Şehadetin Evi: Halilürrahman

22 Temmuz 2023

Beyan Osman

Şehadetin Evi: Halilürrahman
Şehadetin Evi: Halilürrahman
Şehadetin Evi: Halilürrahman

El-Halil; Batı Şeria’da, Kudüs’ün 32 kilometre güney batısı ile Gazze’nin 55 kilometre doğusunda yer alır. Milâttan önce iki bin yılının ilk yarısında Ken‘ânîler tarafından kurulmuş ve Ahd-i Atîk’te belirtildiğine göre önce “dört köy” anlamına gelen Kiryât Arba, daha sonra da kralın adına nispeten Hebron adıyla anılmıştır. Şehrin bugünkü adı olan Halîl ise “Allah’ın dostu” anlamındaki Halîlürrahman’ın kısaltılmış şeklidir.

Şehir, ilâhî dinlerin üçünde de kutsal sayılır; çünkü Hz. İbrâhim, İshak, Ya‘kūb ve onların bazı zevceleri ile Hz. Yûsuf’un makamları buradadır. Bundan dolayı El-Halîl, Müslümanlar arasında Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra en çok itibar gören dördüncü şehir olarak bilinir. Haçlı seferlerinden beri Kudüs’le birlikte Mekke ve Medine gibi “Haremeyn-i Şerîfeyn” adıyla anılır. Yahudiler, Hz. İbrahim ve zevcesi Sare'nin Halilulrahman caminin altında bulunan mağarada yaşadıklarına inandıkların için, Kudüs'ten sonra en önemli ikinci yerleri sayılmaktadır.

El Halil şehri, insan yerleşiminin tarihi açıdan devamlılık taşıdığı birkaç Arap şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor. Öyle ki tarihi çok köklü dönemlere dayanmaktadır. Şöyle özetlememiz gerekirse: El-Halil’de erken Tunç Çağı'nda (MÖ 3000 yılın ikinci yarısı civarında) bir sivil varlığa işaret eden izler bulundu. MÖ 586'da Babilliler, MÖ 539'da Persler ve MÖ 322'de Yunanlılar ve MÖ 63’te Romalılar hâkim oldu. Daha sonra MS 593'te bu kadim topraklar Bizanslıların eline geçti, ancak birkaç yıl sonra Persler’in hâkimiyeti altına girdi, ardından Bizanslı Romalılar geri dönüp Persleri buradan çıkardı, MS 7. yüzyılda ise Arap Müslümanların eline geçti. Haçlıların katliam dolu ve kanlı dönemi, MS 1187'de Hattin Savaşı'ndan sonra Selahaddin Eyyubi ordusunun mutlak zaferiyle son buldu ve bölgenin hakimi Müslümanlar oldu. Daha sonra Memlûklu dönemi başladı; günümüze ulaşan tüm eski mahalleler, mimari eser ve yapılar bu dönemin mirasıdır.

Sonrasında Osmanlı dönemi başladı. Osmanlılar, MS 1517'de Mercidabık Savaşı'ndan sonra Şam'ı ve El-Halil şehrini fethetti ve hükümdarlıkları 4 yüzyıl boyunca devam etti. Bu dönemin cam işçiliği eserleri oldukça ünlüydü. Bu dönemde inşa edilen binalar, çevredeki dağlardançıkarılankireçtaşındanyapılmıştır. Buşehrin,diğervilayetlerleiletişimiengellemek ve güvenliği, huzuru sağlamak için geceleri kapatılan birkaç kapısı vardır. El Halil, Osmanlı döneminin sonunda yaklaşık 22 bin nüfusluydu. Bu nüfusun içinde üç sinagogu olan 2.000 Yahudi vardı.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra El Halil şehri İngiliz mandası olarak işgal edildi, 1920'li yıllarda bir yandan Siyonizmin yükselişi, diğer yandan Arap ulusal bilincinin gelişmesi sonucunda manda yönetimi altında yaşayan Araplar ve Yahudiler arasındaki gerilim arttı. Sonra Birleşik Devletler’in aldığı karar çerçevesinde iki devlet kurma kararı alındı.

El Halil, İsrail'in 5 Haziran 1967'de şehri işgal etmesiyle İsrail işgali altına girerek doğrudan bir İsrail askeri valisi tarafından yönetilen bir merkez haline geldi ve o tarihten itibaren bölgeye Yahudi yerleşimciler yerleşmeye başladı. Şehrin çevresinde ve şehir içinde şu anda yerleşim yeri olan Tel Rumeida, Dabouya, Usame İbnü'l-Munqith Okulu, sebze pazarı ve İbrahimiCamiiyakınlarındakituristdinlenmealanıolanbeşYahudiyerleşimyerivar. Bunlara ekolarakdaElHalil’in yanındabirİsrailyerleşimiolan“KiryatArba”dainşaedildi.El-Halil, Filistin'in içinde yerleşim yeri kurulmuş olan tek şehridir. Birkaç yüz yerleşimcinin hareket özgürlüğü için İsrail, şehrin Filistinli sakinlerine karşı resmi bir ayrımcılık politikası uygulayarak, yıllar geçtikçe, şehir merkezini bir hayalet kasabaya dönüştürdü.

Filistinlilerin yerleştirildiği kamplara bakacak olursak; Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı’na (UNRWA) göre resmi olarak kayıtlı iki kamp var. Bu iki kamp, Batı Şeria'daki diğer kamplar gibi, UNRWA’nın Ürdün hükümetinden kiraladığı iki arazi parçası üzerine inşa edildi.

El -Halil şehrinin ekonomisi İsrail’in uyguladığı zorlayıcı politikalardan dolayı gittikçe çökmekte, şehir halkı zor ekonomik koşullarda cam işçiliği ve birkaç tarım ürünüyle geçimini sağlamaya çalışmaktadırlar.

