna veya Rahmet Camii’nde kılmanız yeterlidir. Namazdan sonra, düşünmek ve tefekkür etmek için deniz kenarında otururken onu görebilirsiniz.

-Zahir Cebarin

7 Ekim 2023 tarihinde Filistin ve Orta Doğu coğrafyası için dönüm noktası olan askerî hareketlilik başladı. Gazze’den İsrail’e sabaha karşı “Aksa Tufanı” operasyonu başlatıldı. 20 dakikada 2200 roket fırlatıldı, HAMAS üyeleri yürüyerek, motorsiklet kullanarak ve yamaç paraşütleri İsrail topraklarına girdi. İsrail’in yüksek güvenlikli duvar ve çitleri, askeri karakolları aşıldı, esirler alındı, sınır bölgelerindeki karakollarda istihbarat belgeleri ele geçirildi, işgalci bölgeleri (yerleşimci olarak da bilinir) boşaltıldı. İsrail tarihindeki en yıkıcı saldırı hiç beklenmeyen bir zamanda gerçekleşti. Bundan sonra İsrail Gazze’ye savaş ilan ederek –mevcut durumda- 1 yıldan fazla süredir katliam ve saldırılar yaptı. Aksa Tufanı’nı planlayan ve yöneten kişi Yahya Sinvar’dı. İsrail ona 1 yıl boyunca ulaşamadı. Savaş sürecinde HAMAS lideri İsmail Heniyye’nin şehit edilmesinin hemen ardından HAMAS lideri olarak seçildi. Ülke değiştirdiğine dair propagandalar yapıldı. Sinvar’ın, baştan sona adeta Aksa Tufanı için örülmüş hayat hikâyesi Han Yunus içerisinde Tel Al Sultan bölgesinde Gazze savunmasında şehit edilmesi ile son buldu (AA, 2024).

17 Ekim 2024 günü internet ortamına IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri ) tarafından servis edilen video, ağır hasar almış bir binanın içerisine giren bir dronun kamerasındaki görüntüleri içeriyordu. Harabe evin içindeki bir koltukta yaralı ve koluna turnike yapılmış şekilde oturan Yahya Sinvar, İsrail dronuna elindeki sopayı fırlattıktan sonra kayıt kesiliyordu. Sonradan yayınlanan bilgi ve fotoğraflar Sinvar’ın ateş edilerek öldürüldüğünü teyit etti. Fotoğraflarda görüldüğü üzere işaret parmağı –muhtemelen şahadet işaretini yaptığı içinkesilmişti. İlginç bir şekilde Yahya Sinvar İsrail’in eliyle tüm dünyaya kahraman olarak gösterildi. Daha sonra İsrailli yetkililer yaptıkları bu ölümcül hatanın farkına varacaktı.

Benim hayatım Gazzeli herhangi bir çocuğun hayatından daha değerli değil.

-Yahya Sinvar

Sinvar’ın hayatının önemli olduğunu düşündüğümüz noktalarını burada tamamlarken bazı tevafuklarla bu bölümü noktalayabiliriz. Bir Ekim ayında Han Yunus’ta doğdu, bir başka Ekim ayında hapishaneden serbest kaldı, bir Ekim ayında dünya siyasal dengelerini değiştiren askerî harekâtı yönetti, bir Ekim ayında doğduğu yerde Han Yunus’ta şehit oldu. Evinin enkazından çıkan koltuğunda İsrail’e meydan okudu, bir Filistinli’nin enkaza dönen evindeki koltukta şehit oldu.

SİNVAR’IN ZİHNİ, STRAEJİSİ VE 7 EKİM

Mahkum, gardiyanla oyun oynadı ve onu zekası ve kurnazlığıyla aştı. Sinvar, Netanyahu’nun zihnine istediği fikri yerleştirmeyi başardı.

-İbrahim El-Duwairi

Sinvar’ın Aksa Tufanı’nı hapishane yıllarından beri planladığını düşündüren birçok detay bulunabilir. Hapishanede ve çıktıktan sonraki söylemleri, 2017 HAMAS tüzük değişikliği, İsrail ile itidal dönemi ve sınırda alışılmadık biçimde torpil bile atılmayan bir sakinlik hali büyük tufanın –Sinvar’ı iyi tanıyanlar için- habercisi idi. Öncelikle Yahya Sinvar’ın dünyada dengeleri alt üst eden bu operasyonu planlamak ve yönetmek için gereken stratejik aklına odaklanacağız.

2017’de HAMAS’ın askerî liderliğine tekrar seçildiğinde 7 Ekim 2024’e kadar izlediği stratejiyi özetle şu şekilde değerlendirebiliriz. Sinvar, Mısır, İran, Körfez Ülkeleri ve Suriye ile yumuşak ilişkiler geliştirmiş, El Fetih ve Muhammed Dahlan ile ilgili kışkırtıcı olmayan siyasi dengeler kurmuş, bu süreçte ABD Başkanı Trump’ın öncülük ettiği İbrahim Anlaşmaları ile Filistin aradan çıkarılarak Araplar ile İsrail barışı sağlanmış, Sinvar bu dönemde de İsrail ile bir ateşkes durumuna girdiğini hissettiren politikalar izlemiş, sınırda ve Gazze’de sakin bir ortam oluşmuş, Gazzeliler İsrail’de iş bulmaya başlamış, İsrail Doğu Akdeniz gazı ile ilgili projelere yoğunlaşmışken, HAMAS’ın ‘sabır politikası’ devam ederken, bir sabah Aksa Tufanı adlı HAMAS taarruzu başlamıştır. İsrail tıpkı yine bir 6/7 Ekim günü 1973’te Mısır’ın saldıracağını anlayamadan uykuda yakalanmıştı. İsrail’in yine aynı tarihte tekrarladığı benzer bir istihbarat başarısızlığı, Sinvar’ın –savaşın sonucu ne olursa olsunstratejik üstünlüğünü gösterdi. Hapishanede geçen 22 senenin Sinvar’a böyle bir planlamanın teknik, sosyolojik temellerini oluşturmak için yeteri kadar zaman tanıdığını düşünüyoruz.

Bizim üzerimize bowling taşları gibi devrilen, ancak 25 yıl sonra Lahey’deki Adalet Divanı’nda kendilerini bulabileceklerinin farkında olmayanlar…

-Yahya Sinvar

2017 yılında Sinvar liderliğinde HAMAS Hareketi’nin tüzüğü güncellendi. Yeni tüzüğün belki de Aksa Tufanı operasyonunun erken bir parçası olma ihtimali çok yüksek. Mısırlı siyasetçi ve yönetmen Halid Yusuf, tüzüğü yorumlarken (2024 yılında) Sinvar’ın siyaset ilmini övmüştür. Çünkü tüzükte HAMAS ve Müslüman Kardeşler (MK) bağı kaldırıldı, MK logosu kaldırıldı, şaşırtıcı bir şekilde 1967 temelinde iki devletli çözüm fikri kabul edildi, İsrail’in işgalini bir Yahudi işgali olarak tanımlayan din temelli maddelerin yerine İsrail’in Filistin’i işgal etmesi üzerine kurulu bir mücadele konsepti eklendi. Yusuf, yeni tüzüğün HAMAS’ın dini referansları reddettiği anlamına gelmediğini de ekler (Youssef, 2024). 2018 yılında yukarıdaki satırlarda bahsedilen gazeteci F. Borri’ye verdiği röportajda “yeni bir savaş kimsenin çıkarına değil” diyor ve İsrail ve Mısır’ın Gazze’ye uyguladığı ablukayı kaldırması (2007‘den beri uygulanan) karşılığında İsrail ile müzakereye açık olacağını mesajını iletiyordu (Bushard & Bohannon, 2024). 2017 senesi sonunda Kahire’de düzenlenen HAMAS ve El-Fetih arasındaki müzakereler ile ilgili uzlaşmayı engellemeye çalışan ve karşı çıkan Filistinlilere çok sert tepki gösterdi.

Bu dönem hem sabır ve itidal hem de mücadeleden vazgeçilmeyeceğine dair izlerin olduğu politikalar uygulandı. Halka yönelik konuşmalarından birini İsrail’i kendisini öldürmeye davet ederek bitirdi ve “Bu toplantıdan sonra yürüyerek eve döneceğim” dedi. Daha sonra bunu yaptı, sokakta insanlarla el sıkıştı ve selfie çektirdi. Evine vardığında enkazın ortasında bir koltukta oturarak ikonik fotoğrafını çektirdi.

2018 yılında HAMAS liderlerinden Nureddin Berke için düzenlenen anma töreninde Sinvar, Gazze halkına yapılan yardımlar için teşekkür konuşmasında, bir gün kopacak tufandan bahsetti “Düşman, dolar ve mazotun içeri girmesine izin verdiğinde kanımızı satacağımızı mı sandı?” diye sorarak Hazreti Süleyman’ın dilinden Kuran’daki şu ayeti aktardı: “Siz bana mal yardımı mı yapıyorsunuz? Onlara dön; iyi bilsinler ki asla karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gelir, muhakkak surette onları yenilmiş ve küçük düşürülmüş olarak oradan çıkarırız!”. Bu sözler İsrailliler tarafından törende hamaset içeren bir konuşma metni olarak görülmüş olabilir. Duveyri’ye göre ciddiye de alınmadı. Çünkü İsrail istihbaratı Sinvar’ın çatışmaya değil yönetime odaklandığını düşünüyordu (El-Duwairi, 2024). Tıpkı 1972’de Ürdün devlet başkanının Mısır saldırısı olacağına dair Golda Meir’i (dönemin İsrail başbakanı) uyardığında İsrail’in bunu umursamadığı gibi. Sinvar bu düşünceyi İsrail’in zihnine yerleştirdi. Sonuç olarak delillerimizden bir tanesi de en az 10.000 roket (7 Ekim’de ve sonrasında kullanılan.) silah ve mühimmat üretimi Gazze tünellerinde 2023’te başlamamış, en azından yıllara yayılan bir süreç olmalı diye değerlendiriyoruz. İsrail tam beklendiği gibi rahatlarken, Gazze Şeridi ve sözde yerleşim yerlerini korumada kullandığı güvenlik sistemlerini teknolojiye emanet etmek gibi bir hata yaptı. Çünkü mahkum (Gazze) itaat etmişti. Sinvar bu rahatlık döneminde Gazzeli 18.000 işçinin İsrail’de günlük olarak çalışabilmesi için İsrail ile anlaştı (Filistin yönetimi aracılığı ile) (El-Duwairi, 2024). Aynı zamanda Gazze duvarı boyunca Gazzeliler bu işçi alımlarının gerçekleşmesi için HAMAS’ın da desteklediği protestolar düzenlediler. Protesto, grev tecrübesi Sinvar’ın hapishane hayatından miras kalan ve şimdi de bir başka hapishane olan Gazze’de uygulanıyordu. 18.000 Gazzeli’nin içinde İsrail’i haritalayacak, istihbarat toplayacak birçok direnişçi olma ihtimalini İsrail tam olarak öngöremedi, belki de Sinvar’ın 22 yıllık hapishane tecrübesini küçümsedi. Bu dönemde Netanyahu’ya (İsrail başbakanı) Mısırlı arabulucular ile uzun vadeli bir ateşkes önerdi. İşte belki bu son adım İsrail’in açık olan tek gözünü de tamamen kapatan en önemli manevra idi. Bu süreçte (2021-2023) HAMAS, Mescid-i Aksa’daki İsrail provokasyonlarına tepki amacıyla da olsa tansiyon yükseltmedi, 2021 çatışmalarından sonra ellerini tetikten çekti, stratejik sabır politikasına geçti. 2017 veya 2018 yıllarında İsrailli analistler Sinvar da dahil olmak üzere HAMAS liderlerinin savaş ile ilgilenmediğine inanıyorlardı (Bushard & Bohannon, 2024).

Sinvar ‘sabır politikası’ döneminde, Borri’ye verdiği röportajda ilginç bir cümle kurdu “Savaş hiçbirimizin çıkarına değil. Sapanlarla bir nükleer güçle kim yüzleşmek ister ki?”. Bu ifade kamuoyunda yankılandığında, ofislerinde muhtemelen Play Station oynayan İsrail güvenlik birimlerini daha da rahatlatmıştı.

Sabredin, dünyayı yerinden oynatacağız

-Yahya Sinvar

Hamas Siyasi Büro Üyesi ve Filistin eski Sağlık Bakanı Bassem Naim, Sinvar’ın herkesi büyük bir olaya hazırladığını belirtiyor ve bu suskunluktan, sabırdan şikayet edenlere “Sabredin, dünyayı yerinden oynatacağız.” diye yanıt verdiğinden bahsediyor. Kimi görüşlere göre ise tüm bunlar stratejik bir aldatmaca planının parçasından ziyade, Sinvar’ın yumuşama dönemine girdiğini ancak karşılığını alamadığında ise Aksa Tufanı’na karar verdiğini düşünüyor. Aksa Tufanı’nı hızlandıran sebeplerden birisi de, İsrail ile bazı Arap ve bazı Mağrip ülkeleri arasında ilişkilerin normalleşmesini sağlayan ve Filistin yok sayılarak imzalanan 2020 yılındaki İbrahim Anlaşmaları’dır. Hapishanede iken Dr. Bitton’a söylediği şu sözler Aksa Tufanı tarzında bir operasyonun seneler önce planlandığına inanma hissini kuvvetlendiriyor. Sinvar doktora, ‘İsrail’in doğuştan kırılgan olduğunu, dindar ve laik nüfus arasındaki çatlakların derinleşeceğini, 20 yıl sonra zayıflayacağını ve o zaman saldıracağını’ söylüyor.

7 Ekim’de İsrail güvenlik birimlerinin bir kağıttan kaplan olduğu ortaya çıktı. Hamas’ın karşı istihbaratı İsrail istihbaratını alt etti. Filistin’i tarihin merkezine geri yerleştirdi

-Max Blumenthal, Akademisyen

Yahya Sinvar’ın liderliğini yaptığı Aksa Tufanı Harekâtı, beklenmeyen yılda, beklenmeyen ayda ve beklenmeyen anda gerçekleşti. Sinvar yönetimindeki HAMAS, adını Filistin tarihine ve okullarda istihbarat ile savaş tarihi derslerine yazdıracak olan Aksa Tufanı operasyonunu 7 Ekim 2023’te sahneye koydu. Saldırı günü İsrail’de hem Şabat hem de Simhat Tora günüydü. İsrailliler sakin, dingin, evlerine çekilmişti. Ayrıca şok edici 1973 saldırısının 50. yıl dönümü idi. İsrail’in 75 yıllık tarihinde görmediği yoğunlukta füze saldırısı başladığında, iletişim ve gözetleme sistemlerini ‘kör’ etmek için insansız hava araçları ve RPG’ler kullanılıyordu (Remnick, 2024). HAMAS üyeleri duvarın (Gazze’yi çevreleyen abluka duvarı) 60’dan fazla noktasından İsrail’e giriş yaptı.

HAMAS’ın İsrail sınırında kabul edilen bölgelerden Erez, Sderot, Kfar Aza, Nahal Oz, Beeri, Netivot, Reim, Nirim, Ofakim, Magen, Sufa, Kerem Şalom, Nir Yitzak bölgelerine sızdığı biliniyor (AA, 2023). Dakikada 110 adet roketin atıldığı saldırıda Demir Kubbe, Davut Sapanı gibi hava savunma sistemlerinin sadece isimlerinin çok şık olduğu anlaşıldı. HAMAS yüzlerce İsrailli esir aldı ve Gazze’ye geri döndü. Aradan geçen 1 yıldan fazla zaman diliminde İsrail Gazze’de sivil katliamı yaptı. HAMAS üyelerinden ulaşabildiklerini öldürdü ve Yahya Sinvar’a 1 yıl sonra planlarında yokken/tesadüfen ulaşabildi. HAMAS’ın elinde hâlâ rehineler var ve İsrail’in Gazze’de elle tutulur –Savaşı bölgeye yayarak Netanyahu’yu kurtarmak dışında- bir planı görünmüyor.

sayan İbrahim Anlaşmalarının geçersiz kılınmasını sağladı. Mescid-i Aksa’nın ani bir şekilde İsrail işgali ile yıkılmasının önüne geçti. Mazlum insanlara umut ve her zaman bir imkânın olduğunu hatırlattı. Siyaset bilimci Abusada’nın ifadesiyle “Bu (aksa tufanı) hayal gücünün ötesindeydi” (Remnick, 2024). Cezayirli ilim adamı Dr.Abdürrezzak Makri’nin de ifade ettiği gibi “Müslümanların çok zayıfladığı, umutların tükendiği dönemlerinde Selahattin Eyyübi, Nureddin Zengi nasıl çıkmışsa Aksa Tufanı da ilahi müdahalenin bir parçasıdır, umudun adıdır”.

Yazının en başında belirttiğimiz gibi annesi ona Yahya Peygamberin adını vermiştir. Yahya Peygamber de bu bölgenin zalim yöneticisi tarafından şehit edilmişti (Aydın, 2013).

1950’lerden Gazze fotoğraflarını gördün mü hiç? Yazları herkes buraya tatile geliyordu?

-Yahya Sinvar

SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME

Yahya Sinvar’ın doğumu ve hayatının sonuna kadar olan süreç genel olarak şu fikirleri verir: Coğrafyanın mağduriyeti içinde doğmak, kendi toprağında mülteci toplumun imece usûlü kurduğu kurumlarda yetişmek ve toplumun yetiştirdiği idealist insanlarla hemhâl olarak fikir dünyasını büyütmek, karamsarlık, umutsuzluk gibi düşüncelerden her zaman uzak durmak, siyasi değil dinî bir dava için yaşamış olmak, düşmanın zihnine istediği fikri yerleştirebilen strateji ve istihbarat becerisine sahip olmak, düşmanın zafiyetlerini bilerek uygun adımları kararlılıkla atmak, zamanı geldiğinde altın vuruşu yapabilmek ve sahada bizzat savaşarak ölmek. Şüphesiz zulüm gören insanlara, kendi toplumuna ve aynı dini paylaştığı insanlara umut aşılayan bir yaşam, 21. yüzyılda muharebe alanında savaşan bir lider olarak hem Filistin’in hem mazlumların hem de İsrail’in kayıtlarına girdi.

Sinvar’ın hayatı, dünyada hiçbir zaman ve hiçbir durumda umutsuz olunamayacağını, ilm-i siyaset, samimiyet, öz gelişim ve akıl ile 100 yıllık bir senaryonun yerle bir edilebileceğini gösteriyor. Kendisi ile ilgili dizi ve sinema filmleri çekilmeli, toplumun geneline hitap eden kitaplar yazılmalı ve başka araçlarla tanıtılmalıdır. Bu yazı da böyle bir amaca mukaddime niyetiyle hazırlanmıştır.

Sönmeyen Yangın

Hatice KOÇLAR

Yangın Bugün Başka Şekilde Devam Ediyor…

Mescid-i Aksa, bundan 55 yıl önce 21 Ağustos 1969 yılında Avusturya asıllı fanatik Michael Dennis Rohan tarafından kundaklanarak yakıldı.

Kayıtlara kara bir leke olarak geçen büyük yangında birçok tarihi eser yandı. Bunlar arasında en önemlisi Selahaddin Eyyubi’nin fetih nişanesi olarak Kudüs’e getirttiği tarihi ‘ahşap minber’ küle dönüştü.

Siyonist işgal rejimi 1948’den beri uluslararası hukuka aykırı pek çok suçunun yanı sıra, Kudüs şehrinin İslami medeniyet kimliğini ortadan kaldırmak için kültürel bir soykırım da uyguluyor.

1948 Arap – İsrail Savaşı

Filistin’de İngiliz manda rejiminin sona ermesinin ardından 14 Mayıs 1948’de Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Millî Konseyi’nin, İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği’nin İsrail’e savaş ilanıyla başlayan savaştır.

İsrail’in kuruluşunun resmen ilan edilmesiyle patlak veren Arap-İsrail savaşı neticesinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölünen Kudüs, Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşı ile birlikte tamamen İsrail işgaline maruz kaldı.

7 Haziran 1967 günü, İsrail kuvvetleri, Ürdün’ün kontrolündeki Batı Şeria’yı da ele geçirmeyi başarmıştı. İsrail askerleri artık Doğu Kudüs’e geçirmiş, eski şehrin surları içine girmiş ve dünya tarihi için son derece önemli bir işgali gerçekleştirmişti. Soluğu Mescid-i Aksa’da alan Yahudi askerlerinin görüntüsü dünyanın dört bir yanından Müslümanları üzüntüye uğrattı.

Bu görüntü yıllar içinde Kudüs’te yaşanacak zulümlerden müteşekkil bir albümün ilk fotoğrafı niteliğindeydi…

İşgalin verdiği tedirginlikle geçen iki yılın ardından, 21 Ağustos 1969 sabahı bakışlarını Aksa’ya çeviren Müslümanlar, büyük bir felaketle karşı karşıya olduklarını çabucak anlamışlardı.

Kıble Mescidi’nin minber kısmından dumanlar yükseliyordu. Yangını büyük bir sevinçle karşılayan Siyonist işgalciler, itfaiyelerin önünü keserek yangına müdahaleye engel olmaya çalışmışlardı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Peel Komisyonu Süreci ve Sonrası Filistin

Fatma Nur Taş

GİRİŞ

Yahudilerin vadedilen toprak hikayesi ve üstün ırk vurgusu Filistin’e olan göçleri artırmış, 20. yüzyıla gelindiğinde Siyonizm Yahudiler için bir ideolojiden ziyade bir ulus inşa etme ideali haline gelmişti. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması Ortadoğu'da büyük bir siyasi boşluk yaratmış ve bölgenin geleceğini şekillendirecek önemli değişimlere yol açmıştı. 400 yılı aşkın bir süre Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde kalan Orta Doğu bölgesi, o dönemde nispeten istikrarlı bir yönetim altındaydı ancak bu istikrar, savaş sonrası yapılan gizli anlaşmalar ve Batılı ülkelerin müdahaleleriyle bozuldu. Böylelikle bölge, tam bir istikrarsızlığa sürüklendi.

İngiltere’nin savaşın sonunda, 1918'de bölgeyi işgal etmesiyle 25 Nisan 1920'de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiltere'ye, bölgenin manda idaresi için yetki verildi.  İngiltere ile Fransa arasında 1916'da imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bu iki güç arasında paylaştırılmasını öngörüyordu. Bu anlaşma Batı'nın çıkarlarını ön planda tutuyor ve bölgenin etnik ve dini yapısını göz ardı ediyordu. Sykes-Picot Anlaşması Arap halkının bağımsızlık umutlarını yerle bir ettiği düzeyde Batılı emperyalistlerin bölgedeki etkisini artırıyordu. Antlaşma, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye bölüyor, Filistin'de ise uluslararası idare kurulması öngörülüyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru gelinirken, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un İngiliz Yahudi toplumunun lideri Lord Lionel Walter Rothschild’e 2 Kasım 1917’de yazdığı mektup, Filistin’in kaderinde önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Tarihte Balfour Deklarasyonu olarak anılan mektupla, İngiliz yönetimi Filistin’de Yahudilere bir yurt verilmesine “sempatiyle” yaklaştığını belirtmişti. Lakin, o dönemde Filistin henüz Osmanlı toprağı olmasına karşın İngilizlerin kontrolünde değildi. Dolayısıyla İngilizler kendi yönetimlerinde olmayan bir halkın toprağını bir başka halka vaat etmekte bir beis görmemişti. Balfour Deklarasyonu’nun ilanı, dünya üzerinde belli başlı Yahudi merkezlerinde bulunan siyonist federasyonlar tarafından sevinç ve şükran duyguları ile karşılanmıştır. Ancak o zamana kadar sakin olan Filistin Arap milliyetçiliğinin harekete geçtiği dönemi de başlatmıştır. Filistin'deki Arap ve Yahudi toplulukları arasında süren yıllar boyu gerginlikler, Arap İsyanı olarak bilinen büyük bir ayaklanmayla doruğa ulaştı. Araplar, İngiliz Mandası altındaki Yahudi göçünü ve İngilizlerin Filistin'de bir Yahudi devleti kurma planlarını protesto etmişti.

Filistin Mandası altında yaşayan Arap ve Yahudi toplulukları arasında artan gerilimi ve şiddeti çözmek amacıyla 1937 yılında İngiltere tarafından önerilen bir taksim planı olan Peel Planı gündeme getirildi. Plan, Britanya'nın Filistin'in siyasi ve sosyal sorunlarını çözmeye yönelik uluslararası çabanın bir parçası olarak sunduğu ilk kapsamlı öneriydi. Peel Komisyonu, 1936'da Filistin'de başlayan Büyük Arap İsyanı'nın ardından İngiliz hükümeti tarafından durumu araştırmak ve önerilerde bulunmak amacıyla kuruldu ve komiteye Sir William Peel başkanlık ediyordu. Komisyon bölgedeki çatışmaların nedenlerini araştırdı ve Araplarla Yahudiler arasındaki temel çatışmanın ancak fiziksel ayrılık yoluyla çözülebileceği sonucuna vardı.

Peel Komisyonu tarafından önerilen plan, Filistin'in üç ana bölgeye bölünmesi çağrısında bulunuyordu: Yahudi devleti, Arap devleti ve uluslararası bölge. Yahudi devleti, Filistin'in kuzeyi ve batısı ile Akdeniz kıyısı boyunca uzanan bir bölgede kurulacaktı. Bu bölge ülkedeki en verimli toprakları içeriyordu. Arap devleti, Ürdün Nehri'nin batısında, güney ve doğu Filistin'de yer alacaktı. Verimli topraklar az olmasına rağmen bu bölge nüfusun çoğunluğuna ev sahipliği yapıyordu. Kudüs ve çevresi uluslararası bir bölge olarak yönetilecekti. Bölge, kutsal toprakların güvenliğini ve tarafsızlığını sağlamak için doğrudan İngiliz mandası altında kalacaktı. Bu plan hem Araplar hem de Yahudiler tarafından geniş çapta reddedildi.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Büyük Felaket

Fatma Nur Taş

Sözlükte çok büyük üzüntüye ve sıkıntıya, onarılması güç, büyük zarara yol açan olay ya da durum olarak açıklanan “Nekbe (felaket)” kelimesi, bugün bir halkın kanayan en büyük yaralarından birisini nitelemektedir. Her yıl Mayıs ayının on beşinci günü bu unutulmayan felaketin yeniden hatırlandığı gündür. 15 Mayıs Filistin ve İsrail halkı için taban tabana zıt anlamlar içermektedir. Tam da bugün bir taraf öz topraklarında hareket edemez hale gelmiş, diğer taraf ise Hitlervari duruşla vadedilen topraklar rüyasına adım atmıştır.

İsrail’in kuruluşunu Filistinlilerin Nekbe’sini tetikleyen olaylar silsilesi Yahudilerin Avrupa’da ve bulundukları ülkelerin ekseriyetinde sosyal hayatta ve temas ettikleri her alanda antisemitik muamelelere maruz kalmalarıyla başlamıştır. Siyonizmin, 19. yüzyılın sonlarında Avrupa`da büyüyen bir siyasal hareket olarak ortaya çıkmasının peşinden, siyasal siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, 1896'da bir Yahudi devletinin kurulmasının, Avrupa'da yüzyıllardır başlamış olan Yahudi karşıtı duygu ve saldırılara çözüm olacağını söyledi.

Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasıyla beraber de İngiltere, Filistin'in kontrolünü ele geçirdi ve 1917'de Balfour Deklarasyonu'nu yayınladı. Belgede "Yahudiler için ulusal bir anayurttan" söz edilmiş ayrıca "Yahudi olmayan Filistinli toplulukların sivil ve dini haklarını baltalayacak hiç bir eylemde bulunulmaması gerektiği" belirtilmişti. Ancak bu 67 kelimelik mektup günümüze kadarki 107 yıllık problemler sarmalının önünü açmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Çünkü artık Yahudilerin bu topraklara gelişi hızlanmış ve Filistin halkını gölgede bırakmak için çalışılmaya başlanmıştı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

TAKDİM

Kudüs Çalışma Grubu, genç gönüllülerin bir araya gelerek oluşturduğu, Filistin-İsrail sorunu ekseninde bölgesel araştırmalar, etkinlik ve akademik faaliyetler yürüten gönüllüler ekibidir. Çalışma alanıyla ilgili bölgede derinleşen krizi; insani diplomasi, insan hakları, uluslararası hukuk, uluslararası ilişkiler, tarih, teopolitik, jeopolitik başta olmak üzere ilgili farklı disiplinlerde çalışmalar yaparak ele almaktadır.

Filistin-İsrail ekseninde 2024 yılı, 7 Ekim 2023’te HAMAS’ın İsrail’e karşı başlattığı operasyon sonucunda çatışmaların en şiddetli yılı olmuştur. İsrail, 2025 yılı Ocak ayına kadar Gazze’ye yönelik asimetrik şiddet saldırılarını artırmış ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından da tespit edildiği şekilde açıkça savaş suçu işlemiştir. İsrail’in işlediği savaş suçlarına karşı uluslararası kurumlar, durumun adını koymak dışında (UAD kararı gibi) herhangi bir yaptırım mekanizmasını devreye alamamışlardır. BMGK’nın (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) İsrail konusunda ortak karar alamadığı ve uluslararası sistemde ağırlığı olan ABD’nin İsrail’i desteklediği bu ortam, dünya kamuoyunun uluslararası hukuka olan güvenini son derece azaltmıştır. Bu yıl Ocak ayında İsrail ve HAMAS arasında imzalanan ateşkes antlaşması yürürlüğe girmiştir. Ateşkesin gidişatına, İsrail ve ABD’nin açıklamalarına bakıldığında bölgede istikrarın ve barışın kalıcılığını garantileyen somut bir gösterge bulunmamaktadır. Ateşkesten sonra Gazze’ye insani yardım ve medya imkânlarının girişi, İsrail’in burada yol açtığı yıkımı ve durumun vahametini gözler önüne sermiştir.

Bu derleme çalışması Kudüs Çalışma Grubu gönüllü araştırmacıları tarafından hazırlanan, 2024 yılı içerisinde Gazze başta olmak üzere Filistin’deki insani krizlere, diplomatik ve uluslararası sorunlara odaklanan, İsrail saldırılarında hayatını kaybeden önemli şahsiyetleri inceleyen ve bu savaşla ilgili bilinmesi gereken tarihsel arka plana mercek tutan yazılardan oluşmaktadır. Filistin-İsrail meselesinde sosyal medya dezenformasyonlarına karşı doğru bilgileri aktaran, kamuoyuna nitelikli doğru bilgi sunan ve Filistin konusunda sık sorulan soruları cevaplandıran çalışmalarımızı bir araya getirmek ve kamuoyuna sunmak amacıyla hazırlanmıştır. Faydalı olmasını temenni ederiz.

Savaştan Sonra Netanyahu Hükümeti

Zehra YAVUZ

Savaşın Güncel Verileri

Gazze ile olan savaşını soykırım suçuna dönüştüren İsrail, 200 günü aşkın süredir savaşa devam etmektedir. Filistin Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı resmi açıklamaya göre, İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısı 34 bin 183'e, yaralı sayısının ise 77 bin 143'e yükseldiği kaydedilmiştir.

Savaşın bölgesel düzleminde ise İsrail ordusu ile Hizbullah arasında 8 Ekim 2023'ten beri devam eden çatışmalarda 276 Hizbullah mensubu, 54 Lübnanlı sivil, 17 Emel Hareketi, 13 Hamas, 12 İslami Cihad mensubu ile 7 İsrailli sivil ve 11 asker hayatını kaybetmiştir.

Savaşın İsrail tarafında ise, Gazze Şeridi'nde, bazıları hayatta bazıları ölü 136 kadar İsrailli esir bulunuyor. Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları, İsrail'in Gazze'ye saldırılarında öldürülen İsrailli esir sayısının 70'i geçtiğini duyurmuştur.

İsrail ordusu, 7 Ekim'den bu yana 260'ı karadan işgal sürecinde olmak üzere, 604 askerinin öldüğünü duyursa da rakamların askerî sansür sebebiyle daha az söylendiği bilinmektedir.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

UNRWA’nın Gazze’deki Durumu

Turgut SAĞLAM

Giriş

UNRWA Filistinli mültecilerin temel ihtiyaçlarını karşılama ve topraklarına “Geri Dönme Hakkı” konusunda faaliyetler yürüten Birleşmiş Milletler’e bağlı kuruluştur. Yaklaşık 75 yıldır faaliyet gösteren kurumun adı 7 Ekim 2023 İsrail-Gazze Savaşı’ndan bu yana gündeme gelmektedir. UNRWA’nın Gazze Şeridi’ndeki faaliyetlerinde ekseriyetle Filistinliler çalışmaktadır ve bu durum İsrail tarafından bahane edilerek ajans bu süreçte hedef haline getirilmiştir. Çalışmamızda UNRWA’ya değinecek, Gazze’deki faaliyetlerinden bahsedecek, neden İsrail tarafından hedefe konulduğunun üzerinde durulacaktır.

UNRWA

1948 yılının Mayıs ayında İsrail’in resmî olarak kuruluşunun ilan edilmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği ülkeleri ile İsrail arasında resmî olarak savaş başlamıştır. Arap-İsrail Savaşı ve süreci izleyen olaylar neticesinde 700.000’den fazla Filistinli İsrail tarafından sınır dışı edilmiş, kendi evlerinden ayrılmaya mecbur bırakılmışlardır. İsrail için kuruluş günü, Filistin için ‘Nakba Günü’ (Felaket Günü)’dür. Ortaya çıkan insanî kriz karşısında Filistinli mültecilere doğrudan yardım ve çalışma programları yürütmek üzere Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 8 Aralık 1949 tarih ve 302 (IV) sayılı Kararı ile UNRWA (Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı) kurulmuştur. Ajansın kuruluş amaçlarından birisi de BM Genel Kurulu'nun 194 sayılı “Geri Dönme Hakkı”* kararının uygulanmasına yardımcı olmaktır. Kurulduğu yıllarda yaklaşık 750.000 Filistinli mültecinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan kurumun bugün ulaştığı yardıma muhtaç Filistinli sayısı 5,9 milyona ulaşmıştır (UNRWA). Bu rakamlar bölgedeki İsrail sorununun yol açtığı etkileri görmek için önemlidir.

UNRWA Ürdün, Lübnan, Suriye, Gazze, Batı Şeria (Doğu Kudüs dahil)’da faaliyet göstermektedir. Kamplarda ve Yermük gibi bazı harici bölgelerde okullar yoluyla eğitim, sağlık merkezleri ve insanî yardım malzemesi dağıtım merkezleri ile hizmet vermektedir. Ajans adeta Filistin’in bir parçası olarak faaliyet göstermektedir. Organizasyonun finansmanı %89,2’si Birleşmiş Millet üyesi bazı devletlerin kendi istekleri ile yaptıkları yardımlarla ve geri kalanı ise bazı sivil toplum kuruluşlarının katkıları ile karşılanmaktadır (UNRWA). Çalışma bölgelerinde eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ve yardımlar için çeşitli projeler geliştirilmiş ve dijital reformlar yapılandırılmıştır. Bu anlamda kurumun projelerinden birisi de “Filistin Mülteci Kayıt Arşivi Projesi” dir. Proje ile 1948’deki Nakba’dan beri yerinden edilen Filistinlilerin şecereleri yeniden kanıtlar toplanarak oluşturmaya başlanmış ve Şam, Kudüs, Beyrut ve Amman’da arşivlenmeye başlanmıştır. Bu projenin çıktıları doğal olarak, göç ettirilmiş Filistinlilerin Filistin’de yaşadığına dair kanıtları ortadan kaldırarak, Filistin’i geri dönülemez bir yer haline getirmek isteyen İsrail’in demografi ve tapu kayıt sistemi ile ilgili (Tapuların İsrail kurumlarına kaydı) çalışmalarını kendi aleyhine etkilemektedir. Ülkesinden zorla göç ettirilmiş Filistinlilerin geri dönebilmesi ve ileride kurulması muhtemel bir Filistin Devletinde yaşayacak Filistinliler için legal kayıtların ulaşılabilir olması önemli bir aşamadır.

Nitekim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde 2024 yılının Nisan ayında konuşan İsrail Büyükelçisi, BM’nin 194 sayılı kararına rağmen geri dönme hakkı konusunda “var olmayan bir hak” ifadesini kullanmıştır.

(United Nations, 2024)

Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın tüm eksikliklerine rağmen UNRWA sivil toplum kuruluşları ile birlikte, insanî yardımın ihtiyaç olduğu bölgelerde, devletlerin maddi katkısı ile faaliyet göstermektedir. 7 Ekim 2023’ten sonra Filistin ve İsrail arasında yaşanan süreçte UNRWA’nın rolü ve önemi bir kez daha görülmüştür. Gazze Şeridi’ndeki bütün insani yardımın dağıtımın ağı UNRWA kontrolündedir. Bu süreçte ajansın Gazze’deki faaliyetleri, resmî açıklamaları ve raporlarından sonra, İsrail UNRWA’yı hedef almış ve kuruluşun faaliyetlerini akamete uğratmak için girişimlerde bulunmuştur.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze’deki Mülteci Kamplarında Son Durum

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsrail Gazze’de 7 Ekim 2023’ten bu yana 35 bin 173 Filistinliyi öldürmüştür. Gazze’de 80 binin üzerinde kişi yaralanmıştır. Binlerce kişi için kayıp başvurusunda bulunulmuştur. 70 bin konut yerle bir olmuş Birleşmiş Milletlerin tahminine göre 1.7 milyon Filistinli İsrail tarafından yerinden edilmiştir. İsrail’in Filistinlilere yaptığı kıyım yaklaşık 8 aydır devam etmektedir. Filistinliler sivil yerleşim yerlerinde, mülteci kamplarında ve hastanelerde dahi güvende olmamakla birlikte, nerede ve kim oldukları gözetilmeksizin 223 gündür ateş altındadırlar.

Bu çalışmada Gazze’deki mülteci kamplarına ve 7 Ekim’den bu yana kamplarda yaşananlara değinilmiştir.

Resmi kaynaklara göre Gazze şeridinde 8 mülteci kampı mevcuttur. Bu kampların en büyüğü Gazze’nin kuzeyinde yer alan Cibaliye Kampı olarak biliniyor.

Cibaliye Kampı

31 Ekim’de düzenlenen saldırıda en az 100 Filistinlinin öldürülmüş, 150’den fazla kişi de yaralanmıştı. İsrail ordusu Cibaliye mülteci kampına yaptığı hava saldırısını doğrulamıştı. Gazze Sağlık Bakanlığı konuya ilişkin “Cibaliye’de korkunç bir katliam oldu.” İfadesini kullanmıştı. Fransa, saldırıda meydana gelen ağır Filistinli sivil can kayıplarından endişe duyduğunu belirtmiştir. Kasım ayının ortalarında İsrail, Cibaliye Mülteci Kampı’na yeniden saldırmış, sivil bir yerleşim alanını bombalamıştır. Saldırıda Ebu Dayir, Ebu Dan, Eş- Şeyh ve El- Aseli ailelerinin evleri vurulmuştur. 3 Mart’ta ve 13 Nisan’da da kampa saldıran İsrail, Mayıs ayına kadar Cibaliye Mülteci Kampı’na 100’den fazla saldırı düzenlemiştir ve soykırıma hız kesmeden devam etmektedir. Can kayıplarının yanı sıra bölgede temel yaşam koşulları oldukça zorlayıcıdır. Kampta susuzluk had safhaya ulaşmıştır. Binlerce Filistinli su kuyruklarında saatlerce beklemekte çoğu zaman da eli boş dönmektedir. Su kaynaklarının yetersizliği ve hijyen malzemelerinin bulunamayışı sebebiyle salgın hastalıklar da hızla yayılmaktadır.

Gazze Şeridi’nde Akdeniz’e kıyısı bulunan, 80 bini aşkın Filistinlinin barındığı el-Şati Mülteci Kampı’na Aksa Tufanı sürecinde İsrail ilk olarak 1 Kasım 2023’te saldırmıştır. Saldırıdan önce İsrail ordusu, bölgenin acilen tahliye edilmesi gerektiğini ve bölgeye saldıracağını açıklamıştır.  Yerel kaynakların Filistin haber ajansı WAFA’ ya verdiği bilgiye göre kamptaki bir eve düzenlenen saldırıda en az 10 kişi hayatını kaybetmiştir. İsrail ordusu 17 Nisan 2024’te el- Şati Mülteci Kampı’nda sığınma merkezi olarak kullanılan Şuhaybir Okulunu vurmuştur. Görgü tanıkları okulun ağır hasar aldığını aktarırken, 2’si çocuk olmak üzere 4 sivil hayatını kaybetmişti ve yaralılar mevcuttu. Olaydan birkaç gün önce Hamas’ın siyasi lideri İsmail el-Haniyye’nin üç oğlu ve 4 torunu el-Şati Kampına düzenlenen hava saldırısında öldürüldü. İsrail yaptığı saldırıyı doğruladı, Haniyye ise duruşundan taviz vermeyeceğini açıkladı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İran’ın Ortadoğu’daki Milis Güçleri

Fatma Nur TAŞ

Giriş

Orta Doğu bulunduğu konum ve içerdiği çeşitlilik bakımından çalkantılı bir gölgedir. Tarih boyunca bakıldığında bu bölgenin aktifliği hep korunmuştur. Bölgenin bu denli zengin olması da güç üstünlüğünü gündeme getirmektedir. Yine aynı şekilde zengin bir tarihe ve kültüre sahip olan İran, bölgesel çıkarlarını korumak ve genişletmek için farklı yollara başvurmaktadır. Bunlardan birisi de bölgede vârolan milis gruplarını desteklemek ve kontrol etmektir.

Diğer bütün devletler gibi İran'da bölgesel üstünlüğe ve caydırıcılığa büyük önem vermektedir. Bölgedeki konumunu ve gücünü koruyarak komşu ülkelerle olan ilişkilerini günden güne geliştirmektedir. Ayrıca bulunduğu bölge itibariyle oldukça stratejik bir konuma sahip olan İran enerji kaynaklarına yakınlığı sebebiyle de bölgedeki güç dengelerini etkileme potansiyeline sahiptir. Jeopolitik konumunun önemi, bölgesel gücü gibi etmenlerin yanı sıra dini ve ideolojik olarak Şii İslam dünyasının liderliğini üstlenen bir ülke konumundadır. Bu sebeple de bölgedeki diğer Şii topluluklarını destekleyerek ve onların yanında yer alarak bölgesel üstünlüğünü güçlendirme ve sağlama alma çabasındadır. Bu faktörlerin birleşimi İran'ın varlık çabasını ve milis güçlerini ortaya çıkarmıştır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İsrail'in Yargılanma Süreci Devam Ediyor

İlayda KARA

Giriş

Güney Afrika Cumhuriyeti, 29 Aralık 2023'te, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanında dava açmıştı.

Güney Afrika, Gazze'deki durumun aciliyet teşkil etmesi nedeniyle UAD'den ihtiyati tedbirlere hükmetmesini istedi ve tedbir talebine ilişkin duruşmalar, 11-12 Ocak'ta Lahey'deki Barış Sarayı'nda yapılmıştı.

Divan, 26 Ocak'ta açıkladığı tedbir kararlarında, İsrail'in Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesinde tanımlanan fiillerin işlenmemesi için elinden gelen tüm önlemleri almasına, İsrail ordusunun Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesindeki fiilleri işlemesini engelleyecek önlemleri ivedilikle almasına, Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırım çağrısı yapanları önlemek, engellemek ve cezalandırmak için gereken tüm adımları atmasına, Gazze’deki Filistinlilerin karşılaştığı olumsuz yaşam koşullarını ortadan kaldırmak için ihtiyaç duyulan temel hizmetlere ve insani yardımın sağlanmasını mümkün kılan acil ve etkili önlemleri almasına, Gazze’deki Filistinlilere karşı Soykırım Sözleşmesi'nin ihlalini gösteren delillerin yok edilmesini önlemek ve korunmasını sağlamak için etkili tedbirler almasına, kararın yürürlüğe girmesinden itibaren 1 ayda alınan tüm tedbirler hakkında Mahkemeye bir rapor sunmasına hükmetmişti.

Divan, Güney Afrika'nın 6 Mart'ta yaptığı ek tedbir talebi üzerine 28 Mart'ta açıkladığı ek tedbir kararında, İsrail'den Gazze'ye acilen ihtiyaç duyulan insani yardımların ulaştırılmasını sağlamasını, Filistinlilerin haklarını ihlal etmemesi gerektiğini ve ek tedbirlere ilişkin aldığı önlemleri 1 ay içinde Mahkemeye bir rapor sunmasına karar vermişti.

UAD, "İsrail Devleti, Gazze'deki askeri operasyonları derhal durdurmalı" talebiyle ilgili, İsrail'in Gazze sakinlerine yönelik öldürme, saldırı ve yıkımla ilgili her türlü eylemden kaçınması ve soykırımı önlemek için tüm tedbirleri almasına hükmetmiş ve Gazze'de ateşkes talep etmemiş, ancak İsrail'in soykırımı önleme sorumluluğu olduğunu belirtip bununla ilgili taleplerini açıklamıştı.

Türkiye’nin davaya karşı tavrı ve tutumu kamuoyunca merak ediliyordu. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Endonezya Dışişleri Bakanı Retno Marsudi ile Bakanlıktaki görüşmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuştu.

Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'a yaptığı ziyarette, Güney Afrika’nın İsrail aleyhine UAD'de açtığı soykırım davasına ilişkin Fidan, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği ülkeleri başta olmak üzere Filistin'i devlet olarak tanıyan diğer ülkelerle yaptığı görüşmelerde, bazı ülkelerin bu konuda tavır almaya hazır hale gelmiş olduğunu söyledi.

Fidan, bugüne kadar Nikaragua ve Kolombiya'nın davaya ilişkin somut bir tutum aldığını hatırlatarak şunları kaydetti:

"Biz de bugün yaptığımız değerlendirmelerin neticesini Sayın Cumhurbaşkanı'mıza arz ettik ve alınan siyasi karar gereği buradan ilk kez duyurmak istiyorum. Türkiye olarak, Güney Afrika’nın İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanında açtığı davaya müdahil olmaya karar verdik. Bu adımla UAD önündeki sürecin doğru yönde ilerlemesini temenni ediyoruz. Esasen ifade ettiğim gibi bu başvurumuza yönelik çalışmalarımız çok uzun süredir devam etmekteydi.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İran-İsrail Ve ABD Çatışmasının Geleceği

Mehmet TIRNAKSIZ

Giriş

İran, İsrail ve ABD arasında neredeyse 100 yıla yakındır devam eden gerilim, bölgesel ve küresel bazda önemli etkiler oluşturmaya devam etmektedir. Bu üç grup arasında gerçekleşen çatışma, sadece bölgesel etkileşim değil, aynı zamanda uluslararası politikanın da önemli gündemi haline gelmeye devam etmektedir. İran’ın nükleer programlarının oluşturduğu sorunsallık, İsrail’in bölge bağlamında güvenlik endişesinin polemiği ve ABD’nin Ortadoğu üzerinde planladığı politikaları bu ilişkilerin ana eksenini oluşturmaktadır.

Son yıllarda artan diplomatik ve askeri hamleler ile birlikte bölgenin çatışma bağlamında oluşacak olan geleceği hakkında çeşitli senaryoların ortaya atılması ve sonuçlarının neler olacağına dair kesin bir olgu ortaya çıkmıyor. Bu yazıda, İran-İsrail ve ABD üçgeninde yaşanan ilişkileri ve olası senaryoları ve bu çatışmalarının gelecekte nasıl bir hal alacağına dair analizi gerçekleştireceğiz.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze'ye İnsani Yardımların Ulaşımı

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Gazze’ye giriş-çıkış hareketlerine getirilen kısıtlamalar ve abluka yıllardır Gazze sakinlerinin yaşam koşullarını olumsuz etkiliyor. İnsan ve yardım giriş çıkışlarına getirilen mevcut kısıtlamaların büyük bir kısmı 1900’lü yılların başında başlamış olup, Haziran 2007’de yoğunlaşmıştı. Kademeli bir rahatlamanın ardından Ekim 2023’te başlayan çatışmalarla kısıtlamalar yeniden yoğunlaştı.

Bu çalışmada yardım tırlarının Gazze’ye ulaşma durumuna, şimdiye dek ulaşan yardım miktarına ve sınır kapısında beklemekte olan yardımlara ne olduğuna değinilecektir.

Şimdiye Dek Gazze’ye Ne Kadar Yardım Ulaştı?

Giriş çıkışlar Refah Sınır Kapısı ve Erez Geçidi’nden yapılmaktadır. Öncelikle Gazze’nin Mısır ile olan güney sınırında yer alan Refah Sınır Kapısı’ndan yapılan geçişleri inceleyelim.

2023 yılında Refah Sınır Kapısı 229 gün açık, 136 gün kapalı kalmıştı. 2024 yılında ise 91 gün açık kalmıştır. Söz konusu kapıdan 131.545 giriş yapılmış, 203.259 da çıkış kaydı bulunmaktadır. 2023 yılında 128.380 giriş, 152.916 çıkış yapılmışken; 2024 yılında 3.165 giriş, 50.343 çıkış yapılmıştır.

Gazze’nin kuzeyinde bulunan İsrail’e giden bir yaya ve kargo kapısı olan Erez Geçişi’nden yapılan giriş çıkış sayısının 2023 yılında toplam 429.045 giriş, 437.794 çıkış kaydı görünüyor.

2023 yılı Ekim- Kasım ve Aralık aylarında yapılan girişlerin %78’i yenilebilir insani yardımdan oluşuyor. (4741 insani gıda girişi yapılmıştır.) Aynı süre zarfında yapılan ve yenilemeyen malzeme girişlerinin %55’i insani yardımdır. Bu orana 1202 yenilebilir olmayan sarf malzemesi, 670 tıbbi malzeme, 922 yapı malzemesi, 253 hijyen malzemesi, 206 inşaat malzemesi, 125 endüstriyel/elektronik aplikatörler dahildir.

2024 yılının ilk üç ayında ise yapılan 12.245 malzeme girişinin 10.935’ini insani yardım oluşturmaktadır ve bu sayı toplam girişin %89’unu oluşturmaktadır. Bu oran içerisinde 8756 yiyecek, 2150 yenilebilir olmayan sarf malzemesi, 639 medikal ürün, 632 hijyen ürünü girişi vardır. Nisan ayına dek Gazze’ye ulaşan insanî yardımlar, nüfusla oranlandığında en iyi ihtimalle 10.000 kişinin yalnıza 55’i insani yardıma ulaşmıştır. Bu oran 2,3 milyonluk Gazze nüfusunun %1’inden daha azının ihtiyacını geçici olarak karşılamıştır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

ABD’nin İsrail’e Askeri Yardımları

Turgut SAĞLAM

GİRİŞ

İsrail kuruluşundan bu yana ABD’nin askerî, ekonomik alanlardaki en büyük dış yardım alıcısıdır. ABD askerî yardımları İsrail’in savunma bütçesinin yaklaşık %15’ini oluşturmaktadır. 7 Ekim 2023 tarihinden sonra ABD Yönetimi 100’den fazla karar alarak İsrail’e savunma desteğinde bulunmuştur. İsrail’in savaş suçları işlediği Uluslararası Adalet Divanı’nda da tespit edilmesine rağmen ve Biden Yönetimi askerî yardımları Leahy Yasası’na göre yapmaması gerekirken, yardımlar yasaya aykırı olarak devam etmektedir. İsrail 1948 yılından beri, ABD’nin Ortadoğu’daki askerî ve ekonomik açıdan en büyük müttefiki ve stratejik ortağı olarak, ABD askerî yardımlarının en büyük alıcısıdır.

ABD’de İsrail İçin Yasa: İsrail'in Niteliksel Askeri Üstünlüğü (QME) Yasası

QME, onlarca yıldır ABD'nin İsrail'e askeri yardımının kavramsal omurgasını oluşturmuş ve 2008'de ABD yasalarında resmi olarak yer almıştır. Bu yasa, ABD hükümetinin İsrail'in "herhangi bir devletten veya olası devletler koalisyonundan veya devlet dışı aktörlerden gelebilecek her türlü inandırıcı konvansiyonel askeri tehdidi minimum hasar ve kayıpla karşılayarak yenme" yeteneğini sürdürmesini amaçlamaktadır.

ABD’de İsrail İçin Yasa: Savaş Rezervi Stok Mühimmatı Yasası

ABD yasalarında yer alan, resmî olarak Savaş Rezervi Stok Mühimmatı, WRSA-I Deposu veya İsrail Deposu olarak bilinen bu depo İsrail’in Orta Doğu’da askerî üstünlüğünü sürdürebilmesi için askerî araç ve gereçlerin depolandığı, İsrail için sigorta görevi gören tesislerden oluşmaktadır. 2006’da Lübnan ve 2014’teki Gazze savaşlarında kullanılmıştır.

WRSA-I Depolarında Güncel Olarak;

●       Uçaklardan Atılan 155 Mm Mermiler

●       Güdümlü Olmayan Mühimmat

●       Hassas Güdümlü Mühimmat

●       Karadan Karaya, Denizden Denize Seyir Füzeleri

●       Elektronik Anti-Radar Sinyal Karıştırma Kapsülleri (Navigasyon Karıştırıcı Ve Uzun Menzilli Füzeleri Etkisiz Hale Getirmek İçin)

●       Karadan Havaya Atılan Füzeler

●       Denizden Atılan Füzeler

●       Üst Düzey Gözetleme, Komuta ve Kontrol Sistemleri Parçaları

Leahy Yasası

Amerika Birleşik Devletleri, ağır insan hakları ihlalleri yapan yabancı hükümetlere veya gruplara güvenlik yardımı sağlayamayacağını kararlaştıran yasadır. Ancak ABD yönetimi Şubat 2023’te bu yasaya uyacağını belirten açıklamalar yapsa da 7 Ekim’den sonra yok saydığı için eleştirilmektedir. Bu yasanın İsrail’e uygulanmamasının nedeni olarak “gönderilen askeri yardımın büyüklüğünün nereye gittiğini incelemeyi imkansız hale getirmek” olduğu da görüşler arasındadır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Filistin Sosyal Medya Ordusunun Yeni Hamlesi: Blockout Akımı

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsrail’in Filistin toprakları üzerinde yıllardan beri yaptığı zulüm ve 7 Ekim 2023’ten bu yana gitgide daha da şiddetlenen soykırım, dünya genelinde bir uyanışı ve Filistin hakkında bir bilincin de artışını beraberinde getirmişti. Soykırım, yerinden edilme, açlık, salgın hastalıklar ve daha nice eziyet sebebiyle her dakika can veren Gazze, dünyaya çok büyük dersler vermeye devam ediyor. Özellikle Batılı üniversitelerde ve ülkemizde yapılan eylemler, yürüyüşler, boykot çağrıları, hashtag çalışmaları gibi Filistin direnişine destek akımlarına son günlerde bir yenisi daha eklendi: “Blockout” akımı.

Bu çalışmada “Blockout” akımının ne olduğuna ve Filistin’e destek veren ünlülerin kimler olduğuna dikkat çekeceğiz. Sadede gelmeden evvel başlıkta yer verdiğimiz “Filistin Sosyal Medya Ordusu” kavramına bir açıklık getirelim. 

2021 yılı Ramazan ayında İsrail tarafından Filistin’e yapılan yoğun saldırılar büyük tepki çekmişti. Saldırıların durmasında özellikle X adlı uygulamadan yapılan ve kısa süre içinde gündeme oturan tag çalışmaları, dünya genelinde kamuoyu oluşmasında etkili olmuştu. Filistinliler, destekçilerinin bu tutumundan dolayı çok mutlu olmuş, destekçilerine “sosyal medya ordusu” ifadesini kullanmışlardı. “sosyal medya ordusu” 7 Ekim’den bu yana kesintisiz desteğini sürdürüyor ve bu künyeyi taşımaktan onur duyuyor. O halde “blockout” akımından söz edelim.

Blockout Akımı Nedir, Neyi Amaçlar?

Söz konusu akım, Instagram, X, TikTok gibi platformlarda geniş bir kitleye hitap eden ancak bugüne kadar Filistin’e destek vermemiş, hatta boykot markalarıyla işbirliği halinde olup mazlumun yanında olmak şöyle dursun, zalime destek veren ünlüleri engellemeye yönelik, “dijital giyotin” adı verilen bir akımdır. Dijital giyotinin yaygınlaştırılması, İsrail destekçilerinin takipçi ve etkileşim kaybetmesini amaçlar.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze’de Işıkları Yanan Tek Bölge: Netzarim Koridoru

Turgut SAĞLAM

Giriş

Netzarim Koridoru, İsrail'in 7 Ekim 2023'ten sonra oluşturduğu Gazze Şeridi'nin güneyinde yer alan ve doğudan batıya, İsrail sınırından Akdeniz'e kadar uzanan 2 km genişliğinde, 7 km uzunluğunda stratejik bir bölgedir. İsmini 2005 yılında Gazze'de İsrail’in yok ettiği Netzarim yerleşim merkezinin adından almakta ve Gazze’nin kuzeyi ile güneyini birbirinden ayırmaktadır. Bu koridor, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyonlarının ve kontrolünün kilit noktalarından biridir. 

Koridorun kontrolü, İsrail için hem askeri hem de lojistik açıdan büyük önem taşımaktadır. İsrail ordusu, bu koridorda üsler kurarak, sivil yapıları ele geçirip evleri yıkarak bölgedeki askeri varlığını sağlamlaştırmaktadır. 2024 yılı Nisan ve Mayıs aylarında İsrail güçleri koridorda bölgeyi kontrol etmek amacıyla üç ileri operasyon üssü kurmuştur.

Netzarim Koridoru

Netzarim Koridoru bir Gazzeli kadının ifadesi ile “Gazze'de ışıkları yanan tek bölgedir”. 

Koridor bölgesi eski İsrail başbakanı Ariel Şaron'un Gazze'de sürekli kalmak için planladığı Beş Parmak Planı'nın ikinci ayağını oluşturmaktadır. 2005'te İsrail'in Gazze'den çekilmesi sonucunda plan akamete uğrasa da koridor şu anda İsrail’in Gazze’de denize çıkışını sağlamakta ve Amerika'nın inşa ettiği yüzer iskeleye ve doğrudan Akdeniz’e bağlanmaktadır. Etrafında 1 kilometrelik bir tampon bölge bulunacak şekilde planlanmıştır. Koridor şu anda İsrail ordusunun askeri mühendislik birimi olan Birim 601 tarafından tampon bölge planlarının bir parçası olarak çevredeki binaları yıkarak, çevrede engel oluşturan okul vb binalara el koyup onları da karakola çevirerek inşası devam etmektedir. Koridor aynı zamanda Gazze’nin kuzeyi ile güneyini birbirinden ayırarak, Gazze halkının hareketini kontrol altına almak amacı taşımaktadır. Koridor aynı zamanda 7 Ekim'den sonra İsrail'in yardımları kontrol amacıyla açtığı Kapı 96 ile Netzarim Koridoru birbirine bağlanmaktadır. 

7 Ekim 2023'ten hemen sonra koridor bölgesi Gazze'yi ikiye bölmek üzere ilerleyen İsrail birlikleri için ilk hedefler arasında olmuştur. 

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Haredi Yahudilerinin Zorunlu Askerlik Sorunu

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Dünya üzerindeki birçok topluluktan toplumsal, ideolojik, dini vb. yönlerden ayrılan Yahudiler, kendi içinde de belli başlı birtakım gruplara ayrılıyor. Günümüzde en büyük dini hareketler olarak kabul edilen Ortodoks Yahudilik (Haredi Yahudilik, Modern Ortodoks Yahudilik), Muhafazakâr Yahudilik ve Reform Yahudiliği bu gruplardan bazılarıdır.

Bu yazıda, 9 milyon civarındaki İsrail nüfusunun yaklaşık %12’sini oluşturan ve “Ultra Ortodoks” ismiyle anılan Haredi Yahudileri’ne ve Haredi Yahudilerinin zorunlu askerlik sorununa değineceğiz.

Haredi Yahudileri Kimlerdir?

Ultra Ortodoks Yahudiler yani Haredi Yahudileri, Yahudiler içerisinde en katı dini görüşe sahip olan guruptur. Zaten Haredi kelimesi de dindar anlamına geliyor. Haredi Yahudileri Siyonizm’i reddediyor ve inançlarında Tevrat’a ve eski Yahudi ideolojik kökenlerine bağlılar.

İsrail’de büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi'nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşayan Haredi Yahudilerinin bir kısmı da ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşıyor.

Fotoğraf: Bir Haredi Yahudisi, AA

Laik Yahudilerle aralarında pek çok görüş ayrılığı olan Harediler; genellikle siyah giyinir, kipa ve büyük siyah şapkalar takar, zülüflerini uzatır. Kılık kıyafet konusundaki bu tutumlarının bir kısmını inançları, bir kısmını da geleneklerinin gereği olarak sürdürmektedirler. Siyah giyinmenin Batı Avrupa’daki kılık kıyafet normlarından geldiğini, bugün de aynı cemaat ruhunu yaşatmak ve gösterişten kaçınmak için siyahı tercih ettiklerini söylerler. Başlarına taktıkları “kipa” isimli takkenin Tevrat’tan gelen bir emir olduğunu ve ibadet ederken Allah’ın sürekli kendilerinin üzerinde olduğunu hatırlamak için taktıklarını ifade ederler. Zülüflerini uzatmalarının sebebi ise Tevrat’ta saç kenarlarının kesilmemesi için bir emir olduğuna inanmalarındandır.

Harediler, İsrail devleti ve içindeki Yahudilerin yaşamlarının demokrasi ilkelerine, Siyonizmin değerlerine ve insanlar tarafından çıkarılan yasalara göre değil, Yahudi yasalarına ve Tevrat öğretilerine göre yönetilmesi gerektiğini düşünüyor.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Aksa Tufanı Sonrası Kudüs ve Mescid-i Aksa’da Ne Değişti?

Turgut SAĞLAM

“…Aksa Tufanı isminin verilmesinin sebebi, tufanın bütün kötülükleri silip süpürme özelliğine sahip olmasıdır. Peki silip süpürmek istedikleri şey nedir? İşgali sonlandırmak amaç değildir, zulmü ortadan kaldırmak da değildir, aslında mutlak kötülüğü ortadan kaldırmak olabilir. Çünkü insanlar mutlak kötülüğün ne olduğunu ne olduğunu bilmiyorlardı ve inanmıyorlardı. Bütün insanlık canlı olarak mutlak kötülüğün ne olduğunu görmüş oldu. Aksa Tufanında, kötülüğü yeryüzünden silmek bağlamında Nuh tufanının payı vardır. Ta ki insanlar bu tufan sayesinde yeni değerler ile tanışsın.

- Tâhâ Abdurrahman

GİRİŞ

"Polis her gün öğrencileri ve hatta öğretmenler ve okul personeli de dahil olmak üzere vakıf çalışanlarını fiziksel olarak durdurup arıyor."
- (Kudüs’te bir öğrenci)     

7 Ekim 2023 Cumartesi günü Gazze Hükümeti HAMAS'ın Kassam Tugayları tarafından İsrail'e karşı bir 'yarma harekâtı' başlatılmıştır. Filistin için tarihi dönüm noktalarından birisi olan bu harekâta Aksa Tufanı ismi verilmiştir. Aksa, Kudüs'teki Mescid-i Aksa'yı ifade etmektedir. Hamas yetkililerinin ifadeleri ile harekâtın temel hedeflerinden birisi Mescid-i Aksa'yı bekleyen büyük tehlikelerin önüne geçmektir. HAMAS siyasi yetkilileri Aksa Tufanı’nın yapılmaması durumunda Mescid-i Aksa’nın yıkılma ihtimalinin bulunduğunu iddia etmiştir.

Bilindiği gibi 7 Ekim'den sonra İsrail Gazze'ye katliam boyutunu aşan yoğun hava saldırıları başlatmış ve ardından kara saldırıları ile işgale devam etmiştir. Savaş Gazze'yi ölümcül derecede etkilediği gibi Filistin'in diğer bölgelerinde de İsrail baskıları artmıştır. Bu bölgelerden birisi de Kudüs’ün eski şehir bölgesindeki (Doğu Kudüs olarak tarif edilen) İslâm dini için kutsal olan Mescid-i Aksa (Beytülmakdis) alanıdır.

Filistin-İsrail mücadelesi 7 Ekim'de başlamadığı gibi Kudüs ve Mescid-i Aksa üzerindeki İsrail ablukası da 7 Ekim'de başlamamıştır. 1967 Altı Gün Savaşı'ndan bu yana İsrail, Kudüs üzerinde gayrimeşru (BM kararlarına istinaden gayrimeşru) hakimiyet kurmaktadır.

Meşru olmayan yerleşimcilerin Kudüs' te Filistinlilerin evlerine (İsrail mahkemelerinin de kararıyla) el koyması, Mescid-i Aksa alanına İsrail tarafından baskınlar yapılması ve bu alanda yapılacak ibadetlere engeller çıkarması, Kudüs şehrinde kontrol noktaları oluşturarak yerel halkın hareketlerini kısıtlaması, Müslüman olanların ticaretlerine engeller çıkarması, Yahudi dinî ayinleri için - yasak olduğu halde- Mescid-i Aksa bölgesinde kışkırtıcı ayinler yapması, keyfî tutuklamaların yapılması gibi şehirde yaşamayı zorlaştıran hamleler İsrail'in 7 Ekim'den önce de uyguladığı abluka politikalarıdır. Aksa Tufanı'ndan sonra İsrail, insanlık erdemine, evrensel insan haklarına, uluslararası hukuka aykırı eylemlerinin dozunu artırmıştır. Bu doz artışı Siyonizm tarafından Mescid-i Aksa’nın gelecekte planlanan tam işgaline zemin oluşturmaktadır. Kudüs ve Mescid-i Aksa'daki işgal uygulamaları raporlar, dijital görüntüler, resmî kararlar, haberler, müslüman ve hristiyan yerel halkın ifadeleri ile de sabittir.

Bu çalışmamızda Aksa Tufanı Harekâtı'ndan sonra Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa üzerinde İsrail'in dozu artan abluka uygulamalarını aktaracağız.

AKSA TUFANI'NDAN ÖNCE KUDÜS'TE 'NORMAL' YAŞAM

1967 Altı gün Savaşı’ndan sonra İsrail tarafından üzerinde hegemonya kurulmaya çalışılan Kudüs şehrin bugün İsrail’in resmî kurumlarınca yönetilmektedir. Mescid-i Aksa külliyesinin idarî yönetimi ise yapılan anlaşma ile Ürdün’e bırakılmıştır.

Ürdün, 26 Ekim 1994'te İsrail ile imzaladığı ‘Vadi Arabe Anlaşması’ kapsamında Mescid-i Aksa’nın bakım ve idari yönetiminden sorumludur. Anlaşmaya göre Mescid-i Aksa, Ürdün Vakıflar İslami İşler ve Mukaddesat Bakanlığına bağlı Kudüs İslami Vakıflar İdaresinin himayesinde bulunmaktadır ancak 2003 yılından bu yana anlaşma dışı olarak Yahudiler İsrail polisinin refakatinde kutsal mekâna girmektedirler (Al-jnaidi, Biçeroğlu, & Karabacak, 2022). Uluslararası Hukuk’ta ağırlığı olan Pacta Sunt Servanda (Anlaşmalarda Ahde Vefa) ilkesi Vadi Arabe Anlaşması’nda tek taraflı olarak yok sayılmaktadır. 1995 yılındaki Oslo Anlaşmaları kapsamında Batı Şeria bölgesi A, B, C komplekslerine ayrılmıştır. İsrail Batı Şeria ve Doğu Kudüs (C) bölgelerine bugün ortalama 700.000 gayrimeşru yerleşimci yerleştirerek demografik yapıyı kendi lehine çevirmektedir. 7 Ekim’den önceki rakamlara bakıldığında 2018 itibariyle Doğu Kudüs’te 230.000 yerleşimci bulunmaktadır (Hussein & Duggal, 2024). Yerleşimciler için ‘gayrimeşru’ ifadesinin kullanılması, bu uygulamanın uluslararası hukuk kapsamında da ‘yasa dışı’ olarak tanımlanmış olmasından gelmektedir.

Batı Şeria işgal alanlarını ve yasa dışı yerleşimleri gösteren grafik (Al Jazeera)

Doğu Kudüs’te şafak vakti, on binlerce Filistinli işçi işe giderken İsrail kontrol noktalarından geçmekte, bazen ölümle sonuçlanan sıkışıklık içerisinde şehrin ortasındaki tünel kafeslerden geçmektedir.

7 Ekim’den önce işe giden Filistinlilerin kontrol noktalarındaki bekleyişleri.Fotoğraf: Activestills

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Hakan Fidan’ın Mısır Ziyaretinin Bölgesel Etkileri

Turgut SAĞLAM

Türkiye-Mısır ilişkilerinde kopan uçlar yeniden düğümleniyor. İki ipi birbirine bağlarken doğru atılan düğüm hem taşıyanı, hem taşıdığı şeyi yormaz, sağlam olur ve sadece istenildiğinde çözülür.

GİRİŞ

Filistin’in kaderi Mısır’dan bağımsız düşünülemeyecek kadar birbirilerine bağlı ve 1952 yılından bu yana bu bağ birçok krizde, Gazze’ye ulaşan her türlü yardımda kendisini hatırlatmaktadır. Mısır cumhurbaşkanlarından Cemal Abdünnasır, Enver Sedat ve Muhammed Mursi farklı saiklerle, farklı hedeflerle İsrail’in Filistin politikalarına ve bölgesel işgaline karşı diplomatik yollarla ve güç kullanmak suretiyle etkili çözümler üretmişlerdir. Köklü devlet geleneği, İslâm ilim dünyasına yaptığı entelektüel katkılar, bir dönem Arap milliyetçilik fikirlerinin merkezi olması, son asırda İsrail ile gerçekleşen savaşlardaki lider konumu ve sınırdaş olmaları, Mısır’ın vereceğini kararların Filistin üzerindeki etkilerini belirleyen unsurlardır. Sözün özünü söylemek gerekirse Arap dünyasında ‘ne diyeceği’ en merak edilen devletlerin başında gelmektedir. Ancak özellikle belirtmek gerekir ki Mısır son savaşını ve İsrail’e karşı en ciddi hamlesini 50 sene önce gerçekleştirmiştir.

Son cumhurbaşkanı Abdulfettah el-Sisi döneminde Gazze politikası genellikle İhvan-ı Muslimin üzerinden şekillenmiş ve özellikle Hamas’ın karşısında bir cephe alınmıştır. Bu durum doğal olarak Gazze halkının yaşamını daha da zorlaştıran birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Türkiye ile ilişkiler İhvan üzerinden kopma noktasına gelmişti ve bir süredir mevcut durumun doğası gereği diplomatik koridorlar yerine istihbarat koridorlarındaki görüşmelerle, kopan bağlar tekrar onarılmaya çalışılıyor. Son yıllarda yeniden tesis edilmeye çalışılan diplomatik ilişki, 7 Ekim’den bu yana yaşanan İsrail vahşetinin durdurulamaz hale gelmesi üzerine hızlı bir şekilde onarıldı.

İsrail’in Gazze’de ulaşmayı planladığı hedeflerin konusu olan; Refah Sınırı, Gazze Tünelleri ve Gazzelilere uygulanan zorunlu göç konusunda Mısır önemli bir konumda durmaktadır. Mısır’ın bu üç konuda alacağı aksiyonlar savaş sonrası bölgenin alacağı şekil etkileyecektir.

Şubat ayında Türk-Mısır ilişkilerinde Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (devlet başkanları düzeyinde ilişki) kurularak ilişkileri onarma süreci devam etmişti. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 4-5 Ağustos tarihlerinde Mısır’a diplomatik ziyaret gerçekleştirmiş, ilişkilerde beklenen iyileşme adına bağlantılar tesis etmiş, İsrail’in durdurulması, Somali ve Libya konularında Mısır ile müşterek neler yapılabileceğini görüşmüştür.

Mısır ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, Kuzey Afrika’da rekabet düzeyinde zıt politikalarına rağmen son ziyaret, bu bölgelerdeki gerilimleri düşürme açısından -2022 yılına kıyasla- şaşırtıcı düzeyde iyi sonuçlar ortaya çıkardı. Mısır ve Türkiye’nin Filistin konusunda birlikte alacakları ortak siyasî pozisyon bölgedeki İsrail’in ABD destekli üstünlüğünü dizginlemesi beklenmektedir.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazzeli Tutsakların Yaşadıkları

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Sivillerin esir alınması, İsrail’in Gazze üzerinde uzun yıllan beri uyguladığı kapsamlı kontrol ve abluka politikasının önemli bir parçasıdır. İsrail, Filistin’de kurmaya çalıştığı haksız hâkimiyeti sağlama yolunda Filistinlilerin en temel haklarını dahi ellerinden almış, pek çok kez hiçbir sebep göstermeksizin onları esir almıştır.

Resmi kurumlar ve insan hakları kuruluşları, İsrail ordusunun Gazze'deki kara saldırılarında yüzlerce Filistinliyi alıkoyduğu ve bu kişilerin akıbeti, nerede tutulduğu hatta sayılarının tam olarak kaç olduğunun bilinmediğini belirtiyor.