Halilrahman Camii: Cami kapandı sinagog açıldı.

El-Halil’in en eski camisi olarak kabul edilen İbrahim Camii, Roma döneminde bir kiliseydi. MüslümanlarınFilistin'i fethinden sonra cami haline getirildi. Kiliseye dönüştürülmeden önce ise İbrahim Peygamberin eşi Hz. Sare’nin kabrinin bulunduğu düşünülen bir mağaraydı. En başta da bahsettiğim gibi üç din için de bu bölge çok önemli. Fakat Müslümanlar için hem kendileri hem de diğer dinler için önemi sebebiyle saygı duyulması gerekilen bir yerken; diğer dinler için saygı gösterilmesinde ziyade işgal edilen, savaşılan, namaz kılan insanların üzerine ateş açılan, tam secde edeceklerken insanların sırtlarından vurularak katledildiği bir yer haline getirildi. Sadece Müslümanların değil tüm insanlığın hesabını sorması gereken durumların yaşandığını gördük.

İsrail, işgal altında tuttuğu Filistin'de 1948'den beri çok sayıda katliama imza attı. Bu saldırıların en kritiklerinden biri 25 Şubat 1994'te sabah namazı sırasında El- Halil şehrindeki Halil İbrahim Camii'nde düzenlenen saldırıydı.

25 Şubat 1994 yılında Müslümanlar için mübarek Ramazan ayı ve Yahudiler için kutsal olan Purim Bayramı (İbranicede "zar ve kura çekmek" anlamına gelen ve Tevrat’ta da geçtiğine inanılan "Purim", antik Pers İmparatorluğunda yaşayan Yahudilerin, dönemin veziri Haman'ın öldürme planından kurtuluşunun anısına kutlanılan bir bayram) aynı döneme denk geldi. Müslümanların ve Yahudilerin kutsal aylarının aynı zamana denk gelmesi Yahudi yerleşimciler ile Filistinliler arasında devam eden gerginliği daha da artırdı.

Namaz sırasında camiye gelen bir işgalci yerleşimci M-16 otomatik silahıyla ateş açarak 29 kişiyi şehit etti ve 125 kişiyi yaraladı. Ve yaralıların hastaneye taşınması esnasında İsrail yine bir katliam daha gerçekleştirerek şehit sayısının artmasına sebep oldu, yaralıların sayısı ise 300'e yükseldi. Katliamdan sonra cami 9 ay boyunca tadilat gerekçesiyle kapalı kaldı. Açıldığında ise işgalci rejim üçte ikisini sinagog yapmış, cami olarak bıraktığı alana ise gözetleme kameraları koymuştu. Müslümanlar onları hiçbir şekilde göremezken İsrail güçleri

senin her adımını takip etmekte. Girişe ise manyetik kontrol cihazları yerleştirilmiştir. Bu şekilde girişler, adeta hapishaneye giriş yapar gibi sağlanmaktadır. Minare de özellikle Yahudilerin tarafına alınmış ve ezan okuma yasağı getirilmiş, şu an onların belirlediği belirli saatlerde izin alınarak ezan okunmaktadır. Yahudi bayramları bahane edilerek çoğu zaman ezan yasaklanmaktadır. Aynı zamanda caminin üçte ikisini işgal ederek oluşturdukları sinagogda yüksek sesle ve hatta bağırarak yaptıkları ayinleri Müslümanları namaz kılarken çok rahatsız etmektedir.

Camiye saldıran kişi, Baruch Goldstein isimli, ABD kökenli bir doktordu. Silahının tutukluk yapması nedeniyle ateş edemeyince saldırıdan sağ kurtulanlar tarafından linç edildi. Olaya şahit olanlardan Talâl Ebu Sinine, Müslüman gençlerin canavar Goldstien'ın üzerine atılıp onu öldürmelerini şöyle anlatıyor: “Bazı gençler ayağa kalkıp caninin üzerine yürüdü ve onu öldürdüler. Harekete ilk önce geçip caninin üzerine doğru yürüyen gencin adı Selim İdris'ti. İkincisi de Nemir Mücâhid'di. Daha sonra her ikisi de şehit oldu.” Katliamın sorumlusu, psikolojik rahatsızlıklarının olduğu gerekçesiyle, İsrail kamuoyunu kendisinin bu katliam ile hiçbir şekilde ilgisi olmadığı konusunda ikna edebildi ama Filistinli tanıkların ifadelerinin hiçbiri böyle demiyor. Filistinli tanıklardan Alaaddin Cabari, katliamdan önce de caminin güvenliğini sağlıyordu. Cabari, "Goldstein içeri kulağında kulaklık ve başında bir kipa ile girdi. Bir kapıdan girdi ve cemaatin arkasından ateş ede ede ilerledi. Planı uzakta kalan kapıdan çıkmaktı ama kapı kapalıydı. Her yer kan içindeydi ve yerler ceset doluydu." diyor. Bir diğer tanık Fatıma Hamis el Cabari’nin kocası Süleyman, katliam sırasında Goldstein tarafından öldürülmüş: ‘‘Kocam, ben ve iki oğlum camideydik. Kadınlar ve erkeklerin namaz kıldığı yerler ayrıydı. Bu yüzden silahı duyduğumda, sadece kocamı ve oğullarımı düşündüm. Ateş edilmeye başlandığında; kocam en küçük oğlumuz 8 yaşındaki Sâri’yi korumak için üstüne kapaklanmış. Süleyman sırtından vurulmuş ve kurşun Süleyman’ın sırtından geçerek Sâri’ye saplanmış.Kocam yaşamını yitirdi ve oğlumun midesi parçalandı. Onun da öleceğini düşünüyorduk ancak 1 ay hastane de yattıktan sonra kurtuldu.’’ Bu iki tanık dışında, katliama tanıklık etmiş onlarca hatta yüzlerce kişi daha var.