Gazzeli esirlerin hemen hemen hepsi, tutsak edildiği süre zarfında; fiziksel ve psikolojik şiddet, taciz ve tecavüz gibi pek çok işkenceye maruz kalırlar. Büyük bir kısmı ise tutsak olma durumundan sağ kurtulamaz. Bu görüş yazısında anlatılacaklar bir film sahnesinden alınmadı, senaryo değil, roman özeti hiç değil. Bilakis gerçeğin ta kendisi ve maalesef Gazze realitesinin yalnızca küçük bir parçası.

Bu çalışmada, Gazzeli tutsaklarla yapılan röportajları ve tutsakların bizzat gördüğü işkenceleri sizler için derledik.

Gazzeli Tutsaklar Nelere Maruz Kalıyor?

TRT Arabi Muhabiri Sami Berhum, 50 gün boyunca tutsak edilen Gazzeli İbrahim Şehin’le, tutukluluk sürecinde yaşadığı ve şahit olduğu olaylar hakkında bir röportaj gerçekleştirdi. İbrahim Şehin, o süreç hakkında şunları söyledi: “Tutuklu kaldığım süre zarfında gördüğüm kadarıyla tutsak kadınlar zulmün en çirkin halini görüyor. Beni tutukladıktan sonra Saftavi bölgesinden Zekim tarafına naklettiler. Yanımızda 4 kadın tutuklu vardı. O kadınlardan ikisini esirlerin bulunduğu çadıra çırılçıplak şekilde aldılar. Ben, çıplak bir kızın üzerini örtebilmesi için pantolonumu çıkarıp kızın üzerine attım. Sırf bu yüzden 3 gün boyunca aralıksız şekilde darp edildim. İstihbarat soruşturmasında serbest bırakılan kadın mahkûmlardan biri, soruşturmaya uzun saçlı girdi ve saçları tamamen kesilmiş bir şekilde soruşturmadan çıktı.

Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Kadınlarımıza saygı gösterilmemesinin, gözümüzün önünde onların çırılçıplak hale getirilmesinin ne demek olduğunu biliyor musunuz?

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze Açlıkla Baş Başa

Hatice KOÇLAR

GİRİŞ

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı (WFP), güvenli dağıtıma izin veren koşullar oluşana kadar Gazze’nin kuzeyine hayat kurtaran gıda yardımı dağıtımını durdurma kararı aldı.

Açıklamada, ‘’WFP, Gazze’deki çaresiz insanlara acilen ulaşma konusunda son derece kararlıdır, ancak kritik gıda yardımlarının ulaştırılması ve bu yardımları alan insanlar için güvenlik ve emniyet sağlanmalıdır.’’ denildi.

Gazze’nin ‘’pamuk ipliğine bağlı’’ olduğu değerlendirmesi yapılan açıklamada, ‘’WFP’nin çaresizce açlık çeken binlerce insan için açlığa giden yolu tersine çevirmesi sağlanmalıdır.’’ sözleri yer aldı.

SOYKIRIM SIRASINDA İNSANİ YARDIM

İsrail Başbakanı Netanyahu yıllardır abluka altında yaşayan Gazze’ye 7 Ekim’den sonra tam abluka uygulanacağını açıklamıştı. Bu kararın ardından Gazze’de elektrik ve su tamamen kesilmiş, sivil hedefler günlerce bombalanmıştı. İsrail birkaç hafta boyunca insani yardım girişini engelledi.  Uluslararası tepkilerin artmasıyla ilk kez 21 Ekim 2023’te Refah sınır kapısından oldukça kısıtlı insani yardım girişine izin verilmişti. İlerleyen günlerde Oxfam, Avrupa Birliği, Birleşik Krallık ve Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar, İsrail’in insani yardımı kasıtlı olarak engellediğini belirtti.

İngiltere eski Dış İşleri Bakanı David Cameron, İsrail’in Gazze’ye giden önemli bir yardım kapısının kapatılmasını talep ettiğini ileri sürerek, İngiltere doğumlu bir hükümet sözcüsünün görevden alınmasıyla sonuçlanan bir tartışmaya girdi.

Cameron, sert bir mektupla, yardımların ‘’İsrail hükümetinin keyfi reddetmeleri ve uzun süren onay prosedürleri, çoklu taramalar ve gündüz saatlerinde dar aralıklar’’ nedeniyle Gazze’ye ulaşamadığını söyledi.

Bunun üzerine eski dönem hükumet resmi sözcüsü Eylon Levy, Cameron’a attığı tweette, İsrail’in yardımların ulaştırılmasında herhangi bir engel oluşturmadığını öne sürmüştü. 

Cameron bir görüşünde ‘’Uluslararası bağışçıların istedikleri kadar yardım göndermeleri gerektiği ve İsrail’in girişini kolaylaştıracağı iddialarını dile getiriyorsunuz. Keşke durum böyle olsaydı. İngiltere’nin Gazze’ye yaptığı yardımın İsrail’in izinlerini bekleyerek rutin olarak bekletilmesi çok büyük bir hayal kırıklığı. Örneğin, İngiltere tarafından finanse edilen bazı yardımların onay için üç haftadan biraz daha uzun bir süre sınırda bekletildiğini biliyorum,’’ dedi.

‘’En büyük engelleyiciler, İsrail hükümetinin keyfi inkarları ve gündüz saatlerinde çok sayıda tarama ve dar açılış pencereleri de dahil olmak üzere uzun süren onay prosedürleri olmaya devam ediyor.’’

İSRAİL’İN GAZZE’YE UYGULADIĞI ABLUKA

İsrail’in Gazze’ye ve Gazze’den mal ve insan hareketlerine uyguladığı kısıtlamalar 1991’e dayanır. Başlangıçta geçici olarak belirlenen bu politika, Mart 1993’te kalıcı bir idari önleme dönüşmüştür. O zamandan beri ablukanın şiddeti değişse de hiçbir zaman tamamen kaldırılmadı. 1994’te İsrail, bir güvenlik önlemi olarak Gazze-İsrail bariyerinin inşaatına başladı. İnşa edilen bariyerin üzerinde dört sınır kapısı bulunmaktadır. Krem Şalom, Karni, Erez ve Sufa sınır kapıları. İsrail’den geçen ihracatların Gazze’ye girmesi veya Gazze’den çıkması için bu sınır kapıları kullanılmakta ve güvenlik incelemesinden geçmektedir. 2005’te İsrailli yerleşimcilerin Gazze’den çekilmesinden sonra, Gazze havadan, karadan ve denizden tam abluka altına alındı, Gazze ile tüm ticaret durduruldu ve mal girişi ‘’insani asgari’’ ile sınırlandırıldı. Bu sivil halkın hayatta kalabilmesi için asgarî düzey temel yaşam malzemelerinin girişine izin verilmesi demekti. Ancak Gazze’ye uygulanan abluka öyle şiddetliydi ki İsrail’in su ve elektrik kısıtlamaları, altyapıyı çökertmeye yönelik politikaları sebebiyle sivil halk temel yaşam standartlarının oldukça altında bir hayat sürdürmekteydi.

GAZZE ŞERİDİ, fotoğraf: wikipedia

-Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu İletişim Başkanı Mey al Sayegh, ‘’Gelen yardım miktarı Gazze’nin insani ihtiyaçları açısından bir damla su. Bu çatışmadan önce, sadece Gazze’ye (günde) yaklaşık 100 kamyon yardım giriyordu. Şimdi, tüm bu düşmanlıklara rağmen, sadece bu sayının geldiğini hayal edin.’’

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İsrail mühimmatlarını hangi ülkelerden alıyor?

Ayten Rumeysa ÜNSAÇAN

Kurulduğu yıldan bugüne dek İsrail’in en büyük müttefiki ve silah tedarikçisi ABD’dir. Onun ardından bir nevi Nazi soykırımını hafızalardan silmeye çalışan Almanya gelmektedir. İtalya ve diğer bazı devletlerle birlikte, bu durum 7 Ekim sonrası da değişmemiştir. Aslında büyük bir silah ihracatçısı olan İsrail, tarihindeki en yıkıcı saldırıları gerçekleştirirken ithal bomba, füze ve mühimmatlara gereksinim duymaktadır. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporuna göre, ABD İsrail savunma sanayi ithalatının %69’unu sağlamaktadır. İkinci sıradaki Almanya %30 ve İtalya ise %0,9’luk bir paya sahiptir.

2018 yılında Başkan Obama döneminde imzalanan 10 yıllık bir mutabakata göre, ABD İsrail’e her yıl ortalama 3,8 milyar dolar değerinde askeri yardım sağlamaktadır. Yabancı Askeri Finansman (FMF) programı ve füze savunma sistemleri iş birliği de buna dâhildir. ABD’nin bu yardımları, İsrail’in gelişmiş silah endüstrisini kurmasına olanak tanımıştır. Yıllık yardımın yanı sıra ABD, İsrail’in bölgedeki Niteliksel Askeri Üstünlüğü’nü (QME) de korumaktadır.

Bu durum; ABD’nin, Ortadoğu’da İsrail dışında herhangi bir ülkeye askeri destek sağladığında, İsrail’e her zaman komşu ülkeler açısından caydırıcılığı daha yüksek bir yardım gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir. Bu sayede İsrail’in bölgedeki askeri üstünlüğü istikrarını koruyabilmektedir. Yapılan yıllık yardımlara ek olarak Biden yönetimi 7 Ekim sonrasında İsrail’e ek askeri yardımda bulunulacağını açıklamıştır.

Uzun vadede teslim edilecek olan ve yaklaşık 26 milyar doları bulan bu yardımın kısa, orta ve uzun menzilli “Demir Kubbe” “Davut Sapanı” ve “Demir Kiriş” sistemleri için mühimmatın yanı sıra bölgedeki ABD stoklarını yenileme amacı da içerdiği belirtilmiştir. Bununla birlikte 7 Ekim’den bu yana ABD İsrail’e binlerce ton askeri teçhizat, mühimmat, koruyucu ekipman ve tıbbi malzemenin yanı sıra istihbarat desteği ve üst düzey danışmanlık da sağlamıştır. Eski bir Biden hükümeti yetkilisi, İsrail’in Gazze’deki saldırısını ABD desteği olmadan sürdüremeyeceğini ifade etmiştir.

Şekil 1. İsrail’in yıllara göre silah ithalat oranı (Kaynak:  Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü)

ABD’nin İsrail’e sağladığı desteğin katlanarak artması, bölgede güç asimetrisi oluşturarak bir silahlanma yarışı başlatmıştır. Bununla birlikte yıllardır devam eden koşulsuz destek, İsrail’i hukuka aykırı davranmak konusunda cesaretlendirmektedir. Zira ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) üyesi Elliot Abrams’a göre, ABD’nin İsrail’e askeri desteğini durdurması, en büyük müttefikinin geri çekildiğini göstererek Yahudi devletine yönelik saldırıları cesaretlendirecektir.

İşgalci devletin ikinci en büyük silah ihracatçısı olan Almanya ise 2023 yılında yaklaşık 350 milyon dolarlık askeri teçhizatın İsrail’e sevkiyatını gerçekleştirmiştir. Bu rakam bir önceki yılın verilerine göre 10 kat daha yüksektir. Satış kararlarının çoğunluğu ise 7 Ekim sonrasında verilmiştir. Bu da savaşın başlamasının ardından ülkenin İsrail’e açık desteğinin bir göstergesidir. Teçhizatın yanı sıra İsrail ordusu hâlihazırda envanterinde bulunan Alman denizaltılarını da yenilemek için yine Almanya ile anlaşma imzalanmıştır. Ancak ülkenin 2023’teki üstün desteğine rağmen, 2024 yılı başından itibaren artan uluslararası eleştiriler nedeniyle İsrail’e savaş silahları ihracatını azalttığı belirtilmektedir.

Şekil 2. Biden ve Netanyahu 2023 Ekim ayında Kudüs'te düzenlenen Savaş Kabinesi toplantısında (Kaynak: Miriam Alster- https://www.jpost.com/breaking-news/article-807975)

İsrail’e, ABD ve Almanya’ya göre daha az miktarda silah ihracatı yapan üçüncü ülke ise İtalya’dır. Hükümetinin insan haklarını ihlal ettiği düşünülen ülkelere silah satışını engelleyen bir yasası bulunmasına rağmen, 7 Ekim’in ardından yalnızca üç ay içerisinde İsrail’e 2,1 milyon euroluk ihracat onaylanmıştır. 9 Mayıs 2024 tarihinde ise İtalya Dışişleri Bakanlığı, yeni ihracat onaylarının durdurulduğunu bildirmiştir. Savunma Bakanlığı ise önceden imzalanmış anlaşmaların teslimatının gerçekleştirildiğini, ancak silahların Gazze’de sivillere karşı kullanılmayacağına dair denetimlerin yapıldığını belirtmiştir.

Diğer bir Avrupa ülkesi olan İngiltere ise, İsrail’in büyük silah tedarikçilerinden değildir. Diğer devletlerden farklı olarak, İsrail hükümetine doğrudan silah satışı yapmak yerine şirketlere satış lisansı vermektedir. 7 Ekim’den Mayıs 2024’e kadar 42 ihracat lisansı verilmiş olup, bunlar askeri uçaklar, araçlar ve gemilerin bileşenlerini içermektedir. Ancak Eylül 2024’e gelindiğinde İngiltere, Gazze’de kullanıldığı tespit edilen yaklaşık 30 askeri ekipmanın lisansını durdurduğunu bildirmiştir. Bu durum İsrail güvenlik kuvvetleri için küçük bir miktarı karşılasa da, Netanyahu İngiltere’nin bu kararını “utanç verici” ve “Hamas’ı cesaretlendirici” olarak değerlendirerek kınamıştır.

İspanya’nın da İsrail’e silah ihracatı yapan ülkelerden biri olduğu bilinmektedir.

Sanayi, Ticaret ve Turizm Bakanlığı’nın 2024 Şubat ayı verilerine göre İspanya 7 Ekim’den itibaren İsrail’e 987 bin euro değerinde silah ihraç etmiştir. Bunların arasında bombalar, el bombaları, torpidolar, mayınlar, füzeler, mermiler ve diğer mühimmat türlerinin bulunduğu belirtilmektedir.

İsrail’e ihracatı nispeten küçük olan ülkelerden bir diğeri ise Hollanda’dır. Yine Şubat ayında bir Hollanda mahkemesi, ülkenin İsrail’e sağladığı F-35 uçağı parça tedarikini durdurma kararı almıştır. Ekipmanların uluslararası hukukun ciddi ihlallerinde kullanıldığını gerekçe gösteren mahkemeye karşın Hollanda hükümeti, bu teslimatın İsrail’in bölgesel güvenliği açısından büyük önem taşıdığını ileri sürerek karara karşı çıkmıştır.

7 Ekim’den bu yana devam eden süreçte Sırbistan’ın da işgalci devletin istikrarlı bir müttefiki olduğu bilinmektedir. Ülke İsrail’e hava savunma sistemi tedariki sağlamaktadır. Bunun yanında Fransa ve Avusturya gibi devletler de İsrail’e silah ihracatı yapan ülkeler arasında yer almaktadır.

Öte yandan yukarıda bahsedilen ülkelerden bir kısmı da dâhil olmak üzere giderek daha fazla ülke ve şirket İsrail’e yaptıkları silah sevkiyatlarını durdurma kararı almaktadır. Belçika, Kanada, İtalya, İspanya ve Hollanda gibi ülkeler, savaşın dokuzuncu ayından itibaren gelinen noktada ihraç edilen teçhizatın kullanımının Gazze’de sivil kayıplara yol açabileceği endişesiyle sevkiyatları durdurduklarını belirtmişlerdir.

Bu ülkelerin geri çekilmesi ise İsrail’i Hindistan’a daha çok bağımlı hale getirmektedir. İşgalci devletin güçlü destekçilerinden olan Hindistan, ülkenin hem başlıca silah alıcısı konumundadır hem de savaş sürecinde ülkeye hammadde tedariki sağlamaktadır. Hindistan’ın deniz yoluyla gerçekleştirdiği 27 ton patlayıcı madde içeren bir sevkiyat ise İspanya tarafından engellemiştir. Tüm bunlar sonucunda İsrail kuvvetlerinin tanklar, buldozerler ve zırhlı taşıyıcılar için parça ile silah ve mühimmat sıkıntısı yaşayabileceği endişesi taşıdığı belirtilmektedir.

İsrail Savaş Sürecinde Hangi Mühimmatları Kullandı?

Şekil 3. ABD ve İsrail ordu subayları bir ABD Patriot füze savunma sisteminin önünde (Kaynak: Jack Guez- https://www.cfr.org/article/us-aid-israel-four-charts)

Aksa Tufanı henüz ikinci ayını doldurmamışken, İsrail topçu birlikleri 100 binden fazla mermi kullanıldığını bildirmiştir. Diğer taraftan Wall Street Journal’a göre 7 Ekim’in ardından başlayan süreçte yalnızca ilk üç ay içerisinde ABD İsrail’e 230 kargo uçağı ve 20 gemi ile askeri teçhizat göndermiştir. Gönderilen mühimmatlar arasında 5 bin 400 adet MK-84 ve 5 bin adet MK-82 bombası bulunmaktadır. İsrael Hayom Gazetesi’ne göre ise, Ekim ayından sonra yalnızca 6 ay içerisinde 300’den fazla uçak ve 50 geminin ulaştırdığı 35 bin ton silah ve mühimmat İsrail’e gönderilmiştir. Çoğunluğu ABD’den olmak üzere farklı ülkelerin bu gönderimde yer aldığı bilinmektedir.

Bununla birlikte ABD’den İsrail’e yüzden fazla satış yapıldığı, ancak bunların yalnızca ikisinin kamuoyuna bildirildiği belirtilmektedir. Bu iki satış 253 milyon dolar değerindeki 14 bin tank mermisi ve 155 milimetrelik top mermisi bileşenlerini içermektedir.

Diğer satışların ise resmi olarak bildirilmesi gereken tutarın alt eşiğinde planlandığı ve binlerce hassas güdümlü mühimmat, küçük bombalar ve hafif silahlar içerdiği söylenmektedir. Bunun yanında bin adet GBU-39 küçük çaplı patlayıcı ve 3 bin adet KMU-572 Ortak Doğrudan Saldırı Mühimmatı (JDAM), binlerce sığınak delici mühimmat ve 200 kamikaze İHA’nın da sağlanan mühimmatlar arasında yer aldığı belirtilmektedir. Askeri mühimmatların yanı sıra ABD ile yapılan antlaşmada İsrail ordusuna F-35 ve F-15 savaş uçakları ile Apache helikopterinin de tedarik edildiği bildirilmektedir. İsrail, Boeing şirketi tarafından üretilen F-35 uçaklarını teslim alan ilk ülke konumuna gelmektedir. Hava savunmada önemli rol oynayan diğer bileşenlerden Demir Kubbe füze savunma sistemi ve Davut Sapanı sistemine sağlanacak mühimmat ve finansman da anlaşma içinde yer almaktadır.

Ekim 2023-Ocak 2024 arası dönemde ABD’den İsrail’e günlük 15 kargo uçuşunun gerçekleştiği de belirtilmiştir. Haziran 2024’e kadar ise toplam 173 uçuş gerçekleşmiştir. Savaşın dokuzuncu ayına gelindiğinde ise isimleri açıklanmayan ABD yetkilileri Reuters’a güncellenmiş sevkiyat listesini açıklamışlardır.

Buna göre Gazze’deki savaşın başlangıcından bu yana Biden hükümetinin İsrail’e gönderdiği çok sayıda mühimmat arasında en az 14 bin adet yüksek tahrip gücüne sahip 2 bin poundluk (907 kg) bomba, 6 bin adet 500 poundluk (227 kg) bomba, 2 bin adet Hellfire hassas güdümlü havadan yere füze, bin adet sığınak delici bomba ve 2 bin 600 adet havadan atılan küçük çaplı bomba bulunduğu açıklanmıştır.

Bunun yanında yetkililer sevkiyat takvimini paylaşmamış ve kamuoyuna resmi bir açıklama yapma yetkilerinin bulunmadığını belirtmişlerdir. Bununla birlikte bildirilen teçhizatı, İsrail’de olduğu gibi her gelişmiş ordunun sahip olabileceği tipik eşyalar olarak tanımlamışlardır. Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nden silah uzmanı Tom Karako’ya göre ise bu rakamlar büyük bir çatışmada hızlıca tüketilebilirken, diğer yandan ABD’nin müttefikine verdiği askeri desteğin büyüklüğünü vurgulamaktadır.

Şekil 4. Bir ABD C-17 uçağı, 13 Ekim 2023'te Nevatim Hava Üssü'nde İsrail'e gönderilen Amerikan mühimmatlarıyla dolu kasalarla duruyor (Kaynak: Lolita Baldor- https://www.timesofisrael.com/who-are-israels-key-weapons-suppliers-and-who-has-halted-exports-since-oct-7/)

İsrail’e milyarlarca dolarlık askeri destek sağlayan ABD, ilk kez Mayıs 2024’te kentsel alanlarda kullanımıyla sivillerin ölebileceği endişesini belirterek 1.800 adet 2 bin poundluk (907 kg) ve 1.700 adet 500 poundluk bomba teslimatının geri çekileceğini duyurmuştur. Ancak Temmuz ayına gelindiğinde 500 poundluk bombaların teslim edileceğini, 2 bin poundluk olanların ise geri çekilmeye devam edileceğini açıklamıştır. 2 bin poundluk bir bomba kalın beton tabakasını ve metali parçalayarak geniş bir patlama çapı oluşturma özelliğine sahiptir. Öte yandan bombaların duraklatılan sevkiyatının, ABD tarafından sağlanan askeri desteğin %1’inden daha azını karşıladığı söylenmektedir. Bunun ardından ise ABD ve İsrail tekrar 20 milyar dolarlık bir anlaşma imzalamıştır. Önümüzdeki iki ila beş yıl içerisinde teslim edilecek bu ürünler 18,82 milyar dolar değerindeki 50 adet F-15 uçağını, 774 milyon dolar değerindeki 120 mm’lik top mermilerini, 102 milyon dolarlık orta menzilli hava-hava füzelerini ve 583 milyon dolarlık taktik araçlarını içermektedir.

Savaşın yaklaşık bir yılının geride kalmasının ardından İsrail, ekimden bu yana 500. ABD askeri ikmal uçağını teslim aldığını duyurmuştur. Süreç içerisinde toplam 50 bin tondan fazla askeri teçhizat 500 uçuş ve 107 deniz sevkiyatı ile İsrail’e ulaştırılmıştır. ABD, Rusya-Ukrayna savaşı boyunca Ukrayna’ya yaptığı yardımların ayrıntı ve miktarlarını açıklamasına rağmen İsrail’e yapılanların detaylarını paylaşmamaktadır.

İsrail’in bir diğer silah tedarikçisi olan Almanya ise, İsrail’e hava savunma sistemleri ve iletişim ekipmanları sevkiyatı gerçekleştirmiştir. Bunun yanı sıra mühimmat olarak 3 bin taşınabilir tanksavar silahı ve ateşli silahlar için 500 bin mermi ihraç edilmiştir. 7 Ekim’in hemen sonrasında da İsrail’in yanında yer alan Almanya, 2023 yılına dek son 5 yıl içerisinde İsrail askeri yardımının %30’unu sağlamıştır.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nün (IISS) 2023 yılındaki istatistiğine göre İsrail ordusunda 169.500 aktif ve 465.000 yedek olmak üzere 634.500 personel mevcuttur. İsrail ordusu Gazze Şeridine yaklaşık 300 bin İsrail askerinin konuşlandığını belirmiştir. Ordu aktif ve yedek kuvvetlerin yanı sıra karada 2 bin 200 tank ve 530 top, havada 339 savaş uçağı ve 142 helikopter, denizde ise 5 denizaltı ve 49 kıyı devriyesi ile güçlendirilmiştir. Ayrıca İsrail’in Gazze’yi işgal sürecinde beyaz fosfor bombası kullandığı da bilinmekte, nükleer silah varlığının da üzerinde durulmaktadır.

İsrail Askeri Harcama ve Mühimmatlara Ne Kadar Bütçe Ayırıyor?

Pentagon, başta ABD olmak üzere diğer ülkelerle yapılan silah anlaşmalarının maliyetinin büyük kısmının ABD yardım parasından karşılandığını belirtmiştir. ABD yıllık yardımının çoğunluğu yine ABD’den askeri teçhizat ve hizmetlerin satın alındığı Yabancı Askeri Finansman (FMF) uygulaması kapsamında kullanılmaktadır. ABD’den alınan bu hibe desteğinin, İsrail savunma bütçesinin %15’ini oluşturduğu belirtilmektedir. Buna verilebilecek örnek olarak, İsrail en gelişmiş savaş uçağı olan F-35’lerin 75 siparişinden 39’nu teslim almış ve bunların bedelini ABD yardımlarıyla ödemiştir.

Şekil 5. İsrail Ordusu'nun, dört ay boyunca kara saldırısı düzenlediği Han Yunus kentinden çekilmesinin ardından kara harekâtında kullandığı ABD menşeli silah ve mühimmatların görünümü, 16 Mayıs 2024 (Kaynak: Anas Zeyad Fteha- https://www.middleeastmonitor.com/20240827-israel-receives-500th-us-military-supply-aircraft-since-7-october)

İsrail’in maddi kazanç sağladığı en önemli sektörlerden biri ise silah ticaretidir. İsrail’den silah ithal eden ülkeler başta Hindistan olmak üzere Azerbaycan, Filipinler ve ABD şeklinde sıralanmaktadır. Bunun yanında İspanya, 7 Ekim’den bugüne İsrail’den 1,07 milyon değerinde euro silah satın almıştır. Ancak tarih boyunca ithalatı ihracatından hep daha fazla olan İsrail’in, son on yılda ise silah ihracat miktarı ithalatını geride bırakmaktadır.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü'ne (SIPRI) göre İsrail’in ordusuna ayırdığı bütçenin en güncel verisi 2022 yılında 23,4 milyar dolar olarak belirtilmektedir. İsrail, dünyada kişi başına yapılan askeri harcamada ikinci sırada yer almaktadır. İsrail’de gayri safi yurtiçi hasılanın %4,5’i orduya ayrılmaktadır. Öte yandan savaşın yol açtığı finansal sıkıntılar sebebiyle önceki yıllara göre hükümetin bütçe açığında da artış olduğu görülmektedir. 2023’te gayri safi yurtiçi hasılasının %4,2 oranında bütçe açığı olduğunu belirten İsrail’in 2024 yılında ise bütçe açığı %6,6 oranına yükselmiştir.

İsrail kabinesi, 2023 Mayıs’ta onaylanan ve iki yılı (2023-2024) kapsayan bütçe planını artırmak üzere yeniden toplanmıştır. Başlangıçta bu bütçe 270 milyar dolar olarak öngörülmüştür. 2024 yılına gelindiğinde ise Netanyahu ve kabinesi, savaş için ek olarak 55 milyar şekel (15 milyar dolar) destek sağlayan ve diğer hükümet dairelerine ayrılmış fonlarda %3 oranında azaltmaya giderek savunma alanını büyüten bütçe düzenlemesini onaylamıştır. Zira savaşın (!) henüz üçüncü ayında çoğunluğu borçlanma yoluyla finanse edilen 30 milyar şekele (7,85 milyar dolar) rağmen fonların yetersiz olduğu görülmüştür. Ancak başta eğitim bakanlığı olmak üzere fonların kesilmesinden duyulan rahatsızlık üzerine Netanyahu, sağlık ve eğitim bütçesinde artış yapacağını belirterek itirazları yatıştırmıştır. Kabine bütçe düzenlemesi üzerinde mutabık kaldıktan sonra Netanyahu, iç güvenlik ve savunma bütçesindeki artışların gelecekteki zaferleri için büyük önem taşıdığına vurgu yapmıştır. Hemen ardından aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir’in yeni bütçesine 534 milyon dolar ilave edilmiştir. Düzenlenen 15 milyar dolarlık ek bütçe, başta askeri donanım satın almakta ve İsrail’in 360.000 yedek askerine ödeme yapmak için kullanılmaktadır. İşgal edilen Filistin topraklarındaki İsrail yerleşim birimlerinin finansmanı için ayrılan miktar da bu bütçenin içinde yer almaktadır.

Gazze’ye açılan savaş, başladığı andan itibaren her gün İsrail’e yaklaşık 269 milyon dolara mal olmaktadır. İsrail Merkez Bankası ise savaş maliyetinin 2023-2025 yılları arasında 55,6 milyar dolara ulaşabileceğini öngörmektedir.

Bunun yanında savaşa ayrılan fonların kısa vadede tükenmeyeceği görülmektedir. İsrail’in bu kapsamda finansal kaynakları üzerinde ne kadar baskı olursa olsun, ABD’nin sonu gelmeyen parasal ve askeri desteğinin bunu mümkün kıldığı açıktır.

Savaş Kabinesi İçerisindeki Anlaşmazlıklar Neler Ve İkilemler Soykırımın Seyrini Ne Yönde Etkiliyor?

Nigar GÜMÜŞ

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Filistin bölgesinde ortaya çıkan siyasi ve idari boşluk dönemin koşullarında İngilizlerin bölgede hakimiyet kurmaya çalışması şeklinde doldurulmaya çalışılmıştır. Fakat Yahudi terör gruplarının eylemleri ve bölgenin bir çıkmaza doğru gidiyor oluşu İngilizlerin bu bölgeyi BM’ye bırakmasına ve devamında 1948 yılında İsrail’in kurulmasına yol açmıştır. Devamlı çatışmanın hâkim olduğu bölge için tapınak gruplarının Mescid-i Aksa’ya olan baskınları, Filistinlilere yapılan eziyetler; Bünyamin Netanyahu’nun aşırılık yanlısı sağ hükümetinin başa geçmesi sonucunda artarak devam etmiş ve süreci 7 Ekim’e taşımıştır.  7 Ekim 2023 yılında Hamas İsrail tarafına ‘Aksa Tufanı’ adını verdiği operasyonu düzenlemiş ve birçok İsrail vatandaşı bu operasyon neticesinde esir alınmıştır. Bununla beraber İsrail’in askeri olarak çok güçlü olduğu intibası ve yenilmezliği büyük bir darbe almıştır.

Görsel 6. Bünyamin Netanyahu (Aydoğan, 2024)

Aksa Tufanı operasyonunun yapıldığı 7 Ekim günü birlik ve beraberlik mesajı veren İsrail Meclisi Knesset’teki muhalefet parti liderleri ortak bir açıklamada bulunarak orduya desteklerini bildirmişlerdir. Bu birlik beraberliğin devamı olarak ise 11 Ekim günü içerisinde muhalif Ulusal Birlik Partisi Başkanı Benny Gantz’ın da yer aldığı bir savaş kabinesi kurulmuştur.

7 Ekim’de verilen birlik beraberlik mesajının ardından 4 gün içerisinde bu birliğin uzun süreli olmayacağını gösteren sinyaller kendisini göstermeye başlamış ve 7 Ekim’de birlik mesajı verenler içerisinde yer alan ülkenin ana muhalefet partisi başkanı Yair Lapid 11 Ekim’de kurulan kabinede yer almamıştır. Savaş kabinesine katılmamasına ilişkin olarak bir işe yaramayacağını düşündüğünü ve aşırılık yanlılarının hükümetten uzaklaştırılması gerektiğini belirten Lapid, kabinenin kurulması fikrini ilk defa önerenlerden biriydi (Keller-Lynn, 2023).

İsrail ordusu bu süreçte savaş(!) için iki hedef belirlemiştir. İlk olarak Hamas’ın askeri kanadını yok etmek, ikinci olarak ise Hamas’ın liderliğini ortadan kaldırmak. Bu konuda başarıya ulaşmak ve yapılan katliamların sorumluluğunu yaymak için kurulan savaş kabinesi, kurulmasından bir ay kadar bir süre sonra çatırdamaya başlamıştır. Beş üyeden oluşan savaş kabinesinde; Başbakan Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant, daha önce savunma bakanı olarak görev yapan muhalif Ulusal Birlik Partisi Başkanı Benny Gantz lider olarak görev alırken, Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer ve daha önce İsrail Savunma Güçleri (IDF) Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan Gadi Eisenkot gözlemci olarak yer almıştır.

17 Ekim 2023 tarihinde El-Ehli Hastanesi’ni bombalayan işgal güçleri hastane bombalamasının ardından dünya kamuoyundan büyük bir tepki almıştır. Birçok ülke tarafından yapılan kınama açıklamaları sonrası hastanenin kendileri tarafından bombalanmadığını belirterek çelişkili ifadelerde bulunan İsrailli yetkililer ilerleyen günlerde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi Dezenformasyonla Mücadele Ekibi’nin yayınladığı bir video ile yalanlanmıştır. 18 Ekim’de ABD Başkanı Biden’ın Tel Aviv’e gitmesi ile ABD’nin her hal ve koşulda İsraili destekleyeceği mesajı dünyaya verilirken kara harekatı için ortam hazırlanmış, Gazze Şeridi’ne kara harekatı yapılmasının gerekliliği Biden’a iletilmiş ve destek vereceği sözü alınmıştır (Haber Merkezi, 2023).

Hastane katliamının üstüne kara harekatı için ABD’den gerekli desteği alan İsrail yine de ekim ayının sonuna kadarki süreçte kara harekatına başlayamamıştır. Daha önce açıklamalarında kara harekatının savaş kabinesinin belirleyeceği bir tarihte yapılacağını belirten Netanyahu kara harekatının başlangıcına kadar pek çok defa başladıkları ve başlayacaklarına dair açıklamalarda bulunmuştur. Bu süreçte kara harekatı başlamamış olsa da İsrail Gazze’yi yaptığı hava saldırıları ile sivil hedefleri kasten vurmaya devam etmiştir.

Görsel 7. Benny Gantz (Anadolu Staff, 2024)

Süreç içerisinde yapılan açıklamalar ordunun, Netanyahu’nun istifa etmesini istediği yönünde ilerlemiş ve ordu ile başbakan arasında bir sürtüşme olduğu basına yansımıştır. 29 Ekim tarihinde Netanyahu öncelikle X hesabından saldırılarla ilgili kendisine önceden bir uyarının gelmediği şeklinde bir tweet atmış ve bir süre sonra tweetini silerek özür dilediği bir paylaşımda bulunmuştur. Bu olay askeri yetkililer ile başbakanın bir sürtüşme içerisinde olduğu intibasını güçlendirmiştir. Konuya yönelik savaş kabinesinde yer alan Benny Gantz tweete ilk tepki verenlerden birisi olmuş ve  “Başbakan dün geceki açıklamasını geri çekmeli ve bu konuyla uğraşmayı bırakmalıdır” şeklinde X hesabından paylaşımda bulunmuştur (Independent Türkçe, 2023). Aynı şekilde basın sözcüsü de konu hakkında soru yönelten gazetecilere bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır. Bu olay dışarıya birlik beraberlik mesajı veren kabinenin içeride daha farklı bir durumda olduğunu göstermektedir. 2 gün sonra 31 Ekim günü İsrail fiili olarak kara harekatına başlamıştır. Öncesinde ufak çaplı kara operasyonları düzenlemiş olmalarına rağmen büyük çaplı bir harekata başladıkları tarihin, basına yansıyan başbakan-ordu arasındaki soğukluk haberlerinin 2 gün sonrasına denk gelmesi ise manidardır. Kara harekatının Hamas’ı yok etmek ve esirleri kurtarmak şeklinde iki ana hedefi bulunmaktadır. Fakat bu hedefler savaşın birinci yılına girerken halen amacına ulaşmamıştır.

Kasım ayında savaş kabinesinde kriz olduğuna dair haberler ortaya çıktmıştır. Eski İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot ve görevdeki Savunma Bakanı Yoav Gallant arasında olduğu öne sürülen krizin, iki ismin savaşa olan yaklaşım politikalarının farklılığından dolayı olduğu ve savaş kabinesinin yanı sıra büyük kabineye de krizin yansıdığı haberleri basına yansımıştır. Haberi yapan İsrail Kamu Yayın Kuruluşu Kan’ın siyasi işler muhabiri Michael Shemesh’e göre bu kriz daha geniş bir anlaşmazlığın sadece küçük bir parçasıdır (Kudüs Haber Ajansı , 2023).  Ateşkes olup olmayacağına yönelik olarak ise 8 Kasım tarihinde Netanyahu esirleri kurtarana kadar ateşkese varmayacaklarını belirtirken 13 Kasım tarihinde Gallant ise esirlerin kurtarılmasının anlaşma ya da operasyonların devamı şeklinde olabileceğini söyleyerek ateşkes ya da anlaşma ihtimaline dolaylı olarak değinmiştir. Buna müteakip Kasım’ın 15’inde savaş kabinesinin esirlerin kurtarılması ve rehine anlaşmasının maddelerini görüşmek için toplanacakları belirtilmiş, 22 Kasım’da ise İsrail’in esir takası anlaşmasını kabul ettiği bildirilmiş ve Netanyahu ordunun da bu anlaşmayı desteklediğini belirtmiştir. Aşırılık yanlısı bazı sağcılar anlaşmaya karşı çıkarken, İsrail Devlet Televizyonu KAN’a göre anlaşma Gazze’nin Güneyine doğru harekatı genişletmek için alınmış bir karar olarak açıklanmıştır. İsrail Dışişleri ise insani ara sebebinin yalnızca esirlerin kurtarılması olduğunu öne sürmüştür. İlerleyen günlerde ise savaş kabinesindeki yetkililerden Gazze’ye yönelik harekatların tüm Gazze’yi ele geçirene kadar devam edeceği ve harekatın amaçlarına ulaşılana kadar durulmayacağı yönünde peş peşe açıklamalar gelmiştir. Bu süreçte insani ara 3 gün daha eklenerek 1 Aralık’a kadar uzatılmıştır.

İsrail iç siyasetinde işlerin karıştığı; sağcıların Gazze’ye daha ağır bombardımanlar yapılmasını beklerken, muhalefetin Netanyahu’nun istifasını istediği bir döneme girilmiştir. Netanyahu’nun başkanı olduğu Likud partisinin içerisinde savaş sonrası seçim yapılması gerekliliğinin vurgulandığı ve esir yakınlarının başbakana tüm esirleri kurtarması için baskı yaptığı bir durumda, savaş kabinesi kararının “savaşa devam” olması şaşırılan bir durum olmadı. Buna ek olarak daha önce güvenli bölge ilan edilen Gazze’nin güneyine de harekâtın yayılacak olması iç siyasette sıkışan hükümetin kamuoyunu bastırmak için kullandığı bir araç olmuştur. İnsani aranın ardından İsrail Katar’da yer alan heyetini ateşkese dair sonuç alınamadığına ilişkin geri çağırmış, bir süre sonra tekrar Katar’a giden heyet ile görüşmelere devam edilmiş fakat aralık ayı içerisinde bu görüşmelerden de bir sonuç alınamamıştır. Aralık ayının sonuna doğru ise basına Netanyahu ve Gallant’ın arasının açık olduğu haberleri yansımıştır.

Netanyahu’nun esirler ile ilgili olarak Galllant ile Katar’da görüşmeler yapan Mossad Başkanı Barnea’nın yalnız görüşmelerine izin vermediği haberlerinin ardından ikilinin Tel Aviv’de aynı saatlerde ayrı olarak basın toplatısı düzenlemeleri de dikkat çekmiştir. Konuya ilişkin Netanyahu ‘Savunma Bakanına bu akşam ortak bir basın toplantısı düzenlemeyi önerdim. O da kendi kararını verdi’ diyerek yanıt verirken Gallant’ın ofisi ise ‘Bazen birlikte bazen de ayrı ayrı basın toplantıları düzenliyoruz’ şeklinde yanıt vermiştir. İkilinin Lübnan’a (Hizbullah’a) yoğun bir saldırı başlatılması konusunda da ayrıştığı ve Gallant’ın bunun için Netanyahu’ya baskı yapmasına rağmen Netanyahu’nun bunu desteklemediği iddialar arasında yer almıştır (Sputnik Türkiye, 2023).

Yeni bir yıla girildiği günlerde İsrail’de muhalefet partisi başkanının savaş kabinesi liderlerinden Benny Gantz’a kabineden istifa etmesini ve başbakan olarak kendisini destekleyeceklerini bildirmesi ile beraber İsrail’de yeni bir lider arayışına girildiği görülmektedir. Bu açıklamaya Benny Gantz’dan istifa etmeyeceği ve en önemli hedeflerinin esirleri kurtarmak olduğu yönünde bir cevap gelmiştir. Bu açıklama toparlayıcı olarak görünmekle beraber Netanyahu’nun Hamas’ı tamamen yok etmek olan amacı ile de çelişmektedir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Savaş kabinesi üyelerinin savaşın gidişatı ile alakalı birçok konuda farklı düşüncelere sahip olmaları iplerin gitgide gerildiğini gösterirken İsrail Yüksek Mahkemesi’nin yargı reformunu iptal etmiş olması da Netanyahu’yu ve hükümetini kazanamadıkları bu savaşta büyük bir çıkmaza doğru ilerletmektedir.

Görsel 8. Yaov Gallant (TRT Haber, 2024)

18 Ocak’ta yapılan bir habere göre, savaşın devamı ve Gazze’nin savaş sonunda kim tarafından yönetileceği hususunda tartışmalarının ana gündem olduğu savaş kabinesinde; Gantz ve Eisenkot Hamas’ın esirleri bırakması halinde savaşı bitirme yanlısı iken Netanyahu bu fikrin tam karşında yer almaktadır (Kudüs Haber Ajansı, 2024).  Kuzeyde Lübnan Hizbullahı ile çatışan İsrail; Lübnan, Batı Şeria ve Gazze olmak üzere üç koldan yürüttüğü savaşında gitgide bir bataklığa çekilmektedir. Bu süreçte Netanyahu’dan daha iyi çalıştığı düşünülen Ulusal Birlik Partisi başkanı Benny Gantz’ın yapılacak olası bir seçimde seçimleri kazanacağına yönelik anket çalışmaları dikkat çekmektedir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Üstüne Benny Gantz’ın Mart ayının başında Amerika’ya giderek üst düzey yetkililerle görüşmeler yapması, akla Amerika’nın Netanyahu yerine alternatif bir lider aradığı sorularını getirmiştir. Savaş kabinesi içerisinde liderlik görevi gören Netanyahu, Gantz ve Gallant arasındaki gizli yarış da bu şekilde yavaş yavaş kendisini göstermeye başlamıştır. Netanyahu’nun Refah’a karadan saldırmak istediği ve Amerika’nın buna olumlu bakmadığı biliniyor olsa da süreç bir şekilde Netanyahu’nun istekleri doğrultusunda ilerlemekte, Amerika ise söylemlerinin tersine yardım etmekten geri durmamaktadır. Savaş kabinesi içerisinde yer alan anlaşmazlıklar ise süreci yavaşlatırken zaman zaman küçük yön değişikliklerine sebep olmaktadır. Katliam konusunda ayrışmayan savaş kabinesi üyelerinin ayrıştıkları noktaların nereye, ne zaman gibi konular ve bunların yanı sıra iç siyasi meseleler olduğu gözlemlenmektedir.

Savaş uzadıkça ekonominin bozulması, esirlerin kurtarılamaması ve savaşın bölgeye yayılacak olmasına yönelik endişeler İsrail kamuoyunun protestolarının artmasına sebep olmuştur. 16 Nisan’da Eisenkot ordunun çok güzel işler yapmış olsa dahi esirleri getiremediğini belirterek bir eleştiride bulunurken (Kudüs Haber Ajansı, 2024), nisanın sonunda Gantz’da yaptığı açıklamada benzer şekilde esirleri geri getirmenin önemine değinmiştir (Yılmaz & Topçu, 2024).

7 Mayıs günü Hamas’ın ateşkesi kabul ettiğini bildirmesinin ardından Refah Sınır Kapısının Gazze tarafını işgal ettiğini duyuran İsrail’in Refah’a olan harekatı savaş kabinesi tarafından onaylanarak gerçekleştirilmiştir. Savaş kabinesi Refah’a girişleri için ‘İsrailli esirlerin serbest kalması ve savaşın amaçlarına ulaşılmasının hedeflendiği’ belirtilmiştir (Koşak, İsrail Savaş Kabinesi, Refah’ta saldırılara devam kararı aldı, 2024). İsrailli üç subayın yaptığı açıklamalarda Netanyahu’nun asıl amacının Yahya Sinvar’ı yakalamak olduğu ve bunun kişisel bir meseleye dönüştüğü söylenmiş, esirlerin ise artık umursanmadığı belirtilmiştir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Gazze’ye yapılan saldırılarda daha önce Yahya Sinvar’ın evine yapılan operasyon göz önüne alındığı zaman bunun olası bir çıkarım olduğu varsayılabilir. Bununla beraber kasım ayındaki insani aranın yapıldığı süreçte de Hamas yetkililerinin öldürülmesi için talimat verildiği hatırlanacak olursa savaşın başından beri var olan hedefin artık farklı bir boyut kazandığı söylenebilir.

İSRAİL’DE YENİ DÖNEM

Mayıs’ta Aksa Tufanı 7. ayını geride bırakmışken İsrail masum sivilleri öldürmek ve soykırımın şiddetini günden güne arttırmak dışında bir sonuca ulaşamamıştır. Bu süreçte savaş kabinesi ile ayrışmalar derinleşmiştir. 20 Mayıs’ta savaş kabinesi içerisinde tartışma yaşandığı haberleri basına yansımıştır. Bu tartışma daha öncekilerden farklı olarak Gantz’ın, İsrail saldırılarından sonra Gazze’nin idaresinin 8 Haziran’a kadar oylanmaması halinde hükümetten istifa edeceğini bildirmesi açısından önemlidir (Koşak, İsrail Savaş Kabinesinde Başbakan Netanyahu, Gantz ve Eisenkot ile tartıştı, 2024). Daha önce de tartışmalar yaşanmış olsa da Gantz tarafından hükümetten çekilme tehdidi ilk defa dile getirilmiştir. Bu durum yaşanan fikir ayrılıklarının gitgide arttığının göstergesidir. Bunun kuru bir tehdit olmadığı ise 10 gün sonra Gantz’ın partisi Ulusal Birlik’ in meclisin feshedilmesi için sunduğu tasarı ile görülmüştür.

Görsel 9. Savaş Kabinesi Üyeleri (Yaov Gallant, Benny Gantz, Benjamin Netanyahu, Ron Dermer, Gadi Eisenkot) (Zilber & Shotter, 2024)

Haziran ayında Benny Gantz hükümetten ve savaş kabinesinden istifa etmiş ve erken seçim talebinde bulunmuştur. Gantz ayrıca "Netanyahu'nun nefret söylemlerine rağmen hala birlik için kendisiyle konuşanların olmasına anlam veremediğini" belirtmiştir. Gantz’ın ardından eski genelkurmay başkanı ve kabinede gözlemci olarak yer alan Gadi Eisenkot da Netanyahu’ya istifa mektubunu iletmiştir. Eisenkot, Netanyahu’yu ülke çıkarlarını korumaya yönelik kararlar almamakla da eleştirmiştir. Netanyahu ise, Gantz’ı yanlış zamanda istifa etmekle suçlarken, tüm siyonist partilere kapısının açık olduğunu belirtmiştir (Fırat, 2024). Gelen istifaların ardından 17 Haziran’da  Netanyahu savaş kabinesini tamamen feshetmiştir. Savaş kabinesinin yerine birkaç kişi ile danışma toplantıları yapabileceği söylenmiştir. Toplantılara savaş kabinesindeki toplantılara da katılan Aryeh Deri, Savunma Bakanı Yoav Gallant, Stratejik İlişkiler Bakanı Ron Dermer’in katılacağı belirtilmiştir (BBC NEWS Türkçe, 2024).

İstifa haberleri ani gibi görünse de süreç incelendiği zaman kabinenin haziran ayına kadar devam edebilmiş olması bile şaşırtıcı olarak yorumlanabilir. Öncelikli olarak ayrıştıkları noktalardan biri olan esir takası meselesinde Netanyahu’nun bir türlü anlaşmaya yanaşmaması ayrıca savaşı bitirecek her türlü duruma da karşı çıkıyor oluşu ana sebeplerdendir. Bununla beraber İsrail’in Gazze’den çekilmesinin ardından Gazze’yi kimin yöneteceği ile ilgili de aralarında fikir ayrılıkları olduğu bilinen kabinenin erken seçim talepleri ile süreç bir liderlik yarışına da dönüşmüştür. Savaş kabinesinin feshedilmesi ile hükümet düşmemiş aksine merkezileşmiştir. Netanyahu’nun savaş kabinesinin feshinden sonra Gazze’de yaşanan başarısızlığın suçunu kabineye yüklemesinin önü açılmıştır.  

SAVAŞ KABİNESİNİN FESHEDİLMESİNDEN SONRA

Kabinenin dağıtılmasının ardından İsrail saldırılarını artırmıştır. Gerilimin son derece yükseldiği, Lübnan Hizbullahı ile çatışmaların sürdüğü, Gazze’ye olan saldırıların devam ettiği, Batı Şeria’da şiddet olaylarının arttığı ve esir ailelerinin greve başladığı günlerde bu sefer de Gallant Amerika’ya giderek gerginleşen Tel Aviv-Washington arasındaki ilişkiler hakkında görüşmeler yapmıştır. Bundan 1 ay kadar sonra Temmuz sonunda ise bu sefer Netanyahu Amerika’ya giderek kongrede konuşmuş ve uzun süre ayakta alkışlanmıştır. Amerika’nın sorgusuz desteği bir kez daha bu olayla görülmüştür.

31 Temmuz tarihine gelindiğinde İsrail saldırganlığını farklı bir boyuta taşıyarak Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İran’da şehit etmiş fakat bu konuda açıklama yapmaktan kaçınmıştır. İlerleyen günlerde İran’dan bir misilleme beklense de kayda değer bir durum olmamıştır.

Sonuç

Olayların 1. yılına girilirken artık esir takasının çok da gündemde olmadığı görülmektedir. İsrail’de halk ayaklanmaları artmış, iç savaş çıkabileceğine yönelik haberler basına yansımıştır. Fakat süreç içerisinde İsrail Hamas’ın Gazze’deki liderliğini bitirme, Hamas’ı yok etme, esirleri kurtarma şeklinde koyduğu hedeflerine ulaşamamıştır. İsrail hedeflerine ulaşamadıkça yayılmacılığı ve saldırganlığı artmaktadır. Mısır’da Philedelphia Koridoru’ndan çekilmeyi reddederken, Lübnan’a da saldırılarını artırmaktadır. Bu gidişatta sürecin Amerika’daki başkanlık seçimleri ile beraber daha çok belli olacağı ve şekilleneceği düşünülebilir.

İsrail’in Uluslararası İtibarı ve Soykırım Suçlamalarının Dış Politikadaki Etkileri

İlayda Kara

Giriş

İsrail, 1948’deki kuruluşundan bu yana, özellikle Filistin topraklarında uyguladığı politikalar nedeniyle uluslararası arenada çeşitli suçlamalarla karşı karşıya kalmıştır. Bu suçlamalar arasında en dikkat çekici olanı, İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım olarak nitelendirilmesidir. Bu metinde, İsrail’in uluslararası itibarı ve soykırım suçlamalarının dış politikadaki etkileri derinlemesine incelenecektir.

Tarihsel Arka Plan

İsrail’in kuruluşu, 1948 Arap-İsrail Savaşı ve sonrasında yaşanan çatışmalar, uluslararası toplumun dikkatini çekmiştir. İsrail’in askeri operasyonları ve yerleşim politikaları, özellikle 1967 Altı Gün Savaşı sonrasında işgal ettiği topraklarda uyguladığı politikalar, sürekli olarak eleştirilmiştir. Bu eleştiriler, İsrail’in uluslararası itibarını zedelemiş ve ülkenin dış politikasını şekillendirmiştir.

Soykırım Suçlamaları

İsrail’e yönelik soykırım suçlamaları, özellikle Gazze Şeridi’ndeki askeri operasyonlar sırasında yoğunlaşmıştır. Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) açılan davalar, İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım niteliği taşıdığı iddialarını içermektedir. Güney Afrika’nın 2023 yılında UAD’ye yaptığı başvuru, bu suçlamaların en dikkat çekici örneklerinden biridir. Bu başvuruda, İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım özellikleri taşıdığı ve bu eylemlerin uluslararası hukuka aykırı olduğu savunulmaktadır (BBC News Türkçe, 2024) .

Uluslararası İtibar

İsrail’in uluslararası itibarı, soykırım suçlamaları nedeniyle ciddi şekilde zarar görmüştür. Birçok ülke ve uluslararası örgüt, İsrail’in politikalarını eleştirmiş ve yaptırımlar uygulamıştır. Bu durum, İsrail’in diplomatik ilişkilerini ve dış politikasını olumsuz etkilemiştir. Özellikle Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar, İsrail’in politikalarını sert bir şekilde eleştirmiştir (Uluslararası Af Örgütü, 2024) .

Dış Politikadaki Etkiler

Soykırım suçlamaları, İsrail’in dış politikasında önemli değişikliklere yol açmıştır. İsrail, uluslararası arenada kendini savunmak ve itibarını korumak için yoğun diplomatik çabalar sarf etmektedir. Bu çabalar arasında, uluslararası kamuoyunu etkilemek için medya kampanyaları düzenlemek ve diplomatik ilişkileri güçlendirmek yer almaktadır. Ayrıca, bu suçlamalar İsrail’in bölgesel ilişkilerini de etkilemiştir. Özellikle Arap ülkeleriyle olan ilişkilerde gerginlikler yaşanmıştır. İsrail, bu gerginlikleri azaltmak için çeşitli diplomatik girişimlerde bulunmuş, ancak bu girişimler genellikle sınırlı başarı elde etmiştir (BBC News Türkçe, 2024) .

Bölgesel ve Küresel Tepkiler

İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemleri, bölgesel ve küresel düzeyde geniş çaplı tepkilere yol açmıştır. Arap Birliği, İsrail’in politikalarını sürekli olarak kınamış ve Filistin halkına destek vermiştir. Ayrıca, Türkiye gibi bazı ülkeler de İsrail’e karşı sert eleştirilerde bulunmuş ve diplomatik ilişkilerini askıya almıştır. Bu tepkiler, İsrail’in bölgesel izolasyonunu artırmış ve ülkenin dış politikadaki manevra alanını daraltmıştır (Dergipark, 2024).

Uluslararası Hukuk ve İnsan Hakları

İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemleri, uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında da yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, İsrail’in eylemlerini kınayan birçok karar almış ve bu eylemlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) de İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemlerini incelemeye almıştır. Bu durum, İsrail’in uluslararası itibarını daha da zedelemiş ve ülkenin dış politikadaki hareket alanını kısıtlamıştır (Al Jazeera Türk, 2024) .

Medya ve Kamuoyu

Medya, İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemlerini geniş çapta haberleştirmiş ve kamuoyunun dikkatini bu konuya çekmiştir. Özellikle sosyal medya, İsrail’in eylemlerine karşı küresel bir farkındalık yaratmada önemli bir rol oynamıştır. Bu durum, İsrail’in uluslararası itibarını olumsuz etkilemiş ve ülkenin dış politikadaki stratejilerini yeniden gözden geçirmesine yol açmıştır (Hürriyet, 2024) .

Sonuç

İsrail’in uluslararası itibarı ve soykırım suçlamalarının dış politikadaki etkileri, ülkenin diplomatik ilişkilerini ve uluslararası konumunu derinden etkilemiştir. Bu durum, İsrail’in gelecekteki dış politika stratejilerini şekillendirecek önemli bir faktör olmaya devam edecektir. İsrail, uluslararası itibarını korumak ve soykırım suçlamalarına karşı kendini savunmak için yoğun çabalar sarf etmeye devam edecektir.

İsrail Tarafındaki Kayıplar Neler?

Şerife Sena ŞEN

7 Ekim 2023’te başlayan Aksa Tufanı’nın ilk gününden beri Filistin tarafındaki kayıpların paylaşılan istatistikleri İsrail’in Gazze üzerinde yaptığı soykırım, hak ihlalleri ve savaş suçlarının boyutunu gözler önüne serdi. Filistin tarafındaki kayıplar, İsrail tarafında hükumetin “savaşta” ne kadar başarılı ve etkili olduğunu düşündürse de aslında İsrail’in de çok fazla kayıp verdiği ve zarara uğradığı bir gerçek. İsrail tarafındaki kayıplardan birçok kişi haberdar değil. Bunun en önemli sebeplerinden biri; İsrail ordu mensuplarının, halkın ve ordunun kendilerine olan inancını kaybetmemek adına kendi aleyhinde olan gerçek verileri paylaşmamasıdır.  Askeri sansür sebebiyle ordudaki ölü sayısı, tutsak ve rehabilite olanların sayısı İsrail askerlerinden ve kamuoyundan gizli tutulmaktadır.

Fotoğraf: İsrail ordu mensupları, Mostafa Alkharouf’un kadrajından (AA)

İsrailli askeri uzman Amos Harel, Aralık 2023’te yaptığı açıklamada işgal kuvvetlerinin Gazze’deki hedeflerine ulaşamayacağını öngördüğünü söylemişti. Harel, İsrail gazetesi Haaretz’de yayımlanan makalesinde, İsrail’in Hamas askeri gücünü tamamen ortadan kaldırmaya yönelik açıkladığı savaş hedeflerinin önündeki zorluk ve engellere değindi. Haaretz gazetesi için kaleme aldığı “İsrailli Politikacılar Gazze Savaşı Konusunda Ordunun Tutamayacağı Sözler Veriyor.” başlıklı makalede “Ordunun paylaştığı yaralı asker sayısı ile hastane verileri arasında uçurum var.” dedi. Harel; İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi için “… verilen kayıplara rağmen savaşın gidişatından oldukça memnun ancak Hamas’ın çöküşünün yakın olduğuna dair hiçbir işaret yok.” yorumunda bulundu. “Hamas’ın yok edilmesi, esirlerin geri getirilmesi, Gazze sınırında yıkılan tüm İsrail yerleşkelerinin yeniden inşası ve sınır güvenliğinin sağlanması” hedeflerine işaret eden Harel, “Bunlar iddialı hedefler ve bazılarına ulaşılamayacağı açıkça ortada. İsrail’in bu gerçeği ABD baskısıyla kabul edeceği de ortada.” ifadesini kullandı. "Hızla artmakta olan ekonomik sıkıntılar, yedek askerlerin üzerindeki yük ve ABD’nin beklentileri" gibi İsrail'in karşı karşıya olduğu sorunların, Gazze'deki yoğun saldırıların yakın zamanda sonlandırılmasıyla sonuçlanabileceğini" söyleyen Harel, şöyle devam etti: "Eğer bu gerçekleşirse, hükümet ve ordu iki ucu keskin bir sorunla karşı karşıya kalacak. Halkın büyük bir kısmı, rehinelerin serbest bırakılmasının İsrail'in birinci önceliği olması gerektiğine inanıyor ve onların geri dönüşlerindeki herhangi bir gecikmeyi büyük bir başarısızlık olarak değerlendiriyor."  

Fotoğraf: Amos Harel, 24 TV

Yine Amos Harel, 12 Eylül 2024’te Haaretz Gazetesi için kaleme aldığı manşette, İsrail ordusunun ünlü birim 8200'ünün başındaki Tuğgeneral Yossi Sariel’in; 7 Ekim saldırılarına yol açan istihbarat başarısızlığındaki “kişisel sorumluluğu” sebebiyle istifa ettiğini yazdı. Sariel, “Birim 8200’ün istihbarat başarısızlığı ve operasyonel başarısızlıktaki rolünün sorumluluğu tamamen bana aittir.” demişti. İstifa etmesi sonucu görevinden azledilen Yossi Sariel “Önceki yıllarda, önceki aylarda ve 7 Ekim’de resmin tamamını görmek ve tehditle yüzleşmeye hazırlanmak adına noktaları birleştiremediğimiz için siyasi ve operasyonel bir sistem olarak hepimiz başarısız olduk.” açıklamasını yaptı.

Raporlar 7 Ekim’den Bu Yana 1664 İsraillinin Öldüğünü ve 143 bin İsraillinin Yerinden Edildiğini Yazıyor

İsrail medya ve araştırma merkezlerinin verileri, 7 Ekim 2023’te Aksa Tufanı’nın başlamasından bu yana 706’sı asker olmak üzere yaklaşık 1664 İsraillinin öldüğünü ve 17.809 kişinin yaralandığını gösterdi. İsrail merkezli Walla haber sitesinin yaptığı habere göre Gazze’de 101 İsrailli tutuklu kalırken, savaşın başlamasından bu yana 143.000 İsrailli şehirlerinden ve evlerinden tahliye edildi. Savaşın başlamasından bu yana yedek kuvvetlerden 300.000 İsrail askeri seferber edilirken 935 İsrail yerleşim birimi ve kasabası bombardıman altında kaldı, sirenler çaldı ve bölge sakinleri yaklaşık 15.000 kez sığınaklara ve korunaklı alanlara saklanmak zorunda kaldı. Hamas’ın Gazze’deki yerleşimlere ve güneydeki İsrail kasabalarına yönelik beklenmedik çıkışında Ekim 2023’te toplam 7.771 roket ve patlayıcı fırlatma uyarısı kaydedilirken, Kasım ayında bu sayı 1.303, Aralık ayında ise 1.277 olmuştur. O tarihten bu yana siren sayısı, İran’ın 14 Nisan’da İsrail’e saldırması nedeniyle 1.000’den fazla alarmın yeniden kaydedildiği Nisan 2024 hariç, her ay 1000’in altına düşmüştür.

Hizbullah ile kuzey cephesinde yürütülen savaşa gelince, son veriler 24’ü asker olmak üzere 50 İsraillinin öldüğünü, Lübnan ve Suriye’den 7.560 roket ve patlayıcı drone atıldığını, 43 sınır kasabası ile Yukarı Celile ve Batı Celile’den 68.500 İsraillinin tahliye edildiğini göstermektedir.

İşgal altındaki Batı Şeria’da tırmanan gerilim bağlamında, Filistin direniş operasyonlarında 12 asker ve 3 polis memuru dâhil 41 yerleşimci öldü ve 285 yerleşimci yaralandı. İran’ın 14 Nisan’da İsrail’e yönelik saldırısında ise İsrail cephesi 120 balistik füzeyle vurulmuş, bunlardan 30’u önlenmiş, 170 patlayıcı drone fırlatılmış ve İran saldırısı 32 İsraillinin yaralanmasına neden olmuş ancak herhangi bir ölüm vakası rapor edilmemiştir. Ulusal Güvenlik Araştırma Enstitüsü, Yemen’deki Husi Ensarullah grubunun İsrail’e ve Kızıldeniz’deki deniz çıkarlarına yönelik saldırılarını izlemiş; 200 füze, mermi ve insansız hava aracının fırlatıldığı belgelenmiş, Hayfa ve Aşdod limanlarına doğru seyreden İsrail bağlantılı kargo gemilerine 340 deniz saldırısı gerçekleşmiştir.

El- Cezira’nın 14 Temmuz 2024’te yaptığı habere göre; İsrail ordu mensupları, Gazze Şeridi’nde uğradığı insani kayıplara ilişkin rakamları açıkladı. Söz konusu rakamlar; ölü, yaralı ve travma geçiren insanları içeriyordu.

Fotoğraf: İsrail her ay, savaşta yaralanan en az 1000 kişiyi Gazze’den tahliye ediyor. (el-Cezira)

Resmi verilere göre İsrail Savunma Bakanlığına bağlı rehabilitasyon merkezine; 7 Ekim 2023’ten itibaren 10.566 yaralı asker nakledildi, bu sayı hemen hemen her ay takriben 1000’den fazla yeni yaralı anlamına gelmekte. Bakanlığın yaptığı açıklamaya göre; 192 kafa yaralanması, 168 göz yaralanması, 690 omurilik yaralanması ve rehabilitasyon merkezinde tedavi gören 50 ampute dahil olmak üzere 3.700’den fazla yaralı uzuv vakası kaydedildi. Yaralı askerlerin %35’inin anksiyete, depresyon, ve travma sonrası stres bozukluğundan; %37’sinin ise uzuv yaralanmalarından muzdarip olduğu belirtildi. Bakanlık, yaralı askerlerin %68’inin yedek asker olduğunu ve çoğunun genç olduğunu, %51’inin 18- 30 yaş arasında, %31’inin ise 30-40 yaş arasında olduğunu ekledi. Tüm yaralı sayısının %28’inin ise temel probleminin zihinsel başa çıkamama sorunuyla ilgili olduğu söylendi.

İsrail ordu mensuplarının ölü sayısına ilişkin veriler, 330’u Gazze Şeridi’ndeki kara çatışmalarında olmak üzere Aksa Tufanı sürecinin başlamasından bu yana 690 asker ve subayın öldüğünü gösteriyor. Bu veriler, Tel Aviv’in Gazze Şeridi’ndeki gerçek ölü ve yaralı sayısını gizlediği söylenirken açıklandı. İsrail yetkilileri birden fazla kez ordunun Gazze Şeridi’ndeki çatışmalarda ağır bedeller ödediğini ve Hamas’la çetin bir mücadele verdiğini söyledi.

El-Cezira’nın 2024 Haziran ayının henüz ortalarında yaptığı habere göre, haziran ayının ilk iki haftasında Gazze Şeridi ve Güney Lübnan cephelerinde en az 19 İsrail askeri öldürüldü ve 70’ten fazla asker de yaralandı. İsrail Savunma Kuvvetlerinin (IDF) haziran ayının ilk yarısındaki en kötü tek günlük ölü sayısı, Refah’ta bir personel taşıyıcısını hedef alan bombalı saldırıda sekiz askerin öldüğü gün kaydedildi. İsrail’in yayınlanmasına izin verdiği resmi rakamlara göre 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonunun ardından Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail kara harekatının başlamasından bu yana, 306’sı 27 Ekim’de başlayan kara çatışmalarında olmak üzere 658 İsrailli asker ve subay öldürüldü. Veriler, ayrıca Aksa Tufanı başlamasından itibaren 1936’sı kara çatışmalarında olmak üzere 3835 işgal ordusu mensubunun yaralandığını göstermektedir.

Fotoğraf: Gazze’de ölen meslektaşları için düzenlenen cenaze töreninde İsrail askerleri, el-Cezira

Haziran ayının ilk yarı bilançosunu inceleyelim:

5 Haziran: Lübnan Hizbullahı tarafından Harviş’te askerlerin toplandığı bir yere düzenlenen insansız hava aracı saldırısında bir asker öldü.

6 Haziran: Refah’ta cephe gerisinde çıkan silahlı çatışmada bir asker öldü.

8 Haziran: Yamam Özel Biriminde görevli bir subay Nuseyrat Mülteci Kampı bölgesindeki 4 İsrailli rehineyi geri almak için düzenlenen operasyon sırasında öldü.

10 Haziran:  Refah’ın merkezinde bubi tuzaklı bir binada kurulan pusuda dört asker öldü, biri subay olmak üzere 6 asker de yaralandı. İsrail ordu radyosu askerlerin Refah’ın Shaboura mahallesindeki bir binada meydana gelen patlama sonucu öldüğünü bildirdi. Times of Israel gazetesinin askeri muhabiri patlamada beşi ağır olmak üzere 7 askerin yaralandığını söyledi.

11 Haziran: 24 saat içinde 10 asker yaralandı.

12 Haziran: 24 saat içinde 29 asker yaralandı.

13 Haziran: Ordu, Lübnan’dan atılan bir roket nedeniyle iki askerin yaralandığını kabul etti.

13 Haziran: Ordu, Lübnan’dan atılan bir roket nedeniyle iki askerin yaralandığını kabul etti. 24 saat içerisinde 11 asker yaralandı.

14 Haziran: 24 saat içerisinde 10 asker yaralandı.

15 Haziran: Gazze Şeridi’nin merkezinde bir tanka yerleştirilen patlayıcının infilak etmesi sonucu iki asker öldü. Refah’ta 10 Haziran’da bubi tuzaklı bir binanın patlaması sonucu Givati Tugayı’nda görevli bir asker hayatını kaybetti.

16 Haziran: Refah çatışmaları sırasında bir asker öldü.

İsrail’in Ekonomik Kaybı

7 Ekim 2023’ten günümüze kadar süregelen çatışmalar, İsrail’de enflasyonu son bir yılın en yüksek seviyesine çıkardı.

Merkezi İstatistik Bürosunun Ağustos ayında açıkladığı verilere göre Temmuz ayında %3,2 olan yıllık enflasyon oranı geçen ay %3,6’ya yükselerek ekim ayından bu yana en yüksek seviyesine ulaştı.

Fotoğraf: el-Cezira

İstatistik ofisine göre Ağustos ayında taze sebze maliyetleri %13,2; ulaştırma maliyetleri %2,8 konut maliyetleri %0,6; kültür ve eğlence maliyetleri ise %0,5 oranında artış kaydetti. Verilere göre giyim fiyatları %4,1 ve rafine petrol ürünleri %5,9 oranında düştü. Emlak piyasasında yenilenen sözleşmelerdeki kiralar %2,6 yeni kiracı sözleşmelerindeki kiralar ise %5,3 oranında arttı.

Enflasyondaki bu artış daha fazla faiz indirimini azaltırken, hükümet yetkilileri enflasyondaki yükselişten büyük ölçüde Gazze savaşıyla (!) bağlantılı mal ve hizmet arzını sorumlu tuttu. Ocak ayındaki rekor faiz indiriminin ardından İsrail Merkez Bankası Şubat, Nisan, Mayıs, Temmuz ve Ağustos aylarında yaptığı toplantılarda jeopolitik gerilimler, artan fiyat baskıları ve İsrail’in savaş nedeniyle maliye politikasının gevşetilmesini gerekçe göstererek faiz oranlarını değiştirmedi. İsrail Merkez Bankası’nın 9 Ekim’de bir faiz kararı alması bekleniyor ve İsrail Merkez Bankası uzmanları 2025 yılına kadar bir faiz indirimi beklemediklerini söylediler. Merkez Bankası Aksa Tufanı’nın enflasyon üzerindeki etkisine ilişkin endişelerini defalarca dile getirmiştir.

Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Landru Aber, geçen ayın sonlarında Bloomberg’e verdiği bir röportajda, faiz indiriminin gelecek yıla kadar masadan kalkabileceğini söyledi.

Mizrahi Tefahot Bank stratejisti Yonni Fanning “Enflasyon tarihsel açıdan bile alışılmadık derecede yüksek hale geldi.” dedi.

Fotoğraf: İsrail Merkez Bankası

“Savaş”ın Knesset’i (İsrail Parlamentosu) 2024 mali yılı için daha önce onaylanan ek bütçe artışını 727,4 milyar şekele (192 milyar dolar) çıkarmaya sevk etmesi dikkat çekici. Knesset, sivillerin tahliyesi ve yedek askerlerin bu yılın sonuna kadar bakımının finanse edilmesine yardımcı olmak için 3,4 milyar şekellik (924 milyon dolar) yeni artışı onayladı. Aksa Tufanı beklenenden daha uzun sürdüğü için başlangıçtaki bütçenin artan maliyetleri karşılaması mümkün görünmemektedir. 

Aksa Tufanı Devam Ederken Batı Şeria Ve Gazze’de Yaşanan Olaylar

Şerife Sena ŞEN

7 Ekim 2023’te, İzzeddin el-Kassam Tugayları “Aksa Tufanı” adlı kapsamlı bir operasyona başladı. Operasyonun temel gerekçesi, İsrail’in Mescid-i Aksa ve Filistinlilerin kutsal değerlerine yönelik saldırıları ve İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında sürdürdüğü insan hakları ihlalleriydi.  İsrail ordusu, Gazze’den silahlı bir grubun İsrail topraklarına sızdığını ve savaş durumu ilan ettiğini duyurdu ve Gazze Şeridi’ne yönelik yoğun hava saldırısı başlattı. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Gazze Şeridi etrafında 80 km yarıçapındaki bölgeyi askeri alan ilan etti.  

İşgal güçleri, 7 Ekim ile başlayan süreçte Gazze ve Batı Şeria üzerinde pek çok savaş suçuna imza attı;

  • Beyaz fosfor kullanımı

  • Soykırım, toplu yok etme ve öldürme

  • İnsani yardım kaynaklarına, savunmasız yer ve araçlara, hastanelere saldırı

  • Göçe zorlama, nüfusun zorla nakli, sürgün

  • İnsani yardımın engellenmesi (ayrıntılar için bkz; Kudüs Çalışma Grubu Aksa Tufanı İlk 100 Gün Raporu)

Fotoğraf: Yerinden edilmiş bir Filistinli aile, İsrail operasyonunun ardından Tulkarm mülteci kampında yıkılan evlerinin enkazı arasında oturuyor, OCHA

2024'ÜN ŞAHSİYETLERİ

İsmail Haniye

Fatma Nur TAŞ

Giriş

Filistinli siyaset adamı İsmail Haniye 29 Ocak 1963 yılında gözlerini dünyaya açtığında Eş-Şati mülteci kampındaydı. Ailesi bugün işgalci İsrail’in yönetiminde olan Askalan sınırından 1948 savaşları neticesinde göç etmek zorunda kalmış ve öz vatanında mülteci konumuna düşmüştü. Birleşmiş Milletler (BM) Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansının kontrol ettiği kurumlarda eğitim alan Haniye, 1987 yılında Gazze İslam Üniversitesi'nin Arap Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Kariyerinin erken dönemlerinde siyasetle tanışan ve Müslüman Kardeşler’in kolu olarak faaliyet gösteren bir öğrenci birliğinin konsey başkanlığını yapan Haniye, 1987’de kurulan Hamas’ın genç üyeleri arasında yer aldı.