Bugün Goldstein’in Kiryat Arba’daki mezarı, aşırı sağcı Yahudi yerleşimciler tarafından türbe olarak ziyaret ediliyor. Halilulrahman caminde hala Yahudiler, bayramlarında mescit olarak ayrılmış bölüme girip peygamberlerin makamlarının yanı başında oyunlar oynamakta, danslar etmektedirler. Onlar içeride bu anlamsız ayinlerini yaparken dışarıda da yüzlerce asker tarafından, Müslümanların mescide girmesi engellenerek hatta Müslümanlar öldürülerek korunmaktadırlar.

Halilulrahman camisinde yapılan saldırı aslında sadece o caminin kaderini değiştirmedi, aynı zamanda Kudüs’ün de kaderini değiştirdi. Çünkü şu an bütün Kudüs’te yapılan Yahudileştirme hareketlerini daha önce El Halil’de yapılmış ve Yahudiler açısından başarıyla sonuçlanmıştır.

Acaba biz Kudüs’ü El Halil’de mi kaybettik?

El-Halil; Batı Şeria’da, Kudüs’ün 32 kilometre güney batısı ile Gazze’nin 55 kilometre doğusunda yer alır. Milâttan önce iki bin yılının ilk yarısında Ken‘ânîler tarafından kurulmuş ve Ahd-i Atîk’te belirtildiğine göre önce “dört köy” anlamına gelen Kiryât Arba, daha sonra da kralın adına nispeten Hebron adıyla anılmıştır. Şehrin bugünkü adı olan Halîl ise “Allah’ın dostu” anlamındaki Halîlürrahman’ın kısaltılmış şeklidir.

Şehir, ilâhî dinlerin üçünde de kutsal sayılır; çünkü Hz. İbrâhim, İshak, Ya‘kūb ve onların bazı zevceleri ile Hz. Yûsuf’un makamları buradadır. Bundan dolayı El-Halîl, Müslümanlar arasında Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra en çok itibar gören dördüncü şehir olarak bilinir. Haçlı seferlerinden beri Kudüs’le birlikte Mekke ve Medine gibi “Haremeyn-i Şerîfeyn” adıyla anılır. Yahudiler, Hz. İbrahim ve zevcesi Sare'nin Halilulrahman caminin altında bulunan mağarada yaşadıklarına inandıkların için, Kudüs'ten sonra en önemli ikinci yerleri sayılmaktadır.

El Halil şehri, insan yerleşiminin tarihi açıdan devamlılık taşıdığı birkaç Arap şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor. Öyle ki tarihi çok köklü dönemlere dayanmaktadır. Şöyle özetlememiz gerekirse: El-Halil’de erken Tunç Çağı'nda (MÖ 3000 yılın ikinci yarısı civarında) bir sivil varlığa işaret eden izler bulundu. MÖ 586'da Babilliler, MÖ 539'da Persler ve MÖ 322'de Yunanlılar ve MÖ 63’te Romalılar hâkim oldu. Daha sonra MS 593'te bu kadim topraklar Bizanslıların eline geçti, ancak birkaç yıl sonra Persler’in hâkimiyeti altına girdi, ardından Bizanslı Romalılar geri dönüp Persleri buradan çıkardı, MS 7. yüzyılda ise Arap Müslümanların eline geçti. Haçlıların katliam dolu ve kanlı dönemi, MS 1187'de Hattin Savaşı'ndan sonra Selahaddin Eyyubi ordusunun mutlak zaferiyle son buldu ve bölgenin hakimi Müslümanlar oldu. Daha sonra Memlûklu dönemi başladı; günümüze ulaşan tüm eski mahalleler, mimari eser ve yapılar bu dönemin mirasıdır.

Sonrasında Osmanlı dönemi başladı. Osmanlılar, MS 1517'de Mercidabık Savaşı'ndan sonra Şam'ı ve El-Halil şehrini fethetti ve hükümdarlıkları 4 yüzyıl boyunca devam etti. Bu dönemin cam işçiliği eserleri oldukça ünlüydü. Bu dönemde inşa edilen binalar, çevredeki dağlardançıkarılankireçtaşındanyapılmıştır. Buşehrin,diğervilayetlerleiletişimiengellemek ve güvenliği, huzuru sağlamak için geceleri kapatılan birkaç kapısı vardır. El Halil, Osmanlı döneminin sonunda yaklaşık 22 bin nüfusluydu. Bu nüfusun içinde üç sinagogu olan 2.000 Yahudi vardı.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra El Halil şehri İngiliz mandası olarak işgal edildi, 1920'li yıllarda bir yandan Siyonizmin yükselişi, diğer yandan Arap ulusal bilincinin gelişmesi sonucunda manda yönetimi altında yaşayan Araplar ve Yahudiler arasındaki gerilim arttı. Sonra Birleşik Devletler’in aldığı karar çerçevesinde iki devlet kurma kararı alındı.

El Halil, İsrail'in 5 Haziran 1967'de şehri işgal etmesiyle İsrail işgali altına girerek doğrudan bir İsrail askeri valisi tarafından yönetilen bir merkez haline geldi ve o tarihten itibaren bölgeye Yahudi yerleşimciler yerleşmeye başladı. Şehrin çevresinde ve şehir içinde şu anda yerleşim yeri olan Tel Rumeida, Dabouya, Usame İbnü'l-Munqith Okulu, sebze pazarı ve İbrahimiCamiiyakınlarındakituristdinlenmealanıolanbeşYahudiyerleşimyerivar. Bunlara ekolarakdaElHalil’in yanındabirİsrailyerleşimiolan“KiryatArba”dainşaedildi.El-Halil, Filistin'in içinde yerleşim yeri kurulmuş olan tek şehridir. Birkaç yüz yerleşimcinin hareket özgürlüğü için İsrail, şehrin Filistinli sakinlerine karşı resmi bir ayrımcılık politikası uygulayarak, yıllar geçtikçe, şehir merkezini bir hayalet kasabaya dönüştürdü.