Birinci İntifada olarak bilinen ve Filistinlilerin İsrail işgaline karşı direnişi şeklinde tarihe geçen dönemde, İsmail Haniye üç kez gözaltına alındı. Gösterilere katılması sebebiyle gözaltına alınan Haniye, Hamas'ın direniş hareketlerine liderlik ettiği bu süreçte, 1988'de ikinci gözaltında kaldığında altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Uzun soluklu bir direniş hareketi olan Birinci İntifada'nın sona erdirilememesi üzerine yapılan tutuklamalar sırasında Haniye de yakalanarak üç yıl hapis cezasına mahkûm oldu. 1992'de serbest bırakılan Haniye, Hamas'ın kurucularından olan ve Şeyh Ahmed Yasin'den sonra liderliği devralan Abdülaziz er-Rantisi de dahil olmak üzere 400'den fazla kişiyle birlikte sınır dışı edilerek Lübnan'ın güneyine gönderildi. Bir yıllık sürgünün ardından Gazze'ye geri döndü. Haniye'nin gençlik yıllarındaki bu faaliyetleri, hapis ve sürgün süreci, kariyerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Gazze'ye döndükten sonra, İsmail Haniye Gazze İslam Üniversitesi'nde dekanlık görevine atandı. 1989'da tutuklanan ve hapiste olan Şeyh Ahmed Yasin'in 1997'de serbest bırakılmasıyla, Haniye Şeyh Yasin’in ofisinin sorumluluğunu üstlendi ve daha sonra Şeyh Ahmed Yasin'in yardımcılığına getirildi. Bu yakın ilişki, 2003'te İsrail'in hava saldırısında aynı camide bulunmaları nedeniyle Haniye'nin Şeyh Yasin'le birlikte yaralanmasına neden oldu. Şeyh Ahmed Yasin'in 2004'te İsrail tarafından gerçekleştirilen bir suikast sonucunda hayatını kaybetmesinin ardından, İsmail Haniye Hamas liderlik kadrosunda öne çıktı.

2006'da yapılan Filistin Yasama Konseyi seçimlerinde, "Değişim ve Reform Listesi" adı altında siyasi bir parti olarak katılan Hamas'ın Genel Başkanlığını yürüten Haniye, Hamas'ın seçimlere katılımı ve kampanya sürecinde önemli bir rol oynadı. Hamas'ın seçim zaferinden sonra El Fetih ve diğer gruplarla koalisyon kuramayan Haniye, Mart 2006'da Hamas üyeleri ve bazı teknokratlardan oluşan bir kabine kurarak Filistin Özerk Yönetimi'nin Başbakanı olarak görev aldı. Göreve başlamasından sonra, ABD ve AB Filistin Özerk Yönetimi'ne sağladıkları fonları kesme tehdidinde bulundu. Bu dönemde El Fetih ve Hamas arasında çatışmalar yaşandı ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, artan şiddet olayları ve genel istikrarsızlık nedeniyle olağanüstü hal ilan ederek 14 Haziran 2007'de Haniye'yi görevden aldı ve yerine Selam Feyyad'ı atadı. Ancak, bu karar Filistin yasalarına aykırı olduğu gerekçesiyle Yasama Konseyi tarafından onaylanmadı. Bunun üzerine, Hamas Gazze'de fiili kontrolü ele geçirerek, Filistin Özerk Yönetimi'nin kontrolünün Batı Şeria ile sınırlı kalmasına neden oldu ve Haniye Gazze Şeridi'nde başbakanlık görevine devam etti.

Haniye'nin Filistin Devleti'ne dair görüşü, Kudüs'ün başkent olduğu ve 1967 öncesi sınırlarının tanındığı tam bağımsız bir Filistin devletinin kurulması yönündeydi. 2006 seçimlerinden sonra, İsrail'in 1967 öncesi sınırlar içinde bağımsız bir Filistin devletini tanıması halinde, geçici bir ateşkes yapılabileceğini belirtti. Filistin-İsrail çatışmasında çözümsüzlüğün, İsrail'in müzakere sürecini kesintiye uğratması ve anlaşma imzalamaya yanaşmamasından kaynaklandığını savundu. Haniye, İsrail'e karşı sert söylemlerine rağmen, Hamas'ın genel profili içinde pragmatist ve diyaloga açık bir figür olarak görülmekteydi. Müzakereler için öncelikle İsrail'in Filistinlilerin haklarını tanıması gerektiğini düşünüyordu. Aralık 2010'da düzenlediği bir basın toplantısında, Filistinli seçmenlerin onayı halinde, Hamas'ın İsrail'in varlığını reddeden tutumuna rağmen, hükümetinin Kudüs'ün başkent olması ve Filistinli mahkûmların serbest bırakılması koşuluyla 1967 öncesi sınırları içinde bir Filistin devletinin kurulması için referanduma gitmeyi kabul edeceğini açıkladı.

Görev süresi boyunca, Haniye defalarca İsrail'in hedefi oldu ve 28 Temmuz 2014'te Şati mülteci kampındaki evi bombalandı. İsrail'in saldırılarında birçok aile üyesini kaybetti. Özellikle 7 Ekim 2023'ten sonra, en az 60 aile üyesi İsrail saldırılarında hayatını kaybetti; bu kişiler arasında Haniye'nin oğulları, torunları, ablası ve yeğenleri de bulunmaktaydı. 10 Nisan'da, Ramazan Bayramı'nda, İsrail ordusunun İsmail Haniye'nin ailesinin bulunduğu araca düzenlediği saldırıda üç oğlu ve dört torunu hayatını kaybetti. Bu saldırıyla ilgili açıklamasında Haniye, "Çocuklarının Gazze'yi terk etmediğini, Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın kurtuluşu için hayatlarını feda ettiğini" ifade etti. Aradan çok geçmeden yalnızca üç ay sonra İsmail Haniye de işgalci İsrail suikastıyla şehit oldu.

İran devlet televizyonunun Devrim Muhafızları Ordusunun açıklamasına dayandırdığı habere göre, 31 Temmuz 2024 tarihinde İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın göreve başlama töreni sebebiyle İran’da bulunan İsmail Haniye’nin kaldığı konutuna İsrail ordusu tarafından gece saat 02.00 sularında hava saldırısı düzenlendi. Yapılan suikast ile ilgili konuşan Hamas, saldırıda İsmail Haniye ve yakın koruması Vasim Ebu Şaban’ın şehit olduğunu açıkladı.

İsmail Haniye ile yapılan bir röportajda şu sözleri dikkat çekmektedir : "Filistin 1948’den beri kan deryası. Şehitleri, tutukluları ve muhacirleriyle. 7 milyon Filistinli bugün sürgünde. Tabii ki sorumluluğumuz var ve bu sorumluluğun bedelleri de vardır ve biz bu bedelleri ödemeye hazırız. Allah yolunda bu ümmetin şerefini korumak için, Filistin uğruna şehit olmaya hazırız. O yüzden ben ve kardeşlerim bu sorumluluğu biliyoruz ve düşmanla bu tarihi çatışmayı çözmek için bu gücü inşa ediyoruz çünkü bu düşmanın Filistin toprağında bir geleceği yok."

İsmail Haniye Suikasti: Neden Ve Nasıl?

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsmail Haniye; Filistin direnişinin sembol isimlerinden ve İslami Direniş Hareketi (Hamas) ‘nin siyasi büro başkanı. 23 Ocak 1962’de, Gazze Şeridi’ndeki Sahil Mülteci Kampı’nda doğan Haniye, 31 Temmuz 2024’te İran’ın başkenti Tahran’da uğradığı suikastla şehit edildi. 

Bu çalışmada Haniye suikastının neden ve nasıl gerçekleştiğine, Haniye’nin yokluğunun Hamas’ a getireceği değişikliklere, söz konusu suikasttan bir süre önce gerçekleşen İran Lideri Reisi suikastına ve T.C. Dışişleri Bakanlığının Lübnan seyahat uyarısının neyin habercisi olabileceğine değinilecektir.

İsmail Haniye Neden ve Nasıl Şehit Edildi?

İran’da 5 Temmuz’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunu kazanan Mesud Pezeşkiyan için 30 Temmuz 2024’te Tahran’da yemin töreni düzenlenmişti. Türkiye’yi temsilen T.C. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da katılım sağladığı törene Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye de katılmıştı.

Fotoğraf: Pezeşkiyan ’ın yemin töreninden bir kare, AA

İran’ın resmi haber ajansı IRNA’ya göre 31 Temmuz 2024’te saat 02.00 sularında İsmail Haniye’nin konakladığı oda dışarıdan hedef alınarak yaklaşık 7 kilo savaş başlığına sahip kısa menzilli bir füzenin ateşlenmesi sonucu Haniye suikasta uğrayarak hayatını kaybetti. 2 Ağustos’ta Katar’ın başkenti Doha’da kılınan cenaze namazının ardından Luseyl kentinde toprağa verildi. Haniye ile beraber İranlı muhafızının da öldüğü biliniyor.

Fotoğraf: Pezeşkiyan ‘ın yemin töreninde Haniye, Independent

Hamas, Haniye’nin İran başkenti Tahran’da düzenlenen saldırıda öldürüldüğünü doğruladı. İran Devrim Muhafızları Haniye’nin Tahran’da kaldığı konuta yapılan saldırıda öldürüldüğünü duyurdu. Suikasttan sorumlu tutulan İsrail konu hakkında açıklama yapmadı.

Fotoğraf: Haniye’nin suikasta uğradığı bina, The New York Times

ABD’li The New York Times gazetesi Haniye’nin suikasta uğradığı binanın görüntülerini yayınladı ve yeni iddialar ortaya attı. The New York Times’ın iddialarına göre saldırı füzeyle değil, Haniye’nin konakladığı odaya 2 ay önceden yerleştirilen uzaktan kumandalı bombayla gerçekleşti. Gazete, patlayıcının odaya gizlice sokulduğunu öne sürdü ve yayınladığı haberde "İsrailli istihbarat yetkilileri, suikastın hemen ardından ABD ve diğer Batılı hükümetlere operasyonun detayları hakkında bilgi verdi" ifadesine yer verdi. Suikastın “bir füze saldırısı olmasının çok düşük bir ihtimal olduğunu söyledi.

Hamas’ın İran’daki temsilcisi Halid el-Kaddumi ise, İsmail Haniye’nin konutuna bomba yerleştirildiği iddiasını reddetti ve Haniye’nin dışarıdan gelen bir füze ya da mermiyle öldürülmüş olabileceği iddiasını ortaya attı.

Haniye’nin Yokluğu Hamas’ta Neleri Değiştirecek?

The New York Times analizinde, ABD, Katar, ve Mısır arabuluculuğundaki ateşkes görüşmelerinde Haniye’nin HAMAS adına kilit bir rol oynadığını belirtti. Haniye’nin öldürülmesinin olası bir ateşkes anlaşmasının ertelenmesine yol açacağını savundu.

2010-2012'de eski Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron'ın ulusal güvenlik danışmanı olarak görev yapan Lord Peter Ricketts, İsrail'in Gazze savaşındaki operasyonlarını yavaşlatabileceği değerlendirmesini paylaşıyor. BBC'ye konuşan Ricketts, Hamas'ın da artık ateşkes müzakerelerine olumlu yaklaşmayabileceğine dikkat çekerek şu yorumları yapıyor:

“Bu, İsrail'e Gazze'deki operasyonu sonlandırmaya başlamak için siyasi alan sağlayabilir çünkü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu artık Haniye'nin liderliğine karşı gerçekten büyük bir darbe indirdiğini söyleyebilir.”

Hamas, 3 Ağustos’ta yaptığı açıklamada şehit Haniye’nin yerine görev yapacak siyasi büro başkanını belirlemek için istişarelere başladığını duyurmuştu. Yapılan istişareler tamamlandı ve Hamas’ın yeni siyasi büro başkanı Yahya Sinvar oldu.

İsrail, Sinvar’ı 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonunun “bir numaralı sorumlusu” olarak gösteriyor.

Fotoğraf: İsmail Haniye ve Yahya Sinvar, GZT

İsrail askerlerinin verdiği muhtelif röportajlarda, Netanyahu'nun Gazze'deki operasyonları kişisel hale getirdiğini ve temelde Yahya Sinvar'ı avlamayı hedeflediğini söylemişti.

Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Başsavcısı Karim Khan, geçen mayıs ayında yayımladığı bir videoyla Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin 1 nolu Ön İnceleme Dairesi'nden Sinvar için tutuklama kararı çıkarılmasını talep etti.

İsrail, Sinvar’ı en büyük tehdit olarak tanımlıyor. 1988 yılında Sinvar’ı 4 kez ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırması (426 yıl hapis cezasına tekabül ediyor) bunun kanıtlarından. Sinvar, o dönemde 23 yıl hapiste kalmasının ardından serbest bırakılmıştı.

Haniye’nin siyasi yönü daha ağır basmaktaydı. Siyasi gücünü kullanarak İsrail ile ateşkes müzakereleri yapmaktaydı. İsrail, Haniye’yi öldürerek müzakereleri hiçe saydığını kanıtladı. Hamas’ın yeni siyasi büro başkanı Yahya Sinvar’ın askeri yönü ağır basmakta ve lider olarak seçilmesi “İsrail ile silahlı mücadeleye devam” mesajı vermekte. 

Perde Arkası Merak Edilen Bir Ölüm Daha: İran Lideri Reisi’nin Helikopter Kazası

İran Cumhurbaşkanı Reisi, mayıs ayında helikopterle İran- Azerbaycan sınırında bir barajın açılış törenine katılmıştı. Dönüş yolunda helikopterin kaza geçirmesi sonucu İran Lideri İbrahim Reisi ve helikopterin içinde bulunan diğer yolcular hayatını kaybetti.  İran devlet televizyonunu Reisi’nin içinde bulunduğu helikopterin sert iniş yapması sonucu kazanın meydana geldiğini; Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Doğu Azerbaycan Eyalet Valisi Malik Rahmeti ve Tebriz Cuma İmamı Ayetullah Ali Haşim'in de helikopterde bulunduğunu duyurmuştu. 

Fotoğraf: Reisi’nin Geçirdiği Kaza Hakkında Bir Gazete Manşeti, AA

Kazanın ardından 15 saatlik bir arama kurtarma çalışması sonucunda helikopterin enkazına ulaşıldı. Olumsuz hava şartları nedeniyle çalışmalar güçlükle sürdürüldü. İran, Türkiye’den insansız hava aracı (İHA) talep etti ve Akıncı İHA, İran’a helikopter enkazının koordinatlarını bildirdi. 

Olayın arka planına değinecek olursak; kazayla ilgili ilk haberler Reisi ile uçakta bulunanlara erişildiği ve herhangi bir can kaybı olmadığı yönünde olsa da ilerleyen dakikalarda bu haberlerin doğru olmadığı ortaya çıktı. Cumhurbaşkanın içinde bulunduğu helikopterin Tebriz sınırları içerisinde bulunan Ozi köyü yakınlarında ormanlık alana düştüğü belirtildi. Ayetullah Hamaney (İran dini lideri) halktan dua istedi ve devletin işlerinin aksamayacağı sözünü verdi. Bu durum en kötü senaryonun gerçek olacağının habercisi olarak algılandı.

Kaza hakkında bir veri, açıklama veya üstlenme olmasa da bu olay son dönemde şiddetlenen İran-İsrail gerilimini düşündürmekte.

Bir diğer senaryoya göre ise bu kazaya ülke içi bazı siyasi grupların sebep olabileceği.

Milli İstihbarat Akademisi Öğretim Üyesi ve İran Uzmanı Dr. Hakkı Uygur olay hakkında “Eğer ortada bir sabotaj varsa bile bu durum büyük ihtimalle açıklanmayacağından yine bölgesel gelişmeleri çok fazla etkilemeyebilir. Ancak 7 Ekim sonrası zaten son derece gergin ve kırılgan olan bölgesel dengeler içinde İran da İsrail'e ağırlaştırılmış bir cevap vermeye kalkarsa ülke içinde ya da üçüncü bir ülkede İsrail hedeflerine karşı çok farklı bir eylem görebiliriz. Ancak burada da temel husus bu eylemin de inkâr edilebilir mahiyette olması gerektiğidir. Yine de en azından şu an için sabotaj ihtimaline dair henüz herhangi bir belirti veya işaret olmadığının altının çizilmesi gerekiyor.” dedi.

T.C. Dışişleri Bakanlığının Lübnan Seyahat Uyarısı Savaşın Habercisi Mi?

T.C. Dışişleri Bakanlığı 4 Ağustos’ta, bölgede yaşanan son gelişmeler üzerine Lübnan’a seyahat edecek vatandaşlar için bir uyarı yayınlamıştı. Söz konusu uyarı;

“Vatandaşlarımızın elzem olmadığı sürece Lübnan’a seyahat etmekten kaçınmaları; Lübnan'da bulunan vatandaşlarımızın ise tedbirli olmaları, zorunlu olmadıkça Nebatiyeh, Güney Lübnan, Bekaa ve Baalbek-Hermel vilayetlerine gitmemeleri ve Lübnan’da kalmaları elzem olmayanların mümkünse ticari uçuşlar halen devam ederken Lübnan’dan ayrılmaları tavsiye olunmaktadır.” maddelerini içermekteydi.

Fotoğraf: Dışişleri Bakanlığının Lübnan Seyahat Uyarısı

Bu durum, son gelişmelerin bölgede bir savaşı tetikleme ihtimalini düşündürdü.

Türkiye, vatandaşından neden tedbirli davranmasını istedi?

İsrail ordusu, 18 Haziran’da Lübnan’a yönelik olası bir saldırıya ilişkin “operasyonel plan”ı onayladığını duyurmuştu. İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz da 21 Haziran'da yaptığı açıklamada, Hizbullah'ın İsrail topraklarına ve vatandaşlarına yönelik saldırılarına izin verilemeyeceğini ve gerekli kararları yakında alacaklarını ifade etmişti. Lübnan Hizbullahı da İsrail Gazze'de bir ateşkes anlaşması imzalayana kadar saldırılarına devam edeceği pozisyonunu yinelemişti. Lübnan Hizbullahı, The Times of Israel gazetesinin yaptığı habere göre, kuzey sınırında İsrail askeri üslerine saldırılar düzenlemişti. Yine The Times of Israel gazetesi 20 Temmuz’da Golan Tepeleri’nde Hizbullah’ın düzenlediği roket saldırısında 2 askerinin yaralandığını bildirdi. Lübnan Hizbullahı’nın, İsrail ordusunun Lübnan'ın güneyindeki Sur kentine düzenlediği ve Hizbullah'ın üst düzey saha komutanı Muhammed Nime Nasır ve bir mensubunun öldürüldüğü saldırıdan bir gün sonra,  İsrail’e 20 İHA gönderdiği ve 200’den fazla roket attığı belirtildi. İsrail ordusunun yaptığı açıklamaya göre, Lübnan sınırında da karşı saldırılar başladı. Haaretz gazetesi yazarı İsrailli askeri analist Amos Harel tarafından İsrail ve Lübnan arasındaki savaşın gidişatını tarafların saldırılarının belirleyeceği belirtildi. Harel, ABD’nin İsrail’e Lübnan ile savaşa girmemesi için baskı uyguladığını, bunun sebebinin ise ABD’de önümüzdeki kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri olduğunu söyledi. ABD, seçimlerin gidişatını kötü etkileyecek bir bölgesel savaş istemiyor ve İsrail’in Beyrut’a saldırmasından endişeli.

İsrail Maliye Bakanı Bazalel Smotrich; X hesabında Han Yunus’ta bulunan Gazzelilerin yerinden edildiği videoyu “Hamas, Gazze halkına yıkım getirdi. Lübnan’dakiler bu videoyu dikkatle izlese iyi olur.” notuyla paylaştı. 

Fotoğraf: Bazalel Smotrich’in X paylaşımı

Gazze’den Bir Lider: Yahya Sinvar

Turgut SAĞLAM

Oğlumun ilk söylediği kelimeler ‘baba’, ‘anne’ ve ‘dron’ oldu.

-Yahya İbrahim Sinvar

Hayatı Ve Kişiliği

Bazı liderlerin tarihteki ve zihinlerdeki yeri tarih derslerinde, istihbarat, savaş ve kişisel gelişim atölyelerinde okutulacak kadar önemlidir. Filistin Davası olarak adlandırdığımız mücadele içerisinde yer alan Yahya İbrahim Sinvar tam olarak o kişidir.

Yahya İbrahim Sinvar, 29 Ekim 1962 yılında Gazze’nin güneyinde -birçok Filistinli gibi- Han Yunus mülteci kampında doğdu. Ailesi 1948’de şimdiki İsrail bölgesi olan Aşkelon’a bağlı El Mecdal’dan 1948’de Nakba olarak bildiğimiz süreçte zorla göç ettirilen ailelerden birisiydi. (Abushamala R. R., 2024). Yeni doğan bu çocuğa anne Rida hanım, onun ömrünün bereketli/uzun olması ve tehlikelerden korunması temennisiyle Yahya Peygamberin adını verdi (El-Duwairi, 2024). Han Yunus o dönem de birçok bölgeden Filistinli mülteci aileleri ağırlayan bir bölgeydi. Sinvar’ın kişiliğinin temelleri bu özel bölgede henüz çocuk yaşta oluşmaya başladı. Kuvvetli ihtimalle söylenebilir ki, 7 Ekim 2024 harekâtını çizen zihin kodları 1970’lerde Han Yunus’ta Ahmed Abdülaziz Ortaokulu’nda okuduğu sıralarda atıldı. Moritanyalı yazar Duveyri, Ebu İbrahim’in (Sinvar’ın oğlu İbrahim’den dolayı Arapça künyesi) İslamî direniş karakterinin oluşmasında ortaokul yıllarındaki bazı isimlere dikkat çeker. Ahmed Abdülaziz Ortaokulu, Müslüman Kardeşler için önemli bir Mısırlı subayın adını taşıyordu, bu isim efsane gibi bu çocukların dilinde dolaşıyordu. Aynı yaşlarda Filistin Camisi’ndeki hocalardan Arapça dilbilgisi, şiir, edebiyat dersleri aldı ve hocalarından Zaarib kendisinde derin izler bıraktı (El-Duwairi, 2024). Bugün Orta Doğu’da birçok müslümanı etkileyen Seyyid Kutub, o dönem Sinvar’ı da etkiledi. Kutub bu anlamda konumuzla ilgilidir çünkü müslümanın cihadı nasıl yapacağı konusunda ilham olmuş bir kişidir. Burada daha da önemlisi, Kutub dini, mücadeleyi yorumlarken radikalleşmeye karşı bir duruş sergiler, dolayısıyla Sinvar’ın etkilendiğini kabul edersek, onun mücadele karakterinin şekillenmesinde bu önemli bir husustur (Baycar & Acar, 2019). Hapishanede kaleme aldığı otobiyografi eseri Diken ve Karanfil’de, Mescid-i Aksa’nın yanından geçerken “Bu çağ için bir Selahaddin var mı?” diye soruyordu (Sinvar, 2004).

Sinvar Gazze İslam Üniversitesi’nde Arapça Çalışmaları alanında lisans eğitimi aldı. Bu yıllarda Müslüman Kardeşler içerisinde öğrenci liderliği yaptı. Filistin direnişinin önemli liderlerinden Şeyh Ahmed Yasin ile tanışıklığı ve ilk hapishane tecrübesi de bu dönemlere denk gelir. Ahmed Yasin’in kendisi ve ailesinin de Nakba ile birlikte mülteci kamplarına yerleştiğini hatırlatmak gerekir. 1982’de üniversiteye giderken ilk kez tutuklandı ve burada Filistinli aktivistlerle arkadaş oldu. Sinvar 23 yaşında iken Müslüman Kardeşler çatısı altında Ahmed Yasin’in de onayı ile güvenlik ve davet teşkilatı olarak adlandırılan “Munazamat al-Jihad wa al-Da’wa” veya “Mecid” hareketini kurarak, toplumu içerisinde özel bir yer edindi. Mecid’den başlayan güvenlik organizasyonu gelecek yıllarda İsrail adına casusluk yapan Filistinlilerin cezalandırılmasının da zeminini oluşturur (Livni, 2024). İsrail adına casusluk yapan Filistinlilerin ve iki İsrail askerinin öldürülmesi suçlamasıyla İsrail tarafından 1989 senesinde tutuklanır. Sinvar’ın bahse konu bu son hapse girişinde isnat edilen suçlamaları detaylıca anlattığı ifade edilir. Bu tutuklama sürecinde kendisini sorgulayan ve yıllarca hapishanede onu izleyen İsrailli Miha Kobi, Sinvar’ın Şeyh Ahmed Yasin’den “sorgu sırasında doğru cevaplar vermesine dair emir talep ettiğini” belirtir (El-Duwairi, 2024). Sorgular sona erer ve 1989’da iki İsrail askerini ve dört Filistinli işbirlikçiyi kaçırıp öldürmekle suçlanarak İsrail tarafından dört kez müebbet hapis cezası alır (Britannica, 2024). Yahya Sinvar ile birlikte 15 yıldan fazla süre hapiste kalan Kassam Tugayları’nın kurucularından Zahir Cebarin Mecid Teşkilatı’nın cezalandırma iddiaları ile ilgili Sinvar’ın bireysel hareket etmediğini ve 10-12 adımdan oluşan bir inceleme mekanizması sonucunda karar verildiğini belirtir (El-Duwairi, 2024). Ona göre İsrail bu konuda abartılı ve çarpıtma iddialar sunmaktadır.

HAPİSHANE SİZİ İNŞA EDER

Hapishane, ruhumuzu kırmak amacıyla kullanılsa da, aksine bizi bu mücadeleyi zaferle sonuçlandırmak için daha kararlı ve azimli hale getirdi.

-Nelson Mandela

Filistinliler için iki türlü hapishane vardır. Birisi abluka altında Filistin’de yaşam, diğeri İsrail hapishaneleri. Şeyh Ahmed Yasin, doksanlı yılların sonunda Al Jazeera’ye verdiği röportajında, hapishanenin inançlı bir direnişçi için ‘tefekkür ve manevi gelişim’ açısından özel bir yeri olduğundan bahseder (El-Duwairi, 2024). Gazze El-Ezher Üniversitesi’nde siyaset bilimci akademisyen Mkhaimar Abusada hapishane ile ilgili “Filistinli tutuklular için hapis cezası İsrail toplumunu öğrenmek, form kazanmak ve küçük fikir grupları düzenlemekle ilgilidir” der.

Hapishanenin, ömrünün 22 senesini hapiste geçirmiş olan Yahya Sinvar’ın hayatında özel ve üzerinde konuşulması gereken yeri bulunuyor. Sinvar da hapishane sürecinde içinde bulunduğu durumu ‘bir gerçek’ olarak kabul edip bu durumdan mümkün olan en fazla biçimde yararlanmaya çalıştığı İsrailli yetkililer ile Filistinli mahkumların ifadeleri ile de sabittir. Nihilizm girdabına teslim olmamıştır. Kendisine atfedilen “hapishane sizi inşa eder” sözünün gerektirdiği çalışmaları, 22 yıllık süreçte kendisinin orada liderlik ettiği Filistinli mahkumlar arasında uygulamıştır. İsrailli yetkililerin gözlemlerine göre Sinvar, disiplinli ve otoriter bir yapıya sahiptir. İsrail hapishanelerinde geçirdiği yıllar boyunca İbraniceyi çok iyi öğrendiği, televizyonda sık sık İsrail kanallarını ve El Cezire’yi (Katar merkezli uluslararası haber kanalı) seyrettiği ve düşmanı dikkatle incelediği biliniyor. Hapishane arkadaşı Teysir Süleyman, Sinvar’ın 40 mahkumun katıldığı ve yaklaşık 6 ay süren güvenlik kursu vererek burada istihbarat, düşmanı tanıma, silah saklama ve depolama, hücre oluşturma, coğrafi faktörleri göz önünde bulundurma, gizliliği koruma konularında eğitim verdiğini anlatıyor (El-Duwairi, 2024). Sinvar’ın 27 yaşında hapishaneye girdiğini bildiğimize göre derslerdeki konuları hapisten önce ve hapishane sırasında öğrendiği kanısına varabiliriz. Özellikle bugün şehirlerde bir kursa bir ay bile gitmekte zorlanan insanları düşündüğümüzde 6 ay süren kurs, tekrar tekrar Filistinli mahkumların disiplin sürecini daha iyi anlamamızı sağlıyor. Sinvar ile hapishanede yakın sohbetlerde bulunan Dr. Bitton, Sinvar’ın kendisini ‘Yahudi halkı uzmanı’ olarak nitelediğini, Kur’an’ı ezbere bildiğini, motivasyonunun asla siyasi değil dinî olduğunu belirtiyor (Livni, 2024). Hapis sürecinde kurumun ve görevlilerin zafiyetlerini iyi incelemiş, cep telefonlarını gizlice getirtmiş, kendisinin de kurtuluşuna vesile olacak asker kaçırma ve sonucunda esir değişimi operasyonunu ziyaretçiler vasıtasıyla dışarıya iletebilmiştir (Mansur, 2024). Sinvar ile İsrailli istihbarat subayı Beti Lahat arasında geçen konuşma onun direniş kapasitesini ve umudunu anlamak açısından önemli bir konuşmadır. Lahat ona hapishaneden canlı çıkamayacağının farkında olmasını istediğinde Sinvar emin ve gülümseyerek “Ben vaktinde çıkacağım, Allah bu zamanı en iyi bilendir!” diye yanıt vermiştir (El-Duwairi, 2024). Sorgulama sırasında Şin Bet (İsrail İç Güvenlik Teşkilatı) yetkilisine “Bir gün sorgulayanın ben sorgulananın sen olacağını biliyorsun, rollerimiz değişecek.” demiştir (Remnick, 2024).

Hapiste geçirdiği beyin tümörü ameliyatının, hayatının dönüm noktalarından olduğunu belirtebiliriz. İsrail neden Sinvar’ı tedavi etti sorusuna cevap olarak, onun mahkumlar ve Gazze halkı içindeki konumu ve saygınlığı, tedavi edilmeseydi ortaya çıkması muhtemel karışıklığı göze almak istemedikleri için olduğu ihtimalini de düşünebiliriz. Diş hekimi Yuval Bitton ile Sinvar’ın hayatının kesişmesi bu noktada başlıyor. Bitton hapishanelerdeki Filistin direniş örgütlerinin üyelerini tedavi eden bir doktordu. Kendisi Sinvar’ı ‘egzersiz yapan, ip atlayan, gardiyanlarla bizzat konuşmayan, çelik gibi sert, diğer mahkumlara liderlik yapan’ biri olarak tanımlar. Doktor, onunla yüzlerce saat görüştüğü için birçok samimi soru sorma imkânı bulur. Kendisine bu mücadele için İsrailli ve Filistinlilerin ölmesine değip değmeyeceğini sorduğunda ‘yirmi bin, otuz bin, yüz bin kişi feda etmeye hazırız’ cevabını alıyor (Remnick, 2024). 2004 yılında, Sinvar’ın şiddetli boyun ağrısı ile ilgili kendisi ile konuşurken ‘namazdan sonra dengesini kaybettiğini’ söyleyince doktor felçten şüphelenerek Beerşeba’da Soroka Hastanesine yönlendirdi. Beyindeki ölümcül olarak tabir edilen tümör yedi saatlik operasyonla alındı (Remnick, 2024). Bitton onu ziyaret ettiğinde Sinvar’ın kendisine ‘hayatımı sana borçluyum’ dediğini aktarıyor (El-Duwairi, 2024). Ameliyattan sonra ise daha 400 yıl mahkumiyet cezası vardı.

Yazımıza başlığını veren khawa metaforu (Duveyri’ye aittir) Sinvar’ın hapishanede gerçeği olduğu gibi kabul ederek, “gardiyana rağmen” (gardiyan: İsrail) orayı bir akademi ve örgütlenme okulu olarak inşa etmesini anlatır. Hapishanede Karmi Gilon’un “Şin Bet: Parçalar Arasında” adlı kitabını, “1992’de İsrail Partileri” adlı bir kitabı, Yakup Peri’nin “Seni Öldürmek İçin Gelen” adlı kitapları tercüme etti. Duveyri bu azmi tam olarak “khawa” kavramı ile açıklıyor. İsrail’i gardiyan olarak konumlandırıyor ve Sinvar’ın bu çabasını “gardiyanın iradesine rağmen kaleme alınmış eserlerdi” diyerek metafor kuruyor. Bu noktada hapishanenin bir okul/kişisel gelişim atölyesi olarak dönüştürülme süreci İslamî literatürde geçen “umran” kavramına “inşa etme, dönüştürme” açısından uyuyor denebilir. Umran’a göre bir mümin, bulunduğu yeri güzelleştirmeli, iyileştirmeli hatta estetik açıdan kötü şeyleri dahi düzeltmeli veya ortadan kaldırmalıdır. Filistinlilerin hapishane süreçleri bu anlamda önemli bir inşa süreci olmuştur. İnsan bir diğer kişiyle aynı acıyı aynı dönemlerde yaşadığında o kişiler arasında daha sıkı mücadeleci bir bağ kurulduğu bilinen bir durumdur.

Hapishaneyi yöneten MOSSAD değil Sinvar’dı.

Sinvar, hapishanede imkânlar dahilinde eylemler düzenleyerek koşulları iyileştirmek için 1992-2004 arası dört defa grev organize etti ve isteklerin yerine getirilmesi konusunda karşılık da aldılar (PBS News, 2024). Maariv Gazetesi’nde yer alan habere göre bir İsrailli yetkili “Hapishaneyi yöneten kişi MOSSAD değil Sinvar’dı” demiştir (El-Duwairi, 2024). Nablus Künefesini çok iyi yaptığı ve mahkumlara, hapishane doktorlarına çok zaman bu tatlıdan hazırladığı biliniyor. 17 yıl İsrail hapishanelerinde kalan Lübnanlı Anwar Yassine’nin söylediği şu ifadeler Sinvar’ın kişisel gelişimi ile ilgili çok değerli bir bilgi daha sunuyor. Yassine “Hapishanede lider olmak ona müzakere ve diyalog konusunda deneyim kazandırdı ve düşmanın zihniyetini ve onu nasıl etkileyeceğini anladı” (PBS News, 2024). 7 Ekim 2024’ü organize eden sürecin izlerini bu cümlelerde bulmak neden mümkün olmasın? İsrail’in nasıl düşündüğünü çözmüş ve düşmanın zihnine istediği fikri nasıl yerleştirebileceğini biliyordu. Hapisten çıktıktan sonra 2017-2024 arasında 7 Ekim’e doğru döşenen taşları incelediğimizde bu taktiği uygulandığını düşünülebilir.

Hapishane sürecinde müebbet veya yüksek cezalar alan mahkumlar için kaçma girişimleri olağan bir hal olarak görülebilir. Özellikle Gazzeli birisi için ablukadaki aileye dönüş ve direniş isteği bu girişimleri tetikleyebilir. Sinvar için de durum farklı olmadı. Mecdel Cezaevi’nde duvarı delerek kaçma girişimi sonuca ulaşamadı, keza Ramle Cezaevi’nde de ipler yardımıyla denedi ama yine sonuç alınamadı. Bu girişimlerden dolayı aldığı cezaya ek olarak cezaevinde iken –dışarısı için- planladığı askerî operasyonlardan dolayı 25 yıl daha ek ceza aldı. Şeyh Ahmed Yasin’e hapishaneden gönderdiği haberde ise bir kaçma organizasyonu için para ihtiyacını iletmiş, para gelmiş ancak o organizasyon da başarısız olmuştu.

Sadece hapishane değiştirdim. Eskisi bundan çok daha iyiydi. Suyum, elektriğim vardı. Çok fazla kitabım vardı. Gazze çok daha zor.

2011 yılına gelindiğinde yani Sinvar 49 yaşındayken uzun zamandır planlanan özgürlük adımını atmanın zamanı gelmişti. HAMAS beş yıl önce 2006’da, Gazze tünellerinden Kerem Şalom köyü yakınlarındaki bir İsrail askerî karakoluna baskın yapmış ve Gilad Şalit adında on dokuz yaşında bir askeri kaçırmıştı. İsrailli esirler genelde karşılığında Filistinli mahkumların serbest bırakılması için kaçırılmaktadır. 2011 yılına gelindiğinde, İsrail toplumunda yıllarca süren protesto ve tartışmalar sonunda Şalit’in karşılığında Yahya Sinvar ve Muhammed Şarata’nın da içinde olduğu 1000’den fazla Filistinli mahkum serbest bırakıldı (Remnick, 2024). Sinvar’ın karakterini en belirgin şekilde okuyabileceğimiz olaylardan birisi hapishane çıkışında yaşandı. Çıkışta İsrail tarafından serbest bırakılanlara ‘bir daha terör eylemine bulaşmayacaklarına dair’ kâğıt imzalatılırken, Sinvar büyük bir risk alarak bunu imzalamayı reddetti ve çıkışı da sağlandı. İsrail takas organizasyonunda muazzam bir bedel ödemişti. Bu muazzam bedel 13 sene sonra daha iyi anlaşılacak ve Miha Kobi’nin (Sinvar’ı sorgulayan yetkili) tabiriyle ‘Sinvar’ı bırakmak İsrail’in en büyük günahı’ diyecekti. Sinvar’ın esir alma ve takas konularında hassas davrandığı, bu operasyonlara çok önem verdiği biliniyor. “Bir esir için, bir İsrail askerini yakalamak evrendeki en iyi haberdir, çünkü kendisi için bir umut ışığının açıldığını bilir” sözü kendisine atfedilir.

Özgürlükten 7 yıl sonra İtalyan gazeteci Francesca Borri Gazze’de Sinvar ile bir röportaj yaptı ve hapishane ile Gazze’deki hayat arasında bir kıyas yapmasını istedi, Sinvar şunları söyledi “Sadece hapishane değiştirdim. Eskisi bundan çok daha iyiydi. Suyum, elektriğim vardı. Çok fazla kitabım vardı. Gazze çok daha zor” (Remnick, 2024).

Sinvar’ın evlilik süreci 2011 yılında hapishaneden esir takası yoluyla çıkışından sonra 31 yaşındaki Samar isimli Gazzeli bir hanım ile gerçekleşti. Bu evlilik sürecinin, kız kardeşlerinin Arabistan’da hac vazifesi esnasında gelin adayını tanıdıkları ve bu şekilde gerçekleştiği biliniyor (Remnick, 2024). Samar Gazze İslam Üniversitesi’nde din alanında yüksek lisans derecesi sahibi idi. Kurulan ailenin üç çocuğu oldu.

“Vaktinde çıktıktan” sonra Gazze’de Hamas içerisinde doğal bir lider olarak yerini aldı. Gazze’deki İslamî Direniş içerisindeki ayrışmaları uzlaştırarak ayrılıkları önledi (Abushamala R. R., 2024). İsrail’e karşı çok sayıda silahlı çatışmaya katıldı. 2015 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından küresel çapta terörist ilan edildi (Bushard & Bohannon, 2024). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin diğer üyelerinden İngiltere ve Fransa tarafından da yaptırımlara tabi tutuldu. 2017 ve 2021 yılında dörder yıl halinde Hamas’ın Gazze lideri olarak seçildi. Sinvar’ın liderliğe seçilmesi, Hamas’ın iç dinamiklerinin ve liderlik yapısının ne kadar çevik olabileceğini ortaya koydu. Sinvar’ın askeri kanatla yakın bağları, Filistin, Arap ve İslam çevreleri arasındaki popülaritesi, esir değişimindeki rolü, onu bu geçiş dönemi için en uygun lider olarak konumlandırdığını söyleyebiliriz (Insight Turkey, 2024).

Barış zamanında onunla görüşmek istiyorsanız, sabah namazını Hasan el-Benna veya Rahmet Camii’nde kılmanız yeterlidir. Namazdan sonra, düşünmek ve tefekkür etmek için deniz kenarında otururken onu görebilirsiniz.

-Zahir Cebarin

7 Ekim 2023 tarihinde Filistin ve Orta Doğu coğrafyası için dönüm noktası olan askerî hareketlilik başladı. Gazze’den İsrail’e sabaha karşı “Aksa Tufanı” operasyonu başlatıldı. 20 dakikada 2200 roket fırlatıldı, HAMAS üyeleri yürüyerek, motorsiklet kullanarak ve yamaç paraşütleri İsrail topraklarına girdi. İsrail’in yüksek güvenlikli duvar ve çitleri, askeri karakolları aşıldı, esirler alındı, sınır bölgelerindeki karakollarda istihbarat belgeleri ele geçirildi, işgalci bölgeleri (yerleşimci olarak da bilinir) boşaltıldı. İsrail tarihindeki en yıkıcı saldırı hiç beklenmeyen bir zamanda gerçekleşti. Bundan sonra İsrail Gazze’ye savaş ilan ederek –mevcut durumda- 1 yıldan fazla süredir katliam ve saldırılar yaptı. Aksa Tufanı’nı planlayan ve yöneten kişi Yahya Sinvar’dı. İsrail ona 1 yıl boyunca ulaşamadı. Savaş sürecinde HAMAS lideri İsmail Heniyye’nin şehit edilmesinin hemen ardından HAMAS lideri olarak seçildi. Ülke değiştirdiğine dair propagandalar yapıldı. Sinvar’ın, baştan sona adeta Aksa Tufanı için örülmüş hayat hikâyesi Han Yunus içerisinde Tel Al Sultan bölgesinde Gazze savunmasında şehit edilmesi ile son buldu (AA, 2024).

17 Ekim 2024 günü internet ortamına IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri ) tarafından servis edilen video, ağır hasar almış bir binanın içerisine giren bir dronun kamerasındaki görüntüleri içeriyordu. Harabe evin içindeki bir koltukta yaralı ve koluna turnike yapılmış şekilde oturan Yahya Sinvar, İsrail dronuna elindeki sopayı fırlattıktan sonra kayıt kesiliyordu. Sonradan yayınlanan bilgi ve fotoğraflar Sinvar’ın ateş edilerek öldürüldüğünü teyit etti. Fotoğraflarda görüldüğü üzere işaret parmağı –muhtemelen şahadet işaretini yaptığı içinkesilmişti. İlginç bir şekilde Yahya Sinvar İsrail’in eliyle tüm dünyaya kahraman olarak gösterildi. Daha sonra İsrailli yetkililer yaptıkları bu ölümcül hatanın farkına varacaktı.

Benim hayatım Gazzeli herhangi bir çocuğun hayatından daha değerli değil.

-Yahya Sinvar

Sinvar’ın hayatının önemli olduğunu düşündüğümüz noktalarını burada tamamlarken bazı tevafuklarla bu bölümü noktalayabiliriz. Bir Ekim ayında Han Yunus’ta doğdu, bir başka Ekim ayında hapishaneden serbest kaldı, bir Ekim ayında dünya siyasal dengelerini değiştiren askerî harekâtı yönetti, bir Ekim ayında doğduğu yerde Han Yunus’ta şehit oldu. Evinin enkazından çıkan koltuğunda İsrail’e meydan okudu, bir Filistinli’nin enkaza dönen evindeki koltukta şehit oldu.

SİNVAR’IN ZİHNİ, STRAEJİSİ VE 7 EKİM

Mahkum, gardiyanla oyun oynadı ve onu zekası ve kurnazlığıyla aştı. Sinvar, Netanyahu’nun zihnine istediği fikri yerleştirmeyi başardı.

-İbrahim El-Duwairi

Sinvar’ın Aksa Tufanı’nı hapishane yıllarından beri planladığını düşündüren birçok detay bulunabilir. Hapishanede ve çıktıktan sonraki söylemleri, 2017 HAMAS tüzük değişikliği, İsrail ile itidal dönemi ve sınırda alışılmadık biçimde torpil bile atılmayan bir sakinlik hali büyük tufanın –Sinvar’ı iyi tanıyanlar için- habercisi idi. Öncelikle Yahya Sinvar’ın dünyada dengeleri alt üst eden bu operasyonu planlamak ve yönetmek için gereken stratejik aklına odaklanacağız.

2017’de HAMAS’ın askerî liderliğine tekrar seçildiğinde 7 Ekim 2024’e kadar izlediği stratejiyi özetle şu şekilde değerlendirebiliriz. Sinvar, Mısır, İran, Körfez Ülkeleri ve Suriye ile yumuşak ilişkiler geliştirmiş, El Fetih ve Muhammed Dahlan ile ilgili kışkırtıcı olmayan siyasi dengeler kurmuş, bu süreçte ABD Başkanı Trump’ın öncülük ettiği İbrahim Anlaşmaları ile Filistin aradan çıkarılarak Araplar ile İsrail barışı sağlanmış, Sinvar bu dönemde de İsrail ile bir ateşkes durumuna girdiğini hissettiren politikalar izlemiş, sınırda ve Gazze’de sakin bir ortam oluşmuş, Gazzeliler İsrail’de iş bulmaya başlamış, İsrail Doğu Akdeniz gazı ile ilgili projelere yoğunlaşmışken, HAMAS’ın ‘sabır politikası’ devam ederken, bir sabah Aksa Tufanı adlı HAMAS taarruzu başlamıştır. İsrail tıpkı yine bir 6/7 Ekim günü 1973’te Mısır’ın saldıracağını anlayamadan uykuda yakalanmıştı. İsrail’in yine aynı tarihte tekrarladığı benzer bir istihbarat başarısızlığı, Sinvar’ın –savaşın sonucu ne olursa olsunstratejik üstünlüğünü gösterdi. Hapishanede geçen 22 senenin Sinvar’a böyle bir planlamanın teknik, sosyolojik temellerini oluşturmak için yeteri kadar zaman tanıdığını düşünüyoruz.

Bizim üzerimize bowling taşları gibi devrilen, ancak 25 yıl sonra Lahey’deki Adalet Divanı’nda kendilerini bulabileceklerinin farkında olmayanlar…

-Yahya Sinvar

2017 yılında Sinvar liderliğinde HAMAS Hareketi’nin tüzüğü güncellendi. Yeni tüzüğün belki de Aksa Tufanı operasyonunun erken bir parçası olma ihtimali çok yüksek. Mısırlı siyasetçi ve yönetmen Halid Yusuf, tüzüğü yorumlarken (2024 yılında) Sinvar’ın siyaset ilmini övmüştür. Çünkü tüzükte HAMAS ve Müslüman Kardeşler (MK) bağı kaldırıldı, MK logosu kaldırıldı, şaşırtıcı bir şekilde 1967 temelinde iki devletli çözüm fikri kabul edildi, İsrail’in işgalini bir Yahudi işgali olarak tanımlayan din temelli maddelerin yerine İsrail’in Filistin’i işgal etmesi üzerine kurulu bir mücadele konsepti eklendi. Yusuf, yeni tüzüğün HAMAS’ın dini referansları reddettiği anlamına gelmediğini de ekler (Youssef, 2024). 2018 yılında yukarıdaki satırlarda bahsedilen gazeteci F. Borri’ye verdiği röportajda “yeni bir savaş kimsenin çıkarına değil” diyor ve İsrail ve Mısır’ın Gazze’ye uyguladığı ablukayı kaldırması (2007‘den beri uygulanan) karşılığında İsrail ile müzakereye açık olacağını mesajını iletiyordu (Bushard & Bohannon, 2024). 2017 senesi sonunda Kahire’de düzenlenen HAMAS ve El-Fetih arasındaki müzakereler ile ilgili uzlaşmayı engellemeye çalışan ve karşı çıkan Filistinlilere çok sert tepki gösterdi.

Bu dönem hem sabır ve itidal hem de mücadeleden vazgeçilmeyeceğine dair izlerin olduğu politikalar uygulandı. Halka yönelik konuşmalarından birini İsrail’i kendisini öldürmeye davet ederek bitirdi ve “Bu toplantıdan sonra yürüyerek eve döneceğim” dedi. Daha sonra bunu yaptı, sokakta insanlarla el sıkıştı ve selfie çektirdi. Evine vardığında enkazın ortasında bir koltukta oturarak ikonik fotoğrafını çektirdi.

2018 yılında HAMAS liderlerinden Nureddin Berke için düzenlenen anma töreninde Sinvar, Gazze halkına yapılan yardımlar için teşekkür konuşmasında, bir gün kopacak tufandan bahsetti “Düşman, dolar ve mazotun içeri girmesine izin verdiğinde kanımızı satacağımızı mı sandı?” diye sorarak Hazreti Süleyman’ın dilinden Kuran’daki şu ayeti aktardı: “Siz bana mal yardımı mı yapıyorsunuz? Onlara dön; iyi bilsinler ki asla karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gelir, muhakkak surette onları yenilmiş ve küçük düşürülmüş olarak oradan çıkarırız!”. Bu sözler İsrailliler tarafından törende hamaset içeren bir konuşma metni olarak görülmüş olabilir. Duveyri’ye göre ciddiye de alınmadı. Çünkü İsrail istihbaratı Sinvar’ın çatışmaya değil yönetime odaklandığını düşünüyordu (El-Duwairi, 2024). Tıpkı 1972’de Ürdün devlet başkanının Mısır saldırısı olacağına dair Golda Meir’i (dönemin İsrail başbakanı) uyardığında İsrail’in bunu umursamadığı gibi. Sinvar bu düşünceyi İsrail’in zihnine yerleştirdi. Sonuç olarak delillerimizden bir tanesi de en az 10.000 roket (7 Ekim’de ve sonrasında kullanılan.) silah ve mühimmat üretimi Gazze tünellerinde 2023’te başlamamış, en azından yıllara yayılan bir süreç olmalı diye değerlendiriyoruz. İsrail tam beklendiği gibi rahatlarken, Gazze Şeridi ve sözde yerleşim yerlerini korumada kullandığı güvenlik sistemlerini teknolojiye emanet etmek gibi bir hata yaptı. Çünkü mahkum (Gazze) itaat etmişti. Sinvar bu rahatlık döneminde Gazzeli 18.000 işçinin İsrail’de günlük olarak çalışabilmesi için İsrail ile anlaştı (Filistin yönetimi aracılığı ile) (El-Duwairi, 2024). Aynı zamanda Gazze duvarı boyunca Gazzeliler bu işçi alımlarının gerçekleşmesi için HAMAS’ın da desteklediği protestolar düzenlediler. Protesto, grev tecrübesi Sinvar’ın hapishane hayatından miras kalan ve şimdi de bir başka hapishane olan Gazze’de uygulanıyordu. 18.000 Gazzeli’nin içinde İsrail’i haritalayacak, istihbarat toplayacak birçok direnişçi olma ihtimalini İsrail tam olarak öngöremedi, belki de Sinvar’ın 22 yıllık hapishane tecrübesini küçümsedi. Bu dönemde Netanyahu’ya (İsrail başbakanı) Mısırlı arabulucular ile uzun vadeli bir ateşkes önerdi. İşte belki bu son adım İsrail’in açık olan tek gözünü de tamamen kapatan en önemli manevra idi. Bu süreçte (2021-2023) HAMAS, Mescid-i Aksa’daki İsrail provokasyonlarına tepki amacıyla da olsa tansiyon yükseltmedi, 2021 çatışmalarından sonra ellerini tetikten çekti, stratejik sabır politikasına geçti. 2017 veya 2018 yıllarında İsrailli analistler Sinvar da dahil olmak üzere HAMAS liderlerinin savaş ile ilgilenmediğine inanıyorlardı (Bushard & Bohannon, 2024).

Sinvar ‘sabır politikası’ döneminde, Borri’ye verdiği röportajda ilginç bir cümle kurdu “Savaş hiçbirimizin çıkarına değil. Sapanlarla bir nükleer güçle kim yüzleşmek ister ki?”. Bu ifade kamuoyunda yankılandığında, ofislerinde muhtemelen Play Station oynayan İsrail güvenlik birimlerini daha da rahatlatmıştı.

Sabredin, dünyayı yerinden oynatacağız

-Yahya Sinvar

Hamas Siyasi Büro Üyesi ve Filistin eski Sağlık Bakanı Bassem Naim, Sinvar’ın herkesi büyük bir olaya hazırladığını belirtiyor ve bu suskunluktan, sabırdan şikayet edenlere “Sabredin, dünyayı yerinden oynatacağız.” diye yanıt verdiğinden bahsediyor. Kimi görüşlere göre ise tüm bunlar stratejik bir aldatmaca planının parçasından ziyade, Sinvar’ın yumuşama dönemine girdiğini ancak karşılığını alamadığında ise Aksa Tufanı’na karar verdiğini düşünüyor. Aksa Tufanı’nı hızlandıran sebeplerden birisi de, İsrail ile bazı Arap ve bazı Mağrip ülkeleri arasında ilişkilerin normalleşmesini sağlayan ve Filistin yok sayılarak imzalanan 2020 yılındaki İbrahim Anlaşmaları’dır. Hapishanede iken Dr. Bitton’a söylediği şu sözler Aksa Tufanı tarzında bir operasyonun seneler önce planlandığına inanma hissini kuvvetlendiriyor. Sinvar doktora, ‘İsrail’in doğuştan kırılgan olduğunu, dindar ve laik nüfus arasındaki çatlakların derinleşeceğini, 20 yıl sonra zayıflayacağını ve o zaman saldıracağını’ söylüyor.

7 Ekim’de İsrail güvenlik birimlerinin bir kağıttan kaplan olduğu ortaya çıktı. Hamas’ın karşı istihbaratı İsrail istihbaratını alt etti. Filistin’i tarihin merkezine geri yerleştirdi

-Max Blumenthal, Akademisyen

Yahya Sinvar’ın liderliğini yaptığı Aksa Tufanı Harekâtı, beklenmeyen yılda, beklenmeyen ayda ve beklenmeyen anda gerçekleşti. Sinvar yönetimindeki HAMAS, adını Filistin tarihine ve okullarda istihbarat ile savaş tarihi derslerine yazdıracak olan Aksa Tufanı operasyonunu 7 Ekim 2023’te sahneye koydu. Saldırı günü İsrail’de hem Şabat hem de Simhat Tora günüydü. İsrailliler sakin, dingin, evlerine çekilmişti. Ayrıca şok edici 1973 saldırısının 50. yıl dönümü idi. İsrail’in 75 yıllık tarihinde görmediği yoğunlukta füze saldırısı başladığında, iletişim ve gözetleme sistemlerini ‘kör’ etmek için insansız hava araçları ve RPG’ler kullanılıyordu (Remnick, 2024). HAMAS üyeleri duvarın (Gazze’yi çevreleyen abluka duvarı) 60’dan fazla noktasından İsrail’e giriş yaptı.

HAMAS’ın İsrail sınırında kabul edilen bölgelerden Erez, Sderot, Kfar Aza, Nahal Oz, Beeri, Netivot, Reim, Nirim, Ofakim, Magen, Sufa, Kerem Şalom, Nir Yitzak bölgelerine sızdığı biliniyor (AA, 2023). Dakikada 110 adet roketin atıldığı saldırıda Demir Kubbe, Davut Sapanı gibi hava savunma sistemlerinin sadece isimlerinin çok şık olduğu anlaşıldı. HAMAS yüzlerce İsrailli esir aldı ve Gazze’ye geri döndü. Aradan geçen 1 yıldan fazla zaman diliminde İsrail Gazze’de sivil katliamı yaptı. HAMAS üyelerinden ulaşabildiklerini öldürdü ve Yahya Sinvar’a 1 yıl sonra planlarında yokken/tesadüfen ulaşabildi. HAMAS’ın elinde hâlâ rehineler var ve İsrail’in Gazze’de elle tutulur –Savaşı bölgeye yayarak Netanyahu’yu kurtarmak dışında- bir planı görünmüyor.

sayan İbrahim Anlaşmalarının geçersiz kılınmasını sağladı. Mescid-i Aksa’nın ani bir şekilde İsrail işgali ile yıkılmasının önüne geçti. Mazlum insanlara umut ve her zaman bir imkânın olduğunu hatırlattı. Siyaset bilimci Abusada’nın ifadesiyle “Bu (aksa tufanı) hayal gücünün ötesindeydi” (Remnick, 2024). Cezayirli ilim adamı Dr.Abdürrezzak Makri’nin de ifade ettiği gibi “Müslümanların çok zayıfladığı, umutların tükendiği dönemlerinde Selahattin Eyyübi, Nureddin Zengi nasıl çıkmışsa Aksa Tufanı da ilahi müdahalenin bir parçasıdır, umudun adıdır”.

Yazının en başında belirttiğimiz gibi annesi ona Yahya Peygamberin adını vermiştir. Yahya Peygamber de bu bölgenin zalim yöneticisi tarafından şehit edilmişti (Aydın, 2013).

1950’lerden Gazze fotoğraflarını gördün mü hiç? Yazları herkes buraya tatile geliyordu?

-Yahya Sinvar

SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME

Yahya Sinvar’ın doğumu ve hayatının sonuna kadar olan süreç genel olarak şu fikirleri verir: Coğrafyanın mağduriyeti içinde doğmak, kendi toprağında mülteci toplumun imece usûlü kurduğu kurumlarda yetişmek ve toplumun yetiştirdiği idealist insanlarla hemhâl olarak fikir dünyasını büyütmek, karamsarlık, umutsuzluk gibi düşüncelerden her zaman uzak durmak, siyasi değil dinî bir dava için yaşamış olmak, düşmanın zihnine istediği fikri yerleştirebilen strateji ve istihbarat becerisine sahip olmak, düşmanın zafiyetlerini bilerek uygun adımları kararlılıkla atmak, zamanı geldiğinde altın vuruşu yapabilmek ve sahada bizzat savaşarak ölmek. Şüphesiz zulüm gören insanlara, kendi toplumuna ve aynı dini paylaştığı insanlara umut aşılayan bir yaşam, 21. yüzyılda muharebe alanında savaşan bir lider olarak hem Filistin’in hem mazlumların hem de İsrail’in kayıtlarına girdi.

Sinvar’ın hayatı, dünyada hiçbir zaman ve hiçbir durumda umutsuz olunamayacağını, ilm-i siyaset, samimiyet, öz gelişim ve akıl ile 100 yıllık bir senaryonun yerle bir edilebileceğini gösteriyor. Kendisi ile ilgili dizi ve sinema filmleri çekilmeli, toplumun geneline hitap eden kitaplar yazılmalı ve başka araçlarla tanıtılmalıdır. Bu yazı da böyle bir amaca mukaddime niyetiyle hazırlanmıştır.

Sönmeyen Yangın

Hatice KOÇLAR

Yangın Bugün Başka Şekilde Devam Ediyor…

Mescid-i Aksa, bundan 55 yıl önce 21 Ağustos 1969 yılında Avusturya asıllı fanatik Michael Dennis Rohan tarafından kundaklanarak yakıldı.

Kayıtlara kara bir leke olarak geçen büyük yangında birçok tarihi eser yandı. Bunlar arasında en önemlisi Selahaddin Eyyubi’nin fetih nişanesi olarak Kudüs’e getirttiği tarihi ‘ahşap minber’ küle dönüştü.

Siyonist işgal rejimi 1948’den beri uluslararası hukuka aykırı pek çok suçunun yanı sıra, Kudüs şehrinin İslami medeniyet kimliğini ortadan kaldırmak için kültürel bir soykırım da uyguluyor.

1948 Arap – İsrail Savaşı

Filistin’de İngiliz manda rejiminin sona ermesinin ardından 14 Mayıs 1948’de Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Millî Konseyi’nin, İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği’nin İsrail’e savaş ilanıyla başlayan savaştır.

İsrail’in kuruluşunun resmen ilan edilmesiyle patlak veren Arap-İsrail savaşı neticesinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölünen Kudüs, Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşı ile birlikte tamamen İsrail işgaline maruz kaldı.

7 Haziran 1967 günü, İsrail kuvvetleri, Ürdün’ün kontrolündeki Batı Şeria’yı da ele geçirmeyi başarmıştı. İsrail askerleri artık Doğu Kudüs’e geçirmiş, eski şehrin surları içine girmiş ve dünya tarihi için son derece önemli bir işgali gerçekleştirmişti. Soluğu Mescid-i Aksa’da alan Yahudi askerlerinin görüntüsü dünyanın dört bir yanından Müslümanları üzüntüye uğrattı.

Bu görüntü yıllar içinde Kudüs’te yaşanacak zulümlerden müteşekkil bir albümün ilk fotoğrafı niteliğindeydi…

İşgalin verdiği tedirginlikle geçen iki yılın ardından, 21 Ağustos 1969 sabahı bakışlarını Aksa’ya çeviren Müslümanlar, büyük bir felaketle karşı karşıya olduklarını çabucak anlamışlardı.

Kıble Mescidi’nin minber kısmından dumanlar yükseliyordu. Yangını büyük bir sevinçle karşılayan Siyonist işgalciler, itfaiyelerin önünü keserek yangına müdahaleye engel olmaya çalışmışlardı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Peel Komisyonu Süreci ve Sonrası Filistin

Fatma Nur Taş

GİRİŞ

Yahudilerin vadedilen toprak hikayesi ve üstün ırk vurgusu Filistin’e olan göçleri artırmış, 20. yüzyıla gelindiğinde Siyonizm Yahudiler için bir ideolojiden ziyade bir ulus inşa etme ideali haline gelmişti. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması Ortadoğu'da büyük bir siyasi boşluk yaratmış ve bölgenin geleceğini şekillendirecek önemli değişimlere yol açmıştı. 400 yılı aşkın bir süre Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde kalan Orta Doğu bölgesi, o dönemde nispeten istikrarlı bir yönetim altındaydı ancak bu istikrar, savaş sonrası yapılan gizli anlaşmalar ve Batılı ülkelerin müdahaleleriyle bozuldu. Böylelikle bölge, tam bir istikrarsızlığa sürüklendi.

İngiltere’nin savaşın sonunda, 1918'de bölgeyi işgal etmesiyle 25 Nisan 1920'de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiltere'ye, bölgenin manda idaresi için yetki verildi.  İngiltere ile Fransa arasında 1916'da imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bu iki güç arasında paylaştırılmasını öngörüyordu. Bu anlaşma Batı'nın çıkarlarını ön planda tutuyor ve bölgenin etnik ve dini yapısını göz ardı ediyordu. Sykes-Picot Anlaşması Arap halkının bağımsızlık umutlarını yerle bir ettiği düzeyde Batılı emperyalistlerin bölgedeki etkisini artırıyordu. Antlaşma, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye bölüyor, Filistin'de ise uluslararası idare kurulması öngörülüyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru gelinirken, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un İngiliz Yahudi toplumunun lideri Lord Lionel Walter Rothschild’e 2 Kasım 1917’de yazdığı mektup, Filistin’in kaderinde önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Tarihte Balfour Deklarasyonu olarak anılan mektupla, İngiliz yönetimi Filistin’de Yahudilere bir yurt verilmesine “sempatiyle” yaklaştığını belirtmişti. Lakin, o dönemde Filistin henüz Osmanlı toprağı olmasına karşın İngilizlerin kontrolünde değildi. Dolayısıyla İngilizler kendi yönetimlerinde olmayan bir halkın toprağını bir başka halka vaat etmekte bir beis görmemişti. Balfour Deklarasyonu’nun ilanı, dünya üzerinde belli başlı Yahudi merkezlerinde bulunan siyonist federasyonlar tarafından sevinç ve şükran duyguları ile karşılanmıştır. Ancak o zamana kadar sakin olan Filistin Arap milliyetçiliğinin harekete geçtiği dönemi de başlatmıştır. Filistin'deki Arap ve Yahudi toplulukları arasında süren yıllar boyu gerginlikler, Arap İsyanı olarak bilinen büyük bir ayaklanmayla doruğa ulaştı. Araplar, İngiliz Mandası altındaki Yahudi göçünü ve İngilizlerin Filistin'de bir Yahudi devleti kurma planlarını protesto etmişti.

Filistin Mandası altında yaşayan Arap ve Yahudi toplulukları arasında artan gerilimi ve şiddeti çözmek amacıyla 1937 yılında İngiltere tarafından önerilen bir taksim planı olan Peel Planı gündeme getirildi. Plan, Britanya'nın Filistin'in siyasi ve sosyal sorunlarını çözmeye yönelik uluslararası çabanın bir parçası olarak sunduğu ilk kapsamlı öneriydi. Peel Komisyonu, 1936'da Filistin'de başlayan Büyük Arap İsyanı'nın ardından İngiliz hükümeti tarafından durumu araştırmak ve önerilerde bulunmak amacıyla kuruldu ve komiteye Sir William Peel başkanlık ediyordu. Komisyon bölgedeki çatışmaların nedenlerini araştırdı ve Araplarla Yahudiler arasındaki temel çatışmanın ancak fiziksel ayrılık yoluyla çözülebileceği sonucuna vardı.

Peel Komisyonu tarafından önerilen plan, Filistin'in üç ana bölgeye bölünmesi çağrısında bulunuyordu: Yahudi devleti, Arap devleti ve uluslararası bölge. Yahudi devleti, Filistin'in kuzeyi ve batısı ile Akdeniz kıyısı boyunca uzanan bir bölgede kurulacaktı. Bu bölge ülkedeki en verimli toprakları içeriyordu. Arap devleti, Ürdün Nehri'nin batısında, güney ve doğu Filistin'de yer alacaktı. Verimli topraklar az olmasına rağmen bu bölge nüfusun çoğunluğuna ev sahipliği yapıyordu. Kudüs ve çevresi uluslararası bir bölge olarak yönetilecekti. Bölge, kutsal toprakların güvenliğini ve tarafsızlığını sağlamak için doğrudan İngiliz mandası altında kalacaktı. Bu plan hem Araplar hem de Yahudiler tarafından geniş çapta reddedildi.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Büyük Felaket

Fatma Nur Taş

Sözlükte çok büyük üzüntüye ve sıkıntıya, onarılması güç, büyük zarara yol açan olay ya da durum olarak açıklanan “Nekbe (felaket)” kelimesi, bugün bir halkın kanayan en büyük yaralarından birisini nitelemektedir. Her yıl Mayıs ayının on beşinci günü bu unutulmayan felaketin yeniden hatırlandığı gündür. 15 Mayıs Filistin ve İsrail halkı için taban tabana zıt anlamlar içermektedir. Tam da bugün bir taraf öz topraklarında hareket edemez hale gelmiş, diğer taraf ise Hitlervari duruşla vadedilen topraklar rüyasına adım atmıştır.

İsrail’in kuruluşunu Filistinlilerin Nekbe’sini tetikleyen olaylar silsilesi Yahudilerin Avrupa’da ve bulundukları ülkelerin ekseriyetinde sosyal hayatta ve temas ettikleri her alanda antisemitik muamelelere maruz kalmalarıyla başlamıştır. Siyonizmin, 19. yüzyılın sonlarında Avrupa`da büyüyen bir siyasal hareket olarak ortaya çıkmasının peşinden, siyasal siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, 1896'da bir Yahudi devletinin kurulmasının, Avrupa'da yüzyıllardır başlamış olan Yahudi karşıtı duygu ve saldırılara çözüm olacağını söyledi.

Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasıyla beraber de İngiltere, Filistin'in kontrolünü ele geçirdi ve 1917'de Balfour Deklarasyonu'nu yayınladı. Belgede "Yahudiler için ulusal bir anayurttan" söz edilmiş ayrıca "Yahudi olmayan Filistinli toplulukların sivil ve dini haklarını baltalayacak hiç bir eylemde bulunulmaması gerektiği" belirtilmişti. Ancak bu 67 kelimelik mektup günümüze kadarki 107 yıllık problemler sarmalının önünü açmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Çünkü artık Yahudilerin bu topraklara gelişi hızlanmış ve Filistin halkını gölgede bırakmak için çalışılmaya başlanmıştı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

TAKDİM

Kudüs Çalışma Grubu, genç gönüllülerin bir araya gelerek oluşturduğu, Filistin-İsrail sorunu ekseninde bölgesel araştırmalar, etkinlik ve akademik faaliyetler yürüten gönüllüler ekibidir. Çalışma alanıyla ilgili bölgede derinleşen krizi; insani diplomasi, insan hakları, uluslararası hukuk, uluslararası ilişkiler, tarih, teopolitik, jeopolitik başta olmak üzere ilgili farklı disiplinlerde çalışmalar yaparak ele almaktadır.

Filistin-İsrail ekseninde 2024 yılı, 7 Ekim 2023’te HAMAS’ın İsrail’e karşı başlattığı operasyon sonucunda çatışmaların en şiddetli yılı olmuştur. İsrail, 2025 yılı Ocak ayına kadar Gazze’ye yönelik asimetrik şiddet saldırılarını artırmış ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından da tespit edildiği şekilde açıkça savaş suçu işlemiştir. İsrail’in işlediği savaş suçlarına karşı uluslararası kurumlar, durumun adını koymak dışında (UAD kararı gibi) herhangi bir yaptırım mekanizmasını devreye alamamışlardır. BMGK’nın (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) İsrail konusunda ortak karar alamadığı ve uluslararası sistemde ağırlığı olan ABD’nin İsrail’i desteklediği bu ortam, dünya kamuoyunun uluslararası hukuka olan güvenini son derece azaltmıştır. Bu yıl Ocak ayında İsrail ve HAMAS arasında imzalanan ateşkes antlaşması yürürlüğe girmiştir. Ateşkesin gidişatına, İsrail ve ABD’nin açıklamalarına bakıldığında bölgede istikrarın ve barışın kalıcılığını garantileyen somut bir gösterge bulunmamaktadır. Ateşkesten sonra Gazze’ye insani yardım ve medya imkânlarının girişi, İsrail’in burada yol açtığı yıkımı ve durumun vahametini gözler önüne sermiştir.

Bu derleme çalışması Kudüs Çalışma Grubu gönüllü araştırmacıları tarafından hazırlanan, 2024 yılı içerisinde Gazze başta olmak üzere Filistin’deki insani krizlere, diplomatik ve uluslararası sorunlara odaklanan, İsrail saldırılarında hayatını kaybeden önemli şahsiyetleri inceleyen ve bu savaşla ilgili bilinmesi gereken tarihsel arka plana mercek tutan yazılardan oluşmaktadır. Filistin-İsrail meselesinde sosyal medya dezenformasyonlarına karşı doğru bilgileri aktaran, kamuoyuna nitelikli doğru bilgi sunan ve Filistin konusunda sık sorulan soruları cevaplandıran çalışmalarımızı bir araya getirmek ve kamuoyuna sunmak amacıyla hazırlanmıştır. Faydalı olmasını temenni ederiz.

Savaştan Sonra Netanyahu Hükümeti

Zehra YAVUZ

Savaşın Güncel Verileri

Gazze ile olan savaşını soykırım suçuna dönüştüren İsrail, 200 günü aşkın süredir savaşa devam etmektedir. Filistin Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı resmi açıklamaya göre, İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısı 34 bin 183'e, yaralı sayısının ise 77 bin 143'e yükseldiği kaydedilmiştir.

Savaşın bölgesel düzleminde ise İsrail ordusu ile Hizbullah arasında 8 Ekim 2023'ten beri devam eden çatışmalarda 276 Hizbullah mensubu, 54 Lübnanlı sivil, 17 Emel Hareketi, 13 Hamas, 12 İslami Cihad mensubu ile 7 İsrailli sivil ve 11 asker hayatını kaybetmiştir.

Savaşın İsrail tarafında ise, Gazze Şeridi'nde, bazıları hayatta bazıları ölü 136 kadar İsrailli esir bulunuyor. Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları, İsrail'in Gazze'ye saldırılarında öldürülen İsrailli esir sayısının 70'i geçtiğini duyurmuştur.

İsrail ordusu, 7 Ekim'den bu yana 260'ı karadan işgal sürecinde olmak üzere, 604 askerinin öldüğünü duyursa da rakamların askerî sansür sebebiyle daha az söylendiği bilinmektedir.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

UNRWA’nın Gazze’deki Durumu

Turgut SAĞLAM

Giriş

UNRWA Filistinli mültecilerin temel ihtiyaçlarını karşılama ve topraklarına “Geri Dönme Hakkı” konusunda faaliyetler yürüten Birleşmiş Milletler’e bağlı kuruluştur. Yaklaşık 75 yıldır faaliyet gösteren kurumun adı 7 Ekim 2023 İsrail-Gazze Savaşı’ndan bu yana gündeme gelmektedir. UNRWA’nın Gazze Şeridi’ndeki faaliyetlerinde ekseriyetle Filistinliler çalışmaktadır ve bu durum İsrail tarafından bahane edilerek ajans bu süreçte hedef haline getirilmiştir. Çalışmamızda UNRWA’ya değinecek, Gazze’deki faaliyetlerinden bahsedecek, neden İsrail tarafından hedefe konulduğunun üzerinde durulacaktır.

UNRWA

1948 yılının Mayıs ayında İsrail’in resmî olarak kuruluşunun ilan edilmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği ülkeleri ile İsrail arasında resmî olarak savaş başlamıştır. Arap-İsrail Savaşı ve süreci izleyen olaylar neticesinde 700.000’den fazla Filistinli İsrail tarafından sınır dışı edilmiş, kendi evlerinden ayrılmaya mecbur bırakılmışlardır. İsrail için kuruluş günü, Filistin için ‘Nakba Günü’ (Felaket Günü)’dür. Ortaya çıkan insanî kriz karşısında Filistinli mültecilere doğrudan yardım ve çalışma programları yürütmek üzere Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 8 Aralık 1949 tarih ve 302 (IV) sayılı Kararı ile UNRWA (Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı) kurulmuştur. Ajansın kuruluş amaçlarından birisi de BM Genel Kurulu'nun 194 sayılı “Geri Dönme Hakkı”* kararının uygulanmasına yardımcı olmaktır. Kurulduğu yıllarda yaklaşık 750.000 Filistinli mültecinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan kurumun bugün ulaştığı yardıma muhtaç Filistinli sayısı 5,9 milyona ulaşmıştır (UNRWA). Bu rakamlar bölgedeki İsrail sorununun yol açtığı etkileri görmek için önemlidir.