Filistinlilerin yerleştirildiği kamplara bakacak olursak; Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı’na (UNRWA) göre resmi olarak kayıtlı iki kamp var. Bu iki kamp, Batı Şeria'daki diğer kamplar gibi, UNRWA’nın Ürdün hükümetinden kiraladığı iki arazi parçası üzerine inşa edildi.

El -Halil şehrinin ekonomisi İsrail’in uyguladığı zorlayıcı politikalardan dolayı gittikçe çökmekte, şehir halkı zor ekonomik koşullarda cam işçiliği ve birkaç tarım ürünüyle geçimini sağlamaya çalışmaktadırlar.

Halilrahman Camii: Cami kapandı sinagog açıldı.

El-Halil’in en eski camisi olarak kabul edilen İbrahim Camii, Roma döneminde bir kiliseydi. MüslümanlarınFilistin'i fethinden sonra cami haline getirildi. Kiliseye dönüştürülmeden önce ise İbrahim Peygamberin eşi Hz. Sare’nin kabrinin bulunduğu düşünülen bir mağaraydı. En başta da bahsettiğim gibi üç din için de bu bölge çok önemli. Fakat Müslümanlar için hem kendileri hem de diğer dinler için önemi sebebiyle saygı duyulması gerekilen bir yerken; diğer dinler için saygı gösterilmesinde ziyade işgal edilen, savaşılan, namaz kılan insanların üzerine ateş açılan, tam secde edeceklerken insanların sırtlarından vurularak katledildiği bir yer haline getirildi. Sadece Müslümanların değil tüm insanlığın hesabını sorması gereken durumların yaşandığını gördük.

İsrail, işgal altında tuttuğu Filistin'de 1948'den beri çok sayıda katliama imza attı. Bu saldırıların en kritiklerinden biri 25 Şubat 1994'te sabah namazı sırasında El- Halil şehrindeki Halil İbrahim Camii'nde düzenlenen saldırıydı.

25 Şubat 1994 yılında Müslümanlar için mübarek Ramazan ayı ve Yahudiler için kutsal olan Purim Bayramı (İbranicede "zar ve kura çekmek" anlamına gelen ve Tevrat’ta da geçtiğine inanılan "Purim", antik Pers İmparatorluğunda yaşayan Yahudilerin, dönemin veziri Haman'ın öldürme planından kurtuluşunun anısına kutlanılan bir bayram) aynı döneme denk geldi. Müslümanların ve Yahudilerin kutsal aylarının aynı zamana denk gelmesi Yahudi yerleşimciler ile Filistinliler arasında devam eden gerginliği daha da artırdı.

Namaz sırasında camiye gelen bir işgalci yerleşimci M-16 otomatik silahıyla ateş açarak 29 kişiyi şehit etti ve 125 kişiyi yaraladı. Ve yaralıların hastaneye taşınması esnasında İsrail yine bir katliam daha gerçekleştirerek şehit sayısının artmasına sebep oldu, yaralıların sayısı ise 300'e yükseldi. Katliamdan sonra cami 9 ay boyunca tadilat gerekçesiyle kapalı kaldı. Açıldığında ise işgalci rejim üçte ikisini sinagog yapmış, cami olarak bıraktığı alana ise gözetleme kameraları koymuştu. Müslümanlar onları hiçbir şekilde göremezken İsrail güçleri

senin her adımını takip etmekte. Girişe ise manyetik kontrol cihazları yerleştirilmiştir. Bu şekilde girişler, adeta hapishaneye giriş yapar gibi sağlanmaktadır. Minare de özellikle Yahudilerin tarafına alınmış ve ezan okuma yasağı getirilmiş, şu an onların belirlediği belirli saatlerde izin alınarak ezan okunmaktadır. Yahudi bayramları bahane edilerek çoğu zaman ezan yasaklanmaktadır. Aynı zamanda caminin üçte ikisini işgal ederek oluşturdukları sinagogda yüksek sesle ve hatta bağırarak yaptıkları ayinleri Müslümanları namaz kılarken çok rahatsız etmektedir.

Camiye saldıran kişi, Baruch Goldstein isimli, ABD kökenli bir doktordu. Silahının tutukluk yapması nedeniyle ateş edemeyince saldırıdan sağ kurtulanlar tarafından linç edildi. Olaya şahit olanlardan Talâl Ebu Sinine, Müslüman gençlerin canavar Goldstien'ın üzerine atılıp onu öldürmelerini şöyle anlatıyor: “Bazı gençler ayağa kalkıp caninin üzerine yürüdü ve onu öldürdüler. Harekete ilk önce geçip caninin üzerine doğru yürüyen gencin adı Selim İdris'ti. İkincisi de Nemir Mücâhid'di. Daha sonra her ikisi de şehit oldu.” Katliamın sorumlusu, psikolojik rahatsızlıklarının olduğu gerekçesiyle, İsrail kamuoyunu kendisinin bu katliam ile hiçbir şekilde ilgisi olmadığı konusunda ikna edebildi ama Filistinli tanıkların ifadelerinin hiçbiri böyle demiyor. Filistinli tanıklardan Alaaddin Cabari, katliamdan önce de caminin güvenliğini sağlıyordu. Cabari, "Goldstein içeri kulağında kulaklık ve başında bir kipa ile girdi. Bir kapıdan girdi ve cemaatin arkasından ateş ede ede ilerledi. Planı uzakta kalan kapıdan çıkmaktı ama kapı kapalıydı. Her yer kan içindeydi ve yerler ceset doluydu." diyor. Bir diğer tanık Fatıma Hamis el Cabari’nin kocası Süleyman, katliam sırasında Goldstein tarafından öldürülmüş: ‘‘Kocam, ben ve iki oğlum camideydik. Kadınlar ve erkeklerin namaz kıldığı yerler ayrıydı. Bu yüzden silahı duyduğumda, sadece kocamı ve oğullarımı düşündüm. Ateş edilmeye başlandığında; kocam en küçük oğlumuz 8 yaşındaki Sâri’yi korumak için üstüne kapaklanmış. Süleyman sırtından vurulmuş ve kurşun Süleyman’ın sırtından geçerek Sâri’ye saplanmış.Kocam yaşamını yitirdi ve oğlumun midesi parçalandı. Onun da öleceğini düşünüyorduk ancak 1 ay hastane de yattıktan sonra kurtuldu.’’ Bu iki tanık dışında, katliama tanıklık etmiş onlarca hatta yüzlerce kişi daha var.