UNRWA Ürdün, Lübnan, Suriye, Gazze, Batı Şeria (Doğu Kudüs dahil)’da faaliyet göstermektedir. Kamplarda ve Yermük gibi bazı harici bölgelerde okullar yoluyla eğitim, sağlık merkezleri ve insanî yardım malzemesi dağıtım merkezleri ile hizmet vermektedir. Ajans adeta Filistin’in bir parçası olarak faaliyet göstermektedir. Organizasyonun finansmanı %89,2’si Birleşmiş Millet üyesi bazı devletlerin kendi istekleri ile yaptıkları yardımlarla ve geri kalanı ise bazı sivil toplum kuruluşlarının katkıları ile karşılanmaktadır (UNRWA). Çalışma bölgelerinde eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ve yardımlar için çeşitli projeler geliştirilmiş ve dijital reformlar yapılandırılmıştır. Bu anlamda kurumun projelerinden birisi de “Filistin Mülteci Kayıt Arşivi Projesi” dir. Proje ile 1948’deki Nakba’dan beri yerinden edilen Filistinlilerin şecereleri yeniden kanıtlar toplanarak oluşturmaya başlanmış ve Şam, Kudüs, Beyrut ve Amman’da arşivlenmeye başlanmıştır. Bu projenin çıktıları doğal olarak, göç ettirilmiş Filistinlilerin Filistin’de yaşadığına dair kanıtları ortadan kaldırarak, Filistin’i geri dönülemez bir yer haline getirmek isteyen İsrail’in demografi ve tapu kayıt sistemi ile ilgili (Tapuların İsrail kurumlarına kaydı) çalışmalarını kendi aleyhine etkilemektedir. Ülkesinden zorla göç ettirilmiş Filistinlilerin geri dönebilmesi ve ileride kurulması muhtemel bir Filistin Devletinde yaşayacak Filistinliler için legal kayıtların ulaşılabilir olması önemli bir aşamadır.

Nitekim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde 2024 yılının Nisan ayında konuşan İsrail Büyükelçisi, BM’nin 194 sayılı kararına rağmen geri dönme hakkı konusunda “var olmayan bir hak” ifadesini kullanmıştır.

(United Nations, 2024)

Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın tüm eksikliklerine rağmen UNRWA sivil toplum kuruluşları ile birlikte, insanî yardımın ihtiyaç olduğu bölgelerde, devletlerin maddi katkısı ile faaliyet göstermektedir. 7 Ekim 2023’ten sonra Filistin ve İsrail arasında yaşanan süreçte UNRWA’nın rolü ve önemi bir kez daha görülmüştür. Gazze Şeridi’ndeki bütün insani yardımın dağıtımın ağı UNRWA kontrolündedir. Bu süreçte ajansın Gazze’deki faaliyetleri, resmî açıklamaları ve raporlarından sonra, İsrail UNRWA’yı hedef almış ve kuruluşun faaliyetlerini akamete uğratmak için girişimlerde bulunmuştur.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze’deki Mülteci Kamplarında Son Durum

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsrail Gazze’de 7 Ekim 2023’ten bu yana 35 bin 173 Filistinliyi öldürmüştür. Gazze’de 80 binin üzerinde kişi yaralanmıştır. Binlerce kişi için kayıp başvurusunda bulunulmuştur. 70 bin konut yerle bir olmuş Birleşmiş Milletlerin tahminine göre 1.7 milyon Filistinli İsrail tarafından yerinden edilmiştir. İsrail’in Filistinlilere yaptığı kıyım yaklaşık 8 aydır devam etmektedir. Filistinliler sivil yerleşim yerlerinde, mülteci kamplarında ve hastanelerde dahi güvende olmamakla birlikte, nerede ve kim oldukları gözetilmeksizin 223 gündür ateş altındadırlar.

Bu çalışmada Gazze’deki mülteci kamplarına ve 7 Ekim’den bu yana kamplarda yaşananlara değinilmiştir.

Resmi kaynaklara göre Gazze şeridinde 8 mülteci kampı mevcuttur. Bu kampların en büyüğü Gazze’nin kuzeyinde yer alan Cibaliye Kampı olarak biliniyor.

Cibaliye Kampı

31 Ekim’de düzenlenen saldırıda en az 100 Filistinlinin öldürülmüş, 150’den fazla kişi de yaralanmıştı. İsrail ordusu Cibaliye mülteci kampına yaptığı hava saldırısını doğrulamıştı. Gazze Sağlık Bakanlığı konuya ilişkin “Cibaliye’de korkunç bir katliam oldu.” İfadesini kullanmıştı. Fransa, saldırıda meydana gelen ağır Filistinli sivil can kayıplarından endişe duyduğunu belirtmiştir. Kasım ayının ortalarında İsrail, Cibaliye Mülteci Kampı’na yeniden saldırmış, sivil bir yerleşim alanını bombalamıştır. Saldırıda Ebu Dayir, Ebu Dan, Eş- Şeyh ve El- Aseli ailelerinin evleri vurulmuştur. 3 Mart’ta ve 13 Nisan’da da kampa saldıran İsrail, Mayıs ayına kadar Cibaliye Mülteci Kampı’na 100’den fazla saldırı düzenlemiştir ve soykırıma hız kesmeden devam etmektedir. Can kayıplarının yanı sıra bölgede temel yaşam koşulları oldukça zorlayıcıdır. Kampta susuzluk had safhaya ulaşmıştır. Binlerce Filistinli su kuyruklarında saatlerce beklemekte çoğu zaman da eli boş dönmektedir. Su kaynaklarının yetersizliği ve hijyen malzemelerinin bulunamayışı sebebiyle salgın hastalıklar da hızla yayılmaktadır.

Gazze Şeridi’nde Akdeniz’e kıyısı bulunan, 80 bini aşkın Filistinlinin barındığı el-Şati Mülteci Kampı’na Aksa Tufanı sürecinde İsrail ilk olarak 1 Kasım 2023’te saldırmıştır. Saldırıdan önce İsrail ordusu, bölgenin acilen tahliye edilmesi gerektiğini ve bölgeye saldıracağını açıklamıştır.  Yerel kaynakların Filistin haber ajansı WAFA’ ya verdiği bilgiye göre kamptaki bir eve düzenlenen saldırıda en az 10 kişi hayatını kaybetmiştir. İsrail ordusu 17 Nisan 2024’te el- Şati Mülteci Kampı’nda sığınma merkezi olarak kullanılan Şuhaybir Okulunu vurmuştur. Görgü tanıkları okulun ağır hasar aldığını aktarırken, 2’si çocuk olmak üzere 4 sivil hayatını kaybetmişti ve yaralılar mevcuttu. Olaydan birkaç gün önce Hamas’ın siyasi lideri İsmail el-Haniyye’nin üç oğlu ve 4 torunu el-Şati Kampına düzenlenen hava saldırısında öldürüldü. İsrail yaptığı saldırıyı doğruladı, Haniyye ise duruşundan taviz vermeyeceğini açıkladı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İran’ın Ortadoğu’daki Milis Güçleri

Fatma Nur TAŞ

Giriş

Orta Doğu bulunduğu konum ve içerdiği çeşitlilik bakımından çalkantılı bir gölgedir. Tarih boyunca bakıldığında bu bölgenin aktifliği hep korunmuştur. Bölgenin bu denli zengin olması da güç üstünlüğünü gündeme getirmektedir. Yine aynı şekilde zengin bir tarihe ve kültüre sahip olan İran, bölgesel çıkarlarını korumak ve genişletmek için farklı yollara başvurmaktadır. Bunlardan birisi de bölgede vârolan milis gruplarını desteklemek ve kontrol etmektir.

Diğer bütün devletler gibi İran'da bölgesel üstünlüğe ve caydırıcılığa büyük önem vermektedir. Bölgedeki konumunu ve gücünü koruyarak komşu ülkelerle olan ilişkilerini günden güne geliştirmektedir. Ayrıca bulunduğu bölge itibariyle oldukça stratejik bir konuma sahip olan İran enerji kaynaklarına yakınlığı sebebiyle de bölgedeki güç dengelerini etkileme potansiyeline sahiptir. Jeopolitik konumunun önemi, bölgesel gücü gibi etmenlerin yanı sıra dini ve ideolojik olarak Şii İslam dünyasının liderliğini üstlenen bir ülke konumundadır. Bu sebeple de bölgedeki diğer Şii topluluklarını destekleyerek ve onların yanında yer alarak bölgesel üstünlüğünü güçlendirme ve sağlama alma çabasındadır. Bu faktörlerin birleşimi İran'ın varlık çabasını ve milis güçlerini ortaya çıkarmıştır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İsrail'in Yargılanma Süreci Devam Ediyor

İlayda KARA

Giriş

Güney Afrika Cumhuriyeti, 29 Aralık 2023'te, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanında dava açmıştı.

Güney Afrika, Gazze'deki durumun aciliyet teşkil etmesi nedeniyle UAD'den ihtiyati tedbirlere hükmetmesini istedi ve tedbir talebine ilişkin duruşmalar, 11-12 Ocak'ta Lahey'deki Barış Sarayı'nda yapılmıştı.

Divan, 26 Ocak'ta açıkladığı tedbir kararlarında, İsrail'in Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesinde tanımlanan fiillerin işlenmemesi için elinden gelen tüm önlemleri almasına, İsrail ordusunun Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesindeki fiilleri işlemesini engelleyecek önlemleri ivedilikle almasına, Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırım çağrısı yapanları önlemek, engellemek ve cezalandırmak için gereken tüm adımları atmasına, Gazze’deki Filistinlilerin karşılaştığı olumsuz yaşam koşullarını ortadan kaldırmak için ihtiyaç duyulan temel hizmetlere ve insani yardımın sağlanmasını mümkün kılan acil ve etkili önlemleri almasına, Gazze’deki Filistinlilere karşı Soykırım Sözleşmesi'nin ihlalini gösteren delillerin yok edilmesini önlemek ve korunmasını sağlamak için etkili tedbirler almasına, kararın yürürlüğe girmesinden itibaren 1 ayda alınan tüm tedbirler hakkında Mahkemeye bir rapor sunmasına hükmetmişti.

Divan, Güney Afrika'nın 6 Mart'ta yaptığı ek tedbir talebi üzerine 28 Mart'ta açıkladığı ek tedbir kararında, İsrail'den Gazze'ye acilen ihtiyaç duyulan insani yardımların ulaştırılmasını sağlamasını, Filistinlilerin haklarını ihlal etmemesi gerektiğini ve ek tedbirlere ilişkin aldığı önlemleri 1 ay içinde Mahkemeye bir rapor sunmasına karar vermişti.

UAD, "İsrail Devleti, Gazze'deki askeri operasyonları derhal durdurmalı" talebiyle ilgili, İsrail'in Gazze sakinlerine yönelik öldürme, saldırı ve yıkımla ilgili her türlü eylemden kaçınması ve soykırımı önlemek için tüm tedbirleri almasına hükmetmiş ve Gazze'de ateşkes talep etmemiş, ancak İsrail'in soykırımı önleme sorumluluğu olduğunu belirtip bununla ilgili taleplerini açıklamıştı.

Türkiye’nin davaya karşı tavrı ve tutumu kamuoyunca merak ediliyordu. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Endonezya Dışişleri Bakanı Retno Marsudi ile Bakanlıktaki görüşmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuştu.

Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'a yaptığı ziyarette, Güney Afrika’nın İsrail aleyhine UAD'de açtığı soykırım davasına ilişkin Fidan, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği ülkeleri başta olmak üzere Filistin'i devlet olarak tanıyan diğer ülkelerle yaptığı görüşmelerde, bazı ülkelerin bu konuda tavır almaya hazır hale gelmiş olduğunu söyledi.

Fidan, bugüne kadar Nikaragua ve Kolombiya'nın davaya ilişkin somut bir tutum aldığını hatırlatarak şunları kaydetti:

"Biz de bugün yaptığımız değerlendirmelerin neticesini Sayın Cumhurbaşkanı'mıza arz ettik ve alınan siyasi karar gereği buradan ilk kez duyurmak istiyorum. Türkiye olarak, Güney Afrika’nın İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanında açtığı davaya müdahil olmaya karar verdik. Bu adımla UAD önündeki sürecin doğru yönde ilerlemesini temenni ediyoruz. Esasen ifade ettiğim gibi bu başvurumuza yönelik çalışmalarımız çok uzun süredir devam etmekteydi.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İran-İsrail Ve ABD Çatışmasının Geleceği

Mehmet TIRNAKSIZ

Giriş

İran, İsrail ve ABD arasında neredeyse 100 yıla yakındır devam eden gerilim, bölgesel ve küresel bazda önemli etkiler oluşturmaya devam etmektedir. Bu üç grup arasında gerçekleşen çatışma, sadece bölgesel etkileşim değil, aynı zamanda uluslararası politikanın da önemli gündemi haline gelmeye devam etmektedir. İran’ın nükleer programlarının oluşturduğu sorunsallık, İsrail’in bölge bağlamında güvenlik endişesinin polemiği ve ABD’nin Ortadoğu üzerinde planladığı politikaları bu ilişkilerin ana eksenini oluşturmaktadır.

Son yıllarda artan diplomatik ve askeri hamleler ile birlikte bölgenin çatışma bağlamında oluşacak olan geleceği hakkında çeşitli senaryoların ortaya atılması ve sonuçlarının neler olacağına dair kesin bir olgu ortaya çıkmıyor. Bu yazıda, İran-İsrail ve ABD üçgeninde yaşanan ilişkileri ve olası senaryoları ve bu çatışmalarının gelecekte nasıl bir hal alacağına dair analizi gerçekleştireceğiz.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze'ye İnsani Yardımların Ulaşımı

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Gazze’ye giriş-çıkış hareketlerine getirilen kısıtlamalar ve abluka yıllardır Gazze sakinlerinin yaşam koşullarını olumsuz etkiliyor. İnsan ve yardım giriş çıkışlarına getirilen mevcut kısıtlamaların büyük bir kısmı 1900’lü yılların başında başlamış olup, Haziran 2007’de yoğunlaşmıştı. Kademeli bir rahatlamanın ardından Ekim 2023’te başlayan çatışmalarla kısıtlamalar yeniden yoğunlaştı.

Bu çalışmada yardım tırlarının Gazze’ye ulaşma durumuna, şimdiye dek ulaşan yardım miktarına ve sınır kapısında beklemekte olan yardımlara ne olduğuna değinilecektir.

Şimdiye Dek Gazze’ye Ne Kadar Yardım Ulaştı?

Giriş çıkışlar Refah Sınır Kapısı ve Erez Geçidi’nden yapılmaktadır. Öncelikle Gazze’nin Mısır ile olan güney sınırında yer alan Refah Sınır Kapısı’ndan yapılan geçişleri inceleyelim.

2023 yılında Refah Sınır Kapısı 229 gün açık, 136 gün kapalı kalmıştı. 2024 yılında ise 91 gün açık kalmıştır. Söz konusu kapıdan 131.545 giriş yapılmış, 203.259 da çıkış kaydı bulunmaktadır. 2023 yılında 128.380 giriş, 152.916 çıkış yapılmışken; 2024 yılında 3.165 giriş, 50.343 çıkış yapılmıştır.

Gazze’nin kuzeyinde bulunan İsrail’e giden bir yaya ve kargo kapısı olan Erez Geçişi’nden yapılan giriş çıkış sayısının 2023 yılında toplam 429.045 giriş, 437.794 çıkış kaydı görünüyor.

2023 yılı Ekim- Kasım ve Aralık aylarında yapılan girişlerin %78’i yenilebilir insani yardımdan oluşuyor. (4741 insani gıda girişi yapılmıştır.) Aynı süre zarfında yapılan ve yenilemeyen malzeme girişlerinin %55’i insani yardımdır. Bu orana 1202 yenilebilir olmayan sarf malzemesi, 670 tıbbi malzeme, 922 yapı malzemesi, 253 hijyen malzemesi, 206 inşaat malzemesi, 125 endüstriyel/elektronik aplikatörler dahildir.

2024 yılının ilk üç ayında ise yapılan 12.245 malzeme girişinin 10.935’ini insani yardım oluşturmaktadır ve bu sayı toplam girişin %89’unu oluşturmaktadır. Bu oran içerisinde 8756 yiyecek, 2150 yenilebilir olmayan sarf malzemesi, 639 medikal ürün, 632 hijyen ürünü girişi vardır. Nisan ayına dek Gazze’ye ulaşan insanî yardımlar, nüfusla oranlandığında en iyi ihtimalle 10.000 kişinin yalnıza 55’i insani yardıma ulaşmıştır. Bu oran 2,3 milyonluk Gazze nüfusunun %1’inden daha azının ihtiyacını geçici olarak karşılamıştır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

ABD’nin İsrail’e Askeri Yardımları

Turgut SAĞLAM

GİRİŞ

İsrail kuruluşundan bu yana ABD’nin askerî, ekonomik alanlardaki en büyük dış yardım alıcısıdır. ABD askerî yardımları İsrail’in savunma bütçesinin yaklaşık %15’ini oluşturmaktadır. 7 Ekim 2023 tarihinden sonra ABD Yönetimi 100’den fazla karar alarak İsrail’e savunma desteğinde bulunmuştur. İsrail’in savaş suçları işlediği Uluslararası Adalet Divanı’nda da tespit edilmesine rağmen ve Biden Yönetimi askerî yardımları Leahy Yasası’na göre yapmaması gerekirken, yardımlar yasaya aykırı olarak devam etmektedir. İsrail 1948 yılından beri, ABD’nin Ortadoğu’daki askerî ve ekonomik açıdan en büyük müttefiki ve stratejik ortağı olarak, ABD askerî yardımlarının en büyük alıcısıdır.

ABD’de İsrail İçin Yasa: İsrail'in Niteliksel Askeri Üstünlüğü (QME) Yasası

QME, onlarca yıldır ABD'nin İsrail'e askeri yardımının kavramsal omurgasını oluşturmuş ve 2008'de ABD yasalarında resmi olarak yer almıştır. Bu yasa, ABD hükümetinin İsrail'in "herhangi bir devletten veya olası devletler koalisyonundan veya devlet dışı aktörlerden gelebilecek her türlü inandırıcı konvansiyonel askeri tehdidi minimum hasar ve kayıpla karşılayarak yenme" yeteneğini sürdürmesini amaçlamaktadır.

ABD’de İsrail İçin Yasa: Savaş Rezervi Stok Mühimmatı Yasası

ABD yasalarında yer alan, resmî olarak Savaş Rezervi Stok Mühimmatı, WRSA-I Deposu veya İsrail Deposu olarak bilinen bu depo İsrail’in Orta Doğu’da askerî üstünlüğünü sürdürebilmesi için askerî araç ve gereçlerin depolandığı, İsrail için sigorta görevi gören tesislerden oluşmaktadır. 2006’da Lübnan ve 2014’teki Gazze savaşlarında kullanılmıştır.

WRSA-I Depolarında Güncel Olarak;

●       Uçaklardan Atılan 155 Mm Mermiler

●       Güdümlü Olmayan Mühimmat

●       Hassas Güdümlü Mühimmat

●       Karadan Karaya, Denizden Denize Seyir Füzeleri

●       Elektronik Anti-Radar Sinyal Karıştırma Kapsülleri (Navigasyon Karıştırıcı Ve Uzun Menzilli Füzeleri Etkisiz Hale Getirmek İçin)

●       Karadan Havaya Atılan Füzeler

●       Denizden Atılan Füzeler

●       Üst Düzey Gözetleme, Komuta ve Kontrol Sistemleri Parçaları

Leahy Yasası

Amerika Birleşik Devletleri, ağır insan hakları ihlalleri yapan yabancı hükümetlere veya gruplara güvenlik yardımı sağlayamayacağını kararlaştıran yasadır. Ancak ABD yönetimi Şubat 2023’te bu yasaya uyacağını belirten açıklamalar yapsa da 7 Ekim’den sonra yok saydığı için eleştirilmektedir. Bu yasanın İsrail’e uygulanmamasının nedeni olarak “gönderilen askeri yardımın büyüklüğünün nereye gittiğini incelemeyi imkansız hale getirmek” olduğu da görüşler arasındadır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Filistin Sosyal Medya Ordusunun Yeni Hamlesi: Blockout Akımı

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsrail’in Filistin toprakları üzerinde yıllardan beri yaptığı zulüm ve 7 Ekim 2023’ten bu yana gitgide daha da şiddetlenen soykırım, dünya genelinde bir uyanışı ve Filistin hakkında bir bilincin de artışını beraberinde getirmişti. Soykırım, yerinden edilme, açlık, salgın hastalıklar ve daha nice eziyet sebebiyle her dakika can veren Gazze, dünyaya çok büyük dersler vermeye devam ediyor. Özellikle Batılı üniversitelerde ve ülkemizde yapılan eylemler, yürüyüşler, boykot çağrıları, hashtag çalışmaları gibi Filistin direnişine destek akımlarına son günlerde bir yenisi daha eklendi: “Blockout” akımı.

Bu çalışmada “Blockout” akımının ne olduğuna ve Filistin’e destek veren ünlülerin kimler olduğuna dikkat çekeceğiz. Sadede gelmeden evvel başlıkta yer verdiğimiz “Filistin Sosyal Medya Ordusu” kavramına bir açıklık getirelim. 

2021 yılı Ramazan ayında İsrail tarafından Filistin’e yapılan yoğun saldırılar büyük tepki çekmişti. Saldırıların durmasında özellikle X adlı uygulamadan yapılan ve kısa süre içinde gündeme oturan tag çalışmaları, dünya genelinde kamuoyu oluşmasında etkili olmuştu. Filistinliler, destekçilerinin bu tutumundan dolayı çok mutlu olmuş, destekçilerine “sosyal medya ordusu” ifadesini kullanmışlardı. “sosyal medya ordusu” 7 Ekim’den bu yana kesintisiz desteğini sürdürüyor ve bu künyeyi taşımaktan onur duyuyor. O halde “blockout” akımından söz edelim.

Blockout Akımı Nedir, Neyi Amaçlar?

Söz konusu akım, Instagram, X, TikTok gibi platformlarda geniş bir kitleye hitap eden ancak bugüne kadar Filistin’e destek vermemiş, hatta boykot markalarıyla işbirliği halinde olup mazlumun yanında olmak şöyle dursun, zalime destek veren ünlüleri engellemeye yönelik, “dijital giyotin” adı verilen bir akımdır. Dijital giyotinin yaygınlaştırılması, İsrail destekçilerinin takipçi ve etkileşim kaybetmesini amaçlar.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze’de Işıkları Yanan Tek Bölge: Netzarim Koridoru

Turgut SAĞLAM

Giriş

Netzarim Koridoru, İsrail'in 7 Ekim 2023'ten sonra oluşturduğu Gazze Şeridi'nin güneyinde yer alan ve doğudan batıya, İsrail sınırından Akdeniz'e kadar uzanan 2 km genişliğinde, 7 km uzunluğunda stratejik bir bölgedir. İsmini 2005 yılında Gazze'de İsrail’in yok ettiği Netzarim yerleşim merkezinin adından almakta ve Gazze’nin kuzeyi ile güneyini birbirinden ayırmaktadır. Bu koridor, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyonlarının ve kontrolünün kilit noktalarından biridir. 

Koridorun kontrolü, İsrail için hem askeri hem de lojistik açıdan büyük önem taşımaktadır. İsrail ordusu, bu koridorda üsler kurarak, sivil yapıları ele geçirip evleri yıkarak bölgedeki askeri varlığını sağlamlaştırmaktadır. 2024 yılı Nisan ve Mayıs aylarında İsrail güçleri koridorda bölgeyi kontrol etmek amacıyla üç ileri operasyon üssü kurmuştur.

Netzarim Koridoru

Netzarim Koridoru bir Gazzeli kadının ifadesi ile “Gazze'de ışıkları yanan tek bölgedir”. 

Koridor bölgesi eski İsrail başbakanı Ariel Şaron'un Gazze'de sürekli kalmak için planladığı Beş Parmak Planı'nın ikinci ayağını oluşturmaktadır. 2005'te İsrail'in Gazze'den çekilmesi sonucunda plan akamete uğrasa da koridor şu anda İsrail’in Gazze’de denize çıkışını sağlamakta ve Amerika'nın inşa ettiği yüzer iskeleye ve doğrudan Akdeniz’e bağlanmaktadır. Etrafında 1 kilometrelik bir tampon bölge bulunacak şekilde planlanmıştır. Koridor şu anda İsrail ordusunun askeri mühendislik birimi olan Birim 601 tarafından tampon bölge planlarının bir parçası olarak çevredeki binaları yıkarak, çevrede engel oluşturan okul vb binalara el koyup onları da karakola çevirerek inşası devam etmektedir. Koridor aynı zamanda Gazze’nin kuzeyi ile güneyini birbirinden ayırarak, Gazze halkının hareketini kontrol altına almak amacı taşımaktadır. Koridor aynı zamanda 7 Ekim'den sonra İsrail'in yardımları kontrol amacıyla açtığı Kapı 96 ile Netzarim Koridoru birbirine bağlanmaktadır. 

7 Ekim 2023'ten hemen sonra koridor bölgesi Gazze'yi ikiye bölmek üzere ilerleyen İsrail birlikleri için ilk hedefler arasında olmuştur. 

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Haredi Yahudilerinin Zorunlu Askerlik Sorunu

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Dünya üzerindeki birçok topluluktan toplumsal, ideolojik, dini vb. yönlerden ayrılan Yahudiler, kendi içinde de belli başlı birtakım gruplara ayrılıyor. Günümüzde en büyük dini hareketler olarak kabul edilen Ortodoks Yahudilik (Haredi Yahudilik, Modern Ortodoks Yahudilik), Muhafazakâr Yahudilik ve Reform Yahudiliği bu gruplardan bazılarıdır.

Bu yazıda, 9 milyon civarındaki İsrail nüfusunun yaklaşık %12’sini oluşturan ve “Ultra Ortodoks” ismiyle anılan Haredi Yahudileri’ne ve Haredi Yahudilerinin zorunlu askerlik sorununa değineceğiz.

Haredi Yahudileri Kimlerdir?

Ultra Ortodoks Yahudiler yani Haredi Yahudileri, Yahudiler içerisinde en katı dini görüşe sahip olan guruptur. Zaten Haredi kelimesi de dindar anlamına geliyor. Haredi Yahudileri Siyonizm’i reddediyor ve inançlarında Tevrat’a ve eski Yahudi ideolojik kökenlerine bağlılar.

İsrail’de büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi'nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşayan Haredi Yahudilerinin bir kısmı da ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşıyor.

Fotoğraf: Bir Haredi Yahudisi, AA

Laik Yahudilerle aralarında pek çok görüş ayrılığı olan Harediler; genellikle siyah giyinir, kipa ve büyük siyah şapkalar takar, zülüflerini uzatır. Kılık kıyafet konusundaki bu tutumlarının bir kısmını inançları, bir kısmını da geleneklerinin gereği olarak sürdürmektedirler. Siyah giyinmenin Batı Avrupa’daki kılık kıyafet normlarından geldiğini, bugün de aynı cemaat ruhunu yaşatmak ve gösterişten kaçınmak için siyahı tercih ettiklerini söylerler. Başlarına taktıkları “kipa” isimli takkenin Tevrat’tan gelen bir emir olduğunu ve ibadet ederken Allah’ın sürekli kendilerinin üzerinde olduğunu hatırlamak için taktıklarını ifade ederler. Zülüflerini uzatmalarının sebebi ise Tevrat’ta saç kenarlarının kesilmemesi için bir emir olduğuna inanmalarındandır.

Harediler, İsrail devleti ve içindeki Yahudilerin yaşamlarının demokrasi ilkelerine, Siyonizmin değerlerine ve insanlar tarafından çıkarılan yasalara göre değil, Yahudi yasalarına ve Tevrat öğretilerine göre yönetilmesi gerektiğini düşünüyor.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Aksa Tufanı Sonrası Kudüs ve Mescid-i Aksa’da Ne Değişti?

Turgut SAĞLAM

“…Aksa Tufanı isminin verilmesinin sebebi, tufanın bütün kötülükleri silip süpürme özelliğine sahip olmasıdır. Peki silip süpürmek istedikleri şey nedir? İşgali sonlandırmak amaç değildir, zulmü ortadan kaldırmak da değildir, aslında mutlak kötülüğü ortadan kaldırmak olabilir. Çünkü insanlar mutlak kötülüğün ne olduğunu ne olduğunu bilmiyorlardı ve inanmıyorlardı. Bütün insanlık canlı olarak mutlak kötülüğün ne olduğunu görmüş oldu. Aksa Tufanında, kötülüğü yeryüzünden silmek bağlamında Nuh tufanının payı vardır. Ta ki insanlar bu tufan sayesinde yeni değerler ile tanışsın.

- Tâhâ Abdurrahman

GİRİŞ

"Polis her gün öğrencileri ve hatta öğretmenler ve okul personeli de dahil olmak üzere vakıf çalışanlarını fiziksel olarak durdurup arıyor."
- (Kudüs’te bir öğrenci)     

7 Ekim 2023 Cumartesi günü Gazze Hükümeti HAMAS'ın Kassam Tugayları tarafından İsrail'e karşı bir 'yarma harekâtı' başlatılmıştır. Filistin için tarihi dönüm noktalarından birisi olan bu harekâta Aksa Tufanı ismi verilmiştir. Aksa, Kudüs'teki Mescid-i Aksa'yı ifade etmektedir. Hamas yetkililerinin ifadeleri ile harekâtın temel hedeflerinden birisi Mescid-i Aksa'yı bekleyen büyük tehlikelerin önüne geçmektir. HAMAS siyasi yetkilileri Aksa Tufanı’nın yapılmaması durumunda Mescid-i Aksa’nın yıkılma ihtimalinin bulunduğunu iddia etmiştir.

Bilindiği gibi 7 Ekim'den sonra İsrail Gazze'ye katliam boyutunu aşan yoğun hava saldırıları başlatmış ve ardından kara saldırıları ile işgale devam etmiştir. Savaş Gazze'yi ölümcül derecede etkilediği gibi Filistin'in diğer bölgelerinde de İsrail baskıları artmıştır. Bu bölgelerden birisi de Kudüs’ün eski şehir bölgesindeki (Doğu Kudüs olarak tarif edilen) İslâm dini için kutsal olan Mescid-i Aksa (Beytülmakdis) alanıdır.

Filistin-İsrail mücadelesi 7 Ekim'de başlamadığı gibi Kudüs ve Mescid-i Aksa üzerindeki İsrail ablukası da 7 Ekim'de başlamamıştır. 1967 Altı Gün Savaşı'ndan bu yana İsrail, Kudüs üzerinde gayrimeşru (BM kararlarına istinaden gayrimeşru) hakimiyet kurmaktadır.

Meşru olmayan yerleşimcilerin Kudüs' te Filistinlilerin evlerine (İsrail mahkemelerinin de kararıyla) el koyması, Mescid-i Aksa alanına İsrail tarafından baskınlar yapılması ve bu alanda yapılacak ibadetlere engeller çıkarması, Kudüs şehrinde kontrol noktaları oluşturarak yerel halkın hareketlerini kısıtlaması, Müslüman olanların ticaretlerine engeller çıkarması, Yahudi dinî ayinleri için - yasak olduğu halde- Mescid-i Aksa bölgesinde kışkırtıcı ayinler yapması, keyfî tutuklamaların yapılması gibi şehirde yaşamayı zorlaştıran hamleler İsrail'in 7 Ekim'den önce de uyguladığı abluka politikalarıdır. Aksa Tufanı'ndan sonra İsrail, insanlık erdemine, evrensel insan haklarına, uluslararası hukuka aykırı eylemlerinin dozunu artırmıştır. Bu doz artışı Siyonizm tarafından Mescid-i Aksa’nın gelecekte planlanan tam işgaline zemin oluşturmaktadır. Kudüs ve Mescid-i Aksa'daki işgal uygulamaları raporlar, dijital görüntüler, resmî kararlar, haberler, müslüman ve hristiyan yerel halkın ifadeleri ile de sabittir.

Bu çalışmamızda Aksa Tufanı Harekâtı'ndan sonra Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa üzerinde İsrail'in dozu artan abluka uygulamalarını aktaracağız.

AKSA TUFANI'NDAN ÖNCE KUDÜS'TE 'NORMAL' YAŞAM

1967 Altı gün Savaşı’ndan sonra İsrail tarafından üzerinde hegemonya kurulmaya çalışılan Kudüs şehrin bugün İsrail’in resmî kurumlarınca yönetilmektedir. Mescid-i Aksa külliyesinin idarî yönetimi ise yapılan anlaşma ile Ürdün’e bırakılmıştır.

Ürdün, 26 Ekim 1994'te İsrail ile imzaladığı ‘Vadi Arabe Anlaşması’ kapsamında Mescid-i Aksa’nın bakım ve idari yönetiminden sorumludur. Anlaşmaya göre Mescid-i Aksa, Ürdün Vakıflar İslami İşler ve Mukaddesat Bakanlığına bağlı Kudüs İslami Vakıflar İdaresinin himayesinde bulunmaktadır ancak 2003 yılından bu yana anlaşma dışı olarak Yahudiler İsrail polisinin refakatinde kutsal mekâna girmektedirler (Al-jnaidi, Biçeroğlu, & Karabacak, 2022). Uluslararası Hukuk’ta ağırlığı olan Pacta Sunt Servanda (Anlaşmalarda Ahde Vefa) ilkesi Vadi Arabe Anlaşması’nda tek taraflı olarak yok sayılmaktadır. 1995 yılındaki Oslo Anlaşmaları kapsamında Batı Şeria bölgesi A, B, C komplekslerine ayrılmıştır. İsrail Batı Şeria ve Doğu Kudüs (C) bölgelerine bugün ortalama 700.000 gayrimeşru yerleşimci yerleştirerek demografik yapıyı kendi lehine çevirmektedir. 7 Ekim’den önceki rakamlara bakıldığında 2018 itibariyle Doğu Kudüs’te 230.000 yerleşimci bulunmaktadır (Hussein & Duggal, 2024). Yerleşimciler için ‘gayrimeşru’ ifadesinin kullanılması, bu uygulamanın uluslararası hukuk kapsamında da ‘yasa dışı’ olarak tanımlanmış olmasından gelmektedir.

Batı Şeria işgal alanlarını ve yasa dışı yerleşimleri gösteren grafik (Al Jazeera)

Doğu Kudüs’te şafak vakti, on binlerce Filistinli işçi işe giderken İsrail kontrol noktalarından geçmekte, bazen ölümle sonuçlanan sıkışıklık içerisinde şehrin ortasındaki tünel kafeslerden geçmektedir.

7 Ekim’den önce işe giden Filistinlilerin kontrol noktalarındaki bekleyişleri.Fotoğraf: Activestills

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Hakan Fidan’ın Mısır Ziyaretinin Bölgesel Etkileri

Turgut SAĞLAM

Türkiye-Mısır ilişkilerinde kopan uçlar yeniden düğümleniyor. İki ipi birbirine bağlarken doğru atılan düğüm hem taşıyanı, hem taşıdığı şeyi yormaz, sağlam olur ve sadece istenildiğinde çözülür.

GİRİŞ

Filistin’in kaderi Mısır’dan bağımsız düşünülemeyecek kadar birbirilerine bağlı ve 1952 yılından bu yana bu bağ birçok krizde, Gazze’ye ulaşan her türlü yardımda kendisini hatırlatmaktadır. Mısır cumhurbaşkanlarından Cemal Abdünnasır, Enver Sedat ve Muhammed Mursi farklı saiklerle, farklı hedeflerle İsrail’in Filistin politikalarına ve bölgesel işgaline karşı diplomatik yollarla ve güç kullanmak suretiyle etkili çözümler üretmişlerdir. Köklü devlet geleneği, İslâm ilim dünyasına yaptığı entelektüel katkılar, bir dönem Arap milliyetçilik fikirlerinin merkezi olması, son asırda İsrail ile gerçekleşen savaşlardaki lider konumu ve sınırdaş olmaları, Mısır’ın vereceğini kararların Filistin üzerindeki etkilerini belirleyen unsurlardır. Sözün özünü söylemek gerekirse Arap dünyasında ‘ne diyeceği’ en merak edilen devletlerin başında gelmektedir. Ancak özellikle belirtmek gerekir ki Mısır son savaşını ve İsrail’e karşı en ciddi hamlesini 50 sene önce gerçekleştirmiştir.

Son cumhurbaşkanı Abdulfettah el-Sisi döneminde Gazze politikası genellikle İhvan-ı Muslimin üzerinden şekillenmiş ve özellikle Hamas’ın karşısında bir cephe alınmıştır. Bu durum doğal olarak Gazze halkının yaşamını daha da zorlaştıran birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Türkiye ile ilişkiler İhvan üzerinden kopma noktasına gelmişti ve bir süredir mevcut durumun doğası gereği diplomatik koridorlar yerine istihbarat koridorlarındaki görüşmelerle, kopan bağlar tekrar onarılmaya çalışılıyor. Son yıllarda yeniden tesis edilmeye çalışılan diplomatik ilişki, 7 Ekim’den bu yana yaşanan İsrail vahşetinin durdurulamaz hale gelmesi üzerine hızlı bir şekilde onarıldı.

İsrail’in Gazze’de ulaşmayı planladığı hedeflerin konusu olan; Refah Sınırı, Gazze Tünelleri ve Gazzelilere uygulanan zorunlu göç konusunda Mısır önemli bir konumda durmaktadır. Mısır’ın bu üç konuda alacağı aksiyonlar savaş sonrası bölgenin alacağı şekil etkileyecektir.

Şubat ayında Türk-Mısır ilişkilerinde Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (devlet başkanları düzeyinde ilişki) kurularak ilişkileri onarma süreci devam etmişti. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 4-5 Ağustos tarihlerinde Mısır’a diplomatik ziyaret gerçekleştirmiş, ilişkilerde beklenen iyileşme adına bağlantılar tesis etmiş, İsrail’in durdurulması, Somali ve Libya konularında Mısır ile müşterek neler yapılabileceğini görüşmüştür.

Mısır ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, Kuzey Afrika’da rekabet düzeyinde zıt politikalarına rağmen son ziyaret, bu bölgelerdeki gerilimleri düşürme açısından -2022 yılına kıyasla- şaşırtıcı düzeyde iyi sonuçlar ortaya çıkardı. Mısır ve Türkiye’nin Filistin konusunda birlikte alacakları ortak siyasî pozisyon bölgedeki İsrail’in ABD destekli üstünlüğünü dizginlemesi beklenmektedir.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazzeli Tutsakların Yaşadıkları

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Sivillerin esir alınması, İsrail’in Gazze üzerinde uzun yıllan beri uyguladığı kapsamlı kontrol ve abluka politikasının önemli bir parçasıdır. İsrail, Filistin’de kurmaya çalıştığı haksız hâkimiyeti sağlama yolunda Filistinlilerin en temel haklarını dahi ellerinden almış, pek çok kez hiçbir sebep göstermeksizin onları esir almıştır.

Resmi kurumlar ve insan hakları kuruluşları, İsrail ordusunun Gazze'deki kara saldırılarında yüzlerce Filistinliyi alıkoyduğu ve bu kişilerin akıbeti, nerede tutulduğu hatta sayılarının tam olarak kaç olduğunun bilinmediğini belirtiyor.

Gazzeli esirlerin hemen hemen hepsi, tutsak edildiği süre zarfında; fiziksel ve psikolojik şiddet, taciz ve tecavüz gibi pek çok işkenceye maruz kalırlar. Büyük bir kısmı ise tutsak olma durumundan sağ kurtulamaz. Bu görüş yazısında anlatılacaklar bir film sahnesinden alınmadı, senaryo değil, roman özeti hiç değil. Bilakis gerçeğin ta kendisi ve maalesef Gazze realitesinin yalnızca küçük bir parçası.

Bu çalışmada, Gazzeli tutsaklarla yapılan röportajları ve tutsakların bizzat gördüğü işkenceleri sizler için derledik.

Gazzeli Tutsaklar Nelere Maruz Kalıyor?

TRT Arabi Muhabiri Sami Berhum, 50 gün boyunca tutsak edilen Gazzeli İbrahim Şehin’le, tutukluluk sürecinde yaşadığı ve şahit olduğu olaylar hakkında bir röportaj gerçekleştirdi. İbrahim Şehin, o süreç hakkında şunları söyledi: “Tutuklu kaldığım süre zarfında gördüğüm kadarıyla tutsak kadınlar zulmün en çirkin halini görüyor. Beni tutukladıktan sonra Saftavi bölgesinden Zekim tarafına naklettiler. Yanımızda 4 kadın tutuklu vardı. O kadınlardan ikisini esirlerin bulunduğu çadıra çırılçıplak şekilde aldılar. Ben, çıplak bir kızın üzerini örtebilmesi için pantolonumu çıkarıp kızın üzerine attım. Sırf bu yüzden 3 gün boyunca aralıksız şekilde darp edildim. İstihbarat soruşturmasında serbest bırakılan kadın mahkûmlardan biri, soruşturmaya uzun saçlı girdi ve saçları tamamen kesilmiş bir şekilde soruşturmadan çıktı.

Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Kadınlarımıza saygı gösterilmemesinin, gözümüzün önünde onların çırılçıplak hale getirilmesinin ne demek olduğunu biliyor musunuz?

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze Açlıkla Baş Başa

Hatice KOÇLAR

GİRİŞ

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı (WFP), güvenli dağıtıma izin veren koşullar oluşana kadar Gazze’nin kuzeyine hayat kurtaran gıda yardımı dağıtımını durdurma kararı aldı.

Açıklamada, ‘’WFP, Gazze’deki çaresiz insanlara acilen ulaşma konusunda son derece kararlıdır, ancak kritik gıda yardımlarının ulaştırılması ve bu yardımları alan insanlar için güvenlik ve emniyet sağlanmalıdır.’’ denildi.

Gazze’nin ‘’pamuk ipliğine bağlı’’ olduğu değerlendirmesi yapılan açıklamada, ‘’WFP’nin çaresizce açlık çeken binlerce insan için açlığa giden yolu tersine çevirmesi sağlanmalıdır.’’ sözleri yer aldı.

SOYKIRIM SIRASINDA İNSANİ YARDIM

İsrail Başbakanı Netanyahu yıllardır abluka altında yaşayan Gazze’ye 7 Ekim’den sonra tam abluka uygulanacağını açıklamıştı. Bu kararın ardından Gazze’de elektrik ve su tamamen kesilmiş, sivil hedefler günlerce bombalanmıştı. İsrail birkaç hafta boyunca insani yardım girişini engelledi.  Uluslararası tepkilerin artmasıyla ilk kez 21 Ekim 2023’te Refah sınır kapısından oldukça kısıtlı insani yardım girişine izin verilmişti. İlerleyen günlerde Oxfam, Avrupa Birliği, Birleşik Krallık ve Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar, İsrail’in insani yardımı kasıtlı olarak engellediğini belirtti.

İngiltere eski Dış İşleri Bakanı David Cameron, İsrail’in Gazze’ye giden önemli bir yardım kapısının kapatılmasını talep ettiğini ileri sürerek, İngiltere doğumlu bir hükümet sözcüsünün görevden alınmasıyla sonuçlanan bir tartışmaya girdi.

Cameron, sert bir mektupla, yardımların ‘’İsrail hükümetinin keyfi reddetmeleri ve uzun süren onay prosedürleri, çoklu taramalar ve gündüz saatlerinde dar aralıklar’’ nedeniyle Gazze’ye ulaşamadığını söyledi.

Bunun üzerine eski dönem hükumet resmi sözcüsü Eylon Levy, Cameron’a attığı tweette, İsrail’in yardımların ulaştırılmasında herhangi bir engel oluşturmadığını öne sürmüştü. 

Cameron bir görüşünde ‘’Uluslararası bağışçıların istedikleri kadar yardım göndermeleri gerektiği ve İsrail’in girişini kolaylaştıracağı iddialarını dile getiriyorsunuz. Keşke durum böyle olsaydı. İngiltere’nin Gazze’ye yaptığı yardımın İsrail’in izinlerini bekleyerek rutin olarak bekletilmesi çok büyük bir hayal kırıklığı. Örneğin, İngiltere tarafından finanse edilen bazı yardımların onay için üç haftadan biraz daha uzun bir süre sınırda bekletildiğini biliyorum,’’ dedi.

‘’En büyük engelleyiciler, İsrail hükümetinin keyfi inkarları ve gündüz saatlerinde çok sayıda tarama ve dar açılış pencereleri de dahil olmak üzere uzun süren onay prosedürleri olmaya devam ediyor.’’

İSRAİL’İN GAZZE’YE UYGULADIĞI ABLUKA

İsrail’in Gazze’ye ve Gazze’den mal ve insan hareketlerine uyguladığı kısıtlamalar 1991’e dayanır. Başlangıçta geçici olarak belirlenen bu politika, Mart 1993’te kalıcı bir idari önleme dönüşmüştür. O zamandan beri ablukanın şiddeti değişse de hiçbir zaman tamamen kaldırılmadı. 1994’te İsrail, bir güvenlik önlemi olarak Gazze-İsrail bariyerinin inşaatına başladı. İnşa edilen bariyerin üzerinde dört sınır kapısı bulunmaktadır. Krem Şalom, Karni, Erez ve Sufa sınır kapıları. İsrail’den geçen ihracatların Gazze’ye girmesi veya Gazze’den çıkması için bu sınır kapıları kullanılmakta ve güvenlik incelemesinden geçmektedir. 2005’te İsrailli yerleşimcilerin Gazze’den çekilmesinden sonra, Gazze havadan, karadan ve denizden tam abluka altına alındı, Gazze ile tüm ticaret durduruldu ve mal girişi ‘’insani asgari’’ ile sınırlandırıldı. Bu sivil halkın hayatta kalabilmesi için asgarî düzey temel yaşam malzemelerinin girişine izin verilmesi demekti. Ancak Gazze’ye uygulanan abluka öyle şiddetliydi ki İsrail’in su ve elektrik kısıtlamaları, altyapıyı çökertmeye yönelik politikaları sebebiyle sivil halk temel yaşam standartlarının oldukça altında bir hayat sürdürmekteydi.

GAZZE ŞERİDİ, fotoğraf: wikipedia

-Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu İletişim Başkanı Mey al Sayegh, ‘’Gelen yardım miktarı Gazze’nin insani ihtiyaçları açısından bir damla su. Bu çatışmadan önce, sadece Gazze’ye (günde) yaklaşık 100 kamyon yardım giriyordu. Şimdi, tüm bu düşmanlıklara rağmen, sadece bu sayının geldiğini hayal edin.’’

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İsrail mühimmatlarını hangi ülkelerden alıyor?

Ayten Rumeysa ÜNSAÇAN

Kurulduğu yıldan bugüne dek İsrail’in en büyük müttefiki ve silah tedarikçisi ABD’dir. Onun ardından bir nevi Nazi soykırımını hafızalardan silmeye çalışan Almanya gelmektedir. İtalya ve diğer bazı devletlerle birlikte, bu durum 7 Ekim sonrası da değişmemiştir. Aslında büyük bir silah ihracatçısı olan İsrail, tarihindeki en yıkıcı saldırıları gerçekleştirirken ithal bomba, füze ve mühimmatlara gereksinim duymaktadır. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporuna göre, ABD İsrail savunma sanayi ithalatının %69’unu sağlamaktadır. İkinci sıradaki Almanya %30 ve İtalya ise %0,9’luk bir paya sahiptir.

2018 yılında Başkan Obama döneminde imzalanan 10 yıllık bir mutabakata göre, ABD İsrail’e her yıl ortalama 3,8 milyar dolar değerinde askeri yardım sağlamaktadır. Yabancı Askeri Finansman (FMF) programı ve füze savunma sistemleri iş birliği de buna dâhildir. ABD’nin bu yardımları, İsrail’in gelişmiş silah endüstrisini kurmasına olanak tanımıştır. Yıllık yardımın yanı sıra ABD, İsrail’in bölgedeki Niteliksel Askeri Üstünlüğü’nü (QME) de korumaktadır.

Bu durum; ABD’nin, Ortadoğu’da İsrail dışında herhangi bir ülkeye askeri destek sağladığında, İsrail’e her zaman komşu ülkeler açısından caydırıcılığı daha yüksek bir yardım gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir. Bu sayede İsrail’in bölgedeki askeri üstünlüğü istikrarını koruyabilmektedir. Yapılan yıllık yardımlara ek olarak Biden yönetimi 7 Ekim sonrasında İsrail’e ek askeri yardımda bulunulacağını açıklamıştır.

Uzun vadede teslim edilecek olan ve yaklaşık 26 milyar doları bulan bu yardımın kısa, orta ve uzun menzilli “Demir Kubbe” “Davut Sapanı” ve “Demir Kiriş” sistemleri için mühimmatın yanı sıra bölgedeki ABD stoklarını yenileme amacı da içerdiği belirtilmiştir. Bununla birlikte 7 Ekim’den bu yana ABD İsrail’e binlerce ton askeri teçhizat, mühimmat, koruyucu ekipman ve tıbbi malzemenin yanı sıra istihbarat desteği ve üst düzey danışmanlık da sağlamıştır. Eski bir Biden hükümeti yetkilisi, İsrail’in Gazze’deki saldırısını ABD desteği olmadan sürdüremeyeceğini ifade etmiştir.

Şekil 1. İsrail’in yıllara göre silah ithalat oranı (Kaynak:  Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü)

ABD’nin İsrail’e sağladığı desteğin katlanarak artması, bölgede güç asimetrisi oluşturarak bir silahlanma yarışı başlatmıştır. Bununla birlikte yıllardır devam eden koşulsuz destek, İsrail’i hukuka aykırı davranmak konusunda cesaretlendirmektedir. Zira ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) üyesi Elliot Abrams’a göre, ABD’nin İsrail’e askeri desteğini durdurması, en büyük müttefikinin geri çekildiğini göstererek Yahudi devletine yönelik saldırıları cesaretlendirecektir.

İşgalci devletin ikinci en büyük silah ihracatçısı olan Almanya ise 2023 yılında yaklaşık 350 milyon dolarlık askeri teçhizatın İsrail’e sevkiyatını gerçekleştirmiştir. Bu rakam bir önceki yılın verilerine göre 10 kat daha yüksektir. Satış kararlarının çoğunluğu ise 7 Ekim sonrasında verilmiştir. Bu da savaşın başlamasının ardından ülkenin İsrail’e açık desteğinin bir göstergesidir. Teçhizatın yanı sıra İsrail ordusu hâlihazırda envanterinde bulunan Alman denizaltılarını da yenilemek için yine Almanya ile anlaşma imzalanmıştır. Ancak ülkenin 2023’teki üstün desteğine rağmen, 2024 yılı başından itibaren artan uluslararası eleştiriler nedeniyle İsrail’e savaş silahları ihracatını azalttığı belirtilmektedir.

Şekil 2. Biden ve Netanyahu 2023 Ekim ayında Kudüs'te düzenlenen Savaş Kabinesi toplantısında (Kaynak: Miriam Alster- https://www.jpost.com/breaking-news/article-807975)

İsrail’e, ABD ve Almanya’ya göre daha az miktarda silah ihracatı yapan üçüncü ülke ise İtalya’dır. Hükümetinin insan haklarını ihlal ettiği düşünülen ülkelere silah satışını engelleyen bir yasası bulunmasına rağmen, 7 Ekim’in ardından yalnızca üç ay içerisinde İsrail’e 2,1 milyon euroluk ihracat onaylanmıştır. 9 Mayıs 2024 tarihinde ise İtalya Dışişleri Bakanlığı, yeni ihracat onaylarının durdurulduğunu bildirmiştir. Savunma Bakanlığı ise önceden imzalanmış anlaşmaların teslimatının gerçekleştirildiğini, ancak silahların Gazze’de sivillere karşı kullanılmayacağına dair denetimlerin yapıldığını belirtmiştir.

Diğer bir Avrupa ülkesi olan İngiltere ise, İsrail’in büyük silah tedarikçilerinden değildir. Diğer devletlerden farklı olarak, İsrail hükümetine doğrudan silah satışı yapmak yerine şirketlere satış lisansı vermektedir. 7 Ekim’den Mayıs 2024’e kadar 42 ihracat lisansı verilmiş olup, bunlar askeri uçaklar, araçlar ve gemilerin bileşenlerini içermektedir. Ancak Eylül 2024’e gelindiğinde İngiltere, Gazze’de kullanıldığı tespit edilen yaklaşık 30 askeri ekipmanın lisansını durdurduğunu bildirmiştir. Bu durum İsrail güvenlik kuvvetleri için küçük bir miktarı karşılasa da, Netanyahu İngiltere’nin bu kararını “utanç verici” ve “Hamas’ı cesaretlendirici” olarak değerlendirerek kınamıştır.

İspanya’nın da İsrail’e silah ihracatı yapan ülkelerden biri olduğu bilinmektedir.

Sanayi, Ticaret ve Turizm Bakanlığı’nın 2024 Şubat ayı verilerine göre İspanya 7 Ekim’den itibaren İsrail’e 987 bin euro değerinde silah ihraç etmiştir. Bunların arasında bombalar, el bombaları, torpidolar, mayınlar, füzeler, mermiler ve diğer mühimmat türlerinin bulunduğu belirtilmektedir.

İsrail’e ihracatı nispeten küçük olan ülkelerden bir diğeri ise Hollanda’dır. Yine Şubat ayında bir Hollanda mahkemesi, ülkenin İsrail’e sağladığı F-35 uçağı parça tedarikini durdurma kararı almıştır. Ekipmanların uluslararası hukukun ciddi ihlallerinde kullanıldığını gerekçe gösteren mahkemeye karşın Hollanda hükümeti, bu teslimatın İsrail’in bölgesel güvenliği açısından büyük önem taşıdığını ileri sürerek karara karşı çıkmıştır.

7 Ekim’den bu yana devam eden süreçte Sırbistan’ın da işgalci devletin istikrarlı bir müttefiki olduğu bilinmektedir. Ülke İsrail’e hava savunma sistemi tedariki sağlamaktadır. Bunun yanında Fransa ve Avusturya gibi devletler de İsrail’e silah ihracatı yapan ülkeler arasında yer almaktadır.

Öte yandan yukarıda bahsedilen ülkelerden bir kısmı da dâhil olmak üzere giderek daha fazla ülke ve şirket İsrail’e yaptıkları silah sevkiyatlarını durdurma kararı almaktadır. Belçika, Kanada, İtalya, İspanya ve Hollanda gibi ülkeler, savaşın dokuzuncu ayından itibaren gelinen noktada ihraç edilen teçhizatın kullanımının Gazze’de sivil kayıplara yol açabileceği endişesiyle sevkiyatları durdurduklarını belirtmişlerdir.

Bu ülkelerin geri çekilmesi ise İsrail’i Hindistan’a daha çok bağımlı hale getirmektedir. İşgalci devletin güçlü destekçilerinden olan Hindistan, ülkenin hem başlıca silah alıcısı konumundadır hem de savaş sürecinde ülkeye hammadde tedariki sağlamaktadır. Hindistan’ın deniz yoluyla gerçekleştirdiği 27 ton patlayıcı madde içeren bir sevkiyat ise İspanya tarafından engellemiştir. Tüm bunlar sonucunda İsrail kuvvetlerinin tanklar, buldozerler ve zırhlı taşıyıcılar için parça ile silah ve mühimmat sıkıntısı yaşayabileceği endişesi taşıdığı belirtilmektedir.

İsrail Savaş Sürecinde Hangi Mühimmatları Kullandı?

Şekil 3. ABD ve İsrail ordu subayları bir ABD Patriot füze savunma sisteminin önünde (Kaynak: Jack Guez- https://www.cfr.org/article/us-aid-israel-four-charts)

Aksa Tufanı henüz ikinci ayını doldurmamışken, İsrail topçu birlikleri 100 binden fazla mermi kullanıldığını bildirmiştir. Diğer taraftan Wall Street Journal’a göre 7 Ekim’in ardından başlayan süreçte yalnızca ilk üç ay içerisinde ABD İsrail’e 230 kargo uçağı ve 20 gemi ile askeri teçhizat göndermiştir. Gönderilen mühimmatlar arasında 5 bin 400 adet MK-84 ve 5 bin adet MK-82 bombası bulunmaktadır. İsrael Hayom Gazetesi’ne göre ise, Ekim ayından sonra yalnızca 6 ay içerisinde 300’den fazla uçak ve 50 geminin ulaştırdığı 35 bin ton silah ve mühimmat İsrail’e gönderilmiştir. Çoğunluğu ABD’den olmak üzere farklı ülkelerin bu gönderimde yer aldığı bilinmektedir.

Bununla birlikte ABD’den İsrail’e yüzden fazla satış yapıldığı, ancak bunların yalnızca ikisinin kamuoyuna bildirildiği belirtilmektedir. Bu iki satış 253 milyon dolar değerindeki 14 bin tank mermisi ve 155 milimetrelik top mermisi bileşenlerini içermektedir.

Diğer satışların ise resmi olarak bildirilmesi gereken tutarın alt eşiğinde planlandığı ve binlerce hassas güdümlü mühimmat, küçük bombalar ve hafif silahlar içerdiği söylenmektedir. Bunun yanında bin adet GBU-39 küçük çaplı patlayıcı ve 3 bin adet KMU-572 Ortak Doğrudan Saldırı Mühimmatı (JDAM), binlerce sığınak delici mühimmat ve 200 kamikaze İHA’nın da sağlanan mühimmatlar arasında yer aldığı belirtilmektedir. Askeri mühimmatların yanı sıra ABD ile yapılan antlaşmada İsrail ordusuna F-35 ve F-15 savaş uçakları ile Apache helikopterinin de tedarik edildiği bildirilmektedir. İsrail, Boeing şirketi tarafından üretilen F-35 uçaklarını teslim alan ilk ülke konumuna gelmektedir. Hava savunmada önemli rol oynayan diğer bileşenlerden Demir Kubbe füze savunma sistemi ve Davut Sapanı sistemine sağlanacak mühimmat ve finansman da anlaşma içinde yer almaktadır.

Ekim 2023-Ocak 2024 arası dönemde ABD’den İsrail’e günlük 15 kargo uçuşunun gerçekleştiği de belirtilmiştir. Haziran 2024’e kadar ise toplam 173 uçuş gerçekleşmiştir. Savaşın dokuzuncu ayına gelindiğinde ise isimleri açıklanmayan ABD yetkilileri Reuters’a güncellenmiş sevkiyat listesini açıklamışlardır.

Buna göre Gazze’deki savaşın başlangıcından bu yana Biden hükümetinin İsrail’e gönderdiği çok sayıda mühimmat arasında en az 14 bin adet yüksek tahrip gücüne sahip 2 bin poundluk (907 kg) bomba, 6 bin adet 500 poundluk (227 kg) bomba, 2 bin adet Hellfire hassas güdümlü havadan yere füze, bin adet sığınak delici bomba ve 2 bin 600 adet havadan atılan küçük çaplı bomba bulunduğu açıklanmıştır.

Bunun yanında yetkililer sevkiyat takvimini paylaşmamış ve kamuoyuna resmi bir açıklama yapma yetkilerinin bulunmadığını belirtmişlerdir. Bununla birlikte bildirilen teçhizatı, İsrail’de olduğu gibi her gelişmiş ordunun sahip olabileceği tipik eşyalar olarak tanımlamışlardır. Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nden silah uzmanı Tom Karako’ya göre ise bu rakamlar büyük bir çatışmada hızlıca tüketilebilirken, diğer yandan ABD’nin müttefikine verdiği askeri desteğin büyüklüğünü vurgulamaktadır.

Şekil 4. Bir ABD C-17 uçağı, 13 Ekim 2023'te Nevatim Hava Üssü'nde İsrail'e gönderilen Amerikan mühimmatlarıyla dolu kasalarla duruyor (Kaynak: Lolita Baldor- https://www.timesofisrael.com/who-are-israels-key-weapons-suppliers-and-who-has-halted-exports-since-oct-7/)

İsrail’e milyarlarca dolarlık askeri destek sağlayan ABD, ilk kez Mayıs 2024’te kentsel alanlarda kullanımıyla sivillerin ölebileceği endişesini belirterek 1.800 adet 2 bin poundluk (907 kg) ve 1.700 adet 500 poundluk bomba teslimatının geri çekileceğini duyurmuştur. Ancak Temmuz ayına gelindiğinde 500 poundluk bombaların teslim edileceğini, 2 bin poundluk olanların ise geri çekilmeye devam edileceğini açıklamıştır. 2 bin poundluk bir bomba kalın beton tabakasını ve metali parçalayarak geniş bir patlama çapı oluşturma özelliğine sahiptir. Öte yandan bombaların duraklatılan sevkiyatının, ABD tarafından sağlanan askeri desteğin %1’inden daha azını karşıladığı söylenmektedir. Bunun ardından ise ABD ve İsrail tekrar 20 milyar dolarlık bir anlaşma imzalamıştır. Önümüzdeki iki ila beş yıl içerisinde teslim edilecek bu ürünler 18,82 milyar dolar değerindeki 50 adet F-15 uçağını, 774 milyon dolar değerindeki 120 mm’lik top mermilerini, 102 milyon dolarlık orta menzilli hava-hava füzelerini ve 583 milyon dolarlık taktik araçlarını içermektedir.

Savaşın yaklaşık bir yılının geride kalmasının ardından İsrail, ekimden bu yana 500. ABD askeri ikmal uçağını teslim aldığını duyurmuştur. Süreç içerisinde toplam 50 bin tondan fazla askeri teçhizat 500 uçuş ve 107 deniz sevkiyatı ile İsrail’e ulaştırılmıştır. ABD, Rusya-Ukrayna savaşı boyunca Ukrayna’ya yaptığı yardımların ayrıntı ve miktarlarını açıklamasına rağmen İsrail’e yapılanların detaylarını paylaşmamaktadır.

İsrail’in bir diğer silah tedarikçisi olan Almanya ise, İsrail’e hava savunma sistemleri ve iletişim ekipmanları sevkiyatı gerçekleştirmiştir. Bunun yanı sıra mühimmat olarak 3 bin taşınabilir tanksavar silahı ve ateşli silahlar için 500 bin mermi ihraç edilmiştir. 7 Ekim’in hemen sonrasında da İsrail’in yanında yer alan Almanya, 2023 yılına dek son 5 yıl içerisinde İsrail askeri yardımının %30’unu sağlamıştır.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nün (IISS) 2023 yılındaki istatistiğine göre İsrail ordusunda 169.500 aktif ve 465.000 yedek olmak üzere 634.500 personel mevcuttur. İsrail ordusu Gazze Şeridine yaklaşık 300 bin İsrail askerinin konuşlandığını belirmiştir. Ordu aktif ve yedek kuvvetlerin yanı sıra karada 2 bin 200 tank ve 530 top, havada 339 savaş uçağı ve 142 helikopter, denizde ise 5 denizaltı ve 49 kıyı devriyesi ile güçlendirilmiştir. Ayrıca İsrail’in Gazze’yi işgal sürecinde beyaz fosfor bombası kullandığı da bilinmekte, nükleer silah varlığının da üzerinde durulmaktadır.

İsrail Askeri Harcama ve Mühimmatlara Ne Kadar Bütçe Ayırıyor?

Pentagon, başta ABD olmak üzere diğer ülkelerle yapılan silah anlaşmalarının maliyetinin büyük kısmının ABD yardım parasından karşılandığını belirtmiştir. ABD yıllık yardımının çoğunluğu yine ABD’den askeri teçhizat ve hizmetlerin satın alındığı Yabancı Askeri Finansman (FMF) uygulaması kapsamında kullanılmaktadır. ABD’den alınan bu hibe desteğinin, İsrail savunma bütçesinin %15’ini oluşturduğu belirtilmektedir. Buna verilebilecek örnek olarak, İsrail en gelişmiş savaş uçağı olan F-35’lerin 75 siparişinden 39’nu teslim almış ve bunların bedelini ABD yardımlarıyla ödemiştir.

Şekil 5. İsrail Ordusu'nun, dört ay boyunca kara saldırısı düzenlediği Han Yunus kentinden çekilmesinin ardından kara harekâtında kullandığı ABD menşeli silah ve mühimmatların görünümü, 16 Mayıs 2024 (Kaynak: Anas Zeyad Fteha- https://www.middleeastmonitor.com/20240827-israel-receives-500th-us-military-supply-aircraft-since-7-october)

İsrail’in maddi kazanç sağladığı en önemli sektörlerden biri ise silah ticaretidir. İsrail’den silah ithal eden ülkeler başta Hindistan olmak üzere Azerbaycan, Filipinler ve ABD şeklinde sıralanmaktadır. Bunun yanında İspanya, 7 Ekim’den bugüne İsrail’den 1,07 milyon değerinde euro silah satın almıştır. Ancak tarih boyunca ithalatı ihracatından hep daha fazla olan İsrail’in, son on yılda ise silah ihracat miktarı ithalatını geride bırakmaktadır.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü'ne (SIPRI) göre İsrail’in ordusuna ayırdığı bütçenin en güncel verisi 2022 yılında 23,4 milyar dolar olarak belirtilmektedir. İsrail, dünyada kişi başına yapılan askeri harcamada ikinci sırada yer almaktadır. İsrail’de gayri safi yurtiçi hasılanın %4,5’i orduya ayrılmaktadır. Öte yandan savaşın yol açtığı finansal sıkıntılar sebebiyle önceki yıllara göre hükümetin bütçe açığında da artış olduğu görülmektedir. 2023’te gayri safi yurtiçi hasılasının %4,2 oranında bütçe açığı olduğunu belirten İsrail’in 2024 yılında ise bütçe açığı %6,6 oranına yükselmiştir.

İsrail kabinesi, 2023 Mayıs’ta onaylanan ve iki yılı (2023-2024) kapsayan bütçe planını artırmak üzere yeniden toplanmıştır. Başlangıçta bu bütçe 270 milyar dolar olarak öngörülmüştür. 2024 yılına gelindiğinde ise Netanyahu ve kabinesi, savaş için ek olarak 55 milyar şekel (15 milyar dolar) destek sağlayan ve diğer hükümet dairelerine ayrılmış fonlarda %3 oranında azaltmaya giderek savunma alanını büyüten bütçe düzenlemesini onaylamıştır. Zira savaşın (!) henüz üçüncü ayında çoğunluğu borçlanma yoluyla finanse edilen 30 milyar şekele (7,85 milyar dolar) rağmen fonların yetersiz olduğu görülmüştür. Ancak başta eğitim bakanlığı olmak üzere fonların kesilmesinden duyulan rahatsızlık üzerine Netanyahu, sağlık ve eğitim bütçesinde artış yapacağını belirterek itirazları yatıştırmıştır. Kabine bütçe düzenlemesi üzerinde mutabık kaldıktan sonra Netanyahu, iç güvenlik ve savunma bütçesindeki artışların gelecekteki zaferleri için büyük önem taşıdığına vurgu yapmıştır. Hemen ardından aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir’in yeni bütçesine 534 milyon dolar ilave edilmiştir. Düzenlenen 15 milyar dolarlık ek bütçe, başta askeri donanım satın almakta ve İsrail’in 360.000 yedek askerine ödeme yapmak için kullanılmaktadır. İşgal edilen Filistin topraklarındaki İsrail yerleşim birimlerinin finansmanı için ayrılan miktar da bu bütçenin içinde yer almaktadır.

Gazze’ye açılan savaş, başladığı andan itibaren her gün İsrail’e yaklaşık 269 milyon dolara mal olmaktadır. İsrail Merkez Bankası ise savaş maliyetinin 2023-2025 yılları arasında 55,6 milyar dolara ulaşabileceğini öngörmektedir.

Bunun yanında savaşa ayrılan fonların kısa vadede tükenmeyeceği görülmektedir. İsrail’in bu kapsamda finansal kaynakları üzerinde ne kadar baskı olursa olsun, ABD’nin sonu gelmeyen parasal ve askeri desteğinin bunu mümkün kıldığı açıktır.

Savaş Kabinesi İçerisindeki Anlaşmazlıklar Neler Ve İkilemler Soykırımın Seyrini Ne Yönde Etkiliyor?

Nigar GÜMÜŞ

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Filistin bölgesinde ortaya çıkan siyasi ve idari boşluk dönemin koşullarında İngilizlerin bölgede hakimiyet kurmaya çalışması şeklinde doldurulmaya çalışılmıştır. Fakat Yahudi terör gruplarının eylemleri ve bölgenin bir çıkmaza doğru gidiyor oluşu İngilizlerin bu bölgeyi BM’ye bırakmasına ve devamında 1948 yılında İsrail’in kurulmasına yol açmıştır. Devamlı çatışmanın hâkim olduğu bölge için tapınak gruplarının Mescid-i Aksa’ya olan baskınları, Filistinlilere yapılan eziyetler; Bünyamin Netanyahu’nun aşırılık yanlısı sağ hükümetinin başa geçmesi sonucunda artarak devam etmiş ve süreci 7 Ekim’e taşımıştır.  7 Ekim 2023 yılında Hamas İsrail tarafına ‘Aksa Tufanı’ adını verdiği operasyonu düzenlemiş ve birçok İsrail vatandaşı bu operasyon neticesinde esir alınmıştır. Bununla beraber İsrail’in askeri olarak çok güçlü olduğu intibası ve yenilmezliği büyük bir darbe almıştır.

Görsel 6. Bünyamin Netanyahu (Aydoğan, 2024)

Aksa Tufanı operasyonunun yapıldığı 7 Ekim günü birlik ve beraberlik mesajı veren İsrail Meclisi Knesset’teki muhalefet parti liderleri ortak bir açıklamada bulunarak orduya desteklerini bildirmişlerdir. Bu birlik beraberliğin devamı olarak ise 11 Ekim günü içerisinde muhalif Ulusal Birlik Partisi Başkanı Benny Gantz’ın da yer aldığı bir savaş kabinesi kurulmuştur.

7 Ekim’de verilen birlik beraberlik mesajının ardından 4 gün içerisinde bu birliğin uzun süreli olmayacağını gösteren sinyaller kendisini göstermeye başlamış ve 7 Ekim’de birlik mesajı verenler içerisinde yer alan ülkenin ana muhalefet partisi başkanı Yair Lapid 11 Ekim’de kurulan kabinede yer almamıştır. Savaş kabinesine katılmamasına ilişkin olarak bir işe yaramayacağını düşündüğünü ve aşırılık yanlılarının hükümetten uzaklaştırılması gerektiğini belirten Lapid, kabinenin kurulması fikrini ilk defa önerenlerden biriydi (Keller-Lynn, 2023).

İsrail ordusu bu süreçte savaş(!) için iki hedef belirlemiştir. İlk olarak Hamas’ın askeri kanadını yok etmek, ikinci olarak ise Hamas’ın liderliğini ortadan kaldırmak. Bu konuda başarıya ulaşmak ve yapılan katliamların sorumluluğunu yaymak için kurulan savaş kabinesi, kurulmasından bir ay kadar bir süre sonra çatırdamaya başlamıştır. Beş üyeden oluşan savaş kabinesinde; Başbakan Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant, daha önce savunma bakanı olarak görev yapan muhalif Ulusal Birlik Partisi Başkanı Benny Gantz lider olarak görev alırken, Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer ve daha önce İsrail Savunma Güçleri (IDF) Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan Gadi Eisenkot gözlemci olarak yer almıştır.

17 Ekim 2023 tarihinde El-Ehli Hastanesi’ni bombalayan işgal güçleri hastane bombalamasının ardından dünya kamuoyundan büyük bir tepki almıştır. Birçok ülke tarafından yapılan kınama açıklamaları sonrası hastanenin kendileri tarafından bombalanmadığını belirterek çelişkili ifadelerde bulunan İsrailli yetkililer ilerleyen günlerde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi Dezenformasyonla Mücadele Ekibi’nin yayınladığı bir video ile yalanlanmıştır. 18 Ekim’de ABD Başkanı Biden’ın Tel Aviv’e gitmesi ile ABD’nin her hal ve koşulda İsraili destekleyeceği mesajı dünyaya verilirken kara harekatı için ortam hazırlanmış, Gazze Şeridi’ne kara harekatı yapılmasının gerekliliği Biden’a iletilmiş ve destek vereceği sözü alınmıştır (Haber Merkezi, 2023).

Hastane katliamının üstüne kara harekatı için ABD’den gerekli desteği alan İsrail yine de ekim ayının sonuna kadarki süreçte kara harekatına başlayamamıştır. Daha önce açıklamalarında kara harekatının savaş kabinesinin belirleyeceği bir tarihte yapılacağını belirten Netanyahu kara harekatının başlangıcına kadar pek çok defa başladıkları ve başlayacaklarına dair açıklamalarda bulunmuştur. Bu süreçte kara harekatı başlamamış olsa da İsrail Gazze’yi yaptığı hava saldırıları ile sivil hedefleri kasten vurmaya devam etmiştir.

Görsel 7. Benny Gantz (Anadolu Staff, 2024)

Süreç içerisinde yapılan açıklamalar ordunun, Netanyahu’nun istifa etmesini istediği yönünde ilerlemiş ve ordu ile başbakan arasında bir sürtüşme olduğu basına yansımıştır. 29 Ekim tarihinde Netanyahu öncelikle X hesabından saldırılarla ilgili kendisine önceden bir uyarının gelmediği şeklinde bir tweet atmış ve bir süre sonra tweetini silerek özür dilediği bir paylaşımda bulunmuştur. Bu olay askeri yetkililer ile başbakanın bir sürtüşme içerisinde olduğu intibasını güçlendirmiştir. Konuya yönelik savaş kabinesinde yer alan Benny Gantz tweete ilk tepki verenlerden birisi olmuş ve  “Başbakan dün geceki açıklamasını geri çekmeli ve bu konuyla uğraşmayı bırakmalıdır” şeklinde X hesabından paylaşımda bulunmuştur (Independent Türkçe, 2023). Aynı şekilde basın sözcüsü de konu hakkında soru yönelten gazetecilere bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır. Bu olay dışarıya birlik beraberlik mesajı veren kabinenin içeride daha farklı bir durumda olduğunu göstermektedir. 2 gün sonra 31 Ekim günü İsrail fiili olarak kara harekatına başlamıştır. Öncesinde ufak çaplı kara operasyonları düzenlemiş olmalarına rağmen büyük çaplı bir harekata başladıkları tarihin, basına yansıyan başbakan-ordu arasındaki soğukluk haberlerinin 2 gün sonrasına denk gelmesi ise manidardır. Kara harekatının Hamas’ı yok etmek ve esirleri kurtarmak şeklinde iki ana hedefi bulunmaktadır. Fakat bu hedefler savaşın birinci yılına girerken halen amacına ulaşmamıştır.

Kasım ayında savaş kabinesinde kriz olduğuna dair haberler ortaya çıktmıştır. Eski İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot ve görevdeki Savunma Bakanı Yoav Gallant arasında olduğu öne sürülen krizin, iki ismin savaşa olan yaklaşım politikalarının farklılığından dolayı olduğu ve savaş kabinesinin yanı sıra büyük kabineye de krizin yansıdığı haberleri basına yansımıştır. Haberi yapan İsrail Kamu Yayın Kuruluşu Kan’ın siyasi işler muhabiri Michael Shemesh’e göre bu kriz daha geniş bir anlaşmazlığın sadece küçük bir parçasıdır (Kudüs Haber Ajansı , 2023).  Ateşkes olup olmayacağına yönelik olarak ise 8 Kasım tarihinde Netanyahu esirleri kurtarana kadar ateşkese varmayacaklarını belirtirken 13 Kasım tarihinde Gallant ise esirlerin kurtarılmasının anlaşma ya da operasyonların devamı şeklinde olabileceğini söyleyerek ateşkes ya da anlaşma ihtimaline dolaylı olarak değinmiştir. Buna müteakip Kasım’ın 15’inde savaş kabinesinin esirlerin kurtarılması ve rehine anlaşmasının maddelerini görüşmek için toplanacakları belirtilmiş, 22 Kasım’da ise İsrail’in esir takası anlaşmasını kabul ettiği bildirilmiş ve Netanyahu ordunun da bu anlaşmayı desteklediğini belirtmiştir. Aşırılık yanlısı bazı sağcılar anlaşmaya karşı çıkarken, İsrail Devlet Televizyonu KAN’a göre anlaşma Gazze’nin Güneyine doğru harekatı genişletmek için alınmış bir karar olarak açıklanmıştır. İsrail Dışişleri ise insani ara sebebinin yalnızca esirlerin kurtarılması olduğunu öne sürmüştür. İlerleyen günlerde ise savaş kabinesindeki yetkililerden Gazze’ye yönelik harekatların tüm Gazze’yi ele geçirene kadar devam edeceği ve harekatın amaçlarına ulaşılana kadar durulmayacağı yönünde peş peşe açıklamalar gelmiştir. Bu süreçte insani ara 3 gün daha eklenerek 1 Aralık’a kadar uzatılmıştır.

İsrail iç siyasetinde işlerin karıştığı; sağcıların Gazze’ye daha ağır bombardımanlar yapılmasını beklerken, muhalefetin Netanyahu’nun istifasını istediği bir döneme girilmiştir. Netanyahu’nun başkanı olduğu Likud partisinin içerisinde savaş sonrası seçim yapılması gerekliliğinin vurgulandığı ve esir yakınlarının başbakana tüm esirleri kurtarması için baskı yaptığı bir durumda, savaş kabinesi kararının “savaşa devam” olması şaşırılan bir durum olmadı. Buna ek olarak daha önce güvenli bölge ilan edilen Gazze’nin güneyine de harekâtın yayılacak olması iç siyasette sıkışan hükümetin kamuoyunu bastırmak için kullandığı bir araç olmuştur. İnsani aranın ardından İsrail Katar’da yer alan heyetini ateşkese dair sonuç alınamadığına ilişkin geri çağırmış, bir süre sonra tekrar Katar’a giden heyet ile görüşmelere devam edilmiş fakat aralık ayı içerisinde bu görüşmelerden de bir sonuç alınamamıştır. Aralık ayının sonuna doğru ise basına Netanyahu ve Gallant’ın arasının açık olduğu haberleri yansımıştır.

Netanyahu’nun esirler ile ilgili olarak Galllant ile Katar’da görüşmeler yapan Mossad Başkanı Barnea’nın yalnız görüşmelerine izin vermediği haberlerinin ardından ikilinin Tel Aviv’de aynı saatlerde ayrı olarak basın toplatısı düzenlemeleri de dikkat çekmiştir. Konuya ilişkin Netanyahu ‘Savunma Bakanına bu akşam ortak bir basın toplantısı düzenlemeyi önerdim. O da kendi kararını verdi’ diyerek yanıt verirken Gallant’ın ofisi ise ‘Bazen birlikte bazen de ayrı ayrı basın toplantıları düzenliyoruz’ şeklinde yanıt vermiştir. İkilinin Lübnan’a (Hizbullah’a) yoğun bir saldırı başlatılması konusunda da ayrıştığı ve Gallant’ın bunun için Netanyahu’ya baskı yapmasına rağmen Netanyahu’nun bunu desteklemediği iddialar arasında yer almıştır (Sputnik Türkiye, 2023).

Yeni bir yıla girildiği günlerde İsrail’de muhalefet partisi başkanının savaş kabinesi liderlerinden Benny Gantz’a kabineden istifa etmesini ve başbakan olarak kendisini destekleyeceklerini bildirmesi ile beraber İsrail’de yeni bir lider arayışına girildiği görülmektedir. Bu açıklamaya Benny Gantz’dan istifa etmeyeceği ve en önemli hedeflerinin esirleri kurtarmak olduğu yönünde bir cevap gelmiştir. Bu açıklama toparlayıcı olarak görünmekle beraber Netanyahu’nun Hamas’ı tamamen yok etmek olan amacı ile de çelişmektedir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Savaş kabinesi üyelerinin savaşın gidişatı ile alakalı birçok konuda farklı düşüncelere sahip olmaları iplerin gitgide gerildiğini gösterirken İsrail Yüksek Mahkemesi’nin yargı reformunu iptal etmiş olması da Netanyahu’yu ve hükümetini kazanamadıkları bu savaşta büyük bir çıkmaza doğru ilerletmektedir.

Görsel 8. Yaov Gallant (TRT Haber, 2024)

18 Ocak’ta yapılan bir habere göre, savaşın devamı ve Gazze’nin savaş sonunda kim tarafından yönetileceği hususunda tartışmalarının ana gündem olduğu savaş kabinesinde; Gantz ve Eisenkot Hamas’ın esirleri bırakması halinde savaşı bitirme yanlısı iken Netanyahu bu fikrin tam karşında yer almaktadır (Kudüs Haber Ajansı, 2024).  Kuzeyde Lübnan Hizbullahı ile çatışan İsrail; Lübnan, Batı Şeria ve Gazze olmak üzere üç koldan yürüttüğü savaşında gitgide bir bataklığa çekilmektedir. Bu süreçte Netanyahu’dan daha iyi çalıştığı düşünülen Ulusal Birlik Partisi başkanı Benny Gantz’ın yapılacak olası bir seçimde seçimleri kazanacağına yönelik anket çalışmaları dikkat çekmektedir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Üstüne Benny Gantz’ın Mart ayının başında Amerika’ya giderek üst düzey yetkililerle görüşmeler yapması, akla Amerika’nın Netanyahu yerine alternatif bir lider aradığı sorularını getirmiştir. Savaş kabinesi içerisinde liderlik görevi gören Netanyahu, Gantz ve Gallant arasındaki gizli yarış da bu şekilde yavaş yavaş kendisini göstermeye başlamıştır. Netanyahu’nun Refah’a karadan saldırmak istediği ve Amerika’nın buna olumlu bakmadığı biliniyor olsa da süreç bir şekilde Netanyahu’nun istekleri doğrultusunda ilerlemekte, Amerika ise söylemlerinin tersine yardım etmekten geri durmamaktadır. Savaş kabinesi içerisinde yer alan anlaşmazlıklar ise süreci yavaşlatırken zaman zaman küçük yön değişikliklerine sebep olmaktadır. Katliam konusunda ayrışmayan savaş kabinesi üyelerinin ayrıştıkları noktaların nereye, ne zaman gibi konular ve bunların yanı sıra iç siyasi meseleler olduğu gözlemlenmektedir.

Savaş uzadıkça ekonominin bozulması, esirlerin kurtarılamaması ve savaşın bölgeye yayılacak olmasına yönelik endişeler İsrail kamuoyunun protestolarının artmasına sebep olmuştur. 16 Nisan’da Eisenkot ordunun çok güzel işler yapmış olsa dahi esirleri getiremediğini belirterek bir eleştiride bulunurken (Kudüs Haber Ajansı, 2024), nisanın sonunda Gantz’da yaptığı açıklamada benzer şekilde esirleri geri getirmenin önemine değinmiştir (Yılmaz & Topçu, 2024).

7 Mayıs günü Hamas’ın ateşkesi kabul ettiğini bildirmesinin ardından Refah Sınır Kapısının Gazze tarafını işgal ettiğini duyuran İsrail’in Refah’a olan harekatı savaş kabinesi tarafından onaylanarak gerçekleştirilmiştir. Savaş kabinesi Refah’a girişleri için ‘İsrailli esirlerin serbest kalması ve savaşın amaçlarına ulaşılmasının hedeflendiği’ belirtilmiştir (Koşak, İsrail Savaş Kabinesi, Refah’ta saldırılara devam kararı aldı, 2024). İsrailli üç subayın yaptığı açıklamalarda Netanyahu’nun asıl amacının Yahya Sinvar’ı yakalamak olduğu ve bunun kişisel bir meseleye dönüştüğü söylenmiş, esirlerin ise artık umursanmadığı belirtilmiştir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Gazze’ye yapılan saldırılarda daha önce Yahya Sinvar’ın evine yapılan operasyon göz önüne alındığı zaman bunun olası bir çıkarım olduğu varsayılabilir. Bununla beraber kasım ayındaki insani aranın yapıldığı süreçte de Hamas yetkililerinin öldürülmesi için talimat verildiği hatırlanacak olursa savaşın başından beri var olan hedefin artık farklı bir boyut kazandığı söylenebilir.

İSRAİL’DE YENİ DÖNEM

Mayıs’ta Aksa Tufanı 7. ayını geride bırakmışken İsrail masum sivilleri öldürmek ve soykırımın şiddetini günden güne arttırmak dışında bir sonuca ulaşamamıştır. Bu süreçte savaş kabinesi ile ayrışmalar derinleşmiştir. 20 Mayıs’ta savaş kabinesi içerisinde tartışma yaşandığı haberleri basına yansımıştır. Bu tartışma daha öncekilerden farklı olarak Gantz’ın, İsrail saldırılarından sonra Gazze’nin idaresinin 8 Haziran’a kadar oylanmaması halinde hükümetten istifa edeceğini bildirmesi açısından önemlidir (Koşak, İsrail Savaş Kabinesinde Başbakan Netanyahu, Gantz ve Eisenkot ile tartıştı, 2024). Daha önce de tartışmalar yaşanmış olsa da Gantz tarafından hükümetten çekilme tehdidi ilk defa dile getirilmiştir. Bu durum yaşanan fikir ayrılıklarının gitgide arttığının göstergesidir. Bunun kuru bir tehdit olmadığı ise 10 gün sonra Gantz’ın partisi Ulusal Birlik’ in meclisin feshedilmesi için sunduğu tasarı ile görülmüştür.

Görsel 9. Savaş Kabinesi Üyeleri (Yaov Gallant, Benny Gantz, Benjamin Netanyahu, Ron Dermer, Gadi Eisenkot) (Zilber & Shotter, 2024)

Haziran ayında Benny Gantz hükümetten ve savaş kabinesinden istifa etmiş ve erken seçim talebinde bulunmuştur. Gantz ayrıca "Netanyahu'nun nefret söylemlerine rağmen hala birlik için kendisiyle konuşanların olmasına anlam veremediğini" belirtmiştir. Gantz’ın ardından eski genelkurmay başkanı ve kabinede gözlemci olarak yer alan Gadi Eisenkot da Netanyahu’ya istifa mektubunu iletmiştir. Eisenkot, Netanyahu’yu ülke çıkarlarını korumaya yönelik kararlar almamakla da eleştirmiştir. Netanyahu ise, Gantz’ı yanlış zamanda istifa etmekle suçlarken, tüm siyonist partilere kapısının açık olduğunu belirtmiştir (Fırat, 2024). Gelen istifaların ardından 17 Haziran’da  Netanyahu savaş kabinesini tamamen feshetmiştir. Savaş kabinesinin yerine birkaç kişi ile danışma toplantıları yapabileceği söylenmiştir. Toplantılara savaş kabinesindeki toplantılara da katılan Aryeh Deri, Savunma Bakanı Yoav Gallant, Stratejik İlişkiler Bakanı Ron Dermer’in katılacağı belirtilmiştir (BBC NEWS Türkçe, 2024).

İstifa haberleri ani gibi görünse de süreç incelendiği zaman kabinenin haziran ayına kadar devam edebilmiş olması bile şaşırtıcı olarak yorumlanabilir. Öncelikli olarak ayrıştıkları noktalardan biri olan esir takası meselesinde Netanyahu’nun bir türlü anlaşmaya yanaşmaması ayrıca savaşı bitirecek her türlü duruma da karşı çıkıyor oluşu ana sebeplerdendir. Bununla beraber İsrail’in Gazze’den çekilmesinin ardından Gazze’yi kimin yöneteceği ile ilgili de aralarında fikir ayrılıkları olduğu bilinen kabinenin erken seçim talepleri ile süreç bir liderlik yarışına da dönüşmüştür. Savaş kabinesinin feshedilmesi ile hükümet düşmemiş aksine merkezileşmiştir. Netanyahu’nun savaş kabinesinin feshinden sonra Gazze’de yaşanan başarısızlığın suçunu kabineye yüklemesinin önü açılmıştır.  

SAVAŞ KABİNESİNİN FESHEDİLMESİNDEN SONRA

Kabinenin dağıtılmasının ardından İsrail saldırılarını artırmıştır. Gerilimin son derece yükseldiği, Lübnan Hizbullahı ile çatışmaların sürdüğü, Gazze’ye olan saldırıların devam ettiği, Batı Şeria’da şiddet olaylarının arttığı ve esir ailelerinin greve başladığı günlerde bu sefer de Gallant Amerika’ya giderek gerginleşen Tel Aviv-Washington arasındaki ilişkiler hakkında görüşmeler yapmıştır. Bundan 1 ay kadar sonra Temmuz sonunda ise bu sefer Netanyahu Amerika’ya giderek kongrede konuşmuş ve uzun süre ayakta alkışlanmıştır. Amerika’nın sorgusuz desteği bir kez daha bu olayla görülmüştür.

31 Temmuz tarihine gelindiğinde İsrail saldırganlığını farklı bir boyuta taşıyarak Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İran’da şehit etmiş fakat bu konuda açıklama yapmaktan kaçınmıştır. İlerleyen günlerde İran’dan bir misilleme beklense de kayda değer bir durum olmamıştır.

Sonuç

Olayların 1. yılına girilirken artık esir takasının çok da gündemde olmadığı görülmektedir. İsrail’de halk ayaklanmaları artmış, iç savaş çıkabileceğine yönelik haberler basına yansımıştır. Fakat süreç içerisinde İsrail Hamas’ın Gazze’deki liderliğini bitirme, Hamas’ı yok etme, esirleri kurtarma şeklinde koyduğu hedeflerine ulaşamamıştır. İsrail hedeflerine ulaşamadıkça yayılmacılığı ve saldırganlığı artmaktadır. Mısır’da Philedelphia Koridoru’ndan çekilmeyi reddederken, Lübnan’a da saldırılarını artırmaktadır. Bu gidişatta sürecin Amerika’daki başkanlık seçimleri ile beraber daha çok belli olacağı ve şekilleneceği düşünülebilir.

İsrail’in Uluslararası İtibarı ve Soykırım Suçlamalarının Dış Politikadaki Etkileri

İlayda Kara

Giriş

İsrail, 1948’deki kuruluşundan bu yana, özellikle Filistin topraklarında uyguladığı politikalar nedeniyle uluslararası arenada çeşitli suçlamalarla karşı karşıya kalmıştır. Bu suçlamalar arasında en dikkat çekici olanı, İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım olarak nitelendirilmesidir. Bu metinde, İsrail’in uluslararası itibarı ve soykırım suçlamalarının dış politikadaki etkileri derinlemesine incelenecektir.

Tarihsel Arka Plan

İsrail’in kuruluşu, 1948 Arap-İsrail Savaşı ve sonrasında yaşanan çatışmalar, uluslararası toplumun dikkatini çekmiştir. İsrail’in askeri operasyonları ve yerleşim politikaları, özellikle 1967 Altı Gün Savaşı sonrasında işgal ettiği topraklarda uyguladığı politikalar, sürekli olarak eleştirilmiştir. Bu eleştiriler, İsrail’in uluslararası itibarını zedelemiş ve ülkenin dış politikasını şekillendirmiştir.

Soykırım Suçlamaları

İsrail’e yönelik soykırım suçlamaları, özellikle Gazze Şeridi’ndeki askeri operasyonlar sırasında yoğunlaşmıştır. Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) açılan davalar, İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım niteliği taşıdığı iddialarını içermektedir. Güney Afrika’nın 2023 yılında UAD’ye yaptığı başvuru, bu suçlamaların en dikkat çekici örneklerinden biridir. Bu başvuruda, İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım özellikleri taşıdığı ve bu eylemlerin uluslararası hukuka aykırı olduğu savunulmaktadır (BBC News Türkçe, 2024) .

Uluslararası İtibar

İsrail’in uluslararası itibarı, soykırım suçlamaları nedeniyle ciddi şekilde zarar görmüştür. Birçok ülke ve uluslararası örgüt, İsrail’in politikalarını eleştirmiş ve yaptırımlar uygulamıştır. Bu durum, İsrail’in diplomatik ilişkilerini ve dış politikasını olumsuz etkilemiştir. Özellikle Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar, İsrail’in politikalarını sert bir şekilde eleştirmiştir (Uluslararası Af Örgütü, 2024) .

Dış Politikadaki Etkiler

Soykırım suçlamaları, İsrail’in dış politikasında önemli değişikliklere yol açmıştır. İsrail, uluslararası arenada kendini savunmak ve itibarını korumak için yoğun diplomatik çabalar sarf etmektedir. Bu çabalar arasında, uluslararası kamuoyunu etkilemek için medya kampanyaları düzenlemek ve diplomatik ilişkileri güçlendirmek yer almaktadır. Ayrıca, bu suçlamalar İsrail’in bölgesel ilişkilerini de etkilemiştir. Özellikle Arap ülkeleriyle olan ilişkilerde gerginlikler yaşanmıştır. İsrail, bu gerginlikleri azaltmak için çeşitli diplomatik girişimlerde bulunmuş, ancak bu girişimler genellikle sınırlı başarı elde etmiştir (BBC News Türkçe, 2024) .

Bölgesel ve Küresel Tepkiler

İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemleri, bölgesel ve küresel düzeyde geniş çaplı tepkilere yol açmıştır. Arap Birliği, İsrail’in politikalarını sürekli olarak kınamış ve Filistin halkına destek vermiştir. Ayrıca, Türkiye gibi bazı ülkeler de İsrail’e karşı sert eleştirilerde bulunmuş ve diplomatik ilişkilerini askıya almıştır. Bu tepkiler, İsrail’in bölgesel izolasyonunu artırmış ve ülkenin dış politikadaki manevra alanını daraltmıştır (Dergipark, 2024).

Uluslararası Hukuk ve İnsan Hakları

İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemleri, uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında da yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, İsrail’in eylemlerini kınayan birçok karar almış ve bu eylemlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) de İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemlerini incelemeye almıştır. Bu durum, İsrail’in uluslararası itibarını daha da zedelemiş ve ülkenin dış politikadaki hareket alanını kısıtlamıştır (Al Jazeera Türk, 2024) .

Medya ve Kamuoyu

Medya, İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemlerini geniş çapta haberleştirmiş ve kamuoyunun dikkatini bu konuya çekmiştir. Özellikle sosyal medya, İsrail’in eylemlerine karşı küresel bir farkındalık yaratmada önemli bir rol oynamıştır. Bu durum, İsrail’in uluslararası itibarını olumsuz etkilemiş ve ülkenin dış politikadaki stratejilerini yeniden gözden geçirmesine yol açmıştır (Hürriyet, 2024) .

Sonuç

İsrail’in uluslararası itibarı ve soykırım suçlamalarının dış politikadaki etkileri, ülkenin diplomatik ilişkilerini ve uluslararası konumunu derinden etkilemiştir. Bu durum, İsrail’in gelecekteki dış politika stratejilerini şekillendirecek önemli bir faktör olmaya devam edecektir. İsrail, uluslararası itibarını korumak ve soykırım suçlamalarına karşı kendini savunmak için yoğun çabalar sarf etmeye devam edecektir.

İsrail Tarafındaki Kayıplar Neler?

Şerife Sena ŞEN

7 Ekim 2023’te başlayan Aksa Tufanı’nın ilk gününden beri Filistin tarafındaki kayıpların paylaşılan istatistikleri İsrail’in Gazze üzerinde yaptığı soykırım, hak ihlalleri ve savaş suçlarının boyutunu gözler önüne serdi. Filistin tarafındaki kayıplar, İsrail tarafında hükumetin “savaşta” ne kadar başarılı ve etkili olduğunu düşündürse de aslında İsrail’in de çok fazla kayıp verdiği ve zarara uğradığı bir gerçek. İsrail tarafındaki kayıplardan birçok kişi haberdar değil. Bunun en önemli sebeplerinden biri; İsrail ordu mensuplarının, halkın ve ordunun kendilerine olan inancını kaybetmemek adına kendi aleyhinde olan gerçek verileri paylaşmamasıdır.  Askeri sansür sebebiyle ordudaki ölü sayısı, tutsak ve rehabilite olanların sayısı İsrail askerlerinden ve kamuoyundan gizli tutulmaktadır.

Fotoğraf: İsrail ordu mensupları, Mostafa Alkharouf’un kadrajından (AA)

İsrailli askeri uzman Amos Harel, Aralık 2023’te yaptığı açıklamada işgal kuvvetlerinin Gazze’deki hedeflerine ulaşamayacağını öngördüğünü söylemişti. Harel, İsrail gazetesi Haaretz’de yayımlanan makalesinde, İsrail’in Hamas askeri gücünü tamamen ortadan kaldırmaya yönelik açıkladığı savaş hedeflerinin önündeki zorluk ve engellere değindi. Haaretz gazetesi için kaleme aldığı “İsrailli Politikacılar Gazze Savaşı Konusunda Ordunun Tutamayacağı Sözler Veriyor.” başlıklı makalede “Ordunun paylaştığı yaralı asker sayısı ile hastane verileri arasında uçurum var.” dedi. Harel; İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi için “… verilen kayıplara rağmen savaşın gidişatından oldukça memnun ancak Hamas’ın çöküşünün yakın olduğuna dair hiçbir işaret yok.” yorumunda bulundu. “Hamas’ın yok edilmesi, esirlerin geri getirilmesi, Gazze sınırında yıkılan tüm İsrail yerleşkelerinin yeniden inşası ve sınır güvenliğinin sağlanması” hedeflerine işaret eden Harel, “Bunlar iddialı hedefler ve bazılarına ulaşılamayacağı açıkça ortada. İsrail’in bu gerçeği ABD baskısıyla kabul edeceği de ortada.” ifadesini kullandı. "Hızla artmakta olan ekonomik sıkıntılar, yedek askerlerin üzerindeki yük ve ABD’nin beklentileri" gibi İsrail'in karşı karşıya olduğu sorunların, Gazze'deki yoğun saldırıların yakın zamanda sonlandırılmasıyla sonuçlanabileceğini" söyleyen Harel, şöyle devam etti: "Eğer bu gerçekleşirse, hükümet ve ordu iki ucu keskin bir sorunla karşı karşıya kalacak. Halkın büyük bir kısmı, rehinelerin serbest bırakılmasının İsrail'in birinci önceliği olması gerektiğine inanıyor ve onların geri dönüşlerindeki herhangi bir gecikmeyi büyük bir başarısızlık olarak değerlendiriyor."  

Fotoğraf: Amos Harel, 24 TV

Yine Amos Harel, 12 Eylül 2024’te Haaretz Gazetesi için kaleme aldığı manşette, İsrail ordusunun ünlü birim 8200'ünün başındaki Tuğgeneral Yossi Sariel’in; 7 Ekim saldırılarına yol açan istihbarat başarısızlığındaki “kişisel sorumluluğu” sebebiyle istifa ettiğini yazdı. Sariel, “Birim 8200’ün istihbarat başarısızlığı ve operasyonel başarısızlıktaki rolünün sorumluluğu tamamen bana aittir.” demişti. İstifa etmesi sonucu görevinden azledilen Yossi Sariel “Önceki yıllarda, önceki aylarda ve 7 Ekim’de resmin tamamını görmek ve tehditle yüzleşmeye hazırlanmak adına noktaları birleştiremediğimiz için siyasi ve operasyonel bir sistem olarak hepimiz başarısız olduk.” açıklamasını yaptı.

Raporlar 7 Ekim’den Bu Yana 1664 İsraillinin Öldüğünü ve 143 bin İsraillinin Yerinden Edildiğini Yazıyor

İsrail medya ve araştırma merkezlerinin verileri, 7 Ekim 2023’te Aksa Tufanı’nın başlamasından bu yana 706’sı asker olmak üzere yaklaşık 1664 İsraillinin öldüğünü ve 17.809 kişinin yaralandığını gösterdi. İsrail merkezli Walla haber sitesinin yaptığı habere göre Gazze’de 101 İsrailli tutuklu kalırken, savaşın başlamasından bu yana 143.000 İsrailli şehirlerinden ve evlerinden tahliye edildi. Savaşın başlamasından bu yana yedek kuvvetlerden 300.000 İsrail askeri seferber edilirken 935 İsrail yerleşim birimi ve kasabası bombardıman altında kaldı, sirenler çaldı ve bölge sakinleri yaklaşık 15.000 kez sığınaklara ve korunaklı alanlara saklanmak zorunda kaldı. Hamas’ın Gazze’deki yerleşimlere ve güneydeki İsrail kasabalarına yönelik beklenmedik çıkışında Ekim 2023’te toplam 7.771 roket ve patlayıcı fırlatma uyarısı kaydedilirken, Kasım ayında bu sayı 1.303, Aralık ayında ise 1.277 olmuştur. O tarihten bu yana siren sayısı, İran’ın 14 Nisan’da İsrail’e saldırması nedeniyle 1.000’den fazla alarmın yeniden kaydedildiği Nisan 2024 hariç, her ay 1000’in altına düşmüştür.

Hizbullah ile kuzey cephesinde yürütülen savaşa gelince, son veriler 24’ü asker olmak üzere 50 İsraillinin öldüğünü, Lübnan ve Suriye’den 7.560 roket ve patlayıcı drone atıldığını, 43 sınır kasabası ile Yukarı Celile ve Batı Celile’den 68.500 İsraillinin tahliye edildiğini göstermektedir.

İşgal altındaki Batı Şeria’da tırmanan gerilim bağlamında, Filistin direniş operasyonlarında 12 asker ve 3 polis memuru dâhil 41 yerleşimci öldü ve 285 yerleşimci yaralandı. İran’ın 14 Nisan’da İsrail’e yönelik saldırısında ise İsrail cephesi 120 balistik füzeyle vurulmuş, bunlardan 30’u önlenmiş, 170 patlayıcı drone fırlatılmış ve İran saldırısı 32 İsraillinin yaralanmasına neden olmuş ancak herhangi bir ölüm vakası rapor edilmemiştir. Ulusal Güvenlik Araştırma Enstitüsü, Yemen’deki Husi Ensarullah grubunun İsrail’e ve Kızıldeniz’deki deniz çıkarlarına yönelik saldırılarını izlemiş; 200 füze, mermi ve insansız hava aracının fırlatıldığı belgelenmiş, Hayfa ve Aşdod limanlarına doğru seyreden İsrail bağlantılı kargo gemilerine 340 deniz saldırısı gerçekleşmiştir.

El- Cezira’nın 14 Temmuz 2024’te yaptığı habere göre; İsrail ordu mensupları, Gazze Şeridi’nde uğradığı insani kayıplara ilişkin rakamları açıkladı. Söz konusu rakamlar; ölü, yaralı ve travma geçiren insanları içeriyordu.

Fotoğraf: İsrail her ay, savaşta yaralanan en az 1000 kişiyi Gazze’den tahliye ediyor. (el-Cezira)

Resmi verilere göre İsrail Savunma Bakanlığına bağlı rehabilitasyon merkezine; 7 Ekim 2023’ten itibaren 10.566 yaralı asker nakledildi, bu sayı hemen hemen her ay takriben 1000’den fazla yeni yaralı anlamına gelmekte. Bakanlığın yaptığı açıklamaya göre; 192 kafa yaralanması, 168 göz yaralanması, 690 omurilik yaralanması ve rehabilitasyon merkezinde tedavi gören 50 ampute dahil olmak üzere 3.700’den fazla yaralı uzuv vakası kaydedildi. Yaralı askerlerin %35’inin anksiyete, depresyon, ve travma sonrası stres bozukluğundan; %37’sinin ise uzuv yaralanmalarından muzdarip olduğu belirtildi. Bakanlık, yaralı askerlerin %68’inin yedek asker olduğunu ve çoğunun genç olduğunu, %51’inin 18- 30 yaş arasında, %31’inin ise 30-40 yaş arasında olduğunu ekledi. Tüm yaralı sayısının %28’inin ise temel probleminin zihinsel başa çıkamama sorunuyla ilgili olduğu söylendi.

İsrail ordu mensuplarının ölü sayısına ilişkin veriler, 330’u Gazze Şeridi’ndeki kara çatışmalarında olmak üzere Aksa Tufanı sürecinin başlamasından bu yana 690 asker ve subayın öldüğünü gösteriyor. Bu veriler, Tel Aviv’in Gazze Şeridi’ndeki gerçek ölü ve yaralı sayısını gizlediği söylenirken açıklandı. İsrail yetkilileri birden fazla kez ordunun Gazze Şeridi’ndeki çatışmalarda ağır bedeller ödediğini ve Hamas’la çetin bir mücadele verdiğini söyledi.

El-Cezira’nın 2024 Haziran ayının henüz ortalarında yaptığı habere göre, haziran ayının ilk iki haftasında Gazze Şeridi ve Güney Lübnan cephelerinde en az 19 İsrail askeri öldürüldü ve 70’ten fazla asker de yaralandı. İsrail Savunma Kuvvetlerinin (IDF) haziran ayının ilk yarısındaki en kötü tek günlük ölü sayısı, Refah’ta bir personel taşıyıcısını hedef alan bombalı saldırıda sekiz askerin öldüğü gün kaydedildi. İsrail’in yayınlanmasına izin verdiği resmi rakamlara göre 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonunun ardından Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail kara harekatının başlamasından bu yana, 306’sı 27 Ekim’de başlayan kara çatışmalarında olmak üzere 658 İsrailli asker ve subay öldürüldü. Veriler, ayrıca Aksa Tufanı başlamasından itibaren 1936’sı kara çatışmalarında olmak üzere 3835 işgal ordusu mensubunun yaralandığını göstermektedir.

Fotoğraf: Gazze’de ölen meslektaşları için düzenlenen cenaze töreninde İsrail askerleri, el-Cezira

Haziran ayının ilk yarı bilançosunu inceleyelim:

5 Haziran: Lübnan Hizbullahı tarafından Harviş’te askerlerin toplandığı bir yere düzenlenen insansız hava aracı saldırısında bir asker öldü.

6 Haziran: Refah’ta cephe gerisinde çıkan silahlı çatışmada bir asker öldü.

8 Haziran: Yamam Özel Biriminde görevli bir subay Nuseyrat Mülteci Kampı bölgesindeki 4 İsrailli rehineyi geri almak için düzenlenen operasyon sırasında öldü.

10 Haziran:  Refah’ın merkezinde bubi tuzaklı bir binada kurulan pusuda dört asker öldü, biri subay olmak üzere 6 asker de yaralandı. İsrail ordu radyosu askerlerin Refah’ın Shaboura mahallesindeki bir binada meydana gelen patlama sonucu öldüğünü bildirdi. Times of Israel gazetesinin askeri muhabiri patlamada beşi ağır olmak üzere 7 askerin yaralandığını söyledi.

11 Haziran: 24 saat içinde 10 asker yaralandı.

12 Haziran: 24 saat içinde 29 asker yaralandı.

13 Haziran: Ordu, Lübnan’dan atılan bir roket nedeniyle iki askerin yaralandığını kabul etti.

13 Haziran: Ordu, Lübnan’dan atılan bir roket nedeniyle iki askerin yaralandığını kabul etti. 24 saat içerisinde 11 asker yaralandı.

14 Haziran: 24 saat içerisinde 10 asker yaralandı.

15 Haziran: Gazze Şeridi’nin merkezinde bir tanka yerleştirilen patlayıcının infilak etmesi sonucu iki asker öldü. Refah’ta 10 Haziran’da bubi tuzaklı bir binanın patlaması sonucu Givati Tugayı’nda görevli bir asker hayatını kaybetti.

16 Haziran: Refah çatışmaları sırasında bir asker öldü.

İsrail’in Ekonomik Kaybı

7 Ekim 2023’ten günümüze kadar süregelen çatışmalar, İsrail’de enflasyonu son bir yılın en yüksek seviyesine çıkardı.

Merkezi İstatistik Bürosunun Ağustos ayında açıkladığı verilere göre Temmuz ayında %3,2 olan yıllık enflasyon oranı geçen ay %3,6’ya yükselerek ekim ayından bu yana en yüksek seviyesine ulaştı.

Fotoğraf: el-Cezira

İstatistik ofisine göre Ağustos ayında taze sebze maliyetleri %13,2; ulaştırma maliyetleri %2,8 konut maliyetleri %0,6; kültür ve eğlence maliyetleri ise %0,5 oranında artış kaydetti. Verilere göre giyim fiyatları %4,1 ve rafine petrol ürünleri %5,9 oranında düştü. Emlak piyasasında yenilenen sözleşmelerdeki kiralar %2,6 yeni kiracı sözleşmelerindeki kiralar ise %5,3 oranında arttı.

Enflasyondaki bu artış daha fazla faiz indirimini azaltırken, hükümet yetkilileri enflasyondaki yükselişten büyük ölçüde Gazze savaşıyla (!) bağlantılı mal ve hizmet arzını sorumlu tuttu. Ocak ayındaki rekor faiz indiriminin ardından İsrail Merkez Bankası Şubat, Nisan, Mayıs, Temmuz ve Ağustos aylarında yaptığı toplantılarda jeopolitik gerilimler, artan fiyat baskıları ve İsrail’in savaş nedeniyle maliye politikasının gevşetilmesini gerekçe göstererek faiz oranlarını değiştirmedi. İsrail Merkez Bankası’nın 9 Ekim’de bir faiz kararı alması bekleniyor ve İsrail Merkez Bankası uzmanları 2025 yılına kadar bir faiz indirimi beklemediklerini söylediler. Merkez Bankası Aksa Tufanı’nın enflasyon üzerindeki etkisine ilişkin endişelerini defalarca dile getirmiştir.

Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Landru Aber, geçen ayın sonlarında Bloomberg’e verdiği bir röportajda, faiz indiriminin gelecek yıla kadar masadan kalkabileceğini söyledi.

Mizrahi Tefahot Bank stratejisti Yonni Fanning “Enflasyon tarihsel açıdan bile alışılmadık derecede yüksek hale geldi.” dedi.

Fotoğraf: İsrail Merkez Bankası

“Savaş”ın Knesset’i (İsrail Parlamentosu) 2024 mali yılı için daha önce onaylanan ek bütçe artışını 727,4 milyar şekele (192 milyar dolar) çıkarmaya sevk etmesi dikkat çekici. Knesset, sivillerin tahliyesi ve yedek askerlerin bu yılın sonuna kadar bakımının finanse edilmesine yardımcı olmak için 3,4 milyar şekellik (924 milyon dolar) yeni artışı onayladı. Aksa Tufanı beklenenden daha uzun sürdüğü için başlangıçtaki bütçenin artan maliyetleri karşılaması mümkün görünmemektedir. 

Aksa Tufanı Devam Ederken Batı Şeria Ve Gazze’de Yaşanan Olaylar

Şerife Sena ŞEN

7 Ekim 2023’te, İzzeddin el-Kassam Tugayları “Aksa Tufanı” adlı kapsamlı bir operasyona başladı. Operasyonun temel gerekçesi, İsrail’in Mescid-i Aksa ve Filistinlilerin kutsal değerlerine yönelik saldırıları ve İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında sürdürdüğü insan hakları ihlalleriydi.  İsrail ordusu, Gazze’den silahlı bir grubun İsrail topraklarına sızdığını ve savaş durumu ilan ettiğini duyurdu ve Gazze Şeridi’ne yönelik yoğun hava saldırısı başlattı. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Gazze Şeridi etrafında 80 km yarıçapındaki bölgeyi askeri alan ilan etti.  

İşgal güçleri, 7 Ekim ile başlayan süreçte Gazze ve Batı Şeria üzerinde pek çok savaş suçuna imza attı;

  • Beyaz fosfor kullanımı

  • Soykırım, toplu yok etme ve öldürme

  • İnsani yardım kaynaklarına, savunmasız yer ve araçlara, hastanelere saldırı

  • Göçe zorlama, nüfusun zorla nakli, sürgün

  • İnsani yardımın engellenmesi (ayrıntılar için bkz; Kudüs Çalışma Grubu Aksa Tufanı İlk 100 Gün Raporu)

Fotoğraf: Yerinden edilmiş bir Filistinli aile, İsrail operasyonunun ardından Tulkarm mülteci kampında yıkılan evlerinin enkazı arasında oturuyor, OCHA

2024'ÜN ŞAHSİYETLERİ

İsmail Haniye

Fatma Nur TAŞ

Giriş

Filistinli siyaset adamı İsmail Haniye 29 Ocak 1963 yılında gözlerini dünyaya açtığında Eş-Şati mülteci kampındaydı. Ailesi bugün işgalci İsrail’in yönetiminde olan Askalan sınırından 1948 savaşları neticesinde göç etmek zorunda kalmış ve öz vatanında mülteci konumuna düşmüştü. Birleşmiş Milletler (BM) Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansının kontrol ettiği kurumlarda eğitim alan Haniye, 1987 yılında Gazze İslam Üniversitesi'nin Arap Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Kariyerinin erken dönemlerinde siyasetle tanışan ve Müslüman Kardeşler’in kolu olarak faaliyet gösteren bir öğrenci birliğinin konsey başkanlığını yapan Haniye, 1987’de kurulan Hamas’ın genç üyeleri arasında yer aldı.

Birinci İntifada olarak bilinen ve Filistinlilerin İsrail işgaline karşı direnişi şeklinde tarihe geçen dönemde, İsmail Haniye üç kez gözaltına alındı. Gösterilere katılması sebebiyle gözaltına alınan Haniye, Hamas'ın direniş hareketlerine liderlik ettiği bu süreçte, 1988'de ikinci gözaltında kaldığında altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Uzun soluklu bir direniş hareketi olan Birinci İntifada'nın sona erdirilememesi üzerine yapılan tutuklamalar sırasında Haniye de yakalanarak üç yıl hapis cezasına mahkûm oldu. 1992'de serbest bırakılan Haniye, Hamas'ın kurucularından olan ve Şeyh Ahmed Yasin'den sonra liderliği devralan Abdülaziz er-Rantisi de dahil olmak üzere 400'den fazla kişiyle birlikte sınır dışı edilerek Lübnan'ın güneyine gönderildi. Bir yıllık sürgünün ardından Gazze'ye geri döndü. Haniye'nin gençlik yıllarındaki bu faaliyetleri, hapis ve sürgün süreci, kariyerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Gazze'ye döndükten sonra, İsmail Haniye Gazze İslam Üniversitesi'nde dekanlık görevine atandı. 1989'da tutuklanan ve hapiste olan Şeyh Ahmed Yasin'in 1997'de serbest bırakılmasıyla, Haniye Şeyh Yasin’in ofisinin sorumluluğunu üstlendi ve daha sonra Şeyh Ahmed Yasin'in yardımcılığına getirildi. Bu yakın ilişki, 2003'te İsrail'in hava saldırısında aynı camide bulunmaları nedeniyle Haniye'nin Şeyh Yasin'le birlikte yaralanmasına neden oldu. Şeyh Ahmed Yasin'in 2004'te İsrail tarafından gerçekleştirilen bir suikast sonucunda hayatını kaybetmesinin ardından, İsmail Haniye Hamas liderlik kadrosunda öne çıktı.

2006'da yapılan Filistin Yasama Konseyi seçimlerinde, "Değişim ve Reform Listesi" adı altında siyasi bir parti olarak katılan Hamas'ın Genel Başkanlığını yürüten Haniye, Hamas'ın seçimlere katılımı ve kampanya sürecinde önemli bir rol oynadı. Hamas'ın seçim zaferinden sonra El Fetih ve diğer gruplarla koalisyon kuramayan Haniye, Mart 2006'da Hamas üyeleri ve bazı teknokratlardan oluşan bir kabine kurarak Filistin Özerk Yönetimi'nin Başbakanı olarak görev aldı. Göreve başlamasından sonra, ABD ve AB Filistin Özerk Yönetimi'ne sağladıkları fonları kesme tehdidinde bulundu. Bu dönemde El Fetih ve Hamas arasında çatışmalar yaşandı ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, artan şiddet olayları ve genel istikrarsızlık nedeniyle olağanüstü hal ilan ederek 14 Haziran 2007'de Haniye'yi görevden aldı ve yerine Selam Feyyad'ı atadı. Ancak, bu karar Filistin yasalarına aykırı olduğu gerekçesiyle Yasama Konseyi tarafından onaylanmadı. Bunun üzerine, Hamas Gazze'de fiili kontrolü ele geçirerek, Filistin Özerk Yönetimi'nin kontrolünün Batı Şeria ile sınırlı kalmasına neden oldu ve Haniye Gazze Şeridi'nde başbakanlık görevine devam etti.

Haniye'nin Filistin Devleti'ne dair görüşü, Kudüs'ün başkent olduğu ve 1967 öncesi sınırlarının tanındığı tam bağımsız bir Filistin devletinin kurulması yönündeydi. 2006 seçimlerinden sonra, İsrail'in 1967 öncesi sınırlar içinde bağımsız bir Filistin devletini tanıması halinde, geçici bir ateşkes yapılabileceğini belirtti. Filistin-İsrail çatışmasında çözümsüzlüğün, İsrail'in müzakere sürecini kesintiye uğratması ve anlaşma imzalamaya yanaşmamasından kaynaklandığını savundu. Haniye, İsrail'e karşı sert söylemlerine rağmen, Hamas'ın genel profili içinde pragmatist ve diyaloga açık bir figür olarak görülmekteydi. Müzakereler için öncelikle İsrail'in Filistinlilerin haklarını tanıması gerektiğini düşünüyordu. Aralık 2010'da düzenlediği bir basın toplantısında, Filistinli seçmenlerin onayı halinde, Hamas'ın İsrail'in varlığını reddeden tutumuna rağmen, hükümetinin Kudüs'ün başkent olması ve Filistinli mahkûmların serbest bırakılması koşuluyla 1967 öncesi sınırları içinde bir Filistin devletinin kurulması için referanduma gitmeyi kabul edeceğini açıkladı.

Görev süresi boyunca, Haniye defalarca İsrail'in hedefi oldu ve 28 Temmuz 2014'te Şati mülteci kampındaki evi bombalandı. İsrail'in saldırılarında birçok aile üyesini kaybetti. Özellikle 7 Ekim 2023'ten sonra, en az 60 aile üyesi İsrail saldırılarında hayatını kaybetti; bu kişiler arasında Haniye'nin oğulları, torunları, ablası ve yeğenleri de bulunmaktaydı. 10 Nisan'da, Ramazan Bayramı'nda, İsrail ordusunun İsmail Haniye'nin ailesinin bulunduğu araca düzenlediği saldırıda üç oğlu ve dört torunu hayatını kaybetti. Bu saldırıyla ilgili açıklamasında Haniye, "Çocuklarının Gazze'yi terk etmediğini, Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın kurtuluşu için hayatlarını feda ettiğini" ifade etti. Aradan çok geçmeden yalnızca üç ay sonra İsmail Haniye de işgalci İsrail suikastıyla şehit oldu.

İran devlet televizyonunun Devrim Muhafızları Ordusunun açıklamasına dayandırdığı habere göre, 31 Temmuz 2024 tarihinde İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın göreve başlama töreni sebebiyle İran’da bulunan İsmail Haniye’nin kaldığı konutuna İsrail ordusu tarafından gece saat 02.00 sularında hava saldırısı düzenlendi. Yapılan suikast ile ilgili konuşan Hamas, saldırıda İsmail Haniye ve yakın koruması Vasim Ebu Şaban’ın şehit olduğunu açıkladı.

İsmail Haniye ile yapılan bir röportajda şu sözleri dikkat çekmektedir : "Filistin 1948’den beri kan deryası. Şehitleri, tutukluları ve muhacirleriyle. 7 milyon Filistinli bugün sürgünde. Tabii ki sorumluluğumuz var ve bu sorumluluğun bedelleri de vardır ve biz bu bedelleri ödemeye hazırız. Allah yolunda bu ümmetin şerefini korumak için, Filistin uğruna şehit olmaya hazırız. O yüzden ben ve kardeşlerim bu sorumluluğu biliyoruz ve düşmanla bu tarihi çatışmayı çözmek için bu gücü inşa ediyoruz çünkü bu düşmanın Filistin toprağında bir geleceği yok."

İsmail Haniye Suikasti: Neden Ve Nasıl?

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsmail Haniye; Filistin direnişinin sembol isimlerinden ve İslami Direniş Hareketi (Hamas) ‘nin siyasi büro başkanı. 23 Ocak 1962’de, Gazze Şeridi’ndeki Sahil Mülteci Kampı’nda doğan Haniye, 31 Temmuz 2024’te İran’ın başkenti Tahran’da uğradığı suikastla şehit edildi. 

Bu çalışmada Haniye suikastının neden ve nasıl gerçekleştiğine, Haniye’nin yokluğunun Hamas’ a getireceği değişikliklere, söz konusu suikasttan bir süre önce gerçekleşen İran Lideri Reisi suikastına ve T.C. Dışişleri Bakanlığının Lübnan seyahat uyarısının neyin habercisi olabileceğine değinilecektir.

İsmail Haniye Neden ve Nasıl Şehit Edildi?

İran’da 5 Temmuz’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunu kazanan Mesud Pezeşkiyan için 30 Temmuz 2024’te Tahran’da yemin töreni düzenlenmişti. Türkiye’yi temsilen T.C. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da katılım sağladığı törene Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye de katılmıştı.

Fotoğraf: Pezeşkiyan ’ın yemin töreninden bir kare, AA

İran’ın resmi haber ajansı IRNA’ya göre 31 Temmuz 2024’te saat 02.00 sularında İsmail Haniye’nin konakladığı oda dışarıdan hedef alınarak yaklaşık 7 kilo savaş başlığına sahip kısa menzilli bir füzenin ateşlenmesi sonucu Haniye suikasta uğrayarak hayatını kaybetti. 2 Ağustos’ta Katar’ın başkenti Doha’da kılınan cenaze namazının ardından Luseyl kentinde toprağa verildi. Haniye ile beraber İranlı muhafızının da öldüğü biliniyor.

Fotoğraf: Pezeşkiyan ‘ın yemin töreninde Haniye, Independent

Hamas, Haniye’nin İran başkenti Tahran’da düzenlenen saldırıda öldürüldüğünü doğruladı. İran Devrim Muhafızları Haniye’nin Tahran’da kaldığı konuta yapılan saldırıda öldürüldüğünü duyurdu. Suikasttan sorumlu tutulan İsrail konu hakkında açıklama yapmadı.

Fotoğraf: Haniye’nin suikasta uğradığı bina, The New York Times

ABD’li The New York Times gazetesi Haniye’nin suikasta uğradığı binanın görüntülerini yayınladı ve yeni iddialar ortaya attı. The New York Times’ın iddialarına göre saldırı füzeyle değil, Haniye’nin konakladığı odaya 2 ay önceden yerleştirilen uzaktan kumandalı bombayla gerçekleşti. Gazete, patlayıcının odaya gizlice sokulduğunu öne sürdü ve yayınladığı haberde "İsrailli istihbarat yetkilileri, suikastın hemen ardından ABD ve diğer Batılı hükümetlere operasyonun detayları hakkında bilgi verdi" ifadesine yer verdi. Suikastın “bir füze saldırısı olmasının çok düşük bir ihtimal olduğunu söyledi.

Hamas’ın İran’daki temsilcisi Halid el-Kaddumi ise, İsmail Haniye’nin konutuna bomba yerleştirildiği iddiasını reddetti ve Haniye’nin dışarıdan gelen bir füze ya da mermiyle öldürülmüş olabileceği iddiasını ortaya attı.

Haniye’nin Yokluğu Hamas’ta Neleri Değiştirecek?

The New York Times analizinde, ABD, Katar, ve Mısır arabuluculuğundaki ateşkes görüşmelerinde Haniye’nin HAMAS adına kilit bir rol oynadığını belirtti. Haniye’nin öldürülmesinin olası bir ateşkes anlaşmasının ertelenmesine yol açacağını savundu.

2010-2012'de eski Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron'ın ulusal güvenlik danışmanı olarak görev yapan Lord Peter Ricketts, İsrail'in Gazze savaşındaki operasyonlarını yavaşlatabileceği değerlendirmesini paylaşıyor. BBC'ye konuşan Ricketts, Hamas'ın da artık ateşkes müzakerelerine olumlu yaklaşmayabileceğine dikkat çekerek şu yorumları yapıyor:

“Bu, İsrail'e Gazze'deki operasyonu sonlandırmaya başlamak için siyasi alan sağlayabilir çünkü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu artık Haniye'nin liderliğine karşı gerçekten büyük bir darbe indirdiğini söyleyebilir.”

Hamas, 3 Ağustos’ta yaptığı açıklamada şehit Haniye’nin yerine görev yapacak siyasi büro başkanını belirlemek için istişarelere başladığını duyurmuştu. Yapılan istişareler tamamlandı ve Hamas’ın yeni siyasi büro başkanı Yahya Sinvar oldu.

İsrail, Sinvar’ı 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonunun “bir numaralı sorumlusu” olarak gösteriyor.

Fotoğraf: İsmail Haniye ve Yahya Sinvar, GZT

İsrail askerlerinin verdiği muhtelif röportajlarda, Netanyahu'nun Gazze'deki operasyonları kişisel hale getirdiğini ve temelde Yahya Sinvar'ı avlamayı hedeflediğini söylemişti.

Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Başsavcısı Karim Khan, geçen mayıs ayında yayımladığı bir videoyla Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin 1 nolu Ön İnceleme Dairesi'nden Sinvar için tutuklama kararı çıkarılmasını talep etti.

İsrail, Sinvar’ı en büyük tehdit olarak tanımlıyor. 1988 yılında Sinvar’ı 4 kez ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırması (426 yıl hapis cezasına tekabül ediyor) bunun kanıtlarından. Sinvar, o dönemde 23 yıl hapiste kalmasının ardından serbest bırakılmıştı.

Haniye’nin siyasi yönü daha ağır basmaktaydı. Siyasi gücünü kullanarak İsrail ile ateşkes müzakereleri yapmaktaydı. İsrail, Haniye’yi öldürerek müzakereleri hiçe saydığını kanıtladı. Hamas’ın yeni siyasi büro başkanı Yahya Sinvar’ın askeri yönü ağır basmakta ve lider olarak seçilmesi “İsrail ile silahlı mücadeleye devam” mesajı vermekte. 

Perde Arkası Merak Edilen Bir Ölüm Daha: İran Lideri Reisi’nin Helikopter Kazası

İran Cumhurbaşkanı Reisi, mayıs ayında helikopterle İran- Azerbaycan sınırında bir barajın açılış törenine katılmıştı. Dönüş yolunda helikopterin kaza geçirmesi sonucu İran Lideri İbrahim Reisi ve helikopterin içinde bulunan diğer yolcular hayatını kaybetti.  İran devlet televizyonunu Reisi’nin içinde bulunduğu helikopterin sert iniş yapması sonucu kazanın meydana geldiğini; Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Doğu Azerbaycan Eyalet Valisi Malik Rahmeti ve Tebriz Cuma İmamı Ayetullah Ali Haşim'in de helikopterde bulunduğunu duyurmuştu. 

Fotoğraf: Reisi’nin Geçirdiği Kaza Hakkında Bir Gazete Manşeti, AA

Kazanın ardından 15 saatlik bir arama kurtarma çalışması sonucunda helikopterin enkazına ulaşıldı. Olumsuz hava şartları nedeniyle çalışmalar güçlükle sürdürüldü. İran, Türkiye’den insansız hava aracı (İHA) talep etti ve Akıncı İHA, İran’a helikopter enkazının koordinatlarını bildirdi. 

Olayın arka planına değinecek olursak; kazayla ilgili ilk haberler Reisi ile uçakta bulunanlara erişildiği ve herhangi bir can kaybı olmadığı yönünde olsa da ilerleyen dakikalarda bu haberlerin doğru olmadığı ortaya çıktı. Cumhurbaşkanın içinde bulunduğu helikopterin Tebriz sınırları içerisinde bulunan Ozi köyü yakınlarında ormanlık alana düştüğü belirtildi. Ayetullah Hamaney (İran dini lideri) halktan dua istedi ve devletin işlerinin aksamayacağı sözünü verdi. Bu durum en kötü senaryonun gerçek olacağının habercisi olarak algılandı.

Kaza hakkında bir veri, açıklama veya üstlenme olmasa da bu olay son dönemde şiddetlenen İran-İsrail gerilimini düşündürmekte.

Bir diğer senaryoya göre ise bu kazaya ülke içi bazı siyasi grupların sebep olabileceği.

Milli İstihbarat Akademisi Öğretim Üyesi ve İran Uzmanı Dr. Hakkı Uygur olay hakkında “Eğer ortada bir sabotaj varsa bile bu durum büyük ihtimalle açıklanmayacağından yine bölgesel gelişmeleri çok fazla etkilemeyebilir. Ancak 7 Ekim sonrası zaten son derece gergin ve kırılgan olan bölgesel dengeler içinde İran da İsrail'e ağırlaştırılmış bir cevap vermeye kalkarsa ülke içinde ya da üçüncü bir ülkede İsrail hedeflerine karşı çok farklı bir eylem görebiliriz. Ancak burada da temel husus bu eylemin de inkâr edilebilir mahiyette olması gerektiğidir. Yine de en azından şu an için sabotaj ihtimaline dair henüz herhangi bir belirti veya işaret olmadığının altının çizilmesi gerekiyor.” dedi.

T.C. Dışişleri Bakanlığının Lübnan Seyahat Uyarısı Savaşın Habercisi Mi?

T.C. Dışişleri Bakanlığı 4 Ağustos’ta, bölgede yaşanan son gelişmeler üzerine Lübnan’a seyahat edecek vatandaşlar için bir uyarı yayınlamıştı. Söz konusu uyarı;

“Vatandaşlarımızın elzem olmadığı sürece Lübnan’a seyahat etmekten kaçınmaları; Lübnan'da bulunan vatandaşlarımızın ise tedbirli olmaları, zorunlu olmadıkça Nebatiyeh, Güney Lübnan, Bekaa ve Baalbek-Hermel vilayetlerine gitmemeleri ve Lübnan’da kalmaları elzem olmayanların mümkünse ticari uçuşlar halen devam ederken Lübnan’dan ayrılmaları tavsiye olunmaktadır.” maddelerini içermekteydi.

Fotoğraf: Dışişleri Bakanlığının Lübnan Seyahat Uyarısı

Bu durum, son gelişmelerin bölgede bir savaşı tetikleme ihtimalini düşündürdü.

Türkiye, vatandaşından neden tedbirli davranmasını istedi?

İsrail ordusu, 18 Haziran’da Lübnan’a yönelik olası bir saldırıya ilişkin “operasyonel plan”ı onayladığını duyurmuştu. İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz da 21 Haziran'da yaptığı açıklamada, Hizbullah'ın İsrail topraklarına ve vatandaşlarına yönelik saldırılarına izin verilemeyeceğini ve gerekli kararları yakında alacaklarını ifade etmişti. Lübnan Hizbullahı da İsrail Gazze'de bir ateşkes anlaşması imzalayana kadar saldırılarına devam edeceği pozisyonunu yinelemişti. Lübnan Hizbullahı, The Times of Israel gazetesinin yaptığı habere göre, kuzey sınırında İsrail askeri üslerine saldırılar düzenlemişti. Yine The Times of Israel gazetesi 20 Temmuz’da Golan Tepeleri’nde Hizbullah’ın düzenlediği roket saldırısında 2 askerinin yaralandığını bildirdi. Lübnan Hizbullahı’nın, İsrail ordusunun Lübnan'ın güneyindeki Sur kentine düzenlediği ve Hizbullah'ın üst düzey saha komutanı Muhammed Nime Nasır ve bir mensubunun öldürüldüğü saldırıdan bir gün sonra,  İsrail’e 20 İHA gönderdiği ve 200’den fazla roket attığı belirtildi. İsrail ordusunun yaptığı açıklamaya göre, Lübnan sınırında da karşı saldırılar başladı. Haaretz gazetesi yazarı İsrailli askeri analist Amos Harel tarafından İsrail ve Lübnan arasındaki savaşın gidişatını tarafların saldırılarının belirleyeceği belirtildi. Harel, ABD’nin İsrail’e Lübnan ile savaşa girmemesi için baskı uyguladığını, bunun sebebinin ise ABD’de önümüzdeki kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri olduğunu söyledi. ABD, seçimlerin gidişatını kötü etkileyecek bir bölgesel savaş istemiyor ve İsrail’in Beyrut’a saldırmasından endişeli.

İsrail Maliye Bakanı Bazalel Smotrich; X hesabında Han Yunus’ta bulunan Gazzelilerin yerinden edildiği videoyu “Hamas, Gazze halkına yıkım getirdi. Lübnan’dakiler bu videoyu dikkatle izlese iyi olur.” notuyla paylaştı. 

Fotoğraf: Bazalel Smotrich’in X paylaşımı

Gazze’den Bir Lider: Yahya Sinvar

Turgut SAĞLAM

Oğlumun ilk söylediği kelimeler ‘baba’, ‘anne’ ve ‘dron’ oldu.

-Yahya İbrahim Sinvar

Hayatı Ve Kişiliği

Bazı liderlerin tarihteki ve zihinlerdeki yeri tarih derslerinde, istihbarat, savaş ve kişisel gelişim atölyelerinde okutulacak kadar önemlidir. Filistin Davası olarak adlandırdığımız mücadele içerisinde yer alan Yahya İbrahim Sinvar tam olarak o kişidir.

Yahya İbrahim Sinvar, 29 Ekim 1962 yılında Gazze’nin güneyinde -birçok Filistinli gibi- Han Yunus mülteci kampında doğdu. Ailesi 1948’de şimdiki İsrail bölgesi olan Aşkelon’a bağlı El Mecdal’dan 1948’de Nakba olarak bildiğimiz süreçte zorla göç ettirilen ailelerden birisiydi. (Abushamala R. R., 2024). Yeni doğan bu çocuğa anne Rida hanım, onun ömrünün bereketli/uzun olması ve tehlikelerden korunması temennisiyle Yahya Peygamberin adını verdi (El-Duwairi, 2024). Han Yunus o dönem de birçok bölgeden Filistinli mülteci aileleri ağırlayan bir bölgeydi. Sinvar’ın kişiliğinin temelleri bu özel bölgede henüz çocuk yaşta oluşmaya başladı. Kuvvetli ihtimalle söylenebilir ki, 7 Ekim 2024 harekâtını çizen zihin kodları 1970’lerde Han Yunus’ta Ahmed Abdülaziz Ortaokulu’nda okuduğu sıralarda atıldı. Moritanyalı yazar Duveyri, Ebu İbrahim’in (Sinvar’ın oğlu İbrahim’den dolayı Arapça künyesi) İslamî direniş karakterinin oluşmasında ortaokul yıllarındaki bazı isimlere dikkat çeker. Ahmed Abdülaziz Ortaokulu, Müslüman Kardeşler için önemli bir Mısırlı subayın adını taşıyordu, bu isim efsane gibi bu çocukların dilinde dolaşıyordu. Aynı yaşlarda Filistin Camisi’ndeki hocalardan Arapça dilbilgisi, şiir, edebiyat dersleri aldı ve hocalarından Zaarib kendisinde derin izler bıraktı (El-Duwairi, 2024). Bugün Orta Doğu’da birçok müslümanı etkileyen Seyyid Kutub, o dönem Sinvar’ı da etkiledi. Kutub bu anlamda konumuzla ilgilidir çünkü müslümanın cihadı nasıl yapacağı konusunda ilham olmuş bir kişidir. Burada daha da önemlisi, Kutub dini, mücadeleyi yorumlarken radikalleşmeye karşı bir duruş sergiler, dolayısıyla Sinvar’ın etkilendiğini kabul edersek, onun mücadele karakterinin şekillenmesinde bu önemli bir husustur (Baycar & Acar, 2019). Hapishanede kaleme aldığı otobiyografi eseri Diken ve Karanfil’de, Mescid-i Aksa’nın yanından geçerken “Bu çağ için bir Selahaddin var mı?” diye soruyordu (Sinvar, 2004).

Sinvar Gazze İslam Üniversitesi’nde Arapça Çalışmaları alanında lisans eğitimi aldı. Bu yıllarda Müslüman Kardeşler içerisinde öğrenci liderliği yaptı. Filistin direnişinin önemli liderlerinden Şeyh Ahmed Yasin ile tanışıklığı ve ilk hapishane tecrübesi de bu dönemlere denk gelir. Ahmed Yasin’in kendisi ve ailesinin de Nakba ile birlikte mülteci kamplarına yerleştiğini hatırlatmak gerekir. 1982’de üniversiteye giderken ilk kez tutuklandı ve burada Filistinli aktivistlerle arkadaş oldu. Sinvar 23 yaşında iken Müslüman Kardeşler çatısı altında Ahmed Yasin’in de onayı ile güvenlik ve davet teşkilatı olarak adlandırılan “Munazamat al-Jihad wa al-Da’wa” veya “Mecid” hareketini kurarak, toplumu içerisinde özel bir yer edindi. Mecid’den başlayan güvenlik organizasyonu gelecek yıllarda İsrail adına casusluk yapan Filistinlilerin cezalandırılmasının da zeminini oluşturur (Livni, 2024). İsrail adına casusluk yapan Filistinlilerin ve iki İsrail askerinin öldürülmesi suçlamasıyla İsrail tarafından 1989 senesinde tutuklanır. Sinvar’ın bahse konu bu son hapse girişinde isnat edilen suçlamaları detaylıca anlattığı ifade edilir. Bu tutuklama sürecinde kendisini sorgulayan ve yıllarca hapishanede onu izleyen İsrailli Miha Kobi, Sinvar’ın Şeyh Ahmed Yasin’den “sorgu sırasında doğru cevaplar vermesine dair emir talep ettiğini” belirtir (El-Duwairi, 2024). Sorgular sona erer ve 1989’da iki İsrail askerini ve dört Filistinli işbirlikçiyi kaçırıp öldürmekle suçlanarak İsrail tarafından dört kez müebbet hapis cezası alır (Britannica, 2024). Yahya Sinvar ile birlikte 15 yıldan fazla süre hapiste kalan Kassam Tugayları’nın kurucularından Zahir Cebarin Mecid Teşkilatı’nın cezalandırma iddiaları ile ilgili Sinvar’ın bireysel hareket etmediğini ve 10-12 adımdan oluşan bir inceleme mekanizması sonucunda karar verildiğini belirtir (El-Duwairi, 2024). Ona göre İsrail bu konuda abartılı ve çarpıtma iddialar sunmaktadır.

HAPİSHANE SİZİ İNŞA EDER

Hapishane, ruhumuzu kırmak amacıyla kullanılsa da, aksine bizi bu mücadeleyi zaferle sonuçlandırmak için daha kararlı ve azimli hale getirdi.

-Nelson Mandela

Filistinliler için iki türlü hapishane vardır. Birisi abluka altında Filistin’de yaşam, diğeri İsrail hapishaneleri. Şeyh Ahmed Yasin, doksanlı yılların sonunda Al Jazeera’ye verdiği röportajında, hapishanenin inançlı bir direnişçi için ‘tefekkür ve manevi gelişim’ açısından özel bir yeri olduğundan bahseder (El-Duwairi, 2024). Gazze El-Ezher Üniversitesi’nde siyaset bilimci akademisyen Mkhaimar Abusada hapishane ile ilgili “Filistinli tutuklular için hapis cezası İsrail toplumunu öğrenmek, form kazanmak ve küçük fikir grupları düzenlemekle ilgilidir” der.

Hapishanenin, ömrünün 22 senesini hapiste geçirmiş olan Yahya Sinvar’ın hayatında özel ve üzerinde konuşulması gereken yeri bulunuyor. Sinvar da hapishane sürecinde içinde bulunduğu durumu ‘bir gerçek’ olarak kabul edip bu durumdan mümkün olan en fazla biçimde yararlanmaya çalıştığı İsrailli yetkililer ile Filistinli mahkumların ifadeleri ile de sabittir. Nihilizm girdabına teslim olmamıştır. Kendisine atfedilen “hapishane sizi inşa eder” sözünün gerektirdiği çalışmaları, 22 yıllık süreçte kendisinin orada liderlik ettiği Filistinli mahkumlar arasında uygulamıştır. İsrailli yetkililerin gözlemlerine göre Sinvar, disiplinli ve otoriter bir yapıya sahiptir. İsrail hapishanelerinde geçirdiği yıllar boyunca İbraniceyi çok iyi öğrendiği, televizyonda sık sık İsrail kanallarını ve El Cezire’yi (Katar merkezli uluslararası haber kanalı) seyrettiği ve düşmanı dikkatle incelediği biliniyor. Hapishane arkadaşı Teysir Süleyman, Sinvar’ın 40 mahkumun katıldığı ve yaklaşık 6 ay süren güvenlik kursu vererek burada istihbarat, düşmanı tanıma, silah saklama ve depolama, hücre oluşturma, coğrafi faktörleri göz önünde bulundurma, gizliliği koruma konularında eğitim verdiğini anlatıyor (El-Duwairi, 2024). Sinvar’ın 27 yaşında hapishaneye girdiğini bildiğimize göre derslerdeki konuları hapisten önce ve hapishane sırasında öğrendiği kanısına varabiliriz. Özellikle bugün şehirlerde bir kursa bir ay bile gitmekte zorlanan insanları düşündüğümüzde 6 ay süren kurs, tekrar tekrar Filistinli mahkumların disiplin sürecini daha iyi anlamamızı sağlıyor. Sinvar ile hapishanede yakın sohbetlerde bulunan Dr. Bitton, Sinvar’ın kendisini ‘Yahudi halkı uzmanı’ olarak nitelediğini, Kur’an’ı ezbere bildiğini, motivasyonunun asla siyasi değil dinî olduğunu belirtiyor (Livni, 2024). Hapis sürecinde kurumun ve görevlilerin zafiyetlerini iyi incelemiş, cep telefonlarını gizlice getirtmiş, kendisinin de kurtuluşuna vesile olacak asker kaçırma ve sonucunda esir değişimi operasyonunu ziyaretçiler vasıtasıyla dışarıya iletebilmiştir (Mansur, 2024). Sinvar ile İsrailli istihbarat subayı Beti Lahat arasında geçen konuşma onun direniş kapasitesini ve umudunu anlamak açısından önemli bir konuşmadır. Lahat ona hapishaneden canlı çıkamayacağının farkında olmasını istediğinde Sinvar emin ve gülümseyerek “Ben vaktinde çıkacağım, Allah bu zamanı en iyi bilendir!” diye yanıt vermiştir (El-Duwairi, 2024). Sorgulama sırasında Şin Bet (İsrail İç Güvenlik Teşkilatı) yetkilisine “Bir gün sorgulayanın ben sorgulananın sen olacağını biliyorsun, rollerimiz değişecek.” demiştir (Remnick, 2024).

Hapiste geçirdiği beyin tümörü ameliyatının, hayatının dönüm noktalarından olduğunu belirtebiliriz. İsrail neden Sinvar’ı tedavi etti sorusuna cevap olarak, onun mahkumlar ve Gazze halkı içindeki konumu ve saygınlığı, tedavi edilmeseydi ortaya çıkması muhtemel karışıklığı göze almak istemedikleri için olduğu ihtimalini de düşünebiliriz. Diş hekimi Yuval Bitton ile Sinvar’ın hayatının kesişmesi bu noktada başlıyor. Bitton hapishanelerdeki Filistin direniş örgütlerinin üyelerini tedavi eden bir doktordu. Kendisi Sinvar’ı ‘egzersiz yapan, ip atlayan, gardiyanlarla bizzat konuşmayan, çelik gibi sert, diğer mahkumlara liderlik yapan’ biri olarak tanımlar. Doktor, onunla yüzlerce saat görüştüğü için birçok samimi soru sorma imkânı bulur. Kendisine bu mücadele için İsrailli ve Filistinlilerin ölmesine değip değmeyeceğini sorduğunda ‘yirmi bin, otuz bin, yüz bin kişi feda etmeye hazırız’ cevabını alıyor (Remnick, 2024). 2004 yılında, Sinvar’ın şiddetli boyun ağrısı ile ilgili kendisi ile konuşurken ‘namazdan sonra dengesini kaybettiğini’ söyleyince doktor felçten şüphelenerek Beerşeba’da Soroka Hastanesine yönlendirdi. Beyindeki ölümcül olarak tabir edilen tümör yedi saatlik operasyonla alındı (Remnick, 2024). Bitton onu ziyaret ettiğinde Sinvar’ın kendisine ‘hayatımı sana borçluyum’ dediğini aktarıyor (El-Duwairi, 2024). Ameliyattan sonra ise daha 400 yıl mahkumiyet cezası vardı.

Yazımıza başlığını veren khawa metaforu (Duveyri’ye aittir) Sinvar’ın hapishanede gerçeği olduğu gibi kabul ederek, “gardiyana rağmen” (gardiyan: İsrail) orayı bir akademi ve örgütlenme okulu olarak inşa etmesini anlatır. Hapishanede Karmi Gilon’un “Şin Bet: Parçalar Arasında” adlı kitabını, “1992’de İsrail Partileri” adlı bir kitabı, Yakup Peri’nin “Seni Öldürmek İçin Gelen” adlı kitapları tercüme etti. Duveyri bu azmi tam olarak “khawa” kavramı ile açıklıyor. İsrail’i gardiyan olarak konumlandırıyor ve Sinvar’ın bu çabasını “gardiyanın iradesine rağmen kaleme alınmış eserlerdi” diyerek metafor kuruyor. Bu noktada hapishanenin bir okul/kişisel gelişim atölyesi olarak dönüştürülme süreci İslamî literatürde geçen “umran” kavramına “inşa etme, dönüştürme” açısından uyuyor denebilir. Umran’a göre bir mümin, bulunduğu yeri güzelleştirmeli, iyileştirmeli hatta estetik açıdan kötü şeyleri dahi düzeltmeli veya ortadan kaldırmalıdır. Filistinlilerin hapishane süreçleri bu anlamda önemli bir inşa süreci olmuştur. İnsan bir diğer kişiyle aynı acıyı aynı dönemlerde yaşadığında o kişiler arasında daha sıkı mücadeleci bir bağ kurulduğu bilinen bir durumdur.

Hapishaneyi yöneten MOSSAD değil Sinvar’dı.

Sinvar, hapishanede imkânlar dahilinde eylemler düzenleyerek koşulları iyileştirmek için 1992-2004 arası dört defa grev organize etti ve isteklerin yerine getirilmesi konusunda karşılık da aldılar (PBS News, 2024). Maariv Gazetesi’nde yer alan habere göre bir İsrailli yetkili “Hapishaneyi yöneten kişi MOSSAD değil Sinvar’dı” demiştir (El-Duwairi, 2024). Nablus Künefesini çok iyi yaptığı ve mahkumlara, hapishane doktorlarına çok zaman bu tatlıdan hazırladığı biliniyor. 17 yıl İsrail hapishanelerinde kalan Lübnanlı Anwar Yassine’nin söylediği şu ifadeler Sinvar’ın kişisel gelişimi ile ilgili çok değerli bir bilgi daha sunuyor. Yassine “Hapishanede lider olmak ona müzakere ve diyalog konusunda deneyim kazandırdı ve düşmanın zihniyetini ve onu nasıl etkileyeceğini anladı” (PBS News, 2024). 7 Ekim 2024’ü organize eden sürecin izlerini bu cümlelerde bulmak neden mümkün olmasın? İsrail’in nasıl düşündüğünü çözmüş ve düşmanın zihnine istediği fikri nasıl yerleştirebileceğini biliyordu. Hapisten çıktıktan sonra 2017-2024 arasında 7 Ekim’e doğru döşenen taşları incelediğimizde bu taktiği uygulandığını düşünülebilir.