Bugün Goldstein’in Kiryat Arba’daki mezarı, aşırı sağcı Yahudi yerleşimciler tarafından türbe olarak ziyaret ediliyor. Halilulrahman caminde hala Yahudiler, bayramlarında mescit olarak ayrılmış bölüme girip peygamberlerin makamlarının yanı başında oyunlar oynamakta, danslar etmektedirler. Onlar içeride bu anlamsız ayinlerini yaparken dışarıda da yüzlerce asker tarafından, Müslümanların mescide girmesi engellenerek hatta Müslümanlar öldürülerek korunmaktadırlar.

Halilulrahman camisinde yapılan saldırı aslında sadece o caminin kaderini değiştirmedi, aynı zamanda Kudüs’ün de kaderini değiştirdi. Çünkü şu an bütün Kudüs’te yapılan Yahudileştirme hareketlerini daha önce El Halil’de yapılmış ve Yahudiler açısından başarıyla sonuçlanmıştır.

Acaba biz Kudüs’ü El Halil’de mi kaybettik?

El-Halil; Batı Şeria’da, Kudüs’ün 32 kilometre güney batısı ile Gazze’nin 55 kilometre doğusunda yer alır. Milâttan önce iki bin yılının ilk yarısında Ken‘ânîler tarafından kurulmuş ve Ahd-i Atîk’te belirtildiğine göre önce “dört köy” anlamına gelen Kiryât Arba, daha sonra da kralın adına nispeten Hebron adıyla anılmıştır. Şehrin bugünkü adı olan Halîl ise “Allah’ın dostu” anlamındaki Halîlürrahman’ın kısaltılmış şeklidir.

Şehir, ilâhî dinlerin üçünde de kutsal sayılır; çünkü Hz. İbrâhim, İshak, Ya‘kūb ve onların bazı zevceleri ile Hz. Yûsuf’un makamları buradadır. Bundan dolayı El-Halîl, Müslümanlar arasında Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra en çok itibar gören dördüncü şehir olarak bilinir. Haçlı seferlerinden beri Kudüs’le birlikte Mekke ve Medine gibi “Haremeyn-i Şerîfeyn” adıyla anılır. Yahudiler, Hz. İbrahim ve zevcesi Sare'nin Halilulrahman caminin altında bulunan mağarada yaşadıklarına inandıkların için, Kudüs'ten sonra en önemli ikinci yerleri sayılmaktadır.

El Halil şehri, insan yerleşiminin tarihi açıdan devamlılık taşıdığı birkaç Arap şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor. Öyle ki tarihi çok köklü dönemlere dayanmaktadır. Şöyle özetlememiz gerekirse: El-Halil’de erken Tunç Çağı'nda (MÖ 3000 yılın ikinci yarısı civarında) bir sivil varlığa işaret eden izler bulundu. MÖ 586'da Babilliler, MÖ 539'da Persler ve MÖ 322'de Yunanlılar ve MÖ 63’te Romalılar hâkim oldu. Daha sonra MS 593'te bu kadim topraklar Bizanslıların eline geçti, ancak birkaç yıl sonra Persler’in hâkimiyeti altına girdi, ardından Bizanslı Romalılar geri dönüp Persleri buradan çıkardı, MS 7. yüzyılda ise Arap Müslümanların eline geçti. Haçlıların katliam dolu ve kanlı dönemi, MS 1187'de Hattin Savaşı'ndan sonra Selahaddin Eyyubi ordusunun mutlak zaferiyle son buldu ve bölgenin hakimi Müslümanlar oldu. Daha sonra Memlûklu dönemi başladı; günümüze ulaşan tüm eski mahalleler, mimari eser ve yapılar bu dönemin mirasıdır.

Sonrasında Osmanlı dönemi başladı. Osmanlılar, MS 1517'de Mercidabık Savaşı'ndan sonra Şam'ı ve El-Halil şehrini fethetti ve hükümdarlıkları 4 yüzyıl boyunca devam etti. Bu dönemin cam işçiliği eserleri oldukça ünlüydü. Bu dönemde inşa edilen binalar, çevredeki dağlardançıkarılankireçtaşındanyapılmıştır. Buşehrin,diğervilayetlerleiletişimiengellemek ve güvenliği, huzuru sağlamak için geceleri kapatılan birkaç kapısı vardır. El Halil, Osmanlı döneminin sonunda yaklaşık 22 bin nüfusluydu. Bu nüfusun içinde üç sinagogu olan 2.000 Yahudi vardı.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra El Halil şehri İngiliz mandası olarak işgal edildi, 1920'li yıllarda bir yandan Siyonizmin yükselişi, diğer yandan Arap ulusal bilincinin gelişmesi sonucunda manda yönetimi altında yaşayan Araplar ve Yahudiler arasındaki gerilim arttı. Sonra Birleşik Devletler’in aldığı karar çerçevesinde iki devlet kurma kararı alındı.

El Halil, İsrail'in 5 Haziran 1967'de şehri işgal etmesiyle İsrail işgali altına girerek doğrudan bir İsrail askeri valisi tarafından yönetilen bir merkez haline geldi ve o tarihten itibaren bölgeye Yahudi yerleşimciler yerleşmeye başladı. Şehrin çevresinde ve şehir içinde şu anda yerleşim yeri olan Tel Rumeida, Dabouya, Usame İbnü'l-Munqith Okulu, sebze pazarı ve İbrahimiCamiiyakınlarındakituristdinlenmealanıolanbeşYahudiyerleşimyerivar. Bunlara ekolarakdaElHalil’in yanındabirİsrailyerleşimiolan“KiryatArba”dainşaedildi.El-Halil, Filistin'in içinde yerleşim yeri kurulmuş olan tek şehridir. Birkaç yüz yerleşimcinin hareket özgürlüğü için İsrail, şehrin Filistinli sakinlerine karşı resmi bir ayrımcılık politikası uygulayarak, yıllar geçtikçe, şehir merkezini bir hayalet kasabaya dönüştürdü.

Filistinlilerin yerleştirildiği kamplara bakacak olursak; Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı’na (UNRWA) göre resmi olarak kayıtlı iki kamp var. Bu iki kamp, Batı Şeria'daki diğer kamplar gibi, UNRWA’nın Ürdün hükümetinden kiraladığı iki arazi parçası üzerine inşa edildi.

El -Halil şehrinin ekonomisi İsrail’in uyguladığı zorlayıcı politikalardan dolayı gittikçe çökmekte, şehir halkı zor ekonomik koşullarda cam işçiliği ve birkaç tarım ürünüyle geçimini sağlamaya çalışmaktadırlar.

Halilrahman Camii: Cami kapandı sinagog açıldı.

El-Halil’in en eski camisi olarak kabul edilen İbrahim Camii, Roma döneminde bir kiliseydi. MüslümanlarınFilistin'i fethinden sonra cami haline getirildi. Kiliseye dönüştürülmeden önce ise İbrahim Peygamberin eşi Hz. Sare’nin kabrinin bulunduğu düşünülen bir mağaraydı. En başta da bahsettiğim gibi üç din için de bu bölge çok önemli. Fakat Müslümanlar için hem kendileri hem de diğer dinler için önemi sebebiyle saygı duyulması gerekilen bir yerken; diğer dinler için saygı gösterilmesinde ziyade işgal edilen, savaşılan, namaz kılan insanların üzerine ateş açılan, tam secde edeceklerken insanların sırtlarından vurularak katledildiği bir yer haline getirildi. Sadece Müslümanların değil tüm insanlığın hesabını sorması gereken durumların yaşandığını gördük.

İsrail, işgal altında tuttuğu Filistin'de 1948'den beri çok sayıda katliama imza attı. Bu saldırıların en kritiklerinden biri 25 Şubat 1994'te sabah namazı sırasında El- Halil şehrindeki Halil İbrahim Camii'nde düzenlenen saldırıydı.

25 Şubat 1994 yılında Müslümanlar için mübarek Ramazan ayı ve Yahudiler için kutsal olan Purim Bayramı (İbranicede "zar ve kura çekmek" anlamına gelen ve Tevrat’ta da geçtiğine inanılan "Purim", antik Pers İmparatorluğunda yaşayan Yahudilerin, dönemin veziri Haman'ın öldürme planından kurtuluşunun anısına kutlanılan bir bayram) aynı döneme denk geldi. Müslümanların ve Yahudilerin kutsal aylarının aynı zamana denk gelmesi Yahudi yerleşimciler ile Filistinliler arasında devam eden gerginliği daha da artırdı.

Namaz sırasında camiye gelen bir işgalci yerleşimci M-16 otomatik silahıyla ateş açarak 29 kişiyi şehit etti ve 125 kişiyi yaraladı. Ve yaralıların hastaneye taşınması esnasında İsrail yine bir katliam daha gerçekleştirerek şehit sayısının artmasına sebep oldu, yaralıların sayısı ise 300'e yükseldi. Katliamdan sonra cami 9 ay boyunca tadilat gerekçesiyle kapalı kaldı. Açıldığında ise işgalci rejim üçte ikisini sinagog yapmış, cami olarak bıraktığı alana ise gözetleme kameraları koymuştu. Müslümanlar onları hiçbir şekilde göremezken İsrail güçleri

senin her adımını takip etmekte. Girişe ise manyetik kontrol cihazları yerleştirilmiştir. Bu şekilde girişler, adeta hapishaneye giriş yapar gibi sağlanmaktadır. Minare de özellikle Yahudilerin tarafına alınmış ve ezan okuma yasağı getirilmiş, şu an onların belirlediği belirli saatlerde izin alınarak ezan okunmaktadır. Yahudi bayramları bahane edilerek çoğu zaman ezan yasaklanmaktadır. Aynı zamanda caminin üçte ikisini işgal ederek oluşturdukları sinagogda yüksek sesle ve hatta bağırarak yaptıkları ayinleri Müslümanları namaz kılarken çok rahatsız etmektedir.