Hapishane sürecinde müebbet veya yüksek cezalar alan mahkumlar için kaçma girişimleri olağan bir hal olarak görülebilir. Özellikle Gazzeli birisi için ablukadaki aileye dönüş ve direniş isteği bu girişimleri tetikleyebilir. Sinvar için de durum farklı olmadı. Mecdel Cezaevi’nde duvarı delerek kaçma girişimi sonuca ulaşamadı, keza Ramle Cezaevi’nde de ipler yardımıyla denedi ama yine sonuç alınamadı. Bu girişimlerden dolayı aldığı cezaya ek olarak cezaevinde iken –dışarısı için- planladığı askerî operasyonlardan dolayı 25 yıl daha ek ceza aldı. Şeyh Ahmed Yasin’e hapishaneden gönderdiği haberde ise bir kaçma organizasyonu için para ihtiyacını iletmiş, para gelmiş ancak o organizasyon da başarısız olmuştu.

Sadece hapishane değiştirdim. Eskisi bundan çok daha iyiydi. Suyum, elektriğim vardı. Çok fazla kitabım vardı. Gazze çok daha zor.

2011 yılına gelindiğinde yani Sinvar 49 yaşındayken uzun zamandır planlanan özgürlük adımını atmanın zamanı gelmişti. HAMAS beş yıl önce 2006’da, Gazze tünellerinden Kerem Şalom köyü yakınlarındaki bir İsrail askerî karakoluna baskın yapmış ve Gilad Şalit adında on dokuz yaşında bir askeri kaçırmıştı. İsrailli esirler genelde karşılığında Filistinli mahkumların serbest bırakılması için kaçırılmaktadır. 2011 yılına gelindiğinde, İsrail toplumunda yıllarca süren protesto ve tartışmalar sonunda Şalit’in karşılığında Yahya Sinvar ve Muhammed Şarata’nın da içinde olduğu 1000’den fazla Filistinli mahkum serbest bırakıldı (Remnick, 2024). Sinvar’ın karakterini en belirgin şekilde okuyabileceğimiz olaylardan birisi hapishane çıkışında yaşandı. Çıkışta İsrail tarafından serbest bırakılanlara ‘bir daha terör eylemine bulaşmayacaklarına dair’ kâğıt imzalatılırken, Sinvar büyük bir risk alarak bunu imzalamayı reddetti ve çıkışı da sağlandı. İsrail takas organizasyonunda muazzam bir bedel ödemişti. Bu muazzam bedel 13 sene sonra daha iyi anlaşılacak ve Miha Kobi’nin (Sinvar’ı sorgulayan yetkili) tabiriyle ‘Sinvar’ı bırakmak İsrail’in en büyük günahı’ diyecekti. Sinvar’ın esir alma ve takas konularında hassas davrandığı, bu operasyonlara çok önem verdiği biliniyor. “Bir esir için, bir İsrail askerini yakalamak evrendeki en iyi haberdir, çünkü kendisi için bir umut ışığının açıldığını bilir” sözü kendisine atfedilir.

Özgürlükten 7 yıl sonra İtalyan gazeteci Francesca Borri Gazze’de Sinvar ile bir röportaj yaptı ve hapishane ile Gazze’deki hayat arasında bir kıyas yapmasını istedi, Sinvar şunları söyledi “Sadece hapishane değiştirdim. Eskisi bundan çok daha iyiydi. Suyum, elektriğim vardı. Çok fazla kitabım vardı. Gazze çok daha zor” (Remnick, 2024).

Sinvar’ın evlilik süreci 2011 yılında hapishaneden esir takası yoluyla çıkışından sonra 31 yaşındaki Samar isimli Gazzeli bir hanım ile gerçekleşti. Bu evlilik sürecinin, kız kardeşlerinin Arabistan’da hac vazifesi esnasında gelin adayını tanıdıkları ve bu şekilde gerçekleştiği biliniyor (Remnick, 2024). Samar Gazze İslam Üniversitesi’nde din alanında yüksek lisans derecesi sahibi idi. Kurulan ailenin üç çocuğu oldu.

“Vaktinde çıktıktan” sonra Gazze’de Hamas içerisinde doğal bir lider olarak yerini aldı. Gazze’deki İslamî Direniş içerisindeki ayrışmaları uzlaştırarak ayrılıkları önledi (Abushamala R. R., 2024). İsrail’e karşı çok sayıda silahlı çatışmaya katıldı. 2015 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından küresel çapta terörist ilan edildi (Bushard & Bohannon, 2024). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin diğer üyelerinden İngiltere ve Fransa tarafından da yaptırımlara tabi tutuldu. 2017 ve 2021 yılında dörder yıl halinde Hamas’ın Gazze lideri olarak seçildi. Sinvar’ın liderliğe seçilmesi, Hamas’ın iç dinamiklerinin ve liderlik yapısının ne kadar çevik olabileceğini ortaya koydu. Sinvar’ın askeri kanatla yakın bağları, Filistin, Arap ve İslam çevreleri arasındaki popülaritesi, esir değişimindeki rolü, onu bu geçiş dönemi için en uygun lider olarak konumlandırdığını söyleyebiliriz (Insight Turkey, 2024).

Barış zamanında onunla görüşmek istiyorsanız, sabah namazını Hasan el-Benna veya Rahmet Camii’nde kılmanız yeterlidir. Namazdan sonra, düşünmek ve tefekkür etmek için deniz kenarında otururken onu görebilirsiniz.

-Zahir Cebarin

7 Ekim 2023 tarihinde Filistin ve Orta Doğu coğrafyası için dönüm noktası olan askerî hareketlilik başladı. Gazze’den İsrail’e sabaha karşı “Aksa Tufanı” operasyonu başlatıldı. 20 dakikada 2200 roket fırlatıldı, HAMAS üyeleri yürüyerek, motorsiklet kullanarak ve yamaç paraşütleri İsrail topraklarına girdi. İsrail’in yüksek güvenlikli duvar ve çitleri, askeri karakolları aşıldı, esirler alındı, sınır bölgelerindeki karakollarda istihbarat belgeleri ele geçirildi, işgalci bölgeleri (yerleşimci olarak da bilinir) boşaltıldı. İsrail tarihindeki en yıkıcı saldırı hiç beklenmeyen bir zamanda gerçekleşti. Bundan sonra İsrail Gazze’ye savaş ilan ederek –mevcut durumda- 1 yıldan fazla süredir katliam ve saldırılar yaptı. Aksa Tufanı’nı planlayan ve yöneten kişi Yahya Sinvar’dı. İsrail ona 1 yıl boyunca ulaşamadı. Savaş sürecinde HAMAS lideri İsmail Heniyye’nin şehit edilmesinin hemen ardından HAMAS lideri olarak seçildi. Ülke değiştirdiğine dair propagandalar yapıldı. Sinvar’ın, baştan sona adeta Aksa Tufanı için örülmüş hayat hikâyesi Han Yunus içerisinde Tel Al Sultan bölgesinde Gazze savunmasında şehit edilmesi ile son buldu (AA, 2024).

17 Ekim 2024 günü internet ortamına IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri ) tarafından servis edilen video, ağır hasar almış bir binanın içerisine giren bir dronun kamerasındaki görüntüleri içeriyordu. Harabe evin içindeki bir koltukta yaralı ve koluna turnike yapılmış şekilde oturan Yahya Sinvar, İsrail dronuna elindeki sopayı fırlattıktan sonra kayıt kesiliyordu. Sonradan yayınlanan bilgi ve fotoğraflar Sinvar’ın ateş edilerek öldürüldüğünü teyit etti. Fotoğraflarda görüldüğü üzere işaret parmağı –muhtemelen şahadet işaretini yaptığı içinkesilmişti. İlginç bir şekilde Yahya Sinvar İsrail’in eliyle tüm dünyaya kahraman olarak gösterildi. Daha sonra İsrailli yetkililer yaptıkları bu ölümcül hatanın farkına varacaktı.

Benim hayatım Gazzeli herhangi bir çocuğun hayatından daha değerli değil.

-Yahya Sinvar

Sinvar’ın hayatının önemli olduğunu düşündüğümüz noktalarını burada tamamlarken bazı tevafuklarla bu bölümü noktalayabiliriz. Bir Ekim ayında Han Yunus’ta doğdu, bir başka Ekim ayında hapishaneden serbest kaldı, bir Ekim ayında dünya siyasal dengelerini değiştiren askerî harekâtı yönetti, bir Ekim ayında doğduğu yerde Han Yunus’ta şehit oldu. Evinin enkazından çıkan koltuğunda İsrail’e meydan okudu, bir Filistinli’nin enkaza dönen evindeki koltukta şehit oldu.

SİNVAR’IN ZİHNİ, STRAEJİSİ VE 7 EKİM

Mahkum, gardiyanla oyun oynadı ve onu zekası ve kurnazlığıyla aştı. Sinvar, Netanyahu’nun zihnine istediği fikri yerleştirmeyi başardı.

-İbrahim El-Duwairi

Sinvar’ın Aksa Tufanı’nı hapishane yıllarından beri planladığını düşündüren birçok detay bulunabilir. Hapishanede ve çıktıktan sonraki söylemleri, 2017 HAMAS tüzük değişikliği, İsrail ile itidal dönemi ve sınırda alışılmadık biçimde torpil bile atılmayan bir sakinlik hali büyük tufanın –Sinvar’ı iyi tanıyanlar için- habercisi idi. Öncelikle Yahya Sinvar’ın dünyada dengeleri alt üst eden bu operasyonu planlamak ve yönetmek için gereken stratejik aklına odaklanacağız.

2017’de HAMAS’ın askerî liderliğine tekrar seçildiğinde 7 Ekim 2024’e kadar izlediği stratejiyi özetle şu şekilde değerlendirebiliriz. Sinvar, Mısır, İran, Körfez Ülkeleri ve Suriye ile yumuşak ilişkiler geliştirmiş, El Fetih ve Muhammed Dahlan ile ilgili kışkırtıcı olmayan siyasi dengeler kurmuş, bu süreçte ABD Başkanı Trump’ın öncülük ettiği İbrahim Anlaşmaları ile Filistin aradan çıkarılarak Araplar ile İsrail barışı sağlanmış, Sinvar bu dönemde de İsrail ile bir ateşkes durumuna girdiğini hissettiren politikalar izlemiş, sınırda ve Gazze’de sakin bir ortam oluşmuş, Gazzeliler İsrail’de iş bulmaya başlamış, İsrail Doğu Akdeniz gazı ile ilgili projelere yoğunlaşmışken, HAMAS’ın ‘sabır politikası’ devam ederken, bir sabah Aksa Tufanı adlı HAMAS taarruzu başlamıştır. İsrail tıpkı yine bir 6/7 Ekim günü 1973’te Mısır’ın saldıracağını anlayamadan uykuda yakalanmıştı. İsrail’in yine aynı tarihte tekrarladığı benzer bir istihbarat başarısızlığı, Sinvar’ın –savaşın sonucu ne olursa olsunstratejik üstünlüğünü gösterdi. Hapishanede geçen 22 senenin Sinvar’a böyle bir planlamanın teknik, sosyolojik temellerini oluşturmak için yeteri kadar zaman tanıdığını düşünüyoruz.

Bizim üzerimize bowling taşları gibi devrilen, ancak 25 yıl sonra Lahey’deki Adalet Divanı’nda kendilerini bulabileceklerinin farkında olmayanlar…

-Yahya Sinvar

2017 yılında Sinvar liderliğinde HAMAS Hareketi’nin tüzüğü güncellendi. Yeni tüzüğün belki de Aksa Tufanı operasyonunun erken bir parçası olma ihtimali çok yüksek. Mısırlı siyasetçi ve yönetmen Halid Yusuf, tüzüğü yorumlarken (2024 yılında) Sinvar’ın siyaset ilmini övmüştür. Çünkü tüzükte HAMAS ve Müslüman Kardeşler (MK) bağı kaldırıldı, MK logosu kaldırıldı, şaşırtıcı bir şekilde 1967 temelinde iki devletli çözüm fikri kabul edildi, İsrail’in işgalini bir Yahudi işgali olarak tanımlayan din temelli maddelerin yerine İsrail’in Filistin’i işgal etmesi üzerine kurulu bir mücadele konsepti eklendi. Yusuf, yeni tüzüğün HAMAS’ın dini referansları reddettiği anlamına gelmediğini de ekler (Youssef, 2024). 2018 yılında yukarıdaki satırlarda bahsedilen gazeteci F. Borri’ye verdiği röportajda “yeni bir savaş kimsenin çıkarına değil” diyor ve İsrail ve Mısır’ın Gazze’ye uyguladığı ablukayı kaldırması (2007‘den beri uygulanan) karşılığında İsrail ile müzakereye açık olacağını mesajını iletiyordu (Bushard & Bohannon, 2024). 2017 senesi sonunda Kahire’de düzenlenen HAMAS ve El-Fetih arasındaki müzakereler ile ilgili uzlaşmayı engellemeye çalışan ve karşı çıkan Filistinlilere çok sert tepki gösterdi.

Bu dönem hem sabır ve itidal hem de mücadeleden vazgeçilmeyeceğine dair izlerin olduğu politikalar uygulandı. Halka yönelik konuşmalarından birini İsrail’i kendisini öldürmeye davet ederek bitirdi ve “Bu toplantıdan sonra yürüyerek eve döneceğim” dedi. Daha sonra bunu yaptı, sokakta insanlarla el sıkıştı ve selfie çektirdi. Evine vardığında enkazın ortasında bir koltukta oturarak ikonik fotoğrafını çektirdi.

2018 yılında HAMAS liderlerinden Nureddin Berke için düzenlenen anma töreninde Sinvar, Gazze halkına yapılan yardımlar için teşekkür konuşmasında, bir gün kopacak tufandan bahsetti “Düşman, dolar ve mazotun içeri girmesine izin verdiğinde kanımızı satacağımızı mı sandı?” diye sorarak Hazreti Süleyman’ın dilinden Kuran’daki şu ayeti aktardı: “Siz bana mal yardımı mı yapıyorsunuz? Onlara dön; iyi bilsinler ki asla karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gelir, muhakkak surette onları yenilmiş ve küçük düşürülmüş olarak oradan çıkarırız!”. Bu sözler İsrailliler tarafından törende hamaset içeren bir konuşma metni olarak görülmüş olabilir. Duveyri’ye göre ciddiye de alınmadı. Çünkü İsrail istihbaratı Sinvar’ın çatışmaya değil yönetime odaklandığını düşünüyordu (El-Duwairi, 2024). Tıpkı 1972’de Ürdün devlet başkanının Mısır saldırısı olacağına dair Golda Meir’i (dönemin İsrail başbakanı) uyardığında İsrail’in bunu umursamadığı gibi. Sinvar bu düşünceyi İsrail’in zihnine yerleştirdi. Sonuç olarak delillerimizden bir tanesi de en az 10.000 roket (7 Ekim’de ve sonrasında kullanılan.) silah ve mühimmat üretimi Gazze tünellerinde 2023’te başlamamış, en azından yıllara yayılan bir süreç olmalı diye değerlendiriyoruz. İsrail tam beklendiği gibi rahatlarken, Gazze Şeridi ve sözde yerleşim yerlerini korumada kullandığı güvenlik sistemlerini teknolojiye emanet etmek gibi bir hata yaptı. Çünkü mahkum (Gazze) itaat etmişti. Sinvar bu rahatlık döneminde Gazzeli 18.000 işçinin İsrail’de günlük olarak çalışabilmesi için İsrail ile anlaştı (Filistin yönetimi aracılığı ile) (El-Duwairi, 2024). Aynı zamanda Gazze duvarı boyunca Gazzeliler bu işçi alımlarının gerçekleşmesi için HAMAS’ın da desteklediği protestolar düzenlediler. Protesto, grev tecrübesi Sinvar’ın hapishane hayatından miras kalan ve şimdi de bir başka hapishane olan Gazze’de uygulanıyordu. 18.000 Gazzeli’nin içinde İsrail’i haritalayacak, istihbarat toplayacak birçok direnişçi olma ihtimalini İsrail tam olarak öngöremedi, belki de Sinvar’ın 22 yıllık hapishane tecrübesini küçümsedi. Bu dönemde Netanyahu’ya (İsrail başbakanı) Mısırlı arabulucular ile uzun vadeli bir ateşkes önerdi. İşte belki bu son adım İsrail’in açık olan tek gözünü de tamamen kapatan en önemli manevra idi. Bu süreçte (2021-2023) HAMAS, Mescid-i Aksa’daki İsrail provokasyonlarına tepki amacıyla da olsa tansiyon yükseltmedi, 2021 çatışmalarından sonra ellerini tetikten çekti, stratejik sabır politikasına geçti. 2017 veya 2018 yıllarında İsrailli analistler Sinvar da dahil olmak üzere HAMAS liderlerinin savaş ile ilgilenmediğine inanıyorlardı (Bushard & Bohannon, 2024).

Sinvar ‘sabır politikası’ döneminde, Borri’ye verdiği röportajda ilginç bir cümle kurdu “Savaş hiçbirimizin çıkarına değil. Sapanlarla bir nükleer güçle kim yüzleşmek ister ki?”. Bu ifade kamuoyunda yankılandığında, ofislerinde muhtemelen Play Station oynayan İsrail güvenlik birimlerini daha da rahatlatmıştı.

Sabredin, dünyayı yerinden oynatacağız

-Yahya Sinvar

Hamas Siyasi Büro Üyesi ve Filistin eski Sağlık Bakanı Bassem Naim, Sinvar’ın herkesi büyük bir olaya hazırladığını belirtiyor ve bu suskunluktan, sabırdan şikayet edenlere “Sabredin, dünyayı yerinden oynatacağız.” diye yanıt verdiğinden bahsediyor. Kimi görüşlere göre ise tüm bunlar stratejik bir aldatmaca planının parçasından ziyade, Sinvar’ın yumuşama dönemine girdiğini ancak karşılığını alamadığında ise Aksa Tufanı’na karar verdiğini düşünüyor. Aksa Tufanı’nı hızlandıran sebeplerden birisi de, İsrail ile bazı Arap ve bazı Mağrip ülkeleri arasında ilişkilerin normalleşmesini sağlayan ve Filistin yok sayılarak imzalanan 2020 yılındaki İbrahim Anlaşmaları’dır. Hapishanede iken Dr. Bitton’a söylediği şu sözler Aksa Tufanı tarzında bir operasyonun seneler önce planlandığına inanma hissini kuvvetlendiriyor. Sinvar doktora, ‘İsrail’in doğuştan kırılgan olduğunu, dindar ve laik nüfus arasındaki çatlakların derinleşeceğini, 20 yıl sonra zayıflayacağını ve o zaman saldıracağını’ söylüyor.

7 Ekim’de İsrail güvenlik birimlerinin bir kağıttan kaplan olduğu ortaya çıktı. Hamas’ın karşı istihbaratı İsrail istihbaratını alt etti. Filistin’i tarihin merkezine geri yerleştirdi

-Max Blumenthal, Akademisyen

Yahya Sinvar’ın liderliğini yaptığı Aksa Tufanı Harekâtı, beklenmeyen yılda, beklenmeyen ayda ve beklenmeyen anda gerçekleşti. Sinvar yönetimindeki HAMAS, adını Filistin tarihine ve okullarda istihbarat ile savaş tarihi derslerine yazdıracak olan Aksa Tufanı operasyonunu 7 Ekim 2023’te sahneye koydu. Saldırı günü İsrail’de hem Şabat hem de Simhat Tora günüydü. İsrailliler sakin, dingin, evlerine çekilmişti. Ayrıca şok edici 1973 saldırısının 50. yıl dönümü idi. İsrail’in 75 yıllık tarihinde görmediği yoğunlukta füze saldırısı başladığında, iletişim ve gözetleme sistemlerini ‘kör’ etmek için insansız hava araçları ve RPG’ler kullanılıyordu (Remnick, 2024). HAMAS üyeleri duvarın (Gazze’yi çevreleyen abluka duvarı) 60’dan fazla noktasından İsrail’e giriş yaptı.

HAMAS’ın İsrail sınırında kabul edilen bölgelerden Erez, Sderot, Kfar Aza, Nahal Oz, Beeri, Netivot, Reim, Nirim, Ofakim, Magen, Sufa, Kerem Şalom, Nir Yitzak bölgelerine sızdığı biliniyor (AA, 2023). Dakikada 110 adet roketin atıldığı saldırıda Demir Kubbe, Davut Sapanı gibi hava savunma sistemlerinin sadece isimlerinin çok şık olduğu anlaşıldı. HAMAS yüzlerce İsrailli esir aldı ve Gazze’ye geri döndü. Aradan geçen 1 yıldan fazla zaman diliminde İsrail Gazze’de sivil katliamı yaptı. HAMAS üyelerinden ulaşabildiklerini öldürdü ve Yahya Sinvar’a 1 yıl sonra planlarında yokken/tesadüfen ulaşabildi. HAMAS’ın elinde hâlâ rehineler var ve İsrail’in Gazze’de elle tutulur –Savaşı bölgeye yayarak Netanyahu’yu kurtarmak dışında- bir planı görünmüyor.

sayan İbrahim Anlaşmalarının geçersiz kılınmasını sağladı. Mescid-i Aksa’nın ani bir şekilde İsrail işgali ile yıkılmasının önüne geçti. Mazlum insanlara umut ve her zaman bir imkânın olduğunu hatırlattı. Siyaset bilimci Abusada’nın ifadesiyle “Bu (aksa tufanı) hayal gücünün ötesindeydi” (Remnick, 2024). Cezayirli ilim adamı Dr.Abdürrezzak Makri’nin de ifade ettiği gibi “Müslümanların çok zayıfladığı, umutların tükendiği dönemlerinde Selahattin Eyyübi, Nureddin Zengi nasıl çıkmışsa Aksa Tufanı da ilahi müdahalenin bir parçasıdır, umudun adıdır”.

Yazının en başında belirttiğimiz gibi annesi ona Yahya Peygamberin adını vermiştir. Yahya Peygamber de bu bölgenin zalim yöneticisi tarafından şehit edilmişti (Aydın, 2013).

1950’lerden Gazze fotoğraflarını gördün mü hiç? Yazları herkes buraya tatile geliyordu?

-Yahya Sinvar

SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME

Yahya Sinvar’ın doğumu ve hayatının sonuna kadar olan süreç genel olarak şu fikirleri verir: Coğrafyanın mağduriyeti içinde doğmak, kendi toprağında mülteci toplumun imece usûlü kurduğu kurumlarda yetişmek ve toplumun yetiştirdiği idealist insanlarla hemhâl olarak fikir dünyasını büyütmek, karamsarlık, umutsuzluk gibi düşüncelerden her zaman uzak durmak, siyasi değil dinî bir dava için yaşamış olmak, düşmanın zihnine istediği fikri yerleştirebilen strateji ve istihbarat becerisine sahip olmak, düşmanın zafiyetlerini bilerek uygun adımları kararlılıkla atmak, zamanı geldiğinde altın vuruşu yapabilmek ve sahada bizzat savaşarak ölmek. Şüphesiz zulüm gören insanlara, kendi toplumuna ve aynı dini paylaştığı insanlara umut aşılayan bir yaşam, 21. yüzyılda muharebe alanında savaşan bir lider olarak hem Filistin’in hem mazlumların hem de İsrail’in kayıtlarına girdi.

Sinvar’ın hayatı, dünyada hiçbir zaman ve hiçbir durumda umutsuz olunamayacağını, ilm-i siyaset, samimiyet, öz gelişim ve akıl ile 100 yıllık bir senaryonun yerle bir edilebileceğini gösteriyor. Kendisi ile ilgili dizi ve sinema filmleri çekilmeli, toplumun geneline hitap eden kitaplar yazılmalı ve başka araçlarla tanıtılmalıdır. Bu yazı da böyle bir amaca mukaddime niyetiyle hazırlanmıştır.

Sönmeyen Yangın

Hatice KOÇLAR

Yangın Bugün Başka Şekilde Devam Ediyor…

Mescid-i Aksa, bundan 55 yıl önce 21 Ağustos 1969 yılında Avusturya asıllı fanatik Michael Dennis Rohan tarafından kundaklanarak yakıldı.

Kayıtlara kara bir leke olarak geçen büyük yangında birçok tarihi eser yandı. Bunlar arasında en önemlisi Selahaddin Eyyubi’nin fetih nişanesi olarak Kudüs’e getirttiği tarihi ‘ahşap minber’ küle dönüştü.

Siyonist işgal rejimi 1948’den beri uluslararası hukuka aykırı pek çok suçunun yanı sıra, Kudüs şehrinin İslami medeniyet kimliğini ortadan kaldırmak için kültürel bir soykırım da uyguluyor.

1948 Arap – İsrail Savaşı

Filistin’de İngiliz manda rejiminin sona ermesinin ardından 14 Mayıs 1948’de Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Millî Konseyi’nin, İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği’nin İsrail’e savaş ilanıyla başlayan savaştır.

İsrail’in kuruluşunun resmen ilan edilmesiyle patlak veren Arap-İsrail savaşı neticesinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölünen Kudüs, Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşı ile birlikte tamamen İsrail işgaline maruz kaldı.

7 Haziran 1967 günü, İsrail kuvvetleri, Ürdün’ün kontrolündeki Batı Şeria’yı da ele geçirmeyi başarmıştı. İsrail askerleri artık Doğu Kudüs’e geçirmiş, eski şehrin surları içine girmiş ve dünya tarihi için son derece önemli bir işgali gerçekleştirmişti. Soluğu Mescid-i Aksa’da alan Yahudi askerlerinin görüntüsü dünyanın dört bir yanından Müslümanları üzüntüye uğrattı.

Bu görüntü yıllar içinde Kudüs’te yaşanacak zulümlerden müteşekkil bir albümün ilk fotoğrafı niteliğindeydi…

İşgalin verdiği tedirginlikle geçen iki yılın ardından, 21 Ağustos 1969 sabahı bakışlarını Aksa’ya çeviren Müslümanlar, büyük bir felaketle karşı karşıya olduklarını çabucak anlamışlardı.

Kıble Mescidi’nin minber kısmından dumanlar yükseliyordu. Yangını büyük bir sevinçle karşılayan Siyonist işgalciler, itfaiyelerin önünü keserek yangına müdahaleye engel olmaya çalışmışlardı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Peel Komisyonu Süreci ve Sonrası Filistin

Fatma Nur Taş

GİRİŞ

Yahudilerin vadedilen toprak hikayesi ve üstün ırk vurgusu Filistin’e olan göçleri artırmış, 20. yüzyıla gelindiğinde Siyonizm Yahudiler için bir ideolojiden ziyade bir ulus inşa etme ideali haline gelmişti. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması Ortadoğu'da büyük bir siyasi boşluk yaratmış ve bölgenin geleceğini şekillendirecek önemli değişimlere yol açmıştı. 400 yılı aşkın bir süre Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde kalan Orta Doğu bölgesi, o dönemde nispeten istikrarlı bir yönetim altındaydı ancak bu istikrar, savaş sonrası yapılan gizli anlaşmalar ve Batılı ülkelerin müdahaleleriyle bozuldu. Böylelikle bölge, tam bir istikrarsızlığa sürüklendi.

İngiltere’nin savaşın sonunda, 1918'de bölgeyi işgal etmesiyle 25 Nisan 1920'de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiltere'ye, bölgenin manda idaresi için yetki verildi.  İngiltere ile Fransa arasında 1916'da imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bu iki güç arasında paylaştırılmasını öngörüyordu. Bu anlaşma Batı'nın çıkarlarını ön planda tutuyor ve bölgenin etnik ve dini yapısını göz ardı ediyordu. Sykes-Picot Anlaşması Arap halkının bağımsızlık umutlarını yerle bir ettiği düzeyde Batılı emperyalistlerin bölgedeki etkisini artırıyordu. Antlaşma, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye bölüyor, Filistin'de ise uluslararası idare kurulması öngörülüyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru gelinirken, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un İngiliz Yahudi toplumunun lideri Lord Lionel Walter Rothschild’e 2 Kasım 1917’de yazdığı mektup, Filistin’in kaderinde önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Tarihte Balfour Deklarasyonu olarak anılan mektupla, İngiliz yönetimi Filistin’de Yahudilere bir yurt verilmesine “sempatiyle” yaklaştığını belirtmişti. Lakin, o dönemde Filistin henüz Osmanlı toprağı olmasına karşın İngilizlerin kontrolünde değildi. Dolayısıyla İngilizler kendi yönetimlerinde olmayan bir halkın toprağını bir başka halka vaat etmekte bir beis görmemişti. Balfour Deklarasyonu’nun ilanı, dünya üzerinde belli başlı Yahudi merkezlerinde bulunan siyonist federasyonlar tarafından sevinç ve şükran duyguları ile karşılanmıştır. Ancak o zamana kadar sakin olan Filistin Arap milliyetçiliğinin harekete geçtiği dönemi de başlatmıştır. Filistin'deki Arap ve Yahudi toplulukları arasında süren yıllar boyu gerginlikler, Arap İsyanı olarak bilinen büyük bir ayaklanmayla doruğa ulaştı. Araplar, İngiliz Mandası altındaki Yahudi göçünü ve İngilizlerin Filistin'de bir Yahudi devleti kurma planlarını protesto etmişti.

Filistin Mandası altında yaşayan Arap ve Yahudi toplulukları arasında artan gerilimi ve şiddeti çözmek amacıyla 1937 yılında İngiltere tarafından önerilen bir taksim planı olan Peel Planı gündeme getirildi. Plan, Britanya'nın Filistin'in siyasi ve sosyal sorunlarını çözmeye yönelik uluslararası çabanın bir parçası olarak sunduğu ilk kapsamlı öneriydi. Peel Komisyonu, 1936'da Filistin'de başlayan Büyük Arap İsyanı'nın ardından İngiliz hükümeti tarafından durumu araştırmak ve önerilerde bulunmak amacıyla kuruldu ve komiteye Sir William Peel başkanlık ediyordu. Komisyon bölgedeki çatışmaların nedenlerini araştırdı ve Araplarla Yahudiler arasındaki temel çatışmanın ancak fiziksel ayrılık yoluyla çözülebileceği sonucuna vardı.

Peel Komisyonu tarafından önerilen plan, Filistin'in üç ana bölgeye bölünmesi çağrısında bulunuyordu: Yahudi devleti, Arap devleti ve uluslararası bölge. Yahudi devleti, Filistin'in kuzeyi ve batısı ile Akdeniz kıyısı boyunca uzanan bir bölgede kurulacaktı. Bu bölge ülkedeki en verimli toprakları içeriyordu. Arap devleti, Ürdün Nehri'nin batısında, güney ve doğu Filistin'de yer alacaktı. Verimli topraklar az olmasına rağmen bu bölge nüfusun çoğunluğuna ev sahipliği yapıyordu. Kudüs ve çevresi uluslararası bir bölge olarak yönetilecekti. Bölge, kutsal toprakların güvenliğini ve tarafsızlığını sağlamak için doğrudan İngiliz mandası altında kalacaktı. Bu plan hem Araplar hem de Yahudiler tarafından geniş çapta reddedildi.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Büyük Felaket

Fatma Nur Taş

Sözlükte çok büyük üzüntüye ve sıkıntıya, onarılması güç, büyük zarara yol açan olay ya da durum olarak açıklanan “Nekbe (felaket)” kelimesi, bugün bir halkın kanayan en büyük yaralarından birisini nitelemektedir. Her yıl Mayıs ayının on beşinci günü bu unutulmayan felaketin yeniden hatırlandığı gündür. 15 Mayıs Filistin ve İsrail halkı için taban tabana zıt anlamlar içermektedir. Tam da bugün bir taraf öz topraklarında hareket edemez hale gelmiş, diğer taraf ise Hitlervari duruşla vadedilen topraklar rüyasına adım atmıştır.

İsrail’in kuruluşunu Filistinlilerin Nekbe’sini tetikleyen olaylar silsilesi Yahudilerin Avrupa’da ve bulundukları ülkelerin ekseriyetinde sosyal hayatta ve temas ettikleri her alanda antisemitik muamelelere maruz kalmalarıyla başlamıştır. Siyonizmin, 19. yüzyılın sonlarında Avrupa`da büyüyen bir siyasal hareket olarak ortaya çıkmasının peşinden, siyasal siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, 1896'da bir Yahudi devletinin kurulmasının, Avrupa'da yüzyıllardır başlamış olan Yahudi karşıtı duygu ve saldırılara çözüm olacağını söyledi.

Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasıyla beraber de İngiltere, Filistin'in kontrolünü ele geçirdi ve 1917'de Balfour Deklarasyonu'nu yayınladı. Belgede "Yahudiler için ulusal bir anayurttan" söz edilmiş ayrıca "Yahudi olmayan Filistinli toplulukların sivil ve dini haklarını baltalayacak hiç bir eylemde bulunulmaması gerektiği" belirtilmişti. Ancak bu 67 kelimelik mektup günümüze kadarki 107 yıllık problemler sarmalının önünü açmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Çünkü artık Yahudilerin bu topraklara gelişi hızlanmış ve Filistin halkını gölgede bırakmak için çalışılmaya başlanmıştı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

TAKDİM

Kudüs Çalışma Grubu, genç gönüllülerin bir araya gelerek oluşturduğu, Filistin-İsrail sorunu ekseninde bölgesel araştırmalar, etkinlik ve akademik faaliyetler yürüten gönüllüler ekibidir. Çalışma alanıyla ilgili bölgede derinleşen krizi; insani diplomasi, insan hakları, uluslararası hukuk, uluslararası ilişkiler, tarih, teopolitik, jeopolitik başta olmak üzere ilgili farklı disiplinlerde çalışmalar yaparak ele almaktadır.

Filistin-İsrail ekseninde 2024 yılı, 7 Ekim 2023’te HAMAS’ın İsrail’e karşı başlattığı operasyon sonucunda çatışmaların en şiddetli yılı olmuştur. İsrail, 2025 yılı Ocak ayına kadar Gazze’ye yönelik asimetrik şiddet saldırılarını artırmış ve Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından da tespit edildiği şekilde açıkça savaş suçu işlemiştir. İsrail’in işlediği savaş suçlarına karşı uluslararası kurumlar, durumun adını koymak dışında (UAD kararı gibi) herhangi bir yaptırım mekanizmasını devreye alamamışlardır. BMGK’nın (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) İsrail konusunda ortak karar alamadığı ve uluslararası sistemde ağırlığı olan ABD’nin İsrail’i desteklediği bu ortam, dünya kamuoyunun uluslararası hukuka olan güvenini son derece azaltmıştır. Bu yıl Ocak ayında İsrail ve HAMAS arasında imzalanan ateşkes antlaşması yürürlüğe girmiştir. Ateşkesin gidişatına, İsrail ve ABD’nin açıklamalarına bakıldığında bölgede istikrarın ve barışın kalıcılığını garantileyen somut bir gösterge bulunmamaktadır. Ateşkesten sonra Gazze’ye insani yardım ve medya imkânlarının girişi, İsrail’in burada yol açtığı yıkımı ve durumun vahametini gözler önüne sermiştir.

Bu derleme çalışması Kudüs Çalışma Grubu gönüllü araştırmacıları tarafından hazırlanan, 2024 yılı içerisinde Gazze başta olmak üzere Filistin’deki insani krizlere, diplomatik ve uluslararası sorunlara odaklanan, İsrail saldırılarında hayatını kaybeden önemli şahsiyetleri inceleyen ve bu savaşla ilgili bilinmesi gereken tarihsel arka plana mercek tutan yazılardan oluşmaktadır. Filistin-İsrail meselesinde sosyal medya dezenformasyonlarına karşı doğru bilgileri aktaran, kamuoyuna nitelikli doğru bilgi sunan ve Filistin konusunda sık sorulan soruları cevaplandıran çalışmalarımızı bir araya getirmek ve kamuoyuna sunmak amacıyla hazırlanmıştır. Faydalı olmasını temenni ederiz.

Savaştan Sonra Netanyahu Hükümeti

Zehra YAVUZ

Savaşın Güncel Verileri

Gazze ile olan savaşını soykırım suçuna dönüştüren İsrail, 200 günü aşkın süredir savaşa devam etmektedir. Filistin Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı resmi açıklamaya göre, İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısı 34 bin 183'e, yaralı sayısının ise 77 bin 143'e yükseldiği kaydedilmiştir.

Savaşın bölgesel düzleminde ise İsrail ordusu ile Hizbullah arasında 8 Ekim 2023'ten beri devam eden çatışmalarda 276 Hizbullah mensubu, 54 Lübnanlı sivil, 17 Emel Hareketi, 13 Hamas, 12 İslami Cihad mensubu ile 7 İsrailli sivil ve 11 asker hayatını kaybetmiştir.

Savaşın İsrail tarafında ise, Gazze Şeridi'nde, bazıları hayatta bazıları ölü 136 kadar İsrailli esir bulunuyor. Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları, İsrail'in Gazze'ye saldırılarında öldürülen İsrailli esir sayısının 70'i geçtiğini duyurmuştur.

İsrail ordusu, 7 Ekim'den bu yana 260'ı karadan işgal sürecinde olmak üzere, 604 askerinin öldüğünü duyursa da rakamların askerî sansür sebebiyle daha az söylendiği bilinmektedir.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

UNRWA’nın Gazze’deki Durumu

Turgut SAĞLAM

Giriş

UNRWA Filistinli mültecilerin temel ihtiyaçlarını karşılama ve topraklarına “Geri Dönme Hakkı” konusunda faaliyetler yürüten Birleşmiş Milletler’e bağlı kuruluştur. Yaklaşık 75 yıldır faaliyet gösteren kurumun adı 7 Ekim 2023 İsrail-Gazze Savaşı’ndan bu yana gündeme gelmektedir. UNRWA’nın Gazze Şeridi’ndeki faaliyetlerinde ekseriyetle Filistinliler çalışmaktadır ve bu durum İsrail tarafından bahane edilerek ajans bu süreçte hedef haline getirilmiştir. Çalışmamızda UNRWA’ya değinecek, Gazze’deki faaliyetlerinden bahsedecek, neden İsrail tarafından hedefe konulduğunun üzerinde durulacaktır.

UNRWA

1948 yılının Mayıs ayında İsrail’in resmî olarak kuruluşunun ilan edilmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği ülkeleri ile İsrail arasında resmî olarak savaş başlamıştır. Arap-İsrail Savaşı ve süreci izleyen olaylar neticesinde 700.000’den fazla Filistinli İsrail tarafından sınır dışı edilmiş, kendi evlerinden ayrılmaya mecbur bırakılmışlardır. İsrail için kuruluş günü, Filistin için ‘Nakba Günü’ (Felaket Günü)’dür. Ortaya çıkan insanî kriz karşısında Filistinli mültecilere doğrudan yardım ve çalışma programları yürütmek üzere Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 8 Aralık 1949 tarih ve 302 (IV) sayılı Kararı ile UNRWA (Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı) kurulmuştur. Ajansın kuruluş amaçlarından birisi de BM Genel Kurulu'nun 194 sayılı “Geri Dönme Hakkı”* kararının uygulanmasına yardımcı olmaktır. Kurulduğu yıllarda yaklaşık 750.000 Filistinli mültecinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan kurumun bugün ulaştığı yardıma muhtaç Filistinli sayısı 5,9 milyona ulaşmıştır (UNRWA). Bu rakamlar bölgedeki İsrail sorununun yol açtığı etkileri görmek için önemlidir.

UNRWA Ürdün, Lübnan, Suriye, Gazze, Batı Şeria (Doğu Kudüs dahil)’da faaliyet göstermektedir. Kamplarda ve Yermük gibi bazı harici bölgelerde okullar yoluyla eğitim, sağlık merkezleri ve insanî yardım malzemesi dağıtım merkezleri ile hizmet vermektedir. Ajans adeta Filistin’in bir parçası olarak faaliyet göstermektedir. Organizasyonun finansmanı %89,2’si Birleşmiş Millet üyesi bazı devletlerin kendi istekleri ile yaptıkları yardımlarla ve geri kalanı ise bazı sivil toplum kuruluşlarının katkıları ile karşılanmaktadır (UNRWA). Çalışma bölgelerinde eğitim, sağlık, sosyal hizmetler ve yardımlar için çeşitli projeler geliştirilmiş ve dijital reformlar yapılandırılmıştır. Bu anlamda kurumun projelerinden birisi de “Filistin Mülteci Kayıt Arşivi Projesi” dir. Proje ile 1948’deki Nakba’dan beri yerinden edilen Filistinlilerin şecereleri yeniden kanıtlar toplanarak oluşturmaya başlanmış ve Şam, Kudüs, Beyrut ve Amman’da arşivlenmeye başlanmıştır. Bu projenin çıktıları doğal olarak, göç ettirilmiş Filistinlilerin Filistin’de yaşadığına dair kanıtları ortadan kaldırarak, Filistin’i geri dönülemez bir yer haline getirmek isteyen İsrail’in demografi ve tapu kayıt sistemi ile ilgili (Tapuların İsrail kurumlarına kaydı) çalışmalarını kendi aleyhine etkilemektedir. Ülkesinden zorla göç ettirilmiş Filistinlilerin geri dönebilmesi ve ileride kurulması muhtemel bir Filistin Devletinde yaşayacak Filistinliler için legal kayıtların ulaşılabilir olması önemli bir aşamadır.

Nitekim Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde 2024 yılının Nisan ayında konuşan İsrail Büyükelçisi, BM’nin 194 sayılı kararına rağmen geri dönme hakkı konusunda “var olmayan bir hak” ifadesini kullanmıştır.

(United Nations, 2024)

Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın tüm eksikliklerine rağmen UNRWA sivil toplum kuruluşları ile birlikte, insanî yardımın ihtiyaç olduğu bölgelerde, devletlerin maddi katkısı ile faaliyet göstermektedir. 7 Ekim 2023’ten sonra Filistin ve İsrail arasında yaşanan süreçte UNRWA’nın rolü ve önemi bir kez daha görülmüştür. Gazze Şeridi’ndeki bütün insani yardımın dağıtımın ağı UNRWA kontrolündedir. Bu süreçte ajansın Gazze’deki faaliyetleri, resmî açıklamaları ve raporlarından sonra, İsrail UNRWA’yı hedef almış ve kuruluşun faaliyetlerini akamete uğratmak için girişimlerde bulunmuştur.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze’deki Mülteci Kamplarında Son Durum

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsrail Gazze’de 7 Ekim 2023’ten bu yana 35 bin 173 Filistinliyi öldürmüştür. Gazze’de 80 binin üzerinde kişi yaralanmıştır. Binlerce kişi için kayıp başvurusunda bulunulmuştur. 70 bin konut yerle bir olmuş Birleşmiş Milletlerin tahminine göre 1.7 milyon Filistinli İsrail tarafından yerinden edilmiştir. İsrail’in Filistinlilere yaptığı kıyım yaklaşık 8 aydır devam etmektedir. Filistinliler sivil yerleşim yerlerinde, mülteci kamplarında ve hastanelerde dahi güvende olmamakla birlikte, nerede ve kim oldukları gözetilmeksizin 223 gündür ateş altındadırlar.

Bu çalışmada Gazze’deki mülteci kamplarına ve 7 Ekim’den bu yana kamplarda yaşananlara değinilmiştir.

Resmi kaynaklara göre Gazze şeridinde 8 mülteci kampı mevcuttur. Bu kampların en büyüğü Gazze’nin kuzeyinde yer alan Cibaliye Kampı olarak biliniyor.

Cibaliye Kampı

31 Ekim’de düzenlenen saldırıda en az 100 Filistinlinin öldürülmüş, 150’den fazla kişi de yaralanmıştı. İsrail ordusu Cibaliye mülteci kampına yaptığı hava saldırısını doğrulamıştı. Gazze Sağlık Bakanlığı konuya ilişkin “Cibaliye’de korkunç bir katliam oldu.” İfadesini kullanmıştı. Fransa, saldırıda meydana gelen ağır Filistinli sivil can kayıplarından endişe duyduğunu belirtmiştir. Kasım ayının ortalarında İsrail, Cibaliye Mülteci Kampı’na yeniden saldırmış, sivil bir yerleşim alanını bombalamıştır. Saldırıda Ebu Dayir, Ebu Dan, Eş- Şeyh ve El- Aseli ailelerinin evleri vurulmuştur. 3 Mart’ta ve 13 Nisan’da da kampa saldıran İsrail, Mayıs ayına kadar Cibaliye Mülteci Kampı’na 100’den fazla saldırı düzenlemiştir ve soykırıma hız kesmeden devam etmektedir. Can kayıplarının yanı sıra bölgede temel yaşam koşulları oldukça zorlayıcıdır. Kampta susuzluk had safhaya ulaşmıştır. Binlerce Filistinli su kuyruklarında saatlerce beklemekte çoğu zaman da eli boş dönmektedir. Su kaynaklarının yetersizliği ve hijyen malzemelerinin bulunamayışı sebebiyle salgın hastalıklar da hızla yayılmaktadır.

Gazze Şeridi’nde Akdeniz’e kıyısı bulunan, 80 bini aşkın Filistinlinin barındığı el-Şati Mülteci Kampı’na Aksa Tufanı sürecinde İsrail ilk olarak 1 Kasım 2023’te saldırmıştır. Saldırıdan önce İsrail ordusu, bölgenin acilen tahliye edilmesi gerektiğini ve bölgeye saldıracağını açıklamıştır.  Yerel kaynakların Filistin haber ajansı WAFA’ ya verdiği bilgiye göre kamptaki bir eve düzenlenen saldırıda en az 10 kişi hayatını kaybetmiştir. İsrail ordusu 17 Nisan 2024’te el- Şati Mülteci Kampı’nda sığınma merkezi olarak kullanılan Şuhaybir Okulunu vurmuştur. Görgü tanıkları okulun ağır hasar aldığını aktarırken, 2’si çocuk olmak üzere 4 sivil hayatını kaybetmişti ve yaralılar mevcuttu. Olaydan birkaç gün önce Hamas’ın siyasi lideri İsmail el-Haniyye’nin üç oğlu ve 4 torunu el-Şati Kampına düzenlenen hava saldırısında öldürüldü. İsrail yaptığı saldırıyı doğruladı, Haniyye ise duruşundan taviz vermeyeceğini açıkladı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İran’ın Ortadoğu’daki Milis Güçleri

Fatma Nur TAŞ

Giriş

Orta Doğu bulunduğu konum ve içerdiği çeşitlilik bakımından çalkantılı bir gölgedir. Tarih boyunca bakıldığında bu bölgenin aktifliği hep korunmuştur. Bölgenin bu denli zengin olması da güç üstünlüğünü gündeme getirmektedir. Yine aynı şekilde zengin bir tarihe ve kültüre sahip olan İran, bölgesel çıkarlarını korumak ve genişletmek için farklı yollara başvurmaktadır. Bunlardan birisi de bölgede vârolan milis gruplarını desteklemek ve kontrol etmektir.

Diğer bütün devletler gibi İran'da bölgesel üstünlüğe ve caydırıcılığa büyük önem vermektedir. Bölgedeki konumunu ve gücünü koruyarak komşu ülkelerle olan ilişkilerini günden güne geliştirmektedir. Ayrıca bulunduğu bölge itibariyle oldukça stratejik bir konuma sahip olan İran enerji kaynaklarına yakınlığı sebebiyle de bölgedeki güç dengelerini etkileme potansiyeline sahiptir. Jeopolitik konumunun önemi, bölgesel gücü gibi etmenlerin yanı sıra dini ve ideolojik olarak Şii İslam dünyasının liderliğini üstlenen bir ülke konumundadır. Bu sebeple de bölgedeki diğer Şii topluluklarını destekleyerek ve onların yanında yer alarak bölgesel üstünlüğünü güçlendirme ve sağlama alma çabasındadır. Bu faktörlerin birleşimi İran'ın varlık çabasını ve milis güçlerini ortaya çıkarmıştır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İsrail'in Yargılanma Süreci Devam Ediyor

İlayda KARA

Giriş

Güney Afrika Cumhuriyeti, 29 Aralık 2023'te, 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanında dava açmıştı.

Güney Afrika, Gazze'deki durumun aciliyet teşkil etmesi nedeniyle UAD'den ihtiyati tedbirlere hükmetmesini istedi ve tedbir talebine ilişkin duruşmalar, 11-12 Ocak'ta Lahey'deki Barış Sarayı'nda yapılmıştı.

Divan, 26 Ocak'ta açıkladığı tedbir kararlarında, İsrail'in Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesinde tanımlanan fiillerin işlenmemesi için elinden gelen tüm önlemleri almasına, İsrail ordusunun Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesindeki fiilleri işlemesini engelleyecek önlemleri ivedilikle almasına, Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırım çağrısı yapanları önlemek, engellemek ve cezalandırmak için gereken tüm adımları atmasına, Gazze’deki Filistinlilerin karşılaştığı olumsuz yaşam koşullarını ortadan kaldırmak için ihtiyaç duyulan temel hizmetlere ve insani yardımın sağlanmasını mümkün kılan acil ve etkili önlemleri almasına, Gazze’deki Filistinlilere karşı Soykırım Sözleşmesi'nin ihlalini gösteren delillerin yok edilmesini önlemek ve korunmasını sağlamak için etkili tedbirler almasına, kararın yürürlüğe girmesinden itibaren 1 ayda alınan tüm tedbirler hakkında Mahkemeye bir rapor sunmasına hükmetmişti.

Divan, Güney Afrika'nın 6 Mart'ta yaptığı ek tedbir talebi üzerine 28 Mart'ta açıkladığı ek tedbir kararında, İsrail'den Gazze'ye acilen ihtiyaç duyulan insani yardımların ulaştırılmasını sağlamasını, Filistinlilerin haklarını ihlal etmemesi gerektiğini ve ek tedbirlere ilişkin aldığı önlemleri 1 ay içinde Mahkemeye bir rapor sunmasına karar vermişti.

UAD, "İsrail Devleti, Gazze'deki askeri operasyonları derhal durdurmalı" talebiyle ilgili, İsrail'in Gazze sakinlerine yönelik öldürme, saldırı ve yıkımla ilgili her türlü eylemden kaçınması ve soykırımı önlemek için tüm tedbirleri almasına hükmetmiş ve Gazze'de ateşkes talep etmemiş, ancak İsrail'in soykırımı önleme sorumluluğu olduğunu belirtip bununla ilgili taleplerini açıklamıştı.

Türkiye’nin davaya karşı tavrı ve tutumu kamuoyunca merak ediliyordu. Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Endonezya Dışişleri Bakanı Retno Marsudi ile Bakanlıktaki görüşmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuştu.

Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'a yaptığı ziyarette, Güney Afrika’nın İsrail aleyhine UAD'de açtığı soykırım davasına ilişkin Fidan, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği ülkeleri başta olmak üzere Filistin'i devlet olarak tanıyan diğer ülkelerle yaptığı görüşmelerde, bazı ülkelerin bu konuda tavır almaya hazır hale gelmiş olduğunu söyledi.

Fidan, bugüne kadar Nikaragua ve Kolombiya'nın davaya ilişkin somut bir tutum aldığını hatırlatarak şunları kaydetti:

"Biz de bugün yaptığımız değerlendirmelerin neticesini Sayın Cumhurbaşkanı'mıza arz ettik ve alınan siyasi karar gereği buradan ilk kez duyurmak istiyorum. Türkiye olarak, Güney Afrika’nın İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanında açtığı davaya müdahil olmaya karar verdik. Bu adımla UAD önündeki sürecin doğru yönde ilerlemesini temenni ediyoruz. Esasen ifade ettiğim gibi bu başvurumuza yönelik çalışmalarımız çok uzun süredir devam etmekteydi.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İran-İsrail Ve ABD Çatışmasının Geleceği

Mehmet TIRNAKSIZ

Giriş

İran, İsrail ve ABD arasında neredeyse 100 yıla yakındır devam eden gerilim, bölgesel ve küresel bazda önemli etkiler oluşturmaya devam etmektedir. Bu üç grup arasında gerçekleşen çatışma, sadece bölgesel etkileşim değil, aynı zamanda uluslararası politikanın da önemli gündemi haline gelmeye devam etmektedir. İran’ın nükleer programlarının oluşturduğu sorunsallık, İsrail’in bölge bağlamında güvenlik endişesinin polemiği ve ABD’nin Ortadoğu üzerinde planladığı politikaları bu ilişkilerin ana eksenini oluşturmaktadır.

Son yıllarda artan diplomatik ve askeri hamleler ile birlikte bölgenin çatışma bağlamında oluşacak olan geleceği hakkında çeşitli senaryoların ortaya atılması ve sonuçlarının neler olacağına dair kesin bir olgu ortaya çıkmıyor. Bu yazıda, İran-İsrail ve ABD üçgeninde yaşanan ilişkileri ve olası senaryoları ve bu çatışmalarının gelecekte nasıl bir hal alacağına dair analizi gerçekleştireceğiz.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze'ye İnsani Yardımların Ulaşımı

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Gazze’ye giriş-çıkış hareketlerine getirilen kısıtlamalar ve abluka yıllardır Gazze sakinlerinin yaşam koşullarını olumsuz etkiliyor. İnsan ve yardım giriş çıkışlarına getirilen mevcut kısıtlamaların büyük bir kısmı 1900’lü yılların başında başlamış olup, Haziran 2007’de yoğunlaşmıştı. Kademeli bir rahatlamanın ardından Ekim 2023’te başlayan çatışmalarla kısıtlamalar yeniden yoğunlaştı.

Bu çalışmada yardım tırlarının Gazze’ye ulaşma durumuna, şimdiye dek ulaşan yardım miktarına ve sınır kapısında beklemekte olan yardımlara ne olduğuna değinilecektir.

Şimdiye Dek Gazze’ye Ne Kadar Yardım Ulaştı?

Giriş çıkışlar Refah Sınır Kapısı ve Erez Geçidi’nden yapılmaktadır. Öncelikle Gazze’nin Mısır ile olan güney sınırında yer alan Refah Sınır Kapısı’ndan yapılan geçişleri inceleyelim.

2023 yılında Refah Sınır Kapısı 229 gün açık, 136 gün kapalı kalmıştı. 2024 yılında ise 91 gün açık kalmıştır. Söz konusu kapıdan 131.545 giriş yapılmış, 203.259 da çıkış kaydı bulunmaktadır. 2023 yılında 128.380 giriş, 152.916 çıkış yapılmışken; 2024 yılında 3.165 giriş, 50.343 çıkış yapılmıştır.

Gazze’nin kuzeyinde bulunan İsrail’e giden bir yaya ve kargo kapısı olan Erez Geçişi’nden yapılan giriş çıkış sayısının 2023 yılında toplam 429.045 giriş, 437.794 çıkış kaydı görünüyor.

2023 yılı Ekim- Kasım ve Aralık aylarında yapılan girişlerin %78’i yenilebilir insani yardımdan oluşuyor. (4741 insani gıda girişi yapılmıştır.) Aynı süre zarfında yapılan ve yenilemeyen malzeme girişlerinin %55’i insani yardımdır. Bu orana 1202 yenilebilir olmayan sarf malzemesi, 670 tıbbi malzeme, 922 yapı malzemesi, 253 hijyen malzemesi, 206 inşaat malzemesi, 125 endüstriyel/elektronik aplikatörler dahildir.

2024 yılının ilk üç ayında ise yapılan 12.245 malzeme girişinin 10.935’ini insani yardım oluşturmaktadır ve bu sayı toplam girişin %89’unu oluşturmaktadır. Bu oran içerisinde 8756 yiyecek, 2150 yenilebilir olmayan sarf malzemesi, 639 medikal ürün, 632 hijyen ürünü girişi vardır. Nisan ayına dek Gazze’ye ulaşan insanî yardımlar, nüfusla oranlandığında en iyi ihtimalle 10.000 kişinin yalnıza 55’i insani yardıma ulaşmıştır. Bu oran 2,3 milyonluk Gazze nüfusunun %1’inden daha azının ihtiyacını geçici olarak karşılamıştır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

ABD’nin İsrail’e Askeri Yardımları

Turgut SAĞLAM

GİRİŞ

İsrail kuruluşundan bu yana ABD’nin askerî, ekonomik alanlardaki en büyük dış yardım alıcısıdır. ABD askerî yardımları İsrail’in savunma bütçesinin yaklaşık %15’ini oluşturmaktadır. 7 Ekim 2023 tarihinden sonra ABD Yönetimi 100’den fazla karar alarak İsrail’e savunma desteğinde bulunmuştur. İsrail’in savaş suçları işlediği Uluslararası Adalet Divanı’nda da tespit edilmesine rağmen ve Biden Yönetimi askerî yardımları Leahy Yasası’na göre yapmaması gerekirken, yardımlar yasaya aykırı olarak devam etmektedir. İsrail 1948 yılından beri, ABD’nin Ortadoğu’daki askerî ve ekonomik açıdan en büyük müttefiki ve stratejik ortağı olarak, ABD askerî yardımlarının en büyük alıcısıdır.

ABD’de İsrail İçin Yasa: İsrail'in Niteliksel Askeri Üstünlüğü (QME) Yasası

QME, onlarca yıldır ABD'nin İsrail'e askeri yardımının kavramsal omurgasını oluşturmuş ve 2008'de ABD yasalarında resmi olarak yer almıştır. Bu yasa, ABD hükümetinin İsrail'in "herhangi bir devletten veya olası devletler koalisyonundan veya devlet dışı aktörlerden gelebilecek her türlü inandırıcı konvansiyonel askeri tehdidi minimum hasar ve kayıpla karşılayarak yenme" yeteneğini sürdürmesini amaçlamaktadır.

ABD’de İsrail İçin Yasa: Savaş Rezervi Stok Mühimmatı Yasası

ABD yasalarında yer alan, resmî olarak Savaş Rezervi Stok Mühimmatı, WRSA-I Deposu veya İsrail Deposu olarak bilinen bu depo İsrail’in Orta Doğu’da askerî üstünlüğünü sürdürebilmesi için askerî araç ve gereçlerin depolandığı, İsrail için sigorta görevi gören tesislerden oluşmaktadır. 2006’da Lübnan ve 2014’teki Gazze savaşlarında kullanılmıştır.

WRSA-I Depolarında Güncel Olarak;

●       Uçaklardan Atılan 155 Mm Mermiler

●       Güdümlü Olmayan Mühimmat

●       Hassas Güdümlü Mühimmat

●       Karadan Karaya, Denizden Denize Seyir Füzeleri

●       Elektronik Anti-Radar Sinyal Karıştırma Kapsülleri (Navigasyon Karıştırıcı Ve Uzun Menzilli Füzeleri Etkisiz Hale Getirmek İçin)

●       Karadan Havaya Atılan Füzeler

●       Denizden Atılan Füzeler

●       Üst Düzey Gözetleme, Komuta ve Kontrol Sistemleri Parçaları

Leahy Yasası

Amerika Birleşik Devletleri, ağır insan hakları ihlalleri yapan yabancı hükümetlere veya gruplara güvenlik yardımı sağlayamayacağını kararlaştıran yasadır. Ancak ABD yönetimi Şubat 2023’te bu yasaya uyacağını belirten açıklamalar yapsa da 7 Ekim’den sonra yok saydığı için eleştirilmektedir. Bu yasanın İsrail’e uygulanmamasının nedeni olarak “gönderilen askeri yardımın büyüklüğünün nereye gittiğini incelemeyi imkansız hale getirmek” olduğu da görüşler arasındadır.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Filistin Sosyal Medya Ordusunun Yeni Hamlesi: Blockout Akımı

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsrail’in Filistin toprakları üzerinde yıllardan beri yaptığı zulüm ve 7 Ekim 2023’ten bu yana gitgide daha da şiddetlenen soykırım, dünya genelinde bir uyanışı ve Filistin hakkında bir bilincin de artışını beraberinde getirmişti. Soykırım, yerinden edilme, açlık, salgın hastalıklar ve daha nice eziyet sebebiyle her dakika can veren Gazze, dünyaya çok büyük dersler vermeye devam ediyor. Özellikle Batılı üniversitelerde ve ülkemizde yapılan eylemler, yürüyüşler, boykot çağrıları, hashtag çalışmaları gibi Filistin direnişine destek akımlarına son günlerde bir yenisi daha eklendi: “Blockout” akımı.

Bu çalışmada “Blockout” akımının ne olduğuna ve Filistin’e destek veren ünlülerin kimler olduğuna dikkat çekeceğiz. Sadede gelmeden evvel başlıkta yer verdiğimiz “Filistin Sosyal Medya Ordusu” kavramına bir açıklık getirelim. 

2021 yılı Ramazan ayında İsrail tarafından Filistin’e yapılan yoğun saldırılar büyük tepki çekmişti. Saldırıların durmasında özellikle X adlı uygulamadan yapılan ve kısa süre içinde gündeme oturan tag çalışmaları, dünya genelinde kamuoyu oluşmasında etkili olmuştu. Filistinliler, destekçilerinin bu tutumundan dolayı çok mutlu olmuş, destekçilerine “sosyal medya ordusu” ifadesini kullanmışlardı. “sosyal medya ordusu” 7 Ekim’den bu yana kesintisiz desteğini sürdürüyor ve bu künyeyi taşımaktan onur duyuyor. O halde “blockout” akımından söz edelim.

Blockout Akımı Nedir, Neyi Amaçlar?

Söz konusu akım, Instagram, X, TikTok gibi platformlarda geniş bir kitleye hitap eden ancak bugüne kadar Filistin’e destek vermemiş, hatta boykot markalarıyla işbirliği halinde olup mazlumun yanında olmak şöyle dursun, zalime destek veren ünlüleri engellemeye yönelik, “dijital giyotin” adı verilen bir akımdır. Dijital giyotinin yaygınlaştırılması, İsrail destekçilerinin takipçi ve etkileşim kaybetmesini amaçlar.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze’de Işıkları Yanan Tek Bölge: Netzarim Koridoru

Turgut SAĞLAM

Giriş

Netzarim Koridoru, İsrail'in 7 Ekim 2023'ten sonra oluşturduğu Gazze Şeridi'nin güneyinde yer alan ve doğudan batıya, İsrail sınırından Akdeniz'e kadar uzanan 2 km genişliğinde, 7 km uzunluğunda stratejik bir bölgedir. İsmini 2005 yılında Gazze'de İsrail’in yok ettiği Netzarim yerleşim merkezinin adından almakta ve Gazze’nin kuzeyi ile güneyini birbirinden ayırmaktadır. Bu koridor, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri operasyonlarının ve kontrolünün kilit noktalarından biridir. 

Koridorun kontrolü, İsrail için hem askeri hem de lojistik açıdan büyük önem taşımaktadır. İsrail ordusu, bu koridorda üsler kurarak, sivil yapıları ele geçirip evleri yıkarak bölgedeki askeri varlığını sağlamlaştırmaktadır. 2024 yılı Nisan ve Mayıs aylarında İsrail güçleri koridorda bölgeyi kontrol etmek amacıyla üç ileri operasyon üssü kurmuştur.

Netzarim Koridoru

Netzarim Koridoru bir Gazzeli kadının ifadesi ile “Gazze'de ışıkları yanan tek bölgedir”. 

Koridor bölgesi eski İsrail başbakanı Ariel Şaron'un Gazze'de sürekli kalmak için planladığı Beş Parmak Planı'nın ikinci ayağını oluşturmaktadır. 2005'te İsrail'in Gazze'den çekilmesi sonucunda plan akamete uğrasa da koridor şu anda İsrail’in Gazze’de denize çıkışını sağlamakta ve Amerika'nın inşa ettiği yüzer iskeleye ve doğrudan Akdeniz’e bağlanmaktadır. Etrafında 1 kilometrelik bir tampon bölge bulunacak şekilde planlanmıştır. Koridor şu anda İsrail ordusunun askeri mühendislik birimi olan Birim 601 tarafından tampon bölge planlarının bir parçası olarak çevredeki binaları yıkarak, çevrede engel oluşturan okul vb binalara el koyup onları da karakola çevirerek inşası devam etmektedir. Koridor aynı zamanda Gazze’nin kuzeyi ile güneyini birbirinden ayırarak, Gazze halkının hareketini kontrol altına almak amacı taşımaktadır. Koridor aynı zamanda 7 Ekim'den sonra İsrail'in yardımları kontrol amacıyla açtığı Kapı 96 ile Netzarim Koridoru birbirine bağlanmaktadır. 

7 Ekim 2023'ten hemen sonra koridor bölgesi Gazze'yi ikiye bölmek üzere ilerleyen İsrail birlikleri için ilk hedefler arasında olmuştur. 

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Haredi Yahudilerinin Zorunlu Askerlik Sorunu

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Dünya üzerindeki birçok topluluktan toplumsal, ideolojik, dini vb. yönlerden ayrılan Yahudiler, kendi içinde de belli başlı birtakım gruplara ayrılıyor. Günümüzde en büyük dini hareketler olarak kabul edilen Ortodoks Yahudilik (Haredi Yahudilik, Modern Ortodoks Yahudilik), Muhafazakâr Yahudilik ve Reform Yahudiliği bu gruplardan bazılarıdır.

Bu yazıda, 9 milyon civarındaki İsrail nüfusunun yaklaşık %12’sini oluşturan ve “Ultra Ortodoks” ismiyle anılan Haredi Yahudileri’ne ve Haredi Yahudilerinin zorunlu askerlik sorununa değineceğiz.

Haredi Yahudileri Kimlerdir?

Ultra Ortodoks Yahudiler yani Haredi Yahudileri, Yahudiler içerisinde en katı dini görüşe sahip olan guruptur. Zaten Haredi kelimesi de dindar anlamına geliyor. Haredi Yahudileri Siyonizm’i reddediyor ve inançlarında Tevrat’a ve eski Yahudi ideolojik kökenlerine bağlılar.

İsrail’de büyük çoğunluğu Batı Kudüs’teki Meaşerim Mahallesi'nde ve başkent Tel Aviv yakınlarındaki Bney Brak kentinde yaşayan Haredi Yahudilerinin bir kısmı da ABD ve Avrupa ülkelerinde yaşıyor.

Fotoğraf: Bir Haredi Yahudisi, AA

Laik Yahudilerle aralarında pek çok görüş ayrılığı olan Harediler; genellikle siyah giyinir, kipa ve büyük siyah şapkalar takar, zülüflerini uzatır. Kılık kıyafet konusundaki bu tutumlarının bir kısmını inançları, bir kısmını da geleneklerinin gereği olarak sürdürmektedirler. Siyah giyinmenin Batı Avrupa’daki kılık kıyafet normlarından geldiğini, bugün de aynı cemaat ruhunu yaşatmak ve gösterişten kaçınmak için siyahı tercih ettiklerini söylerler. Başlarına taktıkları “kipa” isimli takkenin Tevrat’tan gelen bir emir olduğunu ve ibadet ederken Allah’ın sürekli kendilerinin üzerinde olduğunu hatırlamak için taktıklarını ifade ederler. Zülüflerini uzatmalarının sebebi ise Tevrat’ta saç kenarlarının kesilmemesi için bir emir olduğuna inanmalarındandır.

Harediler, İsrail devleti ve içindeki Yahudilerin yaşamlarının demokrasi ilkelerine, Siyonizmin değerlerine ve insanlar tarafından çıkarılan yasalara göre değil, Yahudi yasalarına ve Tevrat öğretilerine göre yönetilmesi gerektiğini düşünüyor.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Aksa Tufanı Sonrası Kudüs ve Mescid-i Aksa’da Ne Değişti?

Turgut SAĞLAM

“…Aksa Tufanı isminin verilmesinin sebebi, tufanın bütün kötülükleri silip süpürme özelliğine sahip olmasıdır. Peki silip süpürmek istedikleri şey nedir? İşgali sonlandırmak amaç değildir, zulmü ortadan kaldırmak da değildir, aslında mutlak kötülüğü ortadan kaldırmak olabilir. Çünkü insanlar mutlak kötülüğün ne olduğunu ne olduğunu bilmiyorlardı ve inanmıyorlardı. Bütün insanlık canlı olarak mutlak kötülüğün ne olduğunu görmüş oldu. Aksa Tufanında, kötülüğü yeryüzünden silmek bağlamında Nuh tufanının payı vardır. Ta ki insanlar bu tufan sayesinde yeni değerler ile tanışsın.

- Tâhâ Abdurrahman

GİRİŞ

"Polis her gün öğrencileri ve hatta öğretmenler ve okul personeli de dahil olmak üzere vakıf çalışanlarını fiziksel olarak durdurup arıyor."
- (Kudüs’te bir öğrenci)     

7 Ekim 2023 Cumartesi günü Gazze Hükümeti HAMAS'ın Kassam Tugayları tarafından İsrail'e karşı bir 'yarma harekâtı' başlatılmıştır. Filistin için tarihi dönüm noktalarından birisi olan bu harekâta Aksa Tufanı ismi verilmiştir. Aksa, Kudüs'teki Mescid-i Aksa'yı ifade etmektedir. Hamas yetkililerinin ifadeleri ile harekâtın temel hedeflerinden birisi Mescid-i Aksa'yı bekleyen büyük tehlikelerin önüne geçmektir. HAMAS siyasi yetkilileri Aksa Tufanı’nın yapılmaması durumunda Mescid-i Aksa’nın yıkılma ihtimalinin bulunduğunu iddia etmiştir.

Bilindiği gibi 7 Ekim'den sonra İsrail Gazze'ye katliam boyutunu aşan yoğun hava saldırıları başlatmış ve ardından kara saldırıları ile işgale devam etmiştir. Savaş Gazze'yi ölümcül derecede etkilediği gibi Filistin'in diğer bölgelerinde de İsrail baskıları artmıştır. Bu bölgelerden birisi de Kudüs’ün eski şehir bölgesindeki (Doğu Kudüs olarak tarif edilen) İslâm dini için kutsal olan Mescid-i Aksa (Beytülmakdis) alanıdır.

Filistin-İsrail mücadelesi 7 Ekim'de başlamadığı gibi Kudüs ve Mescid-i Aksa üzerindeki İsrail ablukası da 7 Ekim'de başlamamıştır. 1967 Altı Gün Savaşı'ndan bu yana İsrail, Kudüs üzerinde gayrimeşru (BM kararlarına istinaden gayrimeşru) hakimiyet kurmaktadır.

Meşru olmayan yerleşimcilerin Kudüs' te Filistinlilerin evlerine (İsrail mahkemelerinin de kararıyla) el koyması, Mescid-i Aksa alanına İsrail tarafından baskınlar yapılması ve bu alanda yapılacak ibadetlere engeller çıkarması, Kudüs şehrinde kontrol noktaları oluşturarak yerel halkın hareketlerini kısıtlaması, Müslüman olanların ticaretlerine engeller çıkarması, Yahudi dinî ayinleri için - yasak olduğu halde- Mescid-i Aksa bölgesinde kışkırtıcı ayinler yapması, keyfî tutuklamaların yapılması gibi şehirde yaşamayı zorlaştıran hamleler İsrail'in 7 Ekim'den önce de uyguladığı abluka politikalarıdır. Aksa Tufanı'ndan sonra İsrail, insanlık erdemine, evrensel insan haklarına, uluslararası hukuka aykırı eylemlerinin dozunu artırmıştır. Bu doz artışı Siyonizm tarafından Mescid-i Aksa’nın gelecekte planlanan tam işgaline zemin oluşturmaktadır. Kudüs ve Mescid-i Aksa'daki işgal uygulamaları raporlar, dijital görüntüler, resmî kararlar, haberler, müslüman ve hristiyan yerel halkın ifadeleri ile de sabittir.

Bu çalışmamızda Aksa Tufanı Harekâtı'ndan sonra Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa üzerinde İsrail'in dozu artan abluka uygulamalarını aktaracağız.

AKSA TUFANI'NDAN ÖNCE KUDÜS'TE 'NORMAL' YAŞAM

1967 Altı gün Savaşı’ndan sonra İsrail tarafından üzerinde hegemonya kurulmaya çalışılan Kudüs şehrin bugün İsrail’in resmî kurumlarınca yönetilmektedir. Mescid-i Aksa külliyesinin idarî yönetimi ise yapılan anlaşma ile Ürdün’e bırakılmıştır.

Ürdün, 26 Ekim 1994'te İsrail ile imzaladığı ‘Vadi Arabe Anlaşması’ kapsamında Mescid-i Aksa’nın bakım ve idari yönetiminden sorumludur. Anlaşmaya göre Mescid-i Aksa, Ürdün Vakıflar İslami İşler ve Mukaddesat Bakanlığına bağlı Kudüs İslami Vakıflar İdaresinin himayesinde bulunmaktadır ancak 2003 yılından bu yana anlaşma dışı olarak Yahudiler İsrail polisinin refakatinde kutsal mekâna girmektedirler (Al-jnaidi, Biçeroğlu, & Karabacak, 2022). Uluslararası Hukuk’ta ağırlığı olan Pacta Sunt Servanda (Anlaşmalarda Ahde Vefa) ilkesi Vadi Arabe Anlaşması’nda tek taraflı olarak yok sayılmaktadır. 1995 yılındaki Oslo Anlaşmaları kapsamında Batı Şeria bölgesi A, B, C komplekslerine ayrılmıştır. İsrail Batı Şeria ve Doğu Kudüs (C) bölgelerine bugün ortalama 700.000 gayrimeşru yerleşimci yerleştirerek demografik yapıyı kendi lehine çevirmektedir. 7 Ekim’den önceki rakamlara bakıldığında 2018 itibariyle Doğu Kudüs’te 230.000 yerleşimci bulunmaktadır (Hussein & Duggal, 2024). Yerleşimciler için ‘gayrimeşru’ ifadesinin kullanılması, bu uygulamanın uluslararası hukuk kapsamında da ‘yasa dışı’ olarak tanımlanmış olmasından gelmektedir.