Camiye saldıran kişi, Baruch Goldstein isimli, ABD kökenli bir doktordu. Silahının tutukluk yapması nedeniyle ateş edemeyince saldırıdan sağ kurtulanlar tarafından linç edildi. Olaya şahit olanlardan Talâl Ebu Sinine, Müslüman gençlerin canavar Goldstien'ın üzerine atılıp onu öldürmelerini şöyle anlatıyor: “Bazı gençler ayağa kalkıp caninin üzerine yürüdü ve onu öldürdüler. Harekete ilk önce geçip caninin üzerine doğru yürüyen gencin adı Selim İdris'ti. İkincisi de Nemir Mücâhid'di. Daha sonra her ikisi de şehit oldu.” Katliamın sorumlusu, psikolojik rahatsızlıklarının olduğu gerekçesiyle, İsrail kamuoyunu kendisinin bu katliam ile hiçbir şekilde ilgisi olmadığı konusunda ikna edebildi ama Filistinli tanıkların ifadelerinin hiçbiri böyle demiyor. Filistinli tanıklardan Alaaddin Cabari, katliamdan önce de caminin güvenliğini sağlıyordu. Cabari, "Goldstein içeri kulağında kulaklık ve başında bir kipa ile girdi. Bir kapıdan girdi ve cemaatin arkasından ateş ede ede ilerledi. Planı uzakta kalan kapıdan çıkmaktı ama kapı kapalıydı. Her yer kan içindeydi ve yerler ceset doluydu." diyor. Bir diğer tanık Fatıma Hamis el Cabari’nin kocası Süleyman, katliam sırasında Goldstein tarafından öldürülmüş: ‘‘Kocam, ben ve iki oğlum camideydik. Kadınlar ve erkeklerin namaz kıldığı yerler ayrıydı. Bu yüzden silahı duyduğumda, sadece kocamı ve oğullarımı düşündüm. Ateş edilmeye başlandığında; kocam en küçük oğlumuz 8 yaşındaki Sâri’yi korumak için üstüne kapaklanmış. Süleyman sırtından vurulmuş ve kurşun Süleyman’ın sırtından geçerek Sâri’ye saplanmış.Kocam yaşamını yitirdi ve oğlumun midesi parçalandı. Onun da öleceğini düşünüyorduk ancak 1 ay hastane de yattıktan sonra kurtuldu.’’ Bu iki tanık dışında, katliama tanıklık etmiş onlarca hatta yüzlerce kişi daha var.

Bugün Goldstein’in Kiryat Arba’daki mezarı, aşırı sağcı Yahudi yerleşimciler tarafından türbe olarak ziyaret ediliyor. Halilulrahman caminde hala Yahudiler, bayramlarında mescit olarak ayrılmış bölüme girip peygamberlerin makamlarının yanı başında oyunlar oynamakta, danslar etmektedirler. Onlar içeride bu anlamsız ayinlerini yaparken dışarıda da yüzlerce asker tarafından, Müslümanların mescide girmesi engellenerek hatta Müslümanlar öldürülerek korunmaktadırlar.

Halilulrahman camisinde yapılan saldırı aslında sadece o caminin kaderini değiştirmedi, aynı zamanda Kudüs’ün de kaderini değiştirdi. Çünkü şu an bütün Kudüs’te yapılan Yahudileştirme hareketlerini daha önce El Halil’de yapılmış ve Yahudiler açısından başarıyla sonuçlanmıştır.

Acaba biz Kudüs’ü El Halil’de mi kaybettik?

El-Halil; Batı Şeria’da, Kudüs’ün 32 kilometre güney batısı ile Gazze’nin 55 kilometre doğusunda yer alır. Milâttan önce iki bin yılının ilk yarısında Ken‘ânîler tarafından kurulmuş ve Ahd-i Atîk’te belirtildiğine göre önce “dört köy” anlamına gelen Kiryât Arba, daha sonra da kralın adına nispeten Hebron adıyla anılmıştır. Şehrin bugünkü adı olan Halîl ise “Allah’ın dostu” anlamındaki Halîlürrahman’ın kısaltılmış şeklidir.

Şehir, ilâhî dinlerin üçünde de kutsal sayılır; çünkü Hz. İbrâhim, İshak, Ya‘kūb ve onların bazı zevceleri ile Hz. Yûsuf’un makamları buradadır. Bundan dolayı El-Halîl, Müslümanlar arasında Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra en çok itibar gören dördüncü şehir olarak bilinir. Haçlı seferlerinden beri Kudüs’le birlikte Mekke ve Medine gibi “Haremeyn-i Şerîfeyn” adıyla anılır. Yahudiler, Hz. İbrahim ve zevcesi Sare'nin Halilulrahman caminin altında bulunan mağarada yaşadıklarına inandıkların için, Kudüs'ten sonra en önemli ikinci yerleri sayılmaktadır.

El Halil şehri, insan yerleşiminin tarihi açıdan devamlılık taşıdığı birkaç Arap şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor. Öyle ki tarihi çok köklü dönemlere dayanmaktadır. Şöyle özetlememiz gerekirse: El-Halil’de erken Tunç Çağı'nda (MÖ 3000 yılın ikinci yarısı civarında) bir sivil varlığa işaret eden izler bulundu. MÖ 586'da Babilliler, MÖ 539'da Persler ve MÖ 322'de Yunanlılar ve MÖ 63’te Romalılar hâkim oldu. Daha sonra MS 593'te bu kadim topraklar Bizanslıların eline geçti, ancak birkaç yıl sonra Persler’in hâkimiyeti altına girdi, ardından Bizanslı Romalılar geri dönüp Persleri buradan çıkardı, MS 7. yüzyılda ise Arap Müslümanların eline geçti. Haçlıların katliam dolu ve kanlı dönemi, MS 1187'de Hattin Savaşı'ndan sonra Selahaddin Eyyubi ordusunun mutlak zaferiyle son buldu ve bölgenin hakimi Müslümanlar oldu. Daha sonra Memlûklu dönemi başladı; günümüze ulaşan tüm eski mahalleler, mimari eser ve yapılar bu dönemin mirasıdır.