Batı Şeria işgal alanlarını ve yasa dışı yerleşimleri gösteren grafik (Al Jazeera)

Doğu Kudüs’te şafak vakti, on binlerce Filistinli işçi işe giderken İsrail kontrol noktalarından geçmekte, bazen ölümle sonuçlanan sıkışıklık içerisinde şehrin ortasındaki tünel kafeslerden geçmektedir.

7 Ekim’den önce işe giden Filistinlilerin kontrol noktalarındaki bekleyişleri.Fotoğraf: Activestills

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Hakan Fidan’ın Mısır Ziyaretinin Bölgesel Etkileri

Turgut SAĞLAM

Türkiye-Mısır ilişkilerinde kopan uçlar yeniden düğümleniyor. İki ipi birbirine bağlarken doğru atılan düğüm hem taşıyanı, hem taşıdığı şeyi yormaz, sağlam olur ve sadece istenildiğinde çözülür.

GİRİŞ

Filistin’in kaderi Mısır’dan bağımsız düşünülemeyecek kadar birbirilerine bağlı ve 1952 yılından bu yana bu bağ birçok krizde, Gazze’ye ulaşan her türlü yardımda kendisini hatırlatmaktadır. Mısır cumhurbaşkanlarından Cemal Abdünnasır, Enver Sedat ve Muhammed Mursi farklı saiklerle, farklı hedeflerle İsrail’in Filistin politikalarına ve bölgesel işgaline karşı diplomatik yollarla ve güç kullanmak suretiyle etkili çözümler üretmişlerdir. Köklü devlet geleneği, İslâm ilim dünyasına yaptığı entelektüel katkılar, bir dönem Arap milliyetçilik fikirlerinin merkezi olması, son asırda İsrail ile gerçekleşen savaşlardaki lider konumu ve sınırdaş olmaları, Mısır’ın vereceğini kararların Filistin üzerindeki etkilerini belirleyen unsurlardır. Sözün özünü söylemek gerekirse Arap dünyasında ‘ne diyeceği’ en merak edilen devletlerin başında gelmektedir. Ancak özellikle belirtmek gerekir ki Mısır son savaşını ve İsrail’e karşı en ciddi hamlesini 50 sene önce gerçekleştirmiştir.

Son cumhurbaşkanı Abdulfettah el-Sisi döneminde Gazze politikası genellikle İhvan-ı Muslimin üzerinden şekillenmiş ve özellikle Hamas’ın karşısında bir cephe alınmıştır. Bu durum doğal olarak Gazze halkının yaşamını daha da zorlaştıran birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Türkiye ile ilişkiler İhvan üzerinden kopma noktasına gelmişti ve bir süredir mevcut durumun doğası gereği diplomatik koridorlar yerine istihbarat koridorlarındaki görüşmelerle, kopan bağlar tekrar onarılmaya çalışılıyor. Son yıllarda yeniden tesis edilmeye çalışılan diplomatik ilişki, 7 Ekim’den bu yana yaşanan İsrail vahşetinin durdurulamaz hale gelmesi üzerine hızlı bir şekilde onarıldı.

İsrail’in Gazze’de ulaşmayı planladığı hedeflerin konusu olan; Refah Sınırı, Gazze Tünelleri ve Gazzelilere uygulanan zorunlu göç konusunda Mısır önemli bir konumda durmaktadır. Mısır’ın bu üç konuda alacağı aksiyonlar savaş sonrası bölgenin alacağı şekil etkileyecektir.

Şubat ayında Türk-Mısır ilişkilerinde Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi (devlet başkanları düzeyinde ilişki) kurularak ilişkileri onarma süreci devam etmişti. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 4-5 Ağustos tarihlerinde Mısır’a diplomatik ziyaret gerçekleştirmiş, ilişkilerde beklenen iyileşme adına bağlantılar tesis etmiş, İsrail’in durdurulması, Somali ve Libya konularında Mısır ile müşterek neler yapılabileceğini görüşmüştür.

Mısır ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de, Kuzey Afrika’da rekabet düzeyinde zıt politikalarına rağmen son ziyaret, bu bölgelerdeki gerilimleri düşürme açısından -2022 yılına kıyasla- şaşırtıcı düzeyde iyi sonuçlar ortaya çıkardı. Mısır ve Türkiye’nin Filistin konusunda birlikte alacakları ortak siyasî pozisyon bölgedeki İsrail’in ABD destekli üstünlüğünü dizginlemesi beklenmektedir.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazzeli Tutsakların Yaşadıkları

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

Sivillerin esir alınması, İsrail’in Gazze üzerinde uzun yıllan beri uyguladığı kapsamlı kontrol ve abluka politikasının önemli bir parçasıdır. İsrail, Filistin’de kurmaya çalıştığı haksız hâkimiyeti sağlama yolunda Filistinlilerin en temel haklarını dahi ellerinden almış, pek çok kez hiçbir sebep göstermeksizin onları esir almıştır.

Resmi kurumlar ve insan hakları kuruluşları, İsrail ordusunun Gazze'deki kara saldırılarında yüzlerce Filistinliyi alıkoyduğu ve bu kişilerin akıbeti, nerede tutulduğu hatta sayılarının tam olarak kaç olduğunun bilinmediğini belirtiyor.

Gazzeli esirlerin hemen hemen hepsi, tutsak edildiği süre zarfında; fiziksel ve psikolojik şiddet, taciz ve tecavüz gibi pek çok işkenceye maruz kalırlar. Büyük bir kısmı ise tutsak olma durumundan sağ kurtulamaz. Bu görüş yazısında anlatılacaklar bir film sahnesinden alınmadı, senaryo değil, roman özeti hiç değil. Bilakis gerçeğin ta kendisi ve maalesef Gazze realitesinin yalnızca küçük bir parçası.

Bu çalışmada, Gazzeli tutsaklarla yapılan röportajları ve tutsakların bizzat gördüğü işkenceleri sizler için derledik.

Gazzeli Tutsaklar Nelere Maruz Kalıyor?

TRT Arabi Muhabiri Sami Berhum, 50 gün boyunca tutsak edilen Gazzeli İbrahim Şehin’le, tutukluluk sürecinde yaşadığı ve şahit olduğu olaylar hakkında bir röportaj gerçekleştirdi. İbrahim Şehin, o süreç hakkında şunları söyledi: “Tutuklu kaldığım süre zarfında gördüğüm kadarıyla tutsak kadınlar zulmün en çirkin halini görüyor. Beni tutukladıktan sonra Saftavi bölgesinden Zekim tarafına naklettiler. Yanımızda 4 kadın tutuklu vardı. O kadınlardan ikisini esirlerin bulunduğu çadıra çırılçıplak şekilde aldılar. Ben, çıplak bir kızın üzerini örtebilmesi için pantolonumu çıkarıp kızın üzerine attım. Sırf bu yüzden 3 gün boyunca aralıksız şekilde darp edildim. İstihbarat soruşturmasında serbest bırakılan kadın mahkûmlardan biri, soruşturmaya uzun saçlı girdi ve saçları tamamen kesilmiş bir şekilde soruşturmadan çıktı.

Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Kadınlarımıza saygı gösterilmemesinin, gözümüzün önünde onların çırılçıplak hale getirilmesinin ne demek olduğunu biliyor musunuz?

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Gazze Açlıkla Baş Başa

Hatice KOÇLAR

GİRİŞ

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı (WFP), güvenli dağıtıma izin veren koşullar oluşana kadar Gazze’nin kuzeyine hayat kurtaran gıda yardımı dağıtımını durdurma kararı aldı.

Açıklamada, ‘’WFP, Gazze’deki çaresiz insanlara acilen ulaşma konusunda son derece kararlıdır, ancak kritik gıda yardımlarının ulaştırılması ve bu yardımları alan insanlar için güvenlik ve emniyet sağlanmalıdır.’’ denildi.

Gazze’nin ‘’pamuk ipliğine bağlı’’ olduğu değerlendirmesi yapılan açıklamada, ‘’WFP’nin çaresizce açlık çeken binlerce insan için açlığa giden yolu tersine çevirmesi sağlanmalıdır.’’ sözleri yer aldı.

SOYKIRIM SIRASINDA İNSANİ YARDIM

İsrail Başbakanı Netanyahu yıllardır abluka altında yaşayan Gazze’ye 7 Ekim’den sonra tam abluka uygulanacağını açıklamıştı. Bu kararın ardından Gazze’de elektrik ve su tamamen kesilmiş, sivil hedefler günlerce bombalanmıştı. İsrail birkaç hafta boyunca insani yardım girişini engelledi.  Uluslararası tepkilerin artmasıyla ilk kez 21 Ekim 2023’te Refah sınır kapısından oldukça kısıtlı insani yardım girişine izin verilmişti. İlerleyen günlerde Oxfam, Avrupa Birliği, Birleşik Krallık ve Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar, İsrail’in insani yardımı kasıtlı olarak engellediğini belirtti.

İngiltere eski Dış İşleri Bakanı David Cameron, İsrail’in Gazze’ye giden önemli bir yardım kapısının kapatılmasını talep ettiğini ileri sürerek, İngiltere doğumlu bir hükümet sözcüsünün görevden alınmasıyla sonuçlanan bir tartışmaya girdi.

Cameron, sert bir mektupla, yardımların ‘’İsrail hükümetinin keyfi reddetmeleri ve uzun süren onay prosedürleri, çoklu taramalar ve gündüz saatlerinde dar aralıklar’’ nedeniyle Gazze’ye ulaşamadığını söyledi.

Bunun üzerine eski dönem hükumet resmi sözcüsü Eylon Levy, Cameron’a attığı tweette, İsrail’in yardımların ulaştırılmasında herhangi bir engel oluşturmadığını öne sürmüştü. 

Cameron bir görüşünde ‘’Uluslararası bağışçıların istedikleri kadar yardım göndermeleri gerektiği ve İsrail’in girişini kolaylaştıracağı iddialarını dile getiriyorsunuz. Keşke durum böyle olsaydı. İngiltere’nin Gazze’ye yaptığı yardımın İsrail’in izinlerini bekleyerek rutin olarak bekletilmesi çok büyük bir hayal kırıklığı. Örneğin, İngiltere tarafından finanse edilen bazı yardımların onay için üç haftadan biraz daha uzun bir süre sınırda bekletildiğini biliyorum,’’ dedi.

‘’En büyük engelleyiciler, İsrail hükümetinin keyfi inkarları ve gündüz saatlerinde çok sayıda tarama ve dar açılış pencereleri de dahil olmak üzere uzun süren onay prosedürleri olmaya devam ediyor.’’

İSRAİL’İN GAZZE’YE UYGULADIĞI ABLUKA

İsrail’in Gazze’ye ve Gazze’den mal ve insan hareketlerine uyguladığı kısıtlamalar 1991’e dayanır. Başlangıçta geçici olarak belirlenen bu politika, Mart 1993’te kalıcı bir idari önleme dönüşmüştür. O zamandan beri ablukanın şiddeti değişse de hiçbir zaman tamamen kaldırılmadı. 1994’te İsrail, bir güvenlik önlemi olarak Gazze-İsrail bariyerinin inşaatına başladı. İnşa edilen bariyerin üzerinde dört sınır kapısı bulunmaktadır. Krem Şalom, Karni, Erez ve Sufa sınır kapıları. İsrail’den geçen ihracatların Gazze’ye girmesi veya Gazze’den çıkması için bu sınır kapıları kullanılmakta ve güvenlik incelemesinden geçmektedir. 2005’te İsrailli yerleşimcilerin Gazze’den çekilmesinden sonra, Gazze havadan, karadan ve denizden tam abluka altına alındı, Gazze ile tüm ticaret durduruldu ve mal girişi ‘’insani asgari’’ ile sınırlandırıldı. Bu sivil halkın hayatta kalabilmesi için asgarî düzey temel yaşam malzemelerinin girişine izin verilmesi demekti. Ancak Gazze’ye uygulanan abluka öyle şiddetliydi ki İsrail’in su ve elektrik kısıtlamaları, altyapıyı çökertmeye yönelik politikaları sebebiyle sivil halk temel yaşam standartlarının oldukça altında bir hayat sürdürmekteydi.

GAZZE ŞERİDİ, fotoğraf: wikipedia

-Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu İletişim Başkanı Mey al Sayegh, ‘’Gelen yardım miktarı Gazze’nin insani ihtiyaçları açısından bir damla su. Bu çatışmadan önce, sadece Gazze’ye (günde) yaklaşık 100 kamyon yardım giriyordu. Şimdi, tüm bu düşmanlıklara rağmen, sadece bu sayının geldiğini hayal edin.’’

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

İsrail mühimmatlarını hangi ülkelerden alıyor?

Ayten Rumeysa ÜNSAÇAN

Kurulduğu yıldan bugüne dek İsrail’in en büyük müttefiki ve silah tedarikçisi ABD’dir. Onun ardından bir nevi Nazi soykırımını hafızalardan silmeye çalışan Almanya gelmektedir. İtalya ve diğer bazı devletlerle birlikte, bu durum 7 Ekim sonrası da değişmemiştir. Aslında büyük bir silah ihracatçısı olan İsrail, tarihindeki en yıkıcı saldırıları gerçekleştirirken ithal bomba, füze ve mühimmatlara gereksinim duymaktadır. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) raporuna göre, ABD İsrail savunma sanayi ithalatının %69’unu sağlamaktadır. İkinci sıradaki Almanya %30 ve İtalya ise %0,9’luk bir paya sahiptir.

2018 yılında Başkan Obama döneminde imzalanan 10 yıllık bir mutabakata göre, ABD İsrail’e her yıl ortalama 3,8 milyar dolar değerinde askeri yardım sağlamaktadır. Yabancı Askeri Finansman (FMF) programı ve füze savunma sistemleri iş birliği de buna dâhildir. ABD’nin bu yardımları, İsrail’in gelişmiş silah endüstrisini kurmasına olanak tanımıştır. Yıllık yardımın yanı sıra ABD, İsrail’in bölgedeki Niteliksel Askeri Üstünlüğü’nü (QME) de korumaktadır.

Bu durum; ABD’nin, Ortadoğu’da İsrail dışında herhangi bir ülkeye askeri destek sağladığında, İsrail’e her zaman komşu ülkeler açısından caydırıcılığı daha yüksek bir yardım gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir. Bu sayede İsrail’in bölgedeki askeri üstünlüğü istikrarını koruyabilmektedir. Yapılan yıllık yardımlara ek olarak Biden yönetimi 7 Ekim sonrasında İsrail’e ek askeri yardımda bulunulacağını açıklamıştır.

Uzun vadede teslim edilecek olan ve yaklaşık 26 milyar doları bulan bu yardımın kısa, orta ve uzun menzilli “Demir Kubbe” “Davut Sapanı” ve “Demir Kiriş” sistemleri için mühimmatın yanı sıra bölgedeki ABD stoklarını yenileme amacı da içerdiği belirtilmiştir. Bununla birlikte 7 Ekim’den bu yana ABD İsrail’e binlerce ton askeri teçhizat, mühimmat, koruyucu ekipman ve tıbbi malzemenin yanı sıra istihbarat desteği ve üst düzey danışmanlık da sağlamıştır. Eski bir Biden hükümeti yetkilisi, İsrail’in Gazze’deki saldırısını ABD desteği olmadan sürdüremeyeceğini ifade etmiştir.

Şekil 1. İsrail’in yıllara göre silah ithalat oranı (Kaynak:  Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü)

ABD’nin İsrail’e sağladığı desteğin katlanarak artması, bölgede güç asimetrisi oluşturarak bir silahlanma yarışı başlatmıştır. Bununla birlikte yıllardır devam eden koşulsuz destek, İsrail’i hukuka aykırı davranmak konusunda cesaretlendirmektedir. Zira ABD Dış İlişkiler Konseyi’nin (CFR) üyesi Elliot Abrams’a göre, ABD’nin İsrail’e askeri desteğini durdurması, en büyük müttefikinin geri çekildiğini göstererek Yahudi devletine yönelik saldırıları cesaretlendirecektir.

İşgalci devletin ikinci en büyük silah ihracatçısı olan Almanya ise 2023 yılında yaklaşık 350 milyon dolarlık askeri teçhizatın İsrail’e sevkiyatını gerçekleştirmiştir. Bu rakam bir önceki yılın verilerine göre 10 kat daha yüksektir. Satış kararlarının çoğunluğu ise 7 Ekim sonrasında verilmiştir. Bu da savaşın başlamasının ardından ülkenin İsrail’e açık desteğinin bir göstergesidir. Teçhizatın yanı sıra İsrail ordusu hâlihazırda envanterinde bulunan Alman denizaltılarını da yenilemek için yine Almanya ile anlaşma imzalanmıştır. Ancak ülkenin 2023’teki üstün desteğine rağmen, 2024 yılı başından itibaren artan uluslararası eleştiriler nedeniyle İsrail’e savaş silahları ihracatını azalttığı belirtilmektedir.

Şekil 2. Biden ve Netanyahu 2023 Ekim ayında Kudüs'te düzenlenen Savaş Kabinesi toplantısında (Kaynak: Miriam Alster- https://www.jpost.com/breaking-news/article-807975)

İsrail’e, ABD ve Almanya’ya göre daha az miktarda silah ihracatı yapan üçüncü ülke ise İtalya’dır. Hükümetinin insan haklarını ihlal ettiği düşünülen ülkelere silah satışını engelleyen bir yasası bulunmasına rağmen, 7 Ekim’in ardından yalnızca üç ay içerisinde İsrail’e 2,1 milyon euroluk ihracat onaylanmıştır. 9 Mayıs 2024 tarihinde ise İtalya Dışişleri Bakanlığı, yeni ihracat onaylarının durdurulduğunu bildirmiştir. Savunma Bakanlığı ise önceden imzalanmış anlaşmaların teslimatının gerçekleştirildiğini, ancak silahların Gazze’de sivillere karşı kullanılmayacağına dair denetimlerin yapıldığını belirtmiştir.

Diğer bir Avrupa ülkesi olan İngiltere ise, İsrail’in büyük silah tedarikçilerinden değildir. Diğer devletlerden farklı olarak, İsrail hükümetine doğrudan silah satışı yapmak yerine şirketlere satış lisansı vermektedir. 7 Ekim’den Mayıs 2024’e kadar 42 ihracat lisansı verilmiş olup, bunlar askeri uçaklar, araçlar ve gemilerin bileşenlerini içermektedir. Ancak Eylül 2024’e gelindiğinde İngiltere, Gazze’de kullanıldığı tespit edilen yaklaşık 30 askeri ekipmanın lisansını durdurduğunu bildirmiştir. Bu durum İsrail güvenlik kuvvetleri için küçük bir miktarı karşılasa da, Netanyahu İngiltere’nin bu kararını “utanç verici” ve “Hamas’ı cesaretlendirici” olarak değerlendirerek kınamıştır.

İspanya’nın da İsrail’e silah ihracatı yapan ülkelerden biri olduğu bilinmektedir.

Sanayi, Ticaret ve Turizm Bakanlığı’nın 2024 Şubat ayı verilerine göre İspanya 7 Ekim’den itibaren İsrail’e 987 bin euro değerinde silah ihraç etmiştir. Bunların arasında bombalar, el bombaları, torpidolar, mayınlar, füzeler, mermiler ve diğer mühimmat türlerinin bulunduğu belirtilmektedir.

İsrail’e ihracatı nispeten küçük olan ülkelerden bir diğeri ise Hollanda’dır. Yine Şubat ayında bir Hollanda mahkemesi, ülkenin İsrail’e sağladığı F-35 uçağı parça tedarikini durdurma kararı almıştır. Ekipmanların uluslararası hukukun ciddi ihlallerinde kullanıldığını gerekçe gösteren mahkemeye karşın Hollanda hükümeti, bu teslimatın İsrail’in bölgesel güvenliği açısından büyük önem taşıdığını ileri sürerek karara karşı çıkmıştır.

7 Ekim’den bu yana devam eden süreçte Sırbistan’ın da işgalci devletin istikrarlı bir müttefiki olduğu bilinmektedir. Ülke İsrail’e hava savunma sistemi tedariki sağlamaktadır. Bunun yanında Fransa ve Avusturya gibi devletler de İsrail’e silah ihracatı yapan ülkeler arasında yer almaktadır.

Öte yandan yukarıda bahsedilen ülkelerden bir kısmı da dâhil olmak üzere giderek daha fazla ülke ve şirket İsrail’e yaptıkları silah sevkiyatlarını durdurma kararı almaktadır. Belçika, Kanada, İtalya, İspanya ve Hollanda gibi ülkeler, savaşın dokuzuncu ayından itibaren gelinen noktada ihraç edilen teçhizatın kullanımının Gazze’de sivil kayıplara yol açabileceği endişesiyle sevkiyatları durdurduklarını belirtmişlerdir.

Bu ülkelerin geri çekilmesi ise İsrail’i Hindistan’a daha çok bağımlı hale getirmektedir. İşgalci devletin güçlü destekçilerinden olan Hindistan, ülkenin hem başlıca silah alıcısı konumundadır hem de savaş sürecinde ülkeye hammadde tedariki sağlamaktadır. Hindistan’ın deniz yoluyla gerçekleştirdiği 27 ton patlayıcı madde içeren bir sevkiyat ise İspanya tarafından engellemiştir. Tüm bunlar sonucunda İsrail kuvvetlerinin tanklar, buldozerler ve zırhlı taşıyıcılar için parça ile silah ve mühimmat sıkıntısı yaşayabileceği endişesi taşıdığı belirtilmektedir.

İsrail Savaş Sürecinde Hangi Mühimmatları Kullandı?

Şekil 3. ABD ve İsrail ordu subayları bir ABD Patriot füze savunma sisteminin önünde (Kaynak: Jack Guez- https://www.cfr.org/article/us-aid-israel-four-charts)

Aksa Tufanı henüz ikinci ayını doldurmamışken, İsrail topçu birlikleri 100 binden fazla mermi kullanıldığını bildirmiştir. Diğer taraftan Wall Street Journal’a göre 7 Ekim’in ardından başlayan süreçte yalnızca ilk üç ay içerisinde ABD İsrail’e 230 kargo uçağı ve 20 gemi ile askeri teçhizat göndermiştir. Gönderilen mühimmatlar arasında 5 bin 400 adet MK-84 ve 5 bin adet MK-82 bombası bulunmaktadır. İsrael Hayom Gazetesi’ne göre ise, Ekim ayından sonra yalnızca 6 ay içerisinde 300’den fazla uçak ve 50 geminin ulaştırdığı 35 bin ton silah ve mühimmat İsrail’e gönderilmiştir. Çoğunluğu ABD’den olmak üzere farklı ülkelerin bu gönderimde yer aldığı bilinmektedir.

Bununla birlikte ABD’den İsrail’e yüzden fazla satış yapıldığı, ancak bunların yalnızca ikisinin kamuoyuna bildirildiği belirtilmektedir. Bu iki satış 253 milyon dolar değerindeki 14 bin tank mermisi ve 155 milimetrelik top mermisi bileşenlerini içermektedir.

Diğer satışların ise resmi olarak bildirilmesi gereken tutarın alt eşiğinde planlandığı ve binlerce hassas güdümlü mühimmat, küçük bombalar ve hafif silahlar içerdiği söylenmektedir. Bunun yanında bin adet GBU-39 küçük çaplı patlayıcı ve 3 bin adet KMU-572 Ortak Doğrudan Saldırı Mühimmatı (JDAM), binlerce sığınak delici mühimmat ve 200 kamikaze İHA’nın da sağlanan mühimmatlar arasında yer aldığı belirtilmektedir. Askeri mühimmatların yanı sıra ABD ile yapılan antlaşmada İsrail ordusuna F-35 ve F-15 savaş uçakları ile Apache helikopterinin de tedarik edildiği bildirilmektedir. İsrail, Boeing şirketi tarafından üretilen F-35 uçaklarını teslim alan ilk ülke konumuna gelmektedir. Hava savunmada önemli rol oynayan diğer bileşenlerden Demir Kubbe füze savunma sistemi ve Davut Sapanı sistemine sağlanacak mühimmat ve finansman da anlaşma içinde yer almaktadır.

Ekim 2023-Ocak 2024 arası dönemde ABD’den İsrail’e günlük 15 kargo uçuşunun gerçekleştiği de belirtilmiştir. Haziran 2024’e kadar ise toplam 173 uçuş gerçekleşmiştir. Savaşın dokuzuncu ayına gelindiğinde ise isimleri açıklanmayan ABD yetkilileri Reuters’a güncellenmiş sevkiyat listesini açıklamışlardır.

Buna göre Gazze’deki savaşın başlangıcından bu yana Biden hükümetinin İsrail’e gönderdiği çok sayıda mühimmat arasında en az 14 bin adet yüksek tahrip gücüne sahip 2 bin poundluk (907 kg) bomba, 6 bin adet 500 poundluk (227 kg) bomba, 2 bin adet Hellfire hassas güdümlü havadan yere füze, bin adet sığınak delici bomba ve 2 bin 600 adet havadan atılan küçük çaplı bomba bulunduğu açıklanmıştır.

Bunun yanında yetkililer sevkiyat takvimini paylaşmamış ve kamuoyuna resmi bir açıklama yapma yetkilerinin bulunmadığını belirtmişlerdir. Bununla birlikte bildirilen teçhizatı, İsrail’de olduğu gibi her gelişmiş ordunun sahip olabileceği tipik eşyalar olarak tanımlamışlardır. Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nden silah uzmanı Tom Karako’ya göre ise bu rakamlar büyük bir çatışmada hızlıca tüketilebilirken, diğer yandan ABD’nin müttefikine verdiği askeri desteğin büyüklüğünü vurgulamaktadır.

Şekil 4. Bir ABD C-17 uçağı, 13 Ekim 2023'te Nevatim Hava Üssü'nde İsrail'e gönderilen Amerikan mühimmatlarıyla dolu kasalarla duruyor (Kaynak: Lolita Baldor- https://www.timesofisrael.com/who-are-israels-key-weapons-suppliers-and-who-has-halted-exports-since-oct-7/)

İsrail’e milyarlarca dolarlık askeri destek sağlayan ABD, ilk kez Mayıs 2024’te kentsel alanlarda kullanımıyla sivillerin ölebileceği endişesini belirterek 1.800 adet 2 bin poundluk (907 kg) ve 1.700 adet 500 poundluk bomba teslimatının geri çekileceğini duyurmuştur. Ancak Temmuz ayına gelindiğinde 500 poundluk bombaların teslim edileceğini, 2 bin poundluk olanların ise geri çekilmeye devam edileceğini açıklamıştır. 2 bin poundluk bir bomba kalın beton tabakasını ve metali parçalayarak geniş bir patlama çapı oluşturma özelliğine sahiptir. Öte yandan bombaların duraklatılan sevkiyatının, ABD tarafından sağlanan askeri desteğin %1’inden daha azını karşıladığı söylenmektedir. Bunun ardından ise ABD ve İsrail tekrar 20 milyar dolarlık bir anlaşma imzalamıştır. Önümüzdeki iki ila beş yıl içerisinde teslim edilecek bu ürünler 18,82 milyar dolar değerindeki 50 adet F-15 uçağını, 774 milyon dolar değerindeki 120 mm’lik top mermilerini, 102 milyon dolarlık orta menzilli hava-hava füzelerini ve 583 milyon dolarlık taktik araçlarını içermektedir.

Savaşın yaklaşık bir yılının geride kalmasının ardından İsrail, ekimden bu yana 500. ABD askeri ikmal uçağını teslim aldığını duyurmuştur. Süreç içerisinde toplam 50 bin tondan fazla askeri teçhizat 500 uçuş ve 107 deniz sevkiyatı ile İsrail’e ulaştırılmıştır. ABD, Rusya-Ukrayna savaşı boyunca Ukrayna’ya yaptığı yardımların ayrıntı ve miktarlarını açıklamasına rağmen İsrail’e yapılanların detaylarını paylaşmamaktadır.

İsrail’in bir diğer silah tedarikçisi olan Almanya ise, İsrail’e hava savunma sistemleri ve iletişim ekipmanları sevkiyatı gerçekleştirmiştir. Bunun yanı sıra mühimmat olarak 3 bin taşınabilir tanksavar silahı ve ateşli silahlar için 500 bin mermi ihraç edilmiştir. 7 Ekim’in hemen sonrasında da İsrail’in yanında yer alan Almanya, 2023 yılına dek son 5 yıl içerisinde İsrail askeri yardımının %30’unu sağlamıştır.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nün (IISS) 2023 yılındaki istatistiğine göre İsrail ordusunda 169.500 aktif ve 465.000 yedek olmak üzere 634.500 personel mevcuttur. İsrail ordusu Gazze Şeridine yaklaşık 300 bin İsrail askerinin konuşlandığını belirmiştir. Ordu aktif ve yedek kuvvetlerin yanı sıra karada 2 bin 200 tank ve 530 top, havada 339 savaş uçağı ve 142 helikopter, denizde ise 5 denizaltı ve 49 kıyı devriyesi ile güçlendirilmiştir. Ayrıca İsrail’in Gazze’yi işgal sürecinde beyaz fosfor bombası kullandığı da bilinmekte, nükleer silah varlığının da üzerinde durulmaktadır.

İsrail Askeri Harcama ve Mühimmatlara Ne Kadar Bütçe Ayırıyor?

Pentagon, başta ABD olmak üzere diğer ülkelerle yapılan silah anlaşmalarının maliyetinin büyük kısmının ABD yardım parasından karşılandığını belirtmiştir. ABD yıllık yardımının çoğunluğu yine ABD’den askeri teçhizat ve hizmetlerin satın alındığı Yabancı Askeri Finansman (FMF) uygulaması kapsamında kullanılmaktadır. ABD’den alınan bu hibe desteğinin, İsrail savunma bütçesinin %15’ini oluşturduğu belirtilmektedir. Buna verilebilecek örnek olarak, İsrail en gelişmiş savaş uçağı olan F-35’lerin 75 siparişinden 39’nu teslim almış ve bunların bedelini ABD yardımlarıyla ödemiştir.

Şekil 5. İsrail Ordusu'nun, dört ay boyunca kara saldırısı düzenlediği Han Yunus kentinden çekilmesinin ardından kara harekâtında kullandığı ABD menşeli silah ve mühimmatların görünümü, 16 Mayıs 2024 (Kaynak: Anas Zeyad Fteha- https://www.middleeastmonitor.com/20240827-israel-receives-500th-us-military-supply-aircraft-since-7-october)

İsrail’in maddi kazanç sağladığı en önemli sektörlerden biri ise silah ticaretidir. İsrail’den silah ithal eden ülkeler başta Hindistan olmak üzere Azerbaycan, Filipinler ve ABD şeklinde sıralanmaktadır. Bunun yanında İspanya, 7 Ekim’den bugüne İsrail’den 1,07 milyon değerinde euro silah satın almıştır. Ancak tarih boyunca ithalatı ihracatından hep daha fazla olan İsrail’in, son on yılda ise silah ihracat miktarı ithalatını geride bırakmaktadır.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü'ne (SIPRI) göre İsrail’in ordusuna ayırdığı bütçenin en güncel verisi 2022 yılında 23,4 milyar dolar olarak belirtilmektedir. İsrail, dünyada kişi başına yapılan askeri harcamada ikinci sırada yer almaktadır. İsrail’de gayri safi yurtiçi hasılanın %4,5’i orduya ayrılmaktadır. Öte yandan savaşın yol açtığı finansal sıkıntılar sebebiyle önceki yıllara göre hükümetin bütçe açığında da artış olduğu görülmektedir. 2023’te gayri safi yurtiçi hasılasının %4,2 oranında bütçe açığı olduğunu belirten İsrail’in 2024 yılında ise bütçe açığı %6,6 oranına yükselmiştir.

İsrail kabinesi, 2023 Mayıs’ta onaylanan ve iki yılı (2023-2024) kapsayan bütçe planını artırmak üzere yeniden toplanmıştır. Başlangıçta bu bütçe 270 milyar dolar olarak öngörülmüştür. 2024 yılına gelindiğinde ise Netanyahu ve kabinesi, savaş için ek olarak 55 milyar şekel (15 milyar dolar) destek sağlayan ve diğer hükümet dairelerine ayrılmış fonlarda %3 oranında azaltmaya giderek savunma alanını büyüten bütçe düzenlemesini onaylamıştır. Zira savaşın (!) henüz üçüncü ayında çoğunluğu borçlanma yoluyla finanse edilen 30 milyar şekele (7,85 milyar dolar) rağmen fonların yetersiz olduğu görülmüştür. Ancak başta eğitim bakanlığı olmak üzere fonların kesilmesinden duyulan rahatsızlık üzerine Netanyahu, sağlık ve eğitim bütçesinde artış yapacağını belirterek itirazları yatıştırmıştır. Kabine bütçe düzenlemesi üzerinde mutabık kaldıktan sonra Netanyahu, iç güvenlik ve savunma bütçesindeki artışların gelecekteki zaferleri için büyük önem taşıdığına vurgu yapmıştır. Hemen ardından aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir’in yeni bütçesine 534 milyon dolar ilave edilmiştir. Düzenlenen 15 milyar dolarlık ek bütçe, başta askeri donanım satın almakta ve İsrail’in 360.000 yedek askerine ödeme yapmak için kullanılmaktadır. İşgal edilen Filistin topraklarındaki İsrail yerleşim birimlerinin finansmanı için ayrılan miktar da bu bütçenin içinde yer almaktadır.

Gazze’ye açılan savaş, başladığı andan itibaren her gün İsrail’e yaklaşık 269 milyon dolara mal olmaktadır. İsrail Merkez Bankası ise savaş maliyetinin 2023-2025 yılları arasında 55,6 milyar dolara ulaşabileceğini öngörmektedir.

Bunun yanında savaşa ayrılan fonların kısa vadede tükenmeyeceği görülmektedir. İsrail’in bu kapsamda finansal kaynakları üzerinde ne kadar baskı olursa olsun, ABD’nin sonu gelmeyen parasal ve askeri desteğinin bunu mümkün kıldığı açıktır.

Savaş Kabinesi İçerisindeki Anlaşmazlıklar Neler Ve İkilemler Soykırımın Seyrini Ne Yönde Etkiliyor?

Nigar GÜMÜŞ

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Filistin bölgesinde ortaya çıkan siyasi ve idari boşluk dönemin koşullarında İngilizlerin bölgede hakimiyet kurmaya çalışması şeklinde doldurulmaya çalışılmıştır. Fakat Yahudi terör gruplarının eylemleri ve bölgenin bir çıkmaza doğru gidiyor oluşu İngilizlerin bu bölgeyi BM’ye bırakmasına ve devamında 1948 yılında İsrail’in kurulmasına yol açmıştır. Devamlı çatışmanın hâkim olduğu bölge için tapınak gruplarının Mescid-i Aksa’ya olan baskınları, Filistinlilere yapılan eziyetler; Bünyamin Netanyahu’nun aşırılık yanlısı sağ hükümetinin başa geçmesi sonucunda artarak devam etmiş ve süreci 7 Ekim’e taşımıştır.  7 Ekim 2023 yılında Hamas İsrail tarafına ‘Aksa Tufanı’ adını verdiği operasyonu düzenlemiş ve birçok İsrail vatandaşı bu operasyon neticesinde esir alınmıştır. Bununla beraber İsrail’in askeri olarak çok güçlü olduğu intibası ve yenilmezliği büyük bir darbe almıştır.

Görsel 6. Bünyamin Netanyahu (Aydoğan, 2024)

Aksa Tufanı operasyonunun yapıldığı 7 Ekim günü birlik ve beraberlik mesajı veren İsrail Meclisi Knesset’teki muhalefet parti liderleri ortak bir açıklamada bulunarak orduya desteklerini bildirmişlerdir. Bu birlik beraberliğin devamı olarak ise 11 Ekim günü içerisinde muhalif Ulusal Birlik Partisi Başkanı Benny Gantz’ın da yer aldığı bir savaş kabinesi kurulmuştur.

7 Ekim’de verilen birlik beraberlik mesajının ardından 4 gün içerisinde bu birliğin uzun süreli olmayacağını gösteren sinyaller kendisini göstermeye başlamış ve 7 Ekim’de birlik mesajı verenler içerisinde yer alan ülkenin ana muhalefet partisi başkanı Yair Lapid 11 Ekim’de kurulan kabinede yer almamıştır. Savaş kabinesine katılmamasına ilişkin olarak bir işe yaramayacağını düşündüğünü ve aşırılık yanlılarının hükümetten uzaklaştırılması gerektiğini belirten Lapid, kabinenin kurulması fikrini ilk defa önerenlerden biriydi (Keller-Lynn, 2023).

İsrail ordusu bu süreçte savaş(!) için iki hedef belirlemiştir. İlk olarak Hamas’ın askeri kanadını yok etmek, ikinci olarak ise Hamas’ın liderliğini ortadan kaldırmak. Bu konuda başarıya ulaşmak ve yapılan katliamların sorumluluğunu yaymak için kurulan savaş kabinesi, kurulmasından bir ay kadar bir süre sonra çatırdamaya başlamıştır. Beş üyeden oluşan savaş kabinesinde; Başbakan Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant, daha önce savunma bakanı olarak görev yapan muhalif Ulusal Birlik Partisi Başkanı Benny Gantz lider olarak görev alırken, Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer ve daha önce İsrail Savunma Güçleri (IDF) Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan Gadi Eisenkot gözlemci olarak yer almıştır.

17 Ekim 2023 tarihinde El-Ehli Hastanesi’ni bombalayan işgal güçleri hastane bombalamasının ardından dünya kamuoyundan büyük bir tepki almıştır. Birçok ülke tarafından yapılan kınama açıklamaları sonrası hastanenin kendileri tarafından bombalanmadığını belirterek çelişkili ifadelerde bulunan İsrailli yetkililer ilerleyen günlerde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi Dezenformasyonla Mücadele Ekibi’nin yayınladığı bir video ile yalanlanmıştır. 18 Ekim’de ABD Başkanı Biden’ın Tel Aviv’e gitmesi ile ABD’nin her hal ve koşulda İsraili destekleyeceği mesajı dünyaya verilirken kara harekatı için ortam hazırlanmış, Gazze Şeridi’ne kara harekatı yapılmasının gerekliliği Biden’a iletilmiş ve destek vereceği sözü alınmıştır (Haber Merkezi, 2023).

Hastane katliamının üstüne kara harekatı için ABD’den gerekli desteği alan İsrail yine de ekim ayının sonuna kadarki süreçte kara harekatına başlayamamıştır. Daha önce açıklamalarında kara harekatının savaş kabinesinin belirleyeceği bir tarihte yapılacağını belirten Netanyahu kara harekatının başlangıcına kadar pek çok defa başladıkları ve başlayacaklarına dair açıklamalarda bulunmuştur. Bu süreçte kara harekatı başlamamış olsa da İsrail Gazze’yi yaptığı hava saldırıları ile sivil hedefleri kasten vurmaya devam etmiştir.

Görsel 7. Benny Gantz (Anadolu Staff, 2024)

Süreç içerisinde yapılan açıklamalar ordunun, Netanyahu’nun istifa etmesini istediği yönünde ilerlemiş ve ordu ile başbakan arasında bir sürtüşme olduğu basına yansımıştır. 29 Ekim tarihinde Netanyahu öncelikle X hesabından saldırılarla ilgili kendisine önceden bir uyarının gelmediği şeklinde bir tweet atmış ve bir süre sonra tweetini silerek özür dilediği bir paylaşımda bulunmuştur. Bu olay askeri yetkililer ile başbakanın bir sürtüşme içerisinde olduğu intibasını güçlendirmiştir. Konuya yönelik savaş kabinesinde yer alan Benny Gantz tweete ilk tepki verenlerden birisi olmuş ve  “Başbakan dün geceki açıklamasını geri çekmeli ve bu konuyla uğraşmayı bırakmalıdır” şeklinde X hesabından paylaşımda bulunmuştur (Independent Türkçe, 2023). Aynı şekilde basın sözcüsü de konu hakkında soru yönelten gazetecilere bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır. Bu olay dışarıya birlik beraberlik mesajı veren kabinenin içeride daha farklı bir durumda olduğunu göstermektedir. 2 gün sonra 31 Ekim günü İsrail fiili olarak kara harekatına başlamıştır. Öncesinde ufak çaplı kara operasyonları düzenlemiş olmalarına rağmen büyük çaplı bir harekata başladıkları tarihin, basına yansıyan başbakan-ordu arasındaki soğukluk haberlerinin 2 gün sonrasına denk gelmesi ise manidardır. Kara harekatının Hamas’ı yok etmek ve esirleri kurtarmak şeklinde iki ana hedefi bulunmaktadır. Fakat bu hedefler savaşın birinci yılına girerken halen amacına ulaşmamıştır.

Kasım ayında savaş kabinesinde kriz olduğuna dair haberler ortaya çıktmıştır. Eski İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot ve görevdeki Savunma Bakanı Yoav Gallant arasında olduğu öne sürülen krizin, iki ismin savaşa olan yaklaşım politikalarının farklılığından dolayı olduğu ve savaş kabinesinin yanı sıra büyük kabineye de krizin yansıdığı haberleri basına yansımıştır. Haberi yapan İsrail Kamu Yayın Kuruluşu Kan’ın siyasi işler muhabiri Michael Shemesh’e göre bu kriz daha geniş bir anlaşmazlığın sadece küçük bir parçasıdır (Kudüs Haber Ajansı , 2023).  Ateşkes olup olmayacağına yönelik olarak ise 8 Kasım tarihinde Netanyahu esirleri kurtarana kadar ateşkese varmayacaklarını belirtirken 13 Kasım tarihinde Gallant ise esirlerin kurtarılmasının anlaşma ya da operasyonların devamı şeklinde olabileceğini söyleyerek ateşkes ya da anlaşma ihtimaline dolaylı olarak değinmiştir. Buna müteakip Kasım’ın 15’inde savaş kabinesinin esirlerin kurtarılması ve rehine anlaşmasının maddelerini görüşmek için toplanacakları belirtilmiş, 22 Kasım’da ise İsrail’in esir takası anlaşmasını kabul ettiği bildirilmiş ve Netanyahu ordunun da bu anlaşmayı desteklediğini belirtmiştir. Aşırılık yanlısı bazı sağcılar anlaşmaya karşı çıkarken, İsrail Devlet Televizyonu KAN’a göre anlaşma Gazze’nin Güneyine doğru harekatı genişletmek için alınmış bir karar olarak açıklanmıştır. İsrail Dışişleri ise insani ara sebebinin yalnızca esirlerin kurtarılması olduğunu öne sürmüştür. İlerleyen günlerde ise savaş kabinesindeki yetkililerden Gazze’ye yönelik harekatların tüm Gazze’yi ele geçirene kadar devam edeceği ve harekatın amaçlarına ulaşılana kadar durulmayacağı yönünde peş peşe açıklamalar gelmiştir. Bu süreçte insani ara 3 gün daha eklenerek 1 Aralık’a kadar uzatılmıştır.

İsrail iç siyasetinde işlerin karıştığı; sağcıların Gazze’ye daha ağır bombardımanlar yapılmasını beklerken, muhalefetin Netanyahu’nun istifasını istediği bir döneme girilmiştir. Netanyahu’nun başkanı olduğu Likud partisinin içerisinde savaş sonrası seçim yapılması gerekliliğinin vurgulandığı ve esir yakınlarının başbakana tüm esirleri kurtarması için baskı yaptığı bir durumda, savaş kabinesi kararının “savaşa devam” olması şaşırılan bir durum olmadı. Buna ek olarak daha önce güvenli bölge ilan edilen Gazze’nin güneyine de harekâtın yayılacak olması iç siyasette sıkışan hükümetin kamuoyunu bastırmak için kullandığı bir araç olmuştur. İnsani aranın ardından İsrail Katar’da yer alan heyetini ateşkese dair sonuç alınamadığına ilişkin geri çağırmış, bir süre sonra tekrar Katar’a giden heyet ile görüşmelere devam edilmiş fakat aralık ayı içerisinde bu görüşmelerden de bir sonuç alınamamıştır. Aralık ayının sonuna doğru ise basına Netanyahu ve Gallant’ın arasının açık olduğu haberleri yansımıştır.

Netanyahu’nun esirler ile ilgili olarak Galllant ile Katar’da görüşmeler yapan Mossad Başkanı Barnea’nın yalnız görüşmelerine izin vermediği haberlerinin ardından ikilinin Tel Aviv’de aynı saatlerde ayrı olarak basın toplatısı düzenlemeleri de dikkat çekmiştir. Konuya ilişkin Netanyahu ‘Savunma Bakanına bu akşam ortak bir basın toplantısı düzenlemeyi önerdim. O da kendi kararını verdi’ diyerek yanıt verirken Gallant’ın ofisi ise ‘Bazen birlikte bazen de ayrı ayrı basın toplantıları düzenliyoruz’ şeklinde yanıt vermiştir. İkilinin Lübnan’a (Hizbullah’a) yoğun bir saldırı başlatılması konusunda da ayrıştığı ve Gallant’ın bunun için Netanyahu’ya baskı yapmasına rağmen Netanyahu’nun bunu desteklemediği iddialar arasında yer almıştır (Sputnik Türkiye, 2023).

Yeni bir yıla girildiği günlerde İsrail’de muhalefet partisi başkanının savaş kabinesi liderlerinden Benny Gantz’a kabineden istifa etmesini ve başbakan olarak kendisini destekleyeceklerini bildirmesi ile beraber İsrail’de yeni bir lider arayışına girildiği görülmektedir. Bu açıklamaya Benny Gantz’dan istifa etmeyeceği ve en önemli hedeflerinin esirleri kurtarmak olduğu yönünde bir cevap gelmiştir. Bu açıklama toparlayıcı olarak görünmekle beraber Netanyahu’nun Hamas’ı tamamen yok etmek olan amacı ile de çelişmektedir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Savaş kabinesi üyelerinin savaşın gidişatı ile alakalı birçok konuda farklı düşüncelere sahip olmaları iplerin gitgide gerildiğini gösterirken İsrail Yüksek Mahkemesi’nin yargı reformunu iptal etmiş olması da Netanyahu’yu ve hükümetini kazanamadıkları bu savaşta büyük bir çıkmaza doğru ilerletmektedir.

Görsel 8. Yaov Gallant (TRT Haber, 2024)

18 Ocak’ta yapılan bir habere göre, savaşın devamı ve Gazze’nin savaş sonunda kim tarafından yönetileceği hususunda tartışmalarının ana gündem olduğu savaş kabinesinde; Gantz ve Eisenkot Hamas’ın esirleri bırakması halinde savaşı bitirme yanlısı iken Netanyahu bu fikrin tam karşında yer almaktadır (Kudüs Haber Ajansı, 2024).  Kuzeyde Lübnan Hizbullahı ile çatışan İsrail; Lübnan, Batı Şeria ve Gazze olmak üzere üç koldan yürüttüğü savaşında gitgide bir bataklığa çekilmektedir. Bu süreçte Netanyahu’dan daha iyi çalıştığı düşünülen Ulusal Birlik Partisi başkanı Benny Gantz’ın yapılacak olası bir seçimde seçimleri kazanacağına yönelik anket çalışmaları dikkat çekmektedir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Üstüne Benny Gantz’ın Mart ayının başında Amerika’ya giderek üst düzey yetkililerle görüşmeler yapması, akla Amerika’nın Netanyahu yerine alternatif bir lider aradığı sorularını getirmiştir. Savaş kabinesi içerisinde liderlik görevi gören Netanyahu, Gantz ve Gallant arasındaki gizli yarış da bu şekilde yavaş yavaş kendisini göstermeye başlamıştır. Netanyahu’nun Refah’a karadan saldırmak istediği ve Amerika’nın buna olumlu bakmadığı biliniyor olsa da süreç bir şekilde Netanyahu’nun istekleri doğrultusunda ilerlemekte, Amerika ise söylemlerinin tersine yardım etmekten geri durmamaktadır. Savaş kabinesi içerisinde yer alan anlaşmazlıklar ise süreci yavaşlatırken zaman zaman küçük yön değişikliklerine sebep olmaktadır. Katliam konusunda ayrışmayan savaş kabinesi üyelerinin ayrıştıkları noktaların nereye, ne zaman gibi konular ve bunların yanı sıra iç siyasi meseleler olduğu gözlemlenmektedir.

Savaş uzadıkça ekonominin bozulması, esirlerin kurtarılamaması ve savaşın bölgeye yayılacak olmasına yönelik endişeler İsrail kamuoyunun protestolarının artmasına sebep olmuştur. 16 Nisan’da Eisenkot ordunun çok güzel işler yapmış olsa dahi esirleri getiremediğini belirterek bir eleştiride bulunurken (Kudüs Haber Ajansı, 2024), nisanın sonunda Gantz’da yaptığı açıklamada benzer şekilde esirleri geri getirmenin önemine değinmiştir (Yılmaz & Topçu, 2024).

7 Mayıs günü Hamas’ın ateşkesi kabul ettiğini bildirmesinin ardından Refah Sınır Kapısının Gazze tarafını işgal ettiğini duyuran İsrail’in Refah’a olan harekatı savaş kabinesi tarafından onaylanarak gerçekleştirilmiştir. Savaş kabinesi Refah’a girişleri için ‘İsrailli esirlerin serbest kalması ve savaşın amaçlarına ulaşılmasının hedeflendiği’ belirtilmiştir (Koşak, İsrail Savaş Kabinesi, Refah’ta saldırılara devam kararı aldı, 2024). İsrailli üç subayın yaptığı açıklamalarda Netanyahu’nun asıl amacının Yahya Sinvar’ı yakalamak olduğu ve bunun kişisel bir meseleye dönüştüğü söylenmiş, esirlerin ise artık umursanmadığı belirtilmiştir (Kudüs Haber Ajansı, 2024). Gazze’ye yapılan saldırılarda daha önce Yahya Sinvar’ın evine yapılan operasyon göz önüne alındığı zaman bunun olası bir çıkarım olduğu varsayılabilir. Bununla beraber kasım ayındaki insani aranın yapıldığı süreçte de Hamas yetkililerinin öldürülmesi için talimat verildiği hatırlanacak olursa savaşın başından beri var olan hedefin artık farklı bir boyut kazandığı söylenebilir.

İSRAİL’DE YENİ DÖNEM

Mayıs’ta Aksa Tufanı 7. ayını geride bırakmışken İsrail masum sivilleri öldürmek ve soykırımın şiddetini günden güne arttırmak dışında bir sonuca ulaşamamıştır. Bu süreçte savaş kabinesi ile ayrışmalar derinleşmiştir. 20 Mayıs’ta savaş kabinesi içerisinde tartışma yaşandığı haberleri basına yansımıştır. Bu tartışma daha öncekilerden farklı olarak Gantz’ın, İsrail saldırılarından sonra Gazze’nin idaresinin 8 Haziran’a kadar oylanmaması halinde hükümetten istifa edeceğini bildirmesi açısından önemlidir (Koşak, İsrail Savaş Kabinesinde Başbakan Netanyahu, Gantz ve Eisenkot ile tartıştı, 2024). Daha önce de tartışmalar yaşanmış olsa da Gantz tarafından hükümetten çekilme tehdidi ilk defa dile getirilmiştir. Bu durum yaşanan fikir ayrılıklarının gitgide arttığının göstergesidir. Bunun kuru bir tehdit olmadığı ise 10 gün sonra Gantz’ın partisi Ulusal Birlik’ in meclisin feshedilmesi için sunduğu tasarı ile görülmüştür.

Görsel 9. Savaş Kabinesi Üyeleri (Yaov Gallant, Benny Gantz, Benjamin Netanyahu, Ron Dermer, Gadi Eisenkot) (Zilber & Shotter, 2024)

Haziran ayında Benny Gantz hükümetten ve savaş kabinesinden istifa etmiş ve erken seçim talebinde bulunmuştur. Gantz ayrıca "Netanyahu'nun nefret söylemlerine rağmen hala birlik için kendisiyle konuşanların olmasına anlam veremediğini" belirtmiştir. Gantz’ın ardından eski genelkurmay başkanı ve kabinede gözlemci olarak yer alan Gadi Eisenkot da Netanyahu’ya istifa mektubunu iletmiştir. Eisenkot, Netanyahu’yu ülke çıkarlarını korumaya yönelik kararlar almamakla da eleştirmiştir. Netanyahu ise, Gantz’ı yanlış zamanda istifa etmekle suçlarken, tüm siyonist partilere kapısının açık olduğunu belirtmiştir (Fırat, 2024). Gelen istifaların ardından 17 Haziran’da  Netanyahu savaş kabinesini tamamen feshetmiştir. Savaş kabinesinin yerine birkaç kişi ile danışma toplantıları yapabileceği söylenmiştir. Toplantılara savaş kabinesindeki toplantılara da katılan Aryeh Deri, Savunma Bakanı Yoav Gallant, Stratejik İlişkiler Bakanı Ron Dermer’in katılacağı belirtilmiştir (BBC NEWS Türkçe, 2024).

İstifa haberleri ani gibi görünse de süreç incelendiği zaman kabinenin haziran ayına kadar devam edebilmiş olması bile şaşırtıcı olarak yorumlanabilir. Öncelikli olarak ayrıştıkları noktalardan biri olan esir takası meselesinde Netanyahu’nun bir türlü anlaşmaya yanaşmaması ayrıca savaşı bitirecek her türlü duruma da karşı çıkıyor oluşu ana sebeplerdendir. Bununla beraber İsrail’in Gazze’den çekilmesinin ardından Gazze’yi kimin yöneteceği ile ilgili de aralarında fikir ayrılıkları olduğu bilinen kabinenin erken seçim talepleri ile süreç bir liderlik yarışına da dönüşmüştür. Savaş kabinesinin feshedilmesi ile hükümet düşmemiş aksine merkezileşmiştir. Netanyahu’nun savaş kabinesinin feshinden sonra Gazze’de yaşanan başarısızlığın suçunu kabineye yüklemesinin önü açılmıştır.  

SAVAŞ KABİNESİNİN FESHEDİLMESİNDEN SONRA

Kabinenin dağıtılmasının ardından İsrail saldırılarını artırmıştır. Gerilimin son derece yükseldiği, Lübnan Hizbullahı ile çatışmaların sürdüğü, Gazze’ye olan saldırıların devam ettiği, Batı Şeria’da şiddet olaylarının arttığı ve esir ailelerinin greve başladığı günlerde bu sefer de Gallant Amerika’ya giderek gerginleşen Tel Aviv-Washington arasındaki ilişkiler hakkında görüşmeler yapmıştır. Bundan 1 ay kadar sonra Temmuz sonunda ise bu sefer Netanyahu Amerika’ya giderek kongrede konuşmuş ve uzun süre ayakta alkışlanmıştır. Amerika’nın sorgusuz desteği bir kez daha bu olayla görülmüştür.

31 Temmuz tarihine gelindiğinde İsrail saldırganlığını farklı bir boyuta taşıyarak Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi İran’da şehit etmiş fakat bu konuda açıklama yapmaktan kaçınmıştır. İlerleyen günlerde İran’dan bir misilleme beklense de kayda değer bir durum olmamıştır.

Sonuç

Olayların 1. yılına girilirken artık esir takasının çok da gündemde olmadığı görülmektedir. İsrail’de halk ayaklanmaları artmış, iç savaş çıkabileceğine yönelik haberler basına yansımıştır. Fakat süreç içerisinde İsrail Hamas’ın Gazze’deki liderliğini bitirme, Hamas’ı yok etme, esirleri kurtarma şeklinde koyduğu hedeflerine ulaşamamıştır. İsrail hedeflerine ulaşamadıkça yayılmacılığı ve saldırganlığı artmaktadır. Mısır’da Philedelphia Koridoru’ndan çekilmeyi reddederken, Lübnan’a da saldırılarını artırmaktadır. Bu gidişatta sürecin Amerika’daki başkanlık seçimleri ile beraber daha çok belli olacağı ve şekilleneceği düşünülebilir.

İsrail’in Uluslararası İtibarı ve Soykırım Suçlamalarının Dış Politikadaki Etkileri

İlayda Kara

Giriş

İsrail, 1948’deki kuruluşundan bu yana, özellikle Filistin topraklarında uyguladığı politikalar nedeniyle uluslararası arenada çeşitli suçlamalarla karşı karşıya kalmıştır. Bu suçlamalar arasında en dikkat çekici olanı, İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım olarak nitelendirilmesidir. Bu metinde, İsrail’in uluslararası itibarı ve soykırım suçlamalarının dış politikadaki etkileri derinlemesine incelenecektir.

Tarihsel Arka Plan

İsrail’in kuruluşu, 1948 Arap-İsrail Savaşı ve sonrasında yaşanan çatışmalar, uluslararası toplumun dikkatini çekmiştir. İsrail’in askeri operasyonları ve yerleşim politikaları, özellikle 1967 Altı Gün Savaşı sonrasında işgal ettiği topraklarda uyguladığı politikalar, sürekli olarak eleştirilmiştir. Bu eleştiriler, İsrail’in uluslararası itibarını zedelemiş ve ülkenin dış politikasını şekillendirmiştir.

Soykırım Suçlamaları

İsrail’e yönelik soykırım suçlamaları, özellikle Gazze Şeridi’ndeki askeri operasyonlar sırasında yoğunlaşmıştır. Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) açılan davalar, İsrail’in Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım niteliği taşıdığı iddialarını içermektedir. Güney Afrika’nın 2023 yılında UAD’ye yaptığı başvuru, bu suçlamaların en dikkat çekici örneklerinden biridir. Bu başvuruda, İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik eylemlerinin soykırım özellikleri taşıdığı ve bu eylemlerin uluslararası hukuka aykırı olduğu savunulmaktadır (BBC News Türkçe, 2024) .

Uluslararası İtibar

İsrail’in uluslararası itibarı, soykırım suçlamaları nedeniyle ciddi şekilde zarar görmüştür. Birçok ülke ve uluslararası örgüt, İsrail’in politikalarını eleştirmiş ve yaptırımlar uygulamıştır. Bu durum, İsrail’in diplomatik ilişkilerini ve dış politikasını olumsuz etkilemiştir. Özellikle Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşlar, İsrail’in politikalarını sert bir şekilde eleştirmiştir (Uluslararası Af Örgütü, 2024) .

Dış Politikadaki Etkiler

Soykırım suçlamaları, İsrail’in dış politikasında önemli değişikliklere yol açmıştır. İsrail, uluslararası arenada kendini savunmak ve itibarını korumak için yoğun diplomatik çabalar sarf etmektedir. Bu çabalar arasında, uluslararası kamuoyunu etkilemek için medya kampanyaları düzenlemek ve diplomatik ilişkileri güçlendirmek yer almaktadır. Ayrıca, bu suçlamalar İsrail’in bölgesel ilişkilerini de etkilemiştir. Özellikle Arap ülkeleriyle olan ilişkilerde gerginlikler yaşanmıştır. İsrail, bu gerginlikleri azaltmak için çeşitli diplomatik girişimlerde bulunmuş, ancak bu girişimler genellikle sınırlı başarı elde etmiştir (BBC News Türkçe, 2024) .

Bölgesel ve Küresel Tepkiler

İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemleri, bölgesel ve küresel düzeyde geniş çaplı tepkilere yol açmıştır. Arap Birliği, İsrail’in politikalarını sürekli olarak kınamış ve Filistin halkına destek vermiştir. Ayrıca, Türkiye gibi bazı ülkeler de İsrail’e karşı sert eleştirilerde bulunmuş ve diplomatik ilişkilerini askıya almıştır. Bu tepkiler, İsrail’in bölgesel izolasyonunu artırmış ve ülkenin dış politikadaki manevra alanını daraltmıştır (Dergipark, 2024).

Uluslararası Hukuk ve İnsan Hakları

İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemleri, uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında da yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, İsrail’in eylemlerini kınayan birçok karar almış ve bu eylemlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) de İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemlerini incelemeye almıştır. Bu durum, İsrail’in uluslararası itibarını daha da zedelemiş ve ülkenin dış politikadaki hareket alanını kısıtlamıştır (Al Jazeera Türk, 2024) .

Medya ve Kamuoyu

Medya, İsrail’in Filistin topraklarındaki eylemlerini geniş çapta haberleştirmiş ve kamuoyunun dikkatini bu konuya çekmiştir. Özellikle sosyal medya, İsrail’in eylemlerine karşı küresel bir farkındalık yaratmada önemli bir rol oynamıştır. Bu durum, İsrail’in uluslararası itibarını olumsuz etkilemiş ve ülkenin dış politikadaki stratejilerini yeniden gözden geçirmesine yol açmıştır (Hürriyet, 2024) .

Sonuç

İsrail’in uluslararası itibarı ve soykırım suçlamalarının dış politikadaki etkileri, ülkenin diplomatik ilişkilerini ve uluslararası konumunu derinden etkilemiştir. Bu durum, İsrail’in gelecekteki dış politika stratejilerini şekillendirecek önemli bir faktör olmaya devam edecektir. İsrail, uluslararası itibarını korumak ve soykırım suçlamalarına karşı kendini savunmak için yoğun çabalar sarf etmeye devam edecektir.

İsrail Tarafındaki Kayıplar Neler?

Şerife Sena ŞEN

7 Ekim 2023’te başlayan Aksa Tufanı’nın ilk gününden beri Filistin tarafındaki kayıpların paylaşılan istatistikleri İsrail’in Gazze üzerinde yaptığı soykırım, hak ihlalleri ve savaş suçlarının boyutunu gözler önüne serdi. Filistin tarafındaki kayıplar, İsrail tarafında hükumetin “savaşta” ne kadar başarılı ve etkili olduğunu düşündürse de aslında İsrail’in de çok fazla kayıp verdiği ve zarara uğradığı bir gerçek. İsrail tarafındaki kayıplardan birçok kişi haberdar değil. Bunun en önemli sebeplerinden biri; İsrail ordu mensuplarının, halkın ve ordunun kendilerine olan inancını kaybetmemek adına kendi aleyhinde olan gerçek verileri paylaşmamasıdır.  Askeri sansür sebebiyle ordudaki ölü sayısı, tutsak ve rehabilite olanların sayısı İsrail askerlerinden ve kamuoyundan gizli tutulmaktadır.

Fotoğraf: İsrail ordu mensupları, Mostafa Alkharouf’un kadrajından (AA)

İsrailli askeri uzman Amos Harel, Aralık 2023’te yaptığı açıklamada işgal kuvvetlerinin Gazze’deki hedeflerine ulaşamayacağını öngördüğünü söylemişti. Harel, İsrail gazetesi Haaretz’de yayımlanan makalesinde, İsrail’in Hamas askeri gücünü tamamen ortadan kaldırmaya yönelik açıkladığı savaş hedeflerinin önündeki zorluk ve engellere değindi. Haaretz gazetesi için kaleme aldığı “İsrailli Politikacılar Gazze Savaşı Konusunda Ordunun Tutamayacağı Sözler Veriyor.” başlıklı makalede “Ordunun paylaştığı yaralı asker sayısı ile hastane verileri arasında uçurum var.” dedi. Harel; İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi için “… verilen kayıplara rağmen savaşın gidişatından oldukça memnun ancak Hamas’ın çöküşünün yakın olduğuna dair hiçbir işaret yok.” yorumunda bulundu. “Hamas’ın yok edilmesi, esirlerin geri getirilmesi, Gazze sınırında yıkılan tüm İsrail yerleşkelerinin yeniden inşası ve sınır güvenliğinin sağlanması” hedeflerine işaret eden Harel, “Bunlar iddialı hedefler ve bazılarına ulaşılamayacağı açıkça ortada. İsrail’in bu gerçeği ABD baskısıyla kabul edeceği de ortada.” ifadesini kullandı. "Hızla artmakta olan ekonomik sıkıntılar, yedek askerlerin üzerindeki yük ve ABD’nin beklentileri" gibi İsrail'in karşı karşıya olduğu sorunların, Gazze'deki yoğun saldırıların yakın zamanda sonlandırılmasıyla sonuçlanabileceğini" söyleyen Harel, şöyle devam etti: "Eğer bu gerçekleşirse, hükümet ve ordu iki ucu keskin bir sorunla karşı karşıya kalacak. Halkın büyük bir kısmı, rehinelerin serbest bırakılmasının İsrail'in birinci önceliği olması gerektiğine inanıyor ve onların geri dönüşlerindeki herhangi bir gecikmeyi büyük bir başarısızlık olarak değerlendiriyor."  

Fotoğraf: Amos Harel, 24 TV

Yine Amos Harel, 12 Eylül 2024’te Haaretz Gazetesi için kaleme aldığı manşette, İsrail ordusunun ünlü birim 8200'ünün başındaki Tuğgeneral Yossi Sariel’in; 7 Ekim saldırılarına yol açan istihbarat başarısızlığındaki “kişisel sorumluluğu” sebebiyle istifa ettiğini yazdı. Sariel, “Birim 8200’ün istihbarat başarısızlığı ve operasyonel başarısızlıktaki rolünün sorumluluğu tamamen bana aittir.” demişti. İstifa etmesi sonucu görevinden azledilen Yossi Sariel “Önceki yıllarda, önceki aylarda ve 7 Ekim’de resmin tamamını görmek ve tehditle yüzleşmeye hazırlanmak adına noktaları birleştiremediğimiz için siyasi ve operasyonel bir sistem olarak hepimiz başarısız olduk.” açıklamasını yaptı.

Raporlar 7 Ekim’den Bu Yana 1664 İsraillinin Öldüğünü ve 143 bin İsraillinin Yerinden Edildiğini Yazıyor

İsrail medya ve araştırma merkezlerinin verileri, 7 Ekim 2023’te Aksa Tufanı’nın başlamasından bu yana 706’sı asker olmak üzere yaklaşık 1664 İsraillinin öldüğünü ve 17.809 kişinin yaralandığını gösterdi. İsrail merkezli Walla haber sitesinin yaptığı habere göre Gazze’de 101 İsrailli tutuklu kalırken, savaşın başlamasından bu yana 143.000 İsrailli şehirlerinden ve evlerinden tahliye edildi. Savaşın başlamasından bu yana yedek kuvvetlerden 300.000 İsrail askeri seferber edilirken 935 İsrail yerleşim birimi ve kasabası bombardıman altında kaldı, sirenler çaldı ve bölge sakinleri yaklaşık 15.000 kez sığınaklara ve korunaklı alanlara saklanmak zorunda kaldı. Hamas’ın Gazze’deki yerleşimlere ve güneydeki İsrail kasabalarına yönelik beklenmedik çıkışında Ekim 2023’te toplam 7.771 roket ve patlayıcı fırlatma uyarısı kaydedilirken, Kasım ayında bu sayı 1.303, Aralık ayında ise 1.277 olmuştur. O tarihten bu yana siren sayısı, İran’ın 14 Nisan’da İsrail’e saldırması nedeniyle 1.000’den fazla alarmın yeniden kaydedildiği Nisan 2024 hariç, her ay 1000’in altına düşmüştür.

Hizbullah ile kuzey cephesinde yürütülen savaşa gelince, son veriler 24’ü asker olmak üzere 50 İsraillinin öldüğünü, Lübnan ve Suriye’den 7.560 roket ve patlayıcı drone atıldığını, 43 sınır kasabası ile Yukarı Celile ve Batı Celile’den 68.500 İsraillinin tahliye edildiğini göstermektedir.

İşgal altındaki Batı Şeria’da tırmanan gerilim bağlamında, Filistin direniş operasyonlarında 12 asker ve 3 polis memuru dâhil 41 yerleşimci öldü ve 285 yerleşimci yaralandı. İran’ın 14 Nisan’da İsrail’e yönelik saldırısında ise İsrail cephesi 120 balistik füzeyle vurulmuş, bunlardan 30’u önlenmiş, 170 patlayıcı drone fırlatılmış ve İran saldırısı 32 İsraillinin yaralanmasına neden olmuş ancak herhangi bir ölüm vakası rapor edilmemiştir. Ulusal Güvenlik Araştırma Enstitüsü, Yemen’deki Husi Ensarullah grubunun İsrail’e ve Kızıldeniz’deki deniz çıkarlarına yönelik saldırılarını izlemiş; 200 füze, mermi ve insansız hava aracının fırlatıldığı belgelenmiş, Hayfa ve Aşdod limanlarına doğru seyreden İsrail bağlantılı kargo gemilerine 340 deniz saldırısı gerçekleşmiştir.

El- Cezira’nın 14 Temmuz 2024’te yaptığı habere göre; İsrail ordu mensupları, Gazze Şeridi’nde uğradığı insani kayıplara ilişkin rakamları açıkladı. Söz konusu rakamlar; ölü, yaralı ve travma geçiren insanları içeriyordu.

Fotoğraf: İsrail her ay, savaşta yaralanan en az 1000 kişiyi Gazze’den tahliye ediyor. (el-Cezira)

Resmi verilere göre İsrail Savunma Bakanlığına bağlı rehabilitasyon merkezine; 7 Ekim 2023’ten itibaren 10.566 yaralı asker nakledildi, bu sayı hemen hemen her ay takriben 1000’den fazla yeni yaralı anlamına gelmekte. Bakanlığın yaptığı açıklamaya göre; 192 kafa yaralanması, 168 göz yaralanması, 690 omurilik yaralanması ve rehabilitasyon merkezinde tedavi gören 50 ampute dahil olmak üzere 3.700’den fazla yaralı uzuv vakası kaydedildi. Yaralı askerlerin %35’inin anksiyete, depresyon, ve travma sonrası stres bozukluğundan; %37’sinin ise uzuv yaralanmalarından muzdarip olduğu belirtildi. Bakanlık, yaralı askerlerin %68’inin yedek asker olduğunu ve çoğunun genç olduğunu, %51’inin 18- 30 yaş arasında, %31’inin ise 30-40 yaş arasında olduğunu ekledi. Tüm yaralı sayısının %28’inin ise temel probleminin zihinsel başa çıkamama sorunuyla ilgili olduğu söylendi.

İsrail ordu mensuplarının ölü sayısına ilişkin veriler, 330’u Gazze Şeridi’ndeki kara çatışmalarında olmak üzere Aksa Tufanı sürecinin başlamasından bu yana 690 asker ve subayın öldüğünü gösteriyor. Bu veriler, Tel Aviv’in Gazze Şeridi’ndeki gerçek ölü ve yaralı sayısını gizlediği söylenirken açıklandı. İsrail yetkilileri birden fazla kez ordunun Gazze Şeridi’ndeki çatışmalarda ağır bedeller ödediğini ve Hamas’la çetin bir mücadele verdiğini söyledi.

El-Cezira’nın 2024 Haziran ayının henüz ortalarında yaptığı habere göre, haziran ayının ilk iki haftasında Gazze Şeridi ve Güney Lübnan cephelerinde en az 19 İsrail askeri öldürüldü ve 70’ten fazla asker de yaralandı. İsrail Savunma Kuvvetlerinin (IDF) haziran ayının ilk yarısındaki en kötü tek günlük ölü sayısı, Refah’ta bir personel taşıyıcısını hedef alan bombalı saldırıda sekiz askerin öldüğü gün kaydedildi. İsrail’in yayınlanmasına izin verdiği resmi rakamlara göre 7 Ekim Aksa Tufanı operasyonunun ardından Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail kara harekatının başlamasından bu yana, 306’sı 27 Ekim’de başlayan kara çatışmalarında olmak üzere 658 İsrailli asker ve subay öldürüldü. Veriler, ayrıca Aksa Tufanı başlamasından itibaren 1936’sı kara çatışmalarında olmak üzere 3835 işgal ordusu mensubunun yaralandığını göstermektedir.

Fotoğraf: Gazze’de ölen meslektaşları için düzenlenen cenaze töreninde İsrail askerleri, el-Cezira

Haziran ayının ilk yarı bilançosunu inceleyelim:

5 Haziran: Lübnan Hizbullahı tarafından Harviş’te askerlerin toplandığı bir yere düzenlenen insansız hava aracı saldırısında bir asker öldü.

6 Haziran: Refah’ta cephe gerisinde çıkan silahlı çatışmada bir asker öldü.

8 Haziran: Yamam Özel Biriminde görevli bir subay Nuseyrat Mülteci Kampı bölgesindeki 4 İsrailli rehineyi geri almak için düzenlenen operasyon sırasında öldü.

10 Haziran:  Refah’ın merkezinde bubi tuzaklı bir binada kurulan pusuda dört asker öldü, biri subay olmak üzere 6 asker de yaralandı. İsrail ordu radyosu askerlerin Refah’ın Shaboura mahallesindeki bir binada meydana gelen patlama sonucu öldüğünü bildirdi. Times of Israel gazetesinin askeri muhabiri patlamada beşi ağır olmak üzere 7 askerin yaralandığını söyledi.

11 Haziran: 24 saat içinde 10 asker yaralandı.

12 Haziran: 24 saat içinde 29 asker yaralandı.

13 Haziran: Ordu, Lübnan’dan atılan bir roket nedeniyle iki askerin yaralandığını kabul etti.

13 Haziran: Ordu, Lübnan’dan atılan bir roket nedeniyle iki askerin yaralandığını kabul etti. 24 saat içerisinde 11 asker yaralandı.

14 Haziran: 24 saat içerisinde 10 asker yaralandı.

15 Haziran: Gazze Şeridi’nin merkezinde bir tanka yerleştirilen patlayıcının infilak etmesi sonucu iki asker öldü. Refah’ta 10 Haziran’da bubi tuzaklı bir binanın patlaması sonucu Givati Tugayı’nda görevli bir asker hayatını kaybetti.

16 Haziran: Refah çatışmaları sırasında bir asker öldü.

İsrail’in Ekonomik Kaybı

7 Ekim 2023’ten günümüze kadar süregelen çatışmalar, İsrail’de enflasyonu son bir yılın en yüksek seviyesine çıkardı.

Merkezi İstatistik Bürosunun Ağustos ayında açıkladığı verilere göre Temmuz ayında %3,2 olan yıllık enflasyon oranı geçen ay %3,6’ya yükselerek ekim ayından bu yana en yüksek seviyesine ulaştı.

Fotoğraf: el-Cezira

İstatistik ofisine göre Ağustos ayında taze sebze maliyetleri %13,2; ulaştırma maliyetleri %2,8 konut maliyetleri %0,6; kültür ve eğlence maliyetleri ise %0,5 oranında artış kaydetti. Verilere göre giyim fiyatları %4,1 ve rafine petrol ürünleri %5,9 oranında düştü. Emlak piyasasında yenilenen sözleşmelerdeki kiralar %2,6 yeni kiracı sözleşmelerindeki kiralar ise %5,3 oranında arttı.

Enflasyondaki bu artış daha fazla faiz indirimini azaltırken, hükümet yetkilileri enflasyondaki yükselişten büyük ölçüde Gazze savaşıyla (!) bağlantılı mal ve hizmet arzını sorumlu tuttu. Ocak ayındaki rekor faiz indiriminin ardından İsrail Merkez Bankası Şubat, Nisan, Mayıs, Temmuz ve Ağustos aylarında yaptığı toplantılarda jeopolitik gerilimler, artan fiyat baskıları ve İsrail’in savaş nedeniyle maliye politikasının gevşetilmesini gerekçe göstererek faiz oranlarını değiştirmedi. İsrail Merkez Bankası’nın 9 Ekim’de bir faiz kararı alması bekleniyor ve İsrail Merkez Bankası uzmanları 2025 yılına kadar bir faiz indirimi beklemediklerini söylediler. Merkez Bankası Aksa Tufanı’nın enflasyon üzerindeki etkisine ilişkin endişelerini defalarca dile getirmiştir.

Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Landru Aber, geçen ayın sonlarında Bloomberg’e verdiği bir röportajda, faiz indiriminin gelecek yıla kadar masadan kalkabileceğini söyledi.

Mizrahi Tefahot Bank stratejisti Yonni Fanning “Enflasyon tarihsel açıdan bile alışılmadık derecede yüksek hale geldi.” dedi.

Fotoğraf: İsrail Merkez Bankası

“Savaş”ın Knesset’i (İsrail Parlamentosu) 2024 mali yılı için daha önce onaylanan ek bütçe artışını 727,4 milyar şekele (192 milyar dolar) çıkarmaya sevk etmesi dikkat çekici. Knesset, sivillerin tahliyesi ve yedek askerlerin bu yılın sonuna kadar bakımının finanse edilmesine yardımcı olmak için 3,4 milyar şekellik (924 milyon dolar) yeni artışı onayladı. Aksa Tufanı beklenenden daha uzun sürdüğü için başlangıçtaki bütçenin artan maliyetleri karşılaması mümkün görünmemektedir. 

Aksa Tufanı Devam Ederken Batı Şeria Ve Gazze’de Yaşanan Olaylar

Şerife Sena ŞEN

7 Ekim 2023’te, İzzeddin el-Kassam Tugayları “Aksa Tufanı” adlı kapsamlı bir operasyona başladı. Operasyonun temel gerekçesi, İsrail’in Mescid-i Aksa ve Filistinlilerin kutsal değerlerine yönelik saldırıları ve İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında sürdürdüğü insan hakları ihlalleriydi.  İsrail ordusu, Gazze’den silahlı bir grubun İsrail topraklarına sızdığını ve savaş durumu ilan ettiğini duyurdu ve Gazze Şeridi’ne yönelik yoğun hava saldırısı başlattı. İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, Gazze Şeridi etrafında 80 km yarıçapındaki bölgeyi askeri alan ilan etti.  

İşgal güçleri, 7 Ekim ile başlayan süreçte Gazze ve Batı Şeria üzerinde pek çok savaş suçuna imza attı;

  • Beyaz fosfor kullanımı

  • Soykırım, toplu yok etme ve öldürme

  • İnsani yardım kaynaklarına, savunmasız yer ve araçlara, hastanelere saldırı

  • Göçe zorlama, nüfusun zorla nakli, sürgün

  • İnsani yardımın engellenmesi (ayrıntılar için bkz; Kudüs Çalışma Grubu Aksa Tufanı İlk 100 Gün Raporu)

Fotoğraf: Yerinden edilmiş bir Filistinli aile, İsrail operasyonunun ardından Tulkarm mülteci kampında yıkılan evlerinin enkazı arasında oturuyor, OCHA

2024'ÜN ŞAHSİYETLERİ

İsmail Haniye

Fatma Nur TAŞ

Giriş

Filistinli siyaset adamı İsmail Haniye 29 Ocak 1963 yılında gözlerini dünyaya açtığında Eş-Şati mülteci kampındaydı. Ailesi bugün işgalci İsrail’in yönetiminde olan Askalan sınırından 1948 savaşları neticesinde göç etmek zorunda kalmış ve öz vatanında mülteci konumuna düşmüştü. Birleşmiş Milletler (BM) Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansının kontrol ettiği kurumlarda eğitim alan Haniye, 1987 yılında Gazze İslam Üniversitesi'nin Arap Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldu. Kariyerinin erken dönemlerinde siyasetle tanışan ve Müslüman Kardeşler’in kolu olarak faaliyet gösteren bir öğrenci birliğinin konsey başkanlığını yapan Haniye, 1987’de kurulan Hamas’ın genç üyeleri arasında yer aldı.

Birinci İntifada olarak bilinen ve Filistinlilerin İsrail işgaline karşı direnişi şeklinde tarihe geçen dönemde, İsmail Haniye üç kez gözaltına alındı. Gösterilere katılması sebebiyle gözaltına alınan Haniye, Hamas'ın direniş hareketlerine liderlik ettiği bu süreçte, 1988'de ikinci gözaltında kaldığında altı ay hapis cezasına çarptırıldı. Uzun soluklu bir direniş hareketi olan Birinci İntifada'nın sona erdirilememesi üzerine yapılan tutuklamalar sırasında Haniye de yakalanarak üç yıl hapis cezasına mahkûm oldu. 1992'de serbest bırakılan Haniye, Hamas'ın kurucularından olan ve Şeyh Ahmed Yasin'den sonra liderliği devralan Abdülaziz er-Rantisi de dahil olmak üzere 400'den fazla kişiyle birlikte sınır dışı edilerek Lübnan'ın güneyine gönderildi. Bir yıllık sürgünün ardından Gazze'ye geri döndü. Haniye'nin gençlik yıllarındaki bu faaliyetleri, hapis ve sürgün süreci, kariyerinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Gazze'ye döndükten sonra, İsmail Haniye Gazze İslam Üniversitesi'nde dekanlık görevine atandı. 1989'da tutuklanan ve hapiste olan Şeyh Ahmed Yasin'in 1997'de serbest bırakılmasıyla, Haniye Şeyh Yasin’in ofisinin sorumluluğunu üstlendi ve daha sonra Şeyh Ahmed Yasin'in yardımcılığına getirildi. Bu yakın ilişki, 2003'te İsrail'in hava saldırısında aynı camide bulunmaları nedeniyle Haniye'nin Şeyh Yasin'le birlikte yaralanmasına neden oldu. Şeyh Ahmed Yasin'in 2004'te İsrail tarafından gerçekleştirilen bir suikast sonucunda hayatını kaybetmesinin ardından, İsmail Haniye Hamas liderlik kadrosunda öne çıktı.

2006'da yapılan Filistin Yasama Konseyi seçimlerinde, "Değişim ve Reform Listesi" adı altında siyasi bir parti olarak katılan Hamas'ın Genel Başkanlığını yürüten Haniye, Hamas'ın seçimlere katılımı ve kampanya sürecinde önemli bir rol oynadı. Hamas'ın seçim zaferinden sonra El Fetih ve diğer gruplarla koalisyon kuramayan Haniye, Mart 2006'da Hamas üyeleri ve bazı teknokratlardan oluşan bir kabine kurarak Filistin Özerk Yönetimi'nin Başbakanı olarak görev aldı. Göreve başlamasından sonra, ABD ve AB Filistin Özerk Yönetimi'ne sağladıkları fonları kesme tehdidinde bulundu. Bu dönemde El Fetih ve Hamas arasında çatışmalar yaşandı ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, artan şiddet olayları ve genel istikrarsızlık nedeniyle olağanüstü hal ilan ederek 14 Haziran 2007'de Haniye'yi görevden aldı ve yerine Selam Feyyad'ı atadı. Ancak, bu karar Filistin yasalarına aykırı olduğu gerekçesiyle Yasama Konseyi tarafından onaylanmadı. Bunun üzerine, Hamas Gazze'de fiili kontrolü ele geçirerek, Filistin Özerk Yönetimi'nin kontrolünün Batı Şeria ile sınırlı kalmasına neden oldu ve Haniye Gazze Şeridi'nde başbakanlık görevine devam etti.

Haniye'nin Filistin Devleti'ne dair görüşü, Kudüs'ün başkent olduğu ve 1967 öncesi sınırlarının tanındığı tam bağımsız bir Filistin devletinin kurulması yönündeydi. 2006 seçimlerinden sonra, İsrail'in 1967 öncesi sınırlar içinde bağımsız bir Filistin devletini tanıması halinde, geçici bir ateşkes yapılabileceğini belirtti. Filistin-İsrail çatışmasında çözümsüzlüğün, İsrail'in müzakere sürecini kesintiye uğratması ve anlaşma imzalamaya yanaşmamasından kaynaklandığını savundu. Haniye, İsrail'e karşı sert söylemlerine rağmen, Hamas'ın genel profili içinde pragmatist ve diyaloga açık bir figür olarak görülmekteydi. Müzakereler için öncelikle İsrail'in Filistinlilerin haklarını tanıması gerektiğini düşünüyordu. Aralık 2010'da düzenlediği bir basın toplantısında, Filistinli seçmenlerin onayı halinde, Hamas'ın İsrail'in varlığını reddeden tutumuna rağmen, hükümetinin Kudüs'ün başkent olması ve Filistinli mahkûmların serbest bırakılması koşuluyla 1967 öncesi sınırları içinde bir Filistin devletinin kurulması için referanduma gitmeyi kabul edeceğini açıkladı.

Görev süresi boyunca, Haniye defalarca İsrail'in hedefi oldu ve 28 Temmuz 2014'te Şati mülteci kampındaki evi bombalandı. İsrail'in saldırılarında birçok aile üyesini kaybetti. Özellikle 7 Ekim 2023'ten sonra, en az 60 aile üyesi İsrail saldırılarında hayatını kaybetti; bu kişiler arasında Haniye'nin oğulları, torunları, ablası ve yeğenleri de bulunmaktaydı. 10 Nisan'da, Ramazan Bayramı'nda, İsrail ordusunun İsmail Haniye'nin ailesinin bulunduğu araca düzenlediği saldırıda üç oğlu ve dört torunu hayatını kaybetti. Bu saldırıyla ilgili açıklamasında Haniye, "Çocuklarının Gazze'yi terk etmediğini, Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın kurtuluşu için hayatlarını feda ettiğini" ifade etti. Aradan çok geçmeden yalnızca üç ay sonra İsmail Haniye de işgalci İsrail suikastıyla şehit oldu.

İran devlet televizyonunun Devrim Muhafızları Ordusunun açıklamasına dayandırdığı habere göre, 31 Temmuz 2024 tarihinde İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın göreve başlama töreni sebebiyle İran’da bulunan İsmail Haniye’nin kaldığı konutuna İsrail ordusu tarafından gece saat 02.00 sularında hava saldırısı düzenlendi. Yapılan suikast ile ilgili konuşan Hamas, saldırıda İsmail Haniye ve yakın koruması Vasim Ebu Şaban’ın şehit olduğunu açıkladı.

İsmail Haniye ile yapılan bir röportajda şu sözleri dikkat çekmektedir : "Filistin 1948’den beri kan deryası. Şehitleri, tutukluları ve muhacirleriyle. 7 milyon Filistinli bugün sürgünde. Tabii ki sorumluluğumuz var ve bu sorumluluğun bedelleri de vardır ve biz bu bedelleri ödemeye hazırız. Allah yolunda bu ümmetin şerefini korumak için, Filistin uğruna şehit olmaya hazırız. O yüzden ben ve kardeşlerim bu sorumluluğu biliyoruz ve düşmanla bu tarihi çatışmayı çözmek için bu gücü inşa ediyoruz çünkü bu düşmanın Filistin toprağında bir geleceği yok."

İsmail Haniye Suikasti: Neden Ve Nasıl?

Şerife Sena ŞEN

GİRİŞ

İsmail Haniye; Filistin direnişinin sembol isimlerinden ve İslami Direniş Hareketi (Hamas) ‘nin siyasi büro başkanı. 23 Ocak 1962’de, Gazze Şeridi’ndeki Sahil Mülteci Kampı’nda doğan Haniye, 31 Temmuz 2024’te İran’ın başkenti Tahran’da uğradığı suikastla şehit edildi. 

Bu çalışmada Haniye suikastının neden ve nasıl gerçekleştiğine, Haniye’nin yokluğunun Hamas’ a getireceği değişikliklere, söz konusu suikasttan bir süre önce gerçekleşen İran Lideri Reisi suikastına ve T.C. Dışişleri Bakanlığının Lübnan seyahat uyarısının neyin habercisi olabileceğine değinilecektir.

İsmail Haniye Neden ve Nasıl Şehit Edildi?

İran’da 5 Temmuz’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunu kazanan Mesud Pezeşkiyan için 30 Temmuz 2024’te Tahran’da yemin töreni düzenlenmişti. Türkiye’yi temsilen T.C. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da katılım sağladığı törene Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye de katılmıştı.

Fotoğraf: Pezeşkiyan ’ın yemin töreninden bir kare, AA

İran’ın resmi haber ajansı IRNA’ya göre 31 Temmuz 2024’te saat 02.00 sularında İsmail Haniye’nin konakladığı oda dışarıdan hedef alınarak yaklaşık 7 kilo savaş başlığına sahip kısa menzilli bir füzenin ateşlenmesi sonucu Haniye suikasta uğrayarak hayatını kaybetti. 2 Ağustos’ta Katar’ın başkenti Doha’da kılınan cenaze namazının ardından Luseyl kentinde toprağa verildi. Haniye ile beraber İranlı muhafızının da öldüğü biliniyor.

Fotoğraf: Pezeşkiyan ‘ın yemin töreninde Haniye, Independent

Hamas, Haniye’nin İran başkenti Tahran’da düzenlenen saldırıda öldürüldüğünü doğruladı. İran Devrim Muhafızları Haniye’nin Tahran’da kaldığı konuta yapılan saldırıda öldürüldüğünü duyurdu. Suikasttan sorumlu tutulan İsrail konu hakkında açıklama yapmadı.

Fotoğraf: Haniye’nin suikasta uğradığı bina, The New York Times

ABD’li The New York Times gazetesi Haniye’nin suikasta uğradığı binanın görüntülerini yayınladı ve yeni iddialar ortaya attı. The New York Times’ın iddialarına göre saldırı füzeyle değil, Haniye’nin konakladığı odaya 2 ay önceden yerleştirilen uzaktan kumandalı bombayla gerçekleşti. Gazete, patlayıcının odaya gizlice sokulduğunu öne sürdü ve yayınladığı haberde "İsrailli istihbarat yetkilileri, suikastın hemen ardından ABD ve diğer Batılı hükümetlere operasyonun detayları hakkında bilgi verdi" ifadesine yer verdi. Suikastın “bir füze saldırısı olmasının çok düşük bir ihtimal olduğunu söyledi.

Hamas’ın İran’daki temsilcisi Halid el-Kaddumi ise, İsmail Haniye’nin konutuna bomba yerleştirildiği iddiasını reddetti ve Haniye’nin dışarıdan gelen bir füze ya da mermiyle öldürülmüş olabileceği iddiasını ortaya attı.

Haniye’nin Yokluğu Hamas’ta Neleri Değiştirecek?

The New York Times analizinde, ABD, Katar, ve Mısır arabuluculuğundaki ateşkes görüşmelerinde Haniye’nin HAMAS adına kilit bir rol oynadığını belirtti. Haniye’nin öldürülmesinin olası bir ateşkes anlaşmasının ertelenmesine yol açacağını savundu.

2010-2012'de eski Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron'ın ulusal güvenlik danışmanı olarak görev yapan Lord Peter Ricketts, İsrail'in Gazze savaşındaki operasyonlarını yavaşlatabileceği değerlendirmesini paylaşıyor. BBC'ye konuşan Ricketts, Hamas'ın da artık ateşkes müzakerelerine olumlu yaklaşmayabileceğine dikkat çekerek şu yorumları yapıyor:

“Bu, İsrail'e Gazze'deki operasyonu sonlandırmaya başlamak için siyasi alan sağlayabilir çünkü İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu artık Haniye'nin liderliğine karşı gerçekten büyük bir darbe indirdiğini söyleyebilir.”

Hamas, 3 Ağustos’ta yaptığı açıklamada şehit Haniye’nin yerine görev yapacak siyasi büro başkanını belirlemek için istişarelere başladığını duyurmuştu. Yapılan istişareler tamamlandı ve Hamas’ın yeni siyasi büro başkanı Yahya Sinvar oldu.

İsrail, Sinvar’ı 7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonunun “bir numaralı sorumlusu” olarak gösteriyor.

Fotoğraf: İsmail Haniye ve Yahya Sinvar, GZT

İsrail askerlerinin verdiği muhtelif röportajlarda, Netanyahu'nun Gazze'deki operasyonları kişisel hale getirdiğini ve temelde Yahya Sinvar'ı avlamayı hedeflediğini söylemişti.

Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Başsavcısı Karim Khan, geçen mayıs ayında yayımladığı bir videoyla Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin 1 nolu Ön İnceleme Dairesi'nden Sinvar için tutuklama kararı çıkarılmasını talep etti.

İsrail, Sinvar’ı en büyük tehdit olarak tanımlıyor. 1988 yılında Sinvar’ı 4 kez ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırması (426 yıl hapis cezasına tekabül ediyor) bunun kanıtlarından. Sinvar, o dönemde 23 yıl hapiste kalmasının ardından serbest bırakılmıştı.

Haniye’nin siyasi yönü daha ağır basmaktaydı. Siyasi gücünü kullanarak İsrail ile ateşkes müzakereleri yapmaktaydı. İsrail, Haniye’yi öldürerek müzakereleri hiçe saydığını kanıtladı. Hamas’ın yeni siyasi büro başkanı Yahya Sinvar’ın askeri yönü ağır basmakta ve lider olarak seçilmesi “İsrail ile silahlı mücadeleye devam” mesajı vermekte. 

Perde Arkası Merak Edilen Bir Ölüm Daha: İran Lideri Reisi’nin Helikopter Kazası

İran Cumhurbaşkanı Reisi, mayıs ayında helikopterle İran- Azerbaycan sınırında bir barajın açılış törenine katılmıştı. Dönüş yolunda helikopterin kaza geçirmesi sonucu İran Lideri İbrahim Reisi ve helikopterin içinde bulunan diğer yolcular hayatını kaybetti.  İran devlet televizyonunu Reisi’nin içinde bulunduğu helikopterin sert iniş yapması sonucu kazanın meydana geldiğini; Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Doğu Azerbaycan Eyalet Valisi Malik Rahmeti ve Tebriz Cuma İmamı Ayetullah Ali Haşim'in de helikopterde bulunduğunu duyurmuştu. 

Fotoğraf: Reisi’nin Geçirdiği Kaza Hakkında Bir Gazete Manşeti, AA

Kazanın ardından 15 saatlik bir arama kurtarma çalışması sonucunda helikopterin enkazına ulaşıldı. Olumsuz hava şartları nedeniyle çalışmalar güçlükle sürdürüldü. İran, Türkiye’den insansız hava aracı (İHA) talep etti ve Akıncı İHA, İran’a helikopter enkazının koordinatlarını bildirdi. 

Olayın arka planına değinecek olursak; kazayla ilgili ilk haberler Reisi ile uçakta bulunanlara erişildiği ve herhangi bir can kaybı olmadığı yönünde olsa da ilerleyen dakikalarda bu haberlerin doğru olmadığı ortaya çıktı. Cumhurbaşkanın içinde bulunduğu helikopterin Tebriz sınırları içerisinde bulunan Ozi köyü yakınlarında ormanlık alana düştüğü belirtildi. Ayetullah Hamaney (İran dini lideri) halktan dua istedi ve devletin işlerinin aksamayacağı sözünü verdi. Bu durum en kötü senaryonun gerçek olacağının habercisi olarak algılandı.

Kaza hakkında bir veri, açıklama veya üstlenme olmasa da bu olay son dönemde şiddetlenen İran-İsrail gerilimini düşündürmekte.

Bir diğer senaryoya göre ise bu kazaya ülke içi bazı siyasi grupların sebep olabileceği.

Milli İstihbarat Akademisi Öğretim Üyesi ve İran Uzmanı Dr. Hakkı Uygur olay hakkında “Eğer ortada bir sabotaj varsa bile bu durum büyük ihtimalle açıklanmayacağından yine bölgesel gelişmeleri çok fazla etkilemeyebilir. Ancak 7 Ekim sonrası zaten son derece gergin ve kırılgan olan bölgesel dengeler içinde İran da İsrail'e ağırlaştırılmış bir cevap vermeye kalkarsa ülke içinde ya da üçüncü bir ülkede İsrail hedeflerine karşı çok farklı bir eylem görebiliriz. Ancak burada da temel husus bu eylemin de inkâr edilebilir mahiyette olması gerektiğidir. Yine de en azından şu an için sabotaj ihtimaline dair henüz herhangi bir belirti veya işaret olmadığının altının çizilmesi gerekiyor.” dedi.

T.C. Dışişleri Bakanlığının Lübnan Seyahat Uyarısı Savaşın Habercisi Mi?

T.C. Dışişleri Bakanlığı 4 Ağustos’ta, bölgede yaşanan son gelişmeler üzerine Lübnan’a seyahat edecek vatandaşlar için bir uyarı yayınlamıştı. Söz konusu uyarı;

“Vatandaşlarımızın elzem olmadığı sürece Lübnan’a seyahat etmekten kaçınmaları; Lübnan'da bulunan vatandaşlarımızın ise tedbirli olmaları, zorunlu olmadıkça Nebatiyeh, Güney Lübnan, Bekaa ve Baalbek-Hermel vilayetlerine gitmemeleri ve Lübnan’da kalmaları elzem olmayanların mümkünse ticari uçuşlar halen devam ederken Lübnan’dan ayrılmaları tavsiye olunmaktadır.” maddelerini içermekteydi.

Fotoğraf: Dışişleri Bakanlığının Lübnan Seyahat Uyarısı

Bu durum, son gelişmelerin bölgede bir savaşı tetikleme ihtimalini düşündürdü.

Türkiye, vatandaşından neden tedbirli davranmasını istedi?

İsrail ordusu, 18 Haziran’da Lübnan’a yönelik olası bir saldırıya ilişkin “operasyonel plan”ı onayladığını duyurmuştu. İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz da 21 Haziran'da yaptığı açıklamada, Hizbullah'ın İsrail topraklarına ve vatandaşlarına yönelik saldırılarına izin verilemeyeceğini ve gerekli kararları yakında alacaklarını ifade etmişti. Lübnan Hizbullahı da İsrail Gazze'de bir ateşkes anlaşması imzalayana kadar saldırılarına devam edeceği pozisyonunu yinelemişti. Lübnan Hizbullahı, The Times of Israel gazetesinin yaptığı habere göre, kuzey sınırında İsrail askeri üslerine saldırılar düzenlemişti. Yine The Times of Israel gazetesi 20 Temmuz’da Golan Tepeleri’nde Hizbullah’ın düzenlediği roket saldırısında 2 askerinin yaralandığını bildirdi. Lübnan Hizbullahı’nın, İsrail ordusunun Lübnan'ın güneyindeki Sur kentine düzenlediği ve Hizbullah'ın üst düzey saha komutanı Muhammed Nime Nasır ve bir mensubunun öldürüldüğü saldırıdan bir gün sonra,  İsrail’e 20 İHA gönderdiği ve 200’den fazla roket attığı belirtildi. İsrail ordusunun yaptığı açıklamaya göre, Lübnan sınırında da karşı saldırılar başladı. Haaretz gazetesi yazarı İsrailli askeri analist Amos Harel tarafından İsrail ve Lübnan arasındaki savaşın gidişatını tarafların saldırılarının belirleyeceği belirtildi. Harel, ABD’nin İsrail’e Lübnan ile savaşa girmemesi için baskı uyguladığını, bunun sebebinin ise ABD’de önümüzdeki kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri olduğunu söyledi. ABD, seçimlerin gidişatını kötü etkileyecek bir bölgesel savaş istemiyor ve İsrail’in Beyrut’a saldırmasından endişeli.

İsrail Maliye Bakanı Bazalel Smotrich; X hesabında Han Yunus’ta bulunan Gazzelilerin yerinden edildiği videoyu “Hamas, Gazze halkına yıkım getirdi. Lübnan’dakiler bu videoyu dikkatle izlese iyi olur.” notuyla paylaştı. 

Fotoğraf: Bazalel Smotrich’in X paylaşımı

Gazze’den Bir Lider: Yahya Sinvar

Turgut SAĞLAM

Oğlumun ilk söylediği kelimeler ‘baba’, ‘anne’ ve ‘dron’ oldu.

-Yahya İbrahim Sinvar

Hayatı Ve Kişiliği

Bazı liderlerin tarihteki ve zihinlerdeki yeri tarih derslerinde, istihbarat, savaş ve kişisel gelişim atölyelerinde okutulacak kadar önemlidir. Filistin Davası olarak adlandırdığımız mücadele içerisinde yer alan Yahya İbrahim Sinvar tam olarak o kişidir.

Yahya İbrahim Sinvar, 29 Ekim 1962 yılında Gazze’nin güneyinde -birçok Filistinli gibi- Han Yunus mülteci kampında doğdu. Ailesi 1948’de şimdiki İsrail bölgesi olan Aşkelon’a bağlı El Mecdal’dan 1948’de Nakba olarak bildiğimiz süreçte zorla göç ettirilen ailelerden birisiydi. (Abushamala R. R., 2024). Yeni doğan bu çocuğa anne Rida hanım, onun ömrünün bereketli/uzun olması ve tehlikelerden korunması temennisiyle Yahya Peygamberin adını verdi (El-Duwairi, 2024). Han Yunus o dönem de birçok bölgeden Filistinli mülteci aileleri ağırlayan bir bölgeydi. Sinvar’ın kişiliğinin temelleri bu özel bölgede henüz çocuk yaşta oluşmaya başladı. Kuvvetli ihtimalle söylenebilir ki, 7 Ekim 2024 harekâtını çizen zihin kodları 1970’lerde Han Yunus’ta Ahmed Abdülaziz Ortaokulu’nda okuduğu sıralarda atıldı. Moritanyalı yazar Duveyri, Ebu İbrahim’in (Sinvar’ın oğlu İbrahim’den dolayı Arapça künyesi) İslamî direniş karakterinin oluşmasında ortaokul yıllarındaki bazı isimlere dikkat çeker. Ahmed Abdülaziz Ortaokulu, Müslüman Kardeşler için önemli bir Mısırlı subayın adını taşıyordu, bu isim efsane gibi bu çocukların dilinde dolaşıyordu. Aynı yaşlarda Filistin Camisi’ndeki hocalardan Arapça dilbilgisi, şiir, edebiyat dersleri aldı ve hocalarından Zaarib kendisinde derin izler bıraktı (El-Duwairi, 2024). Bugün Orta Doğu’da birçok müslümanı etkileyen Seyyid Kutub, o dönem Sinvar’ı da etkiledi. Kutub bu anlamda konumuzla ilgilidir çünkü müslümanın cihadı nasıl yapacağı konusunda ilham olmuş bir kişidir. Burada daha da önemlisi, Kutub dini, mücadeleyi yorumlarken radikalleşmeye karşı bir duruş sergiler, dolayısıyla Sinvar’ın etkilendiğini kabul edersek, onun mücadele karakterinin şekillenmesinde bu önemli bir husustur (Baycar & Acar, 2019). Hapishanede kaleme aldığı otobiyografi eseri Diken ve Karanfil’de, Mescid-i Aksa’nın yanından geçerken “Bu çağ için bir Selahaddin var mı?” diye soruyordu (Sinvar, 2004).

Sinvar Gazze İslam Üniversitesi’nde Arapça Çalışmaları alanında lisans eğitimi aldı. Bu yıllarda Müslüman Kardeşler içerisinde öğrenci liderliği yaptı. Filistin direnişinin önemli liderlerinden Şeyh Ahmed Yasin ile tanışıklığı ve ilk hapishane tecrübesi de bu dönemlere denk gelir. Ahmed Yasin’in kendisi ve ailesinin de Nakba ile birlikte mülteci kamplarına yerleştiğini hatırlatmak gerekir. 1982’de üniversiteye giderken ilk kez tutuklandı ve burada Filistinli aktivistlerle arkadaş oldu. Sinvar 23 yaşında iken Müslüman Kardeşler çatısı altında Ahmed Yasin’in de onayı ile güvenlik ve davet teşkilatı olarak adlandırılan “Munazamat al-Jihad wa al-Da’wa” veya “Mecid” hareketini kurarak, toplumu içerisinde özel bir yer edindi. Mecid’den başlayan güvenlik organizasyonu gelecek yıllarda İsrail adına casusluk yapan Filistinlilerin cezalandırılmasının da zeminini oluşturur (Livni, 2024). İsrail adına casusluk yapan Filistinlilerin ve iki İsrail askerinin öldürülmesi suçlamasıyla İsrail tarafından 1989 senesinde tutuklanır. Sinvar’ın bahse konu bu son hapse girişinde isnat edilen suçlamaları detaylıca anlattığı ifade edilir. Bu tutuklama sürecinde kendisini sorgulayan ve yıllarca hapishanede onu izleyen İsrailli Miha Kobi, Sinvar’ın Şeyh Ahmed Yasin’den “sorgu sırasında doğru cevaplar vermesine dair emir talep ettiğini” belirtir (El-Duwairi, 2024). Sorgular sona erer ve 1989’da iki İsrail askerini ve dört Filistinli işbirlikçiyi kaçırıp öldürmekle suçlanarak İsrail tarafından dört kez müebbet hapis cezası alır (Britannica, 2024). Yahya Sinvar ile birlikte 15 yıldan fazla süre hapiste kalan Kassam Tugayları’nın kurucularından Zahir Cebarin Mecid Teşkilatı’nın cezalandırma iddiaları ile ilgili Sinvar’ın bireysel hareket etmediğini ve 10-12 adımdan oluşan bir inceleme mekanizması sonucunda karar verildiğini belirtir (El-Duwairi, 2024). Ona göre İsrail bu konuda abartılı ve çarpıtma iddialar sunmaktadır.

HAPİSHANE SİZİ İNŞA EDER

Hapishane, ruhumuzu kırmak amacıyla kullanılsa da, aksine bizi bu mücadeleyi zaferle sonuçlandırmak için daha kararlı ve azimli hale getirdi.

-Nelson Mandela

Filistinliler için iki türlü hapishane vardır. Birisi abluka altında Filistin’de yaşam, diğeri İsrail hapishaneleri. Şeyh Ahmed Yasin, doksanlı yılların sonunda Al Jazeera’ye verdiği röportajında, hapishanenin inançlı bir direnişçi için ‘tefekkür ve manevi gelişim’ açısından özel bir yeri olduğundan bahseder (El-Duwairi, 2024). Gazze El-Ezher Üniversitesi’nde siyaset bilimci akademisyen Mkhaimar Abusada hapishane ile ilgili “Filistinli tutuklular için hapis cezası İsrail toplumunu öğrenmek, form kazanmak ve küçük fikir grupları düzenlemekle ilgilidir” der.

Hapishanenin, ömrünün 22 senesini hapiste geçirmiş olan Yahya Sinvar’ın hayatında özel ve üzerinde konuşulması gereken yeri bulunuyor. Sinvar da hapishane sürecinde içinde bulunduğu durumu ‘bir gerçek’ olarak kabul edip bu durumdan mümkün olan en fazla biçimde yararlanmaya çalıştığı İsrailli yetkililer ile Filistinli mahkumların ifadeleri ile de sabittir. Nihilizm girdabına teslim olmamıştır. Kendisine atfedilen “hapishane sizi inşa eder” sözünün gerektirdiği çalışmaları, 22 yıllık süreçte kendisinin orada liderlik ettiği Filistinli mahkumlar arasında uygulamıştır. İsrailli yetkililerin gözlemlerine göre Sinvar, disiplinli ve otoriter bir yapıya sahiptir. İsrail hapishanelerinde geçirdiği yıllar boyunca İbraniceyi çok iyi öğrendiği, televizyonda sık sık İsrail kanallarını ve El Cezire’yi (Katar merkezli uluslararası haber kanalı) seyrettiği ve düşmanı dikkatle incelediği biliniyor. Hapishane arkadaşı Teysir Süleyman, Sinvar’ın 40 mahkumun katıldığı ve yaklaşık 6 ay süren güvenlik kursu vererek burada istihbarat, düşmanı tanıma, silah saklama ve depolama, hücre oluşturma, coğrafi faktörleri göz önünde bulundurma, gizliliği koruma konularında eğitim verdiğini anlatıyor (El-Duwairi, 2024). Sinvar’ın 27 yaşında hapishaneye girdiğini bildiğimize göre derslerdeki konuları hapisten önce ve hapishane sırasında öğrendiği kanısına varabiliriz. Özellikle bugün şehirlerde bir kursa bir ay bile gitmekte zorlanan insanları düşündüğümüzde 6 ay süren kurs, tekrar tekrar Filistinli mahkumların disiplin sürecini daha iyi anlamamızı sağlıyor. Sinvar ile hapishanede yakın sohbetlerde bulunan Dr. Bitton, Sinvar’ın kendisini ‘Yahudi halkı uzmanı’ olarak nitelediğini, Kur’an’ı ezbere bildiğini, motivasyonunun asla siyasi değil dinî olduğunu belirtiyor (Livni, 2024). Hapis sürecinde kurumun ve görevlilerin zafiyetlerini iyi incelemiş, cep telefonlarını gizlice getirtmiş, kendisinin de kurtuluşuna vesile olacak asker kaçırma ve sonucunda esir değişimi operasyonunu ziyaretçiler vasıtasıyla dışarıya iletebilmiştir (Mansur, 2024). Sinvar ile İsrailli istihbarat subayı Beti Lahat arasında geçen konuşma onun direniş kapasitesini ve umudunu anlamak açısından önemli bir konuşmadır. Lahat ona hapishaneden canlı çıkamayacağının farkında olmasını istediğinde Sinvar emin ve gülümseyerek “Ben vaktinde çıkacağım, Allah bu zamanı en iyi bilendir!” diye yanıt vermiştir (El-Duwairi, 2024). Sorgulama sırasında Şin Bet (İsrail İç Güvenlik Teşkilatı) yetkilisine “Bir gün sorgulayanın ben sorgulananın sen olacağını biliyorsun, rollerimiz değişecek.” demiştir (Remnick, 2024).

Hapiste geçirdiği beyin tümörü ameliyatının, hayatının dönüm noktalarından olduğunu belirtebiliriz. İsrail neden Sinvar’ı tedavi etti sorusuna cevap olarak, onun mahkumlar ve Gazze halkı içindeki konumu ve saygınlığı, tedavi edilmeseydi ortaya çıkması muhtemel karışıklığı göze almak istemedikleri için olduğu ihtimalini de düşünebiliriz. Diş hekimi Yuval Bitton ile Sinvar’ın hayatının kesişmesi bu noktada başlıyor. Bitton hapishanelerdeki Filistin direniş örgütlerinin üyelerini tedavi eden bir doktordu. Kendisi Sinvar’ı ‘egzersiz yapan, ip atlayan, gardiyanlarla bizzat konuşmayan, çelik gibi sert, diğer mahkumlara liderlik yapan’ biri olarak tanımlar. Doktor, onunla yüzlerce saat görüştüğü için birçok samimi soru sorma imkânı bulur. Kendisine bu mücadele için İsrailli ve Filistinlilerin ölmesine değip değmeyeceğini sorduğunda ‘yirmi bin, otuz bin, yüz bin kişi feda etmeye hazırız’ cevabını alıyor (Remnick, 2024). 2004 yılında, Sinvar’ın şiddetli boyun ağrısı ile ilgili kendisi ile konuşurken ‘namazdan sonra dengesini kaybettiğini’ söyleyince doktor felçten şüphelenerek Beerşeba’da Soroka Hastanesine yönlendirdi. Beyindeki ölümcül olarak tabir edilen tümör yedi saatlik operasyonla alındı (Remnick, 2024). Bitton onu ziyaret ettiğinde Sinvar’ın kendisine ‘hayatımı sana borçluyum’ dediğini aktarıyor (El-Duwairi, 2024). Ameliyattan sonra ise daha 400 yıl mahkumiyet cezası vardı.

Yazımıza başlığını veren khawa metaforu (Duveyri’ye aittir) Sinvar’ın hapishanede gerçeği olduğu gibi kabul ederek, “gardiyana rağmen” (gardiyan: İsrail) orayı bir akademi ve örgütlenme okulu olarak inşa etmesini anlatır. Hapishanede Karmi Gilon’un “Şin Bet: Parçalar Arasında” adlı kitabını, “1992’de İsrail Partileri” adlı bir kitabı, Yakup Peri’nin “Seni Öldürmek İçin Gelen” adlı kitapları tercüme etti. Duveyri bu azmi tam olarak “khawa” kavramı ile açıklıyor. İsrail’i gardiyan olarak konumlandırıyor ve Sinvar’ın bu çabasını “gardiyanın iradesine rağmen kaleme alınmış eserlerdi” diyerek metafor kuruyor. Bu noktada hapishanenin bir okul/kişisel gelişim atölyesi olarak dönüştürülme süreci İslamî literatürde geçen “umran” kavramına “inşa etme, dönüştürme” açısından uyuyor denebilir. Umran’a göre bir mümin, bulunduğu yeri güzelleştirmeli, iyileştirmeli hatta estetik açıdan kötü şeyleri dahi düzeltmeli veya ortadan kaldırmalıdır. Filistinlilerin hapishane süreçleri bu anlamda önemli bir inşa süreci olmuştur. İnsan bir diğer kişiyle aynı acıyı aynı dönemlerde yaşadığında o kişiler arasında daha sıkı mücadeleci bir bağ kurulduğu bilinen bir durumdur.

Hapishaneyi yöneten MOSSAD değil Sinvar’dı.

Sinvar, hapishanede imkânlar dahilinde eylemler düzenleyerek koşulları iyileştirmek için 1992-2004 arası dört defa grev organize etti ve isteklerin yerine getirilmesi konusunda karşılık da aldılar (PBS News, 2024). Maariv Gazetesi’nde yer alan habere göre bir İsrailli yetkili “Hapishaneyi yöneten kişi MOSSAD değil Sinvar’dı” demiştir (El-Duwairi, 2024). Nablus Künefesini çok iyi yaptığı ve mahkumlara, hapishane doktorlarına çok zaman bu tatlıdan hazırladığı biliniyor. 17 yıl İsrail hapishanelerinde kalan Lübnanlı Anwar Yassine’nin söylediği şu ifadeler Sinvar’ın kişisel gelişimi ile ilgili çok değerli bir bilgi daha sunuyor. Yassine “Hapishanede lider olmak ona müzakere ve diyalog konusunda deneyim kazandırdı ve düşmanın zihniyetini ve onu nasıl etkileyeceğini anladı” (PBS News, 2024). 7 Ekim 2024’ü organize eden sürecin izlerini bu cümlelerde bulmak neden mümkün olmasın? İsrail’in nasıl düşündüğünü çözmüş ve düşmanın zihnine istediği fikri nasıl yerleştirebileceğini biliyordu. Hapisten çıktıktan sonra 2017-2024 arasında 7 Ekim’e doğru döşenen taşları incelediğimizde bu taktiği uygulandığını düşünülebilir.

Hapishane sürecinde müebbet veya yüksek cezalar alan mahkumlar için kaçma girişimleri olağan bir hal olarak görülebilir. Özellikle Gazzeli birisi için ablukadaki aileye dönüş ve direniş isteği bu girişimleri tetikleyebilir. Sinvar için de durum farklı olmadı. Mecdel Cezaevi’nde duvarı delerek kaçma girişimi sonuca ulaşamadı, keza Ramle Cezaevi’nde de ipler yardımıyla denedi ama yine sonuç alınamadı. Bu girişimlerden dolayı aldığı cezaya ek olarak cezaevinde iken –dışarısı için- planladığı askerî operasyonlardan dolayı 25 yıl daha ek ceza aldı. Şeyh Ahmed Yasin’e hapishaneden gönderdiği haberde ise bir kaçma organizasyonu için para ihtiyacını iletmiş, para gelmiş ancak o organizasyon da başarısız olmuştu.

Sadece hapishane değiştirdim. Eskisi bundan çok daha iyiydi. Suyum, elektriğim vardı. Çok fazla kitabım vardı. Gazze çok daha zor.

2011 yılına gelindiğinde yani Sinvar 49 yaşındayken uzun zamandır planlanan özgürlük adımını atmanın zamanı gelmişti. HAMAS beş yıl önce 2006’da, Gazze tünellerinden Kerem Şalom köyü yakınlarındaki bir İsrail askerî karakoluna baskın yapmış ve Gilad Şalit adında on dokuz yaşında bir askeri kaçırmıştı. İsrailli esirler genelde karşılığında Filistinli mahkumların serbest bırakılması için kaçırılmaktadır. 2011 yılına gelindiğinde, İsrail toplumunda yıllarca süren protesto ve tartışmalar sonunda Şalit’in karşılığında Yahya Sinvar ve Muhammed Şarata’nın da içinde olduğu 1000’den fazla Filistinli mahkum serbest bırakıldı (Remnick, 2024). Sinvar’ın karakterini en belirgin şekilde okuyabileceğimiz olaylardan birisi hapishane çıkışında yaşandı. Çıkışta İsrail tarafından serbest bırakılanlara ‘bir daha terör eylemine bulaşmayacaklarına dair’ kâğıt imzalatılırken, Sinvar büyük bir risk alarak bunu imzalamayı reddetti ve çıkışı da sağlandı. İsrail takas organizasyonunda muazzam bir bedel ödemişti. Bu muazzam bedel 13 sene sonra daha iyi anlaşılacak ve Miha Kobi’nin (Sinvar’ı sorgulayan yetkili) tabiriyle ‘Sinvar’ı bırakmak İsrail’in en büyük günahı’ diyecekti. Sinvar’ın esir alma ve takas konularında hassas davrandığı, bu operasyonlara çok önem verdiği biliniyor. “Bir esir için, bir İsrail askerini yakalamak evrendeki en iyi haberdir, çünkü kendisi için bir umut ışığının açıldığını bilir” sözü kendisine atfedilir.

Özgürlükten 7 yıl sonra İtalyan gazeteci Francesca Borri Gazze’de Sinvar ile bir röportaj yaptı ve hapishane ile Gazze’deki hayat arasında bir kıyas yapmasını istedi, Sinvar şunları söyledi “Sadece hapishane değiştirdim. Eskisi bundan çok daha iyiydi. Suyum, elektriğim vardı. Çok fazla kitabım vardı. Gazze çok daha zor” (Remnick, 2024).

Sinvar’ın evlilik süreci 2011 yılında hapishaneden esir takası yoluyla çıkışından sonra 31 yaşındaki Samar isimli Gazzeli bir hanım ile gerçekleşti. Bu evlilik sürecinin, kız kardeşlerinin Arabistan’da hac vazifesi esnasında gelin adayını tanıdıkları ve bu şekilde gerçekleştiği biliniyor (Remnick, 2024). Samar Gazze İslam Üniversitesi’nde din alanında yüksek lisans derecesi sahibi idi. Kurulan ailenin üç çocuğu oldu.

“Vaktinde çıktıktan” sonra Gazze’de Hamas içerisinde doğal bir lider olarak yerini aldı. Gazze’deki İslamî Direniş içerisindeki ayrışmaları uzlaştırarak ayrılıkları önledi (Abushamala R. R., 2024). İsrail’e karşı çok sayıda silahlı çatışmaya katıldı. 2015 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından küresel çapta terörist ilan edildi (Bushard & Bohannon, 2024). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin diğer üyelerinden İngiltere ve Fransa tarafından da yaptırımlara tabi tutuldu. 2017 ve 2021 yılında dörder yıl halinde Hamas’ın Gazze lideri olarak seçildi. Sinvar’ın liderliğe seçilmesi, Hamas’ın iç dinamiklerinin ve liderlik yapısının ne kadar çevik olabileceğini ortaya koydu. Sinvar’ın askeri kanatla yakın bağları, Filistin, Arap ve İslam çevreleri arasındaki popülaritesi, esir değişimindeki rolü, onu bu geçiş dönemi için en uygun lider olarak konumlandırdığını söyleyebiliriz (Insight Turkey, 2024).

Barış zamanında onunla görüşmek istiyorsanız, sabah namazını Hasan el-Benna veya Rahmet Camii’nde kılmanız yeterlidir. Namazdan sonra, düşünmek ve tefekkür etmek için deniz kenarında otururken onu görebilirsiniz.

-Zahir Cebarin

7 Ekim 2023 tarihinde Filistin ve Orta Doğu coğrafyası için dönüm noktası olan askerî hareketlilik başladı. Gazze’den İsrail’e sabaha karşı “Aksa Tufanı” operasyonu başlatıldı. 20 dakikada 2200 roket fırlatıldı, HAMAS üyeleri yürüyerek, motorsiklet kullanarak ve yamaç paraşütleri İsrail topraklarına girdi. İsrail’in yüksek güvenlikli duvar ve çitleri, askeri karakolları aşıldı, esirler alındı, sınır bölgelerindeki karakollarda istihbarat belgeleri ele geçirildi, işgalci bölgeleri (yerleşimci olarak da bilinir) boşaltıldı. İsrail tarihindeki en yıkıcı saldırı hiç beklenmeyen bir zamanda gerçekleşti. Bundan sonra İsrail Gazze’ye savaş ilan ederek –mevcut durumda- 1 yıldan fazla süredir katliam ve saldırılar yaptı. Aksa Tufanı’nı planlayan ve yöneten kişi Yahya Sinvar’dı. İsrail ona 1 yıl boyunca ulaşamadı. Savaş sürecinde HAMAS lideri İsmail Heniyye’nin şehit edilmesinin hemen ardından HAMAS lideri olarak seçildi. Ülke değiştirdiğine dair propagandalar yapıldı. Sinvar’ın, baştan sona adeta Aksa Tufanı için örülmüş hayat hikâyesi Han Yunus içerisinde Tel Al Sultan bölgesinde Gazze savunmasında şehit edilmesi ile son buldu (AA, 2024).

17 Ekim 2024 günü internet ortamına IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri ) tarafından servis edilen video, ağır hasar almış bir binanın içerisine giren bir dronun kamerasındaki görüntüleri içeriyordu. Harabe evin içindeki bir koltukta yaralı ve koluna turnike yapılmış şekilde oturan Yahya Sinvar, İsrail dronuna elindeki sopayı fırlattıktan sonra kayıt kesiliyordu. Sonradan yayınlanan bilgi ve fotoğraflar Sinvar’ın ateş edilerek öldürüldüğünü teyit etti. Fotoğraflarda görüldüğü üzere işaret parmağı –muhtemelen şahadet işaretini yaptığı içinkesilmişti. İlginç bir şekilde Yahya Sinvar İsrail’in eliyle tüm dünyaya kahraman olarak gösterildi. Daha sonra İsrailli yetkililer yaptıkları bu ölümcül hatanın farkına varacaktı.

Benim hayatım Gazzeli herhangi bir çocuğun hayatından daha değerli değil.

-Yahya Sinvar

Sinvar’ın hayatının önemli olduğunu düşündüğümüz noktalarını burada tamamlarken bazı tevafuklarla bu bölümü noktalayabiliriz. Bir Ekim ayında Han Yunus’ta doğdu, bir başka Ekim ayında hapishaneden serbest kaldı, bir Ekim ayında dünya siyasal dengelerini değiştiren askerî harekâtı yönetti, bir Ekim ayında doğduğu yerde Han Yunus’ta şehit oldu. Evinin enkazından çıkan koltuğunda İsrail’e meydan okudu, bir Filistinli’nin enkaza dönen evindeki koltukta şehit oldu.

SİNVAR’IN ZİHNİ, STRAEJİSİ VE 7 EKİM

Mahkum, gardiyanla oyun oynadı ve onu zekası ve kurnazlığıyla aştı. Sinvar, Netanyahu’nun zihnine istediği fikri yerleştirmeyi başardı.

-İbrahim El-Duwairi

Sinvar’ın Aksa Tufanı’nı hapishane yıllarından beri planladığını düşündüren birçok detay bulunabilir. Hapishanede ve çıktıktan sonraki söylemleri, 2017 HAMAS tüzük değişikliği, İsrail ile itidal dönemi ve sınırda alışılmadık biçimde torpil bile atılmayan bir sakinlik hali büyük tufanın –Sinvar’ı iyi tanıyanlar için- habercisi idi. Öncelikle Yahya Sinvar’ın dünyada dengeleri alt üst eden bu operasyonu planlamak ve yönetmek için gereken stratejik aklına odaklanacağız.

2017’de HAMAS’ın askerî liderliğine tekrar seçildiğinde 7 Ekim 2024’e kadar izlediği stratejiyi özetle şu şekilde değerlendirebiliriz. Sinvar, Mısır, İran, Körfez Ülkeleri ve Suriye ile yumuşak ilişkiler geliştirmiş, El Fetih ve Muhammed Dahlan ile ilgili kışkırtıcı olmayan siyasi dengeler kurmuş, bu süreçte ABD Başkanı Trump’ın öncülük ettiği İbrahim Anlaşmaları ile Filistin aradan çıkarılarak Araplar ile İsrail barışı sağlanmış, Sinvar bu dönemde de İsrail ile bir ateşkes durumuna girdiğini hissettiren politikalar izlemiş, sınırda ve Gazze’de sakin bir ortam oluşmuş, Gazzeliler İsrail’de iş bulmaya başlamış, İsrail Doğu Akdeniz gazı ile ilgili projelere yoğunlaşmışken, HAMAS’ın ‘sabır politikası’ devam ederken, bir sabah Aksa Tufanı adlı HAMAS taarruzu başlamıştır. İsrail tıpkı yine bir 6/7 Ekim günü 1973’te Mısır’ın saldıracağını anlayamadan uykuda yakalanmıştı. İsrail’in yine aynı tarihte tekrarladığı benzer bir istihbarat başarısızlığı, Sinvar’ın –savaşın sonucu ne olursa olsunstratejik üstünlüğünü gösterdi. Hapishanede geçen 22 senenin Sinvar’a böyle bir planlamanın teknik, sosyolojik temellerini oluşturmak için yeteri kadar zaman tanıdığını düşünüyoruz.

Bizim üzerimize bowling taşları gibi devrilen, ancak 25 yıl sonra Lahey’deki Adalet Divanı’nda kendilerini bulabileceklerinin farkında olmayanlar…

-Yahya Sinvar

2017 yılında Sinvar liderliğinde HAMAS Hareketi’nin tüzüğü güncellendi. Yeni tüzüğün belki de Aksa Tufanı operasyonunun erken bir parçası olma ihtimali çok yüksek. Mısırlı siyasetçi ve yönetmen Halid Yusuf, tüzüğü yorumlarken (2024 yılında) Sinvar’ın siyaset ilmini övmüştür. Çünkü tüzükte HAMAS ve Müslüman Kardeşler (MK) bağı kaldırıldı, MK logosu kaldırıldı, şaşırtıcı bir şekilde 1967 temelinde iki devletli çözüm fikri kabul edildi, İsrail’in işgalini bir Yahudi işgali olarak tanımlayan din temelli maddelerin yerine İsrail’in Filistin’i işgal etmesi üzerine kurulu bir mücadele konsepti eklendi. Yusuf, yeni tüzüğün HAMAS’ın dini referansları reddettiği anlamına gelmediğini de ekler (Youssef, 2024). 2018 yılında yukarıdaki satırlarda bahsedilen gazeteci F. Borri’ye verdiği röportajda “yeni bir savaş kimsenin çıkarına değil” diyor ve İsrail ve Mısır’ın Gazze’ye uyguladığı ablukayı kaldırması (2007‘den beri uygulanan) karşılığında İsrail ile müzakereye açık olacağını mesajını iletiyordu (Bushard & Bohannon, 2024). 2017 senesi sonunda Kahire’de düzenlenen HAMAS ve El-Fetih arasındaki müzakereler ile ilgili uzlaşmayı engellemeye çalışan ve karşı çıkan Filistinlilere çok sert tepki gösterdi.

Bu dönem hem sabır ve itidal hem de mücadeleden vazgeçilmeyeceğine dair izlerin olduğu politikalar uygulandı. Halka yönelik konuşmalarından birini İsrail’i kendisini öldürmeye davet ederek bitirdi ve “Bu toplantıdan sonra yürüyerek eve döneceğim” dedi. Daha sonra bunu yaptı, sokakta insanlarla el sıkıştı ve selfie çektirdi. Evine vardığında enkazın ortasında bir koltukta oturarak ikonik fotoğrafını çektirdi.

2018 yılında HAMAS liderlerinden Nureddin Berke için düzenlenen anma töreninde Sinvar, Gazze halkına yapılan yardımlar için teşekkür konuşmasında, bir gün kopacak tufandan bahsetti “Düşman, dolar ve mazotun içeri girmesine izin verdiğinde kanımızı satacağımızı mı sandı?” diye sorarak Hazreti Süleyman’ın dilinden Kuran’daki şu ayeti aktardı: “Siz bana mal yardımı mı yapıyorsunuz? Onlara dön; iyi bilsinler ki asla karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gelir, muhakkak surette onları yenilmiş ve küçük düşürülmüş olarak oradan çıkarırız!”. Bu sözler İsrailliler tarafından törende hamaset içeren bir konuşma metni olarak görülmüş olabilir. Duveyri’ye göre ciddiye de alınmadı. Çünkü İsrail istihbaratı Sinvar’ın çatışmaya değil yönetime odaklandığını düşünüyordu (El-Duwairi, 2024). Tıpkı 1972’de Ürdün devlet başkanının Mısır saldırısı olacağına dair Golda Meir’i (dönemin İsrail başbakanı) uyardığında İsrail’in bunu umursamadığı gibi. Sinvar bu düşünceyi İsrail’in zihnine yerleştirdi. Sonuç olarak delillerimizden bir tanesi de en az 10.000 roket (7 Ekim’de ve sonrasında kullanılan.) silah ve mühimmat üretimi Gazze tünellerinde 2023’te başlamamış, en azından yıllara yayılan bir süreç olmalı diye değerlendiriyoruz. İsrail tam beklendiği gibi rahatlarken, Gazze Şeridi ve sözde yerleşim yerlerini korumada kullandığı güvenlik sistemlerini teknolojiye emanet etmek gibi bir hata yaptı. Çünkü mahkum (Gazze) itaat etmişti. Sinvar bu rahatlık döneminde Gazzeli 18.000 işçinin İsrail’de günlük olarak çalışabilmesi için İsrail ile anlaştı (Filistin yönetimi aracılığı ile) (El-Duwairi, 2024). Aynı zamanda Gazze duvarı boyunca Gazzeliler bu işçi alımlarının gerçekleşmesi için HAMAS’ın da desteklediği protestolar düzenlediler. Protesto, grev tecrübesi Sinvar’ın hapishane hayatından miras kalan ve şimdi de bir başka hapishane olan Gazze’de uygulanıyordu. 18.000 Gazzeli’nin içinde İsrail’i haritalayacak, istihbarat toplayacak birçok direnişçi olma ihtimalini İsrail tam olarak öngöremedi, belki de Sinvar’ın 22 yıllık hapishane tecrübesini küçümsedi. Bu dönemde Netanyahu’ya (İsrail başbakanı) Mısırlı arabulucular ile uzun vadeli bir ateşkes önerdi. İşte belki bu son adım İsrail’in açık olan tek gözünü de tamamen kapatan en önemli manevra idi. Bu süreçte (2021-2023) HAMAS, Mescid-i Aksa’daki İsrail provokasyonlarına tepki amacıyla da olsa tansiyon yükseltmedi, 2021 çatışmalarından sonra ellerini tetikten çekti, stratejik sabır politikasına geçti. 2017 veya 2018 yıllarında İsrailli analistler Sinvar da dahil olmak üzere HAMAS liderlerinin savaş ile ilgilenmediğine inanıyorlardı (Bushard & Bohannon, 2024).

Sinvar ‘sabır politikası’ döneminde, Borri’ye verdiği röportajda ilginç bir cümle kurdu “Savaş hiçbirimizin çıkarına değil. Sapanlarla bir nükleer güçle kim yüzleşmek ister ki?”. Bu ifade kamuoyunda yankılandığında, ofislerinde muhtemelen Play Station oynayan İsrail güvenlik birimlerini daha da rahatlatmıştı.

Sabredin, dünyayı yerinden oynatacağız

-Yahya Sinvar

Hamas Siyasi Büro Üyesi ve Filistin eski Sağlık Bakanı Bassem Naim, Sinvar’ın herkesi büyük bir olaya hazırladığını belirtiyor ve bu suskunluktan, sabırdan şikayet edenlere “Sabredin, dünyayı yerinden oynatacağız.” diye yanıt verdiğinden bahsediyor. Kimi görüşlere göre ise tüm bunlar stratejik bir aldatmaca planının parçasından ziyade, Sinvar’ın yumuşama dönemine girdiğini ancak karşılığını alamadığında ise Aksa Tufanı’na karar verdiğini düşünüyor. Aksa Tufanı’nı hızlandıran sebeplerden birisi de, İsrail ile bazı Arap ve bazı Mağrip ülkeleri arasında ilişkilerin normalleşmesini sağlayan ve Filistin yok sayılarak imzalanan 2020 yılındaki İbrahim Anlaşmaları’dır. Hapishanede iken Dr. Bitton’a söylediği şu sözler Aksa Tufanı tarzında bir operasyonun seneler önce planlandığına inanma hissini kuvvetlendiriyor. Sinvar doktora, ‘İsrail’in doğuştan kırılgan olduğunu, dindar ve laik nüfus arasındaki çatlakların derinleşeceğini, 20 yıl sonra zayıflayacağını ve o zaman saldıracağını’ söylüyor.

7 Ekim’de İsrail güvenlik birimlerinin bir kağıttan kaplan olduğu ortaya çıktı. Hamas’ın karşı istihbaratı İsrail istihbaratını alt etti. Filistin’i tarihin merkezine geri yerleştirdi

-Max Blumenthal, Akademisyen

Yahya Sinvar’ın liderliğini yaptığı Aksa Tufanı Harekâtı, beklenmeyen yılda, beklenmeyen ayda ve beklenmeyen anda gerçekleşti. Sinvar yönetimindeki HAMAS, adını Filistin tarihine ve okullarda istihbarat ile savaş tarihi derslerine yazdıracak olan Aksa Tufanı operasyonunu 7 Ekim 2023’te sahneye koydu. Saldırı günü İsrail’de hem Şabat hem de Simhat Tora günüydü. İsrailliler sakin, dingin, evlerine çekilmişti. Ayrıca şok edici 1973 saldırısının 50. yıl dönümü idi. İsrail’in 75 yıllık tarihinde görmediği yoğunlukta füze saldırısı başladığında, iletişim ve gözetleme sistemlerini ‘kör’ etmek için insansız hava araçları ve RPG’ler kullanılıyordu (Remnick, 2024). HAMAS üyeleri duvarın (Gazze’yi çevreleyen abluka duvarı) 60’dan fazla noktasından İsrail’e giriş yaptı.

HAMAS’ın İsrail sınırında kabul edilen bölgelerden Erez, Sderot, Kfar Aza, Nahal Oz, Beeri, Netivot, Reim, Nirim, Ofakim, Magen, Sufa, Kerem Şalom, Nir Yitzak bölgelerine sızdığı biliniyor (AA, 2023). Dakikada 110 adet roketin atıldığı saldırıda Demir Kubbe, Davut Sapanı gibi hava savunma sistemlerinin sadece isimlerinin çok şık olduğu anlaşıldı. HAMAS yüzlerce İsrailli esir aldı ve Gazze’ye geri döndü. Aradan geçen 1 yıldan fazla zaman diliminde İsrail Gazze’de sivil katliamı yaptı. HAMAS üyelerinden ulaşabildiklerini öldürdü ve Yahya Sinvar’a 1 yıl sonra planlarında yokken/tesadüfen ulaşabildi. HAMAS’ın elinde hâlâ rehineler var ve İsrail’in Gazze’de elle tutulur –Savaşı bölgeye yayarak Netanyahu’yu kurtarmak dışında- bir planı görünmüyor.

sayan İbrahim Anlaşmalarının geçersiz kılınmasını sağladı. Mescid-i Aksa’nın ani bir şekilde İsrail işgali ile yıkılmasının önüne geçti. Mazlum insanlara umut ve her zaman bir imkânın olduğunu hatırlattı. Siyaset bilimci Abusada’nın ifadesiyle “Bu (aksa tufanı) hayal gücünün ötesindeydi” (Remnick, 2024). Cezayirli ilim adamı Dr.Abdürrezzak Makri’nin de ifade ettiği gibi “Müslümanların çok zayıfladığı, umutların tükendiği dönemlerinde Selahattin Eyyübi, Nureddin Zengi nasıl çıkmışsa Aksa Tufanı da ilahi müdahalenin bir parçasıdır, umudun adıdır”.

Yazının en başında belirttiğimiz gibi annesi ona Yahya Peygamberin adını vermiştir. Yahya Peygamber de bu bölgenin zalim yöneticisi tarafından şehit edilmişti (Aydın, 2013).

1950’lerden Gazze fotoğraflarını gördün mü hiç? Yazları herkes buraya tatile geliyordu?

-Yahya Sinvar

SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME

Yahya Sinvar’ın doğumu ve hayatının sonuna kadar olan süreç genel olarak şu fikirleri verir: Coğrafyanın mağduriyeti içinde doğmak, kendi toprağında mülteci toplumun imece usûlü kurduğu kurumlarda yetişmek ve toplumun yetiştirdiği idealist insanlarla hemhâl olarak fikir dünyasını büyütmek, karamsarlık, umutsuzluk gibi düşüncelerden her zaman uzak durmak, siyasi değil dinî bir dava için yaşamış olmak, düşmanın zihnine istediği fikri yerleştirebilen strateji ve istihbarat becerisine sahip olmak, düşmanın zafiyetlerini bilerek uygun adımları kararlılıkla atmak, zamanı geldiğinde altın vuruşu yapabilmek ve sahada bizzat savaşarak ölmek. Şüphesiz zulüm gören insanlara, kendi toplumuna ve aynı dini paylaştığı insanlara umut aşılayan bir yaşam, 21. yüzyılda muharebe alanında savaşan bir lider olarak hem Filistin’in hem mazlumların hem de İsrail’in kayıtlarına girdi.

Sinvar’ın hayatı, dünyada hiçbir zaman ve hiçbir durumda umutsuz olunamayacağını, ilm-i siyaset, samimiyet, öz gelişim ve akıl ile 100 yıllık bir senaryonun yerle bir edilebileceğini gösteriyor. Kendisi ile ilgili dizi ve sinema filmleri çekilmeli, toplumun geneline hitap eden kitaplar yazılmalı ve başka araçlarla tanıtılmalıdır. Bu yazı da böyle bir amaca mukaddime niyetiyle hazırlanmıştır.

Sönmeyen Yangın

Hatice KOÇLAR

Yangın Bugün Başka Şekilde Devam Ediyor…

Mescid-i Aksa, bundan 55 yıl önce 21 Ağustos 1969 yılında Avusturya asıllı fanatik Michael Dennis Rohan tarafından kundaklanarak yakıldı.

Kayıtlara kara bir leke olarak geçen büyük yangında birçok tarihi eser yandı. Bunlar arasında en önemlisi Selahaddin Eyyubi’nin fetih nişanesi olarak Kudüs’e getirttiği tarihi ‘ahşap minber’ küle dönüştü.

Siyonist işgal rejimi 1948’den beri uluslararası hukuka aykırı pek çok suçunun yanı sıra, Kudüs şehrinin İslami medeniyet kimliğini ortadan kaldırmak için kültürel bir soykırım da uyguluyor.

1948 Arap – İsrail Savaşı

Filistin’de İngiliz manda rejiminin sona ermesinin ardından 14 Mayıs 1948’de Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Millî Konseyi’nin, İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etmesinden birkaç saat sonra Arap Birliği’nin İsrail’e savaş ilanıyla başlayan savaştır.

İsrail’in kuruluşunun resmen ilan edilmesiyle patlak veren Arap-İsrail savaşı neticesinde Doğu ve Batı olmak üzere ikiye bölünen Kudüs, Haziran 1967’deki Altı Gün Savaşı ile birlikte tamamen İsrail işgaline maruz kaldı.

7 Haziran 1967 günü, İsrail kuvvetleri, Ürdün’ün kontrolündeki Batı Şeria’yı da ele geçirmeyi başarmıştı. İsrail askerleri artık Doğu Kudüs’e geçirmiş, eski şehrin surları içine girmiş ve dünya tarihi için son derece önemli bir işgali gerçekleştirmişti. Soluğu Mescid-i Aksa’da alan Yahudi askerlerinin görüntüsü dünyanın dört bir yanından Müslümanları üzüntüye uğrattı.

Bu görüntü yıllar içinde Kudüs’te yaşanacak zulümlerden müteşekkil bir albümün ilk fotoğrafı niteliğindeydi…

İşgalin verdiği tedirginlikle geçen iki yılın ardından, 21 Ağustos 1969 sabahı bakışlarını Aksa’ya çeviren Müslümanlar, büyük bir felaketle karşı karşıya olduklarını çabucak anlamışlardı.

Kıble Mescidi’nin minber kısmından dumanlar yükseliyordu. Yangını büyük bir sevinçle karşılayan Siyonist işgalciler, itfaiyelerin önünü keserek yangına müdahaleye engel olmaya çalışmışlardı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Peel Komisyonu Süreci ve Sonrası Filistin

Fatma Nur Taş

GİRİŞ

Yahudilerin vadedilen toprak hikayesi ve üstün ırk vurgusu Filistin’e olan göçleri artırmış, 20. yüzyıla gelindiğinde Siyonizm Yahudiler için bir ideolojiden ziyade bir ulus inşa etme ideali haline gelmişti. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması Ortadoğu'da büyük bir siyasi boşluk yaratmış ve bölgenin geleceğini şekillendirecek önemli değişimlere yol açmıştı. 400 yılı aşkın bir süre Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde kalan Orta Doğu bölgesi, o dönemde nispeten istikrarlı bir yönetim altındaydı ancak bu istikrar, savaş sonrası yapılan gizli anlaşmalar ve Batılı ülkelerin müdahaleleriyle bozuldu. Böylelikle bölge, tam bir istikrarsızlığa sürüklendi.

İngiltere’nin savaşın sonunda, 1918'de bölgeyi işgal etmesiyle 25 Nisan 1920'de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiltere'ye, bölgenin manda idaresi için yetki verildi.  İngiltere ile Fransa arasında 1916'da imzalanan Sykes-Picot Anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bu iki güç arasında paylaştırılmasını öngörüyordu. Bu anlaşma Batı'nın çıkarlarını ön planda tutuyor ve bölgenin etnik ve dini yapısını göz ardı ediyordu. Sykes-Picot Anlaşması Arap halkının bağımsızlık umutlarını yerle bir ettiği düzeyde Batılı emperyalistlerin bölgedeki etkisini artırıyordu. Antlaşma, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye bölüyor, Filistin'de ise uluslararası idare kurulması öngörülüyordu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru gelinirken, İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un İngiliz Yahudi toplumunun lideri Lord Lionel Walter Rothschild’e 2 Kasım 1917’de yazdığı mektup, Filistin’in kaderinde önemli dönüm noktalarından birisi olmuştur. Tarihte Balfour Deklarasyonu olarak anılan mektupla, İngiliz yönetimi Filistin’de Yahudilere bir yurt verilmesine “sempatiyle” yaklaştığını belirtmişti. Lakin, o dönemde Filistin henüz Osmanlı toprağı olmasına karşın İngilizlerin kontrolünde değildi. Dolayısıyla İngilizler kendi yönetimlerinde olmayan bir halkın toprağını bir başka halka vaat etmekte bir beis görmemişti. Balfour Deklarasyonu’nun ilanı, dünya üzerinde belli başlı Yahudi merkezlerinde bulunan siyonist federasyonlar tarafından sevinç ve şükran duyguları ile karşılanmıştır. Ancak o zamana kadar sakin olan Filistin Arap milliyetçiliğinin harekete geçtiği dönemi de başlatmıştır. Filistin'deki Arap ve Yahudi toplulukları arasında süren yıllar boyu gerginlikler, Arap İsyanı olarak bilinen büyük bir ayaklanmayla doruğa ulaştı. Araplar, İngiliz Mandası altındaki Yahudi göçünü ve İngilizlerin Filistin'de bir Yahudi devleti kurma planlarını protesto etmişti.

Filistin Mandası altında yaşayan Arap ve Yahudi toplulukları arasında artan gerilimi ve şiddeti çözmek amacıyla 1937 yılında İngiltere tarafından önerilen bir taksim planı olan Peel Planı gündeme getirildi. Plan, Britanya'nın Filistin'in siyasi ve sosyal sorunlarını çözmeye yönelik uluslararası çabanın bir parçası olarak sunduğu ilk kapsamlı öneriydi. Peel Komisyonu, 1936'da Filistin'de başlayan Büyük Arap İsyanı'nın ardından İngiliz hükümeti tarafından durumu araştırmak ve önerilerde bulunmak amacıyla kuruldu ve komiteye Sir William Peel başkanlık ediyordu. Komisyon bölgedeki çatışmaların nedenlerini araştırdı ve Araplarla Yahudiler arasındaki temel çatışmanın ancak fiziksel ayrılık yoluyla çözülebileceği sonucuna vardı.

Peel Komisyonu tarafından önerilen plan, Filistin'in üç ana bölgeye bölünmesi çağrısında bulunuyordu: Yahudi devleti, Arap devleti ve uluslararası bölge. Yahudi devleti, Filistin'in kuzeyi ve batısı ile Akdeniz kıyısı boyunca uzanan bir bölgede kurulacaktı. Bu bölge ülkedeki en verimli toprakları içeriyordu. Arap devleti, Ürdün Nehri'nin batısında, güney ve doğu Filistin'de yer alacaktı. Verimli topraklar az olmasına rağmen bu bölge nüfusun çoğunluğuna ev sahipliği yapıyordu. Kudüs ve çevresi uluslararası bir bölge olarak yönetilecekti. Bölge, kutsal toprakların güvenliğini ve tarafsızlığını sağlamak için doğrudan İngiliz mandası altında kalacaktı. Bu plan hem Araplar hem de Yahudiler tarafından geniş çapta reddedildi.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Büyük Felaket

Fatma Nur Taş

Sözlükte çok büyük üzüntüye ve sıkıntıya, onarılması güç, büyük zarara yol açan olay ya da durum olarak açıklanan “Nekbe (felaket)” kelimesi, bugün bir halkın kanayan en büyük yaralarından birisini nitelemektedir. Her yıl Mayıs ayının on beşinci günü bu unutulmayan felaketin yeniden hatırlandığı gündür. 15 Mayıs Filistin ve İsrail halkı için taban tabana zıt anlamlar içermektedir. Tam da bugün bir taraf öz topraklarında hareket edemez hale gelmiş, diğer taraf ise Hitlervari duruşla vadedilen topraklar rüyasına adım atmıştır.

İsrail’in kuruluşunu Filistinlilerin Nekbe’sini tetikleyen olaylar silsilesi Yahudilerin Avrupa’da ve bulundukları ülkelerin ekseriyetinde sosyal hayatta ve temas ettikleri her alanda antisemitik muamelelere maruz kalmalarıyla başlamıştır. Siyonizmin, 19. yüzyılın sonlarında Avrupa`da büyüyen bir siyasal hareket olarak ortaya çıkmasının peşinden, siyasal siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, 1896'da bir Yahudi devletinin kurulmasının, Avrupa'da yüzyıllardır başlamış olan Yahudi karşıtı duygu ve saldırılara çözüm olacağını söyledi.

Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasıyla beraber de İngiltere, Filistin'in kontrolünü ele geçirdi ve 1917'de Balfour Deklarasyonu'nu yayınladı. Belgede "Yahudiler için ulusal bir anayurttan" söz edilmiş ayrıca "Yahudi olmayan Filistinli toplulukların sivil ve dini haklarını baltalayacak hiç bir eylemde bulunulmaması gerektiği" belirtilmişti. Ancak bu 67 kelimelik mektup günümüze kadarki 107 yıllık problemler sarmalının önünü açmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Çünkü artık Yahudilerin bu topraklara gelişi hızlanmış ve Filistin halkını gölgede bırakmak için çalışılmaya başlanmıştı.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLA

Bu Sayfada:

title

title

title

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

• Kudüs Çalışma Grubu • Kudüs Çalışma Grubu