Sonrasında Osmanlı dönemi başladı. Osmanlılar, MS 1517'de Mercidabık Savaşı'ndan sonra Şam'ı ve El-Halil şehrini fethetti ve hükümdarlıkları 4 yüzyıl boyunca devam etti. Bu dönemin cam işçiliği eserleri oldukça ünlüydü. Bu dönemde inşa edilen binalar, çevredeki dağlardançıkarılankireçtaşındanyapılmıştır. Buşehrin,diğervilayetlerleiletişimiengellemek ve güvenliği, huzuru sağlamak için geceleri kapatılan birkaç kapısı vardır. El Halil, Osmanlı döneminin sonunda yaklaşık 22 bin nüfusluydu. Bu nüfusun içinde üç sinagogu olan 2.000 Yahudi vardı.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra El Halil şehri İngiliz mandası olarak işgal edildi, 1920'li yıllarda bir yandan Siyonizmin yükselişi, diğer yandan Arap ulusal bilincinin gelişmesi sonucunda manda yönetimi altında yaşayan Araplar ve Yahudiler arasındaki gerilim arttı. Sonra Birleşik Devletler’in aldığı karar çerçevesinde iki devlet kurma kararı alındı.

El Halil, İsrail'in 5 Haziran 1967'de şehri işgal etmesiyle İsrail işgali altına girerek doğrudan bir İsrail askeri valisi tarafından yönetilen bir merkez haline geldi ve o tarihten itibaren bölgeye Yahudi yerleşimciler yerleşmeye başladı. Şehrin çevresinde ve şehir içinde şu anda yerleşim yeri olan Tel Rumeida, Dabouya, Usame İbnü'l-Munqith Okulu, sebze pazarı ve İbrahimiCamiiyakınlarındakituristdinlenmealanıolanbeşYahudiyerleşimyerivar. Bunlara ekolarakdaElHalil’in yanındabirİsrailyerleşimiolan“KiryatArba”dainşaedildi.El-Halil, Filistin'in içinde yerleşim yeri kurulmuş olan tek şehridir. Birkaç yüz yerleşimcinin hareket özgürlüğü için İsrail, şehrin Filistinli sakinlerine karşı resmi bir ayrımcılık politikası uygulayarak, yıllar geçtikçe, şehir merkezini bir hayalet kasabaya dönüştürdü.

Filistinlilerin yerleştirildiği kamplara bakacak olursak; Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı’na (UNRWA) göre resmi olarak kayıtlı iki kamp var. Bu iki kamp, Batı Şeria'daki diğer kamplar gibi, UNRWA’nın Ürdün hükümetinden kiraladığı iki arazi parçası üzerine inşa edildi.

El -Halil şehrinin ekonomisi İsrail’in uyguladığı zorlayıcı politikalardan dolayı gittikçe çökmekte, şehir halkı zor ekonomik koşullarda cam işçiliği ve birkaç tarım ürünüyle geçimini sağlamaya çalışmaktadırlar.

Halilrahman Camii: Cami kapandı sinagog açıldı.

El-Halil’in en eski camisi olarak kabul edilen İbrahim Camii, Roma döneminde bir kiliseydi. MüslümanlarınFilistin'i fethinden sonra cami haline getirildi. Kiliseye dönüştürülmeden önce ise İbrahim Peygamberin eşi Hz. Sare’nin kabrinin bulunduğu düşünülen bir mağaraydı. En başta da bahsettiğim gibi üç din için de bu bölge çok önemli. Fakat Müslümanlar için hem kendileri hem de diğer dinler için önemi sebebiyle saygı duyulması gerekilen bir yerken; diğer dinler için saygı gösterilmesinde ziyade işgal edilen, savaşılan, namaz kılan insanların üzerine ateş açılan, tam secde edeceklerken insanların sırtlarından vurularak katledildiği bir yer haline getirildi. Sadece Müslümanların değil tüm insanlığın hesabını sorması gereken durumların yaşandığını gördük.

İsrail, işgal altında tuttuğu Filistin'de 1948'den beri çok sayıda katliama imza attı. Bu saldırıların en kritiklerinden biri 25 Şubat 1994'te sabah namazı sırasında El- Halil şehrindeki Halil İbrahim Camii'nde düzenlenen saldırıydı.

25 Şubat 1994 yılında Müslümanlar için mübarek Ramazan ayı ve Yahudiler için kutsal olan Purim Bayramı (İbranicede "zar ve kura çekmek" anlamına gelen ve Tevrat’ta da geçtiğine inanılan "Purim", antik Pers İmparatorluğunda yaşayan Yahudilerin, dönemin veziri Haman'ın öldürme planından kurtuluşunun anısına kutlanılan bir bayram) aynı döneme denk geldi. Müslümanların ve Yahudilerin kutsal aylarının aynı zamana denk gelmesi Yahudi yerleşimciler ile Filistinliler arasında devam eden gerginliği daha da artırdı.

Namaz sırasında camiye gelen bir işgalci yerleşimci M-16 otomatik silahıyla ateş açarak 29 kişiyi şehit etti ve 125 kişiyi yaraladı. Ve yaralıların hastaneye taşınması esnasında İsrail yine bir katliam daha gerçekleştirerek şehit sayısının artmasına sebep oldu, yaralıların sayısı ise 300'e yükseldi. Katliamdan sonra cami 9 ay boyunca tadilat gerekçesiyle kapalı kaldı. Açıldığında ise işgalci rejim üçte ikisini sinagog yapmış, cami olarak bıraktığı alana ise gözetleme kameraları koymuştu. Müslümanlar onları hiçbir şekilde göremezken İsrail güçleri

senin her adımını takip etmekte. Girişe ise manyetik kontrol cihazları yerleştirilmiştir. Bu şekilde girişler, adeta hapishaneye giriş yapar gibi sağlanmaktadır. Minare de özellikle Yahudilerin tarafına alınmış ve ezan okuma yasağı getirilmiş, şu an onların belirlediği belirli saatlerde izin alınarak ezan okunmaktadır. Yahudi bayramları bahane edilerek çoğu zaman ezan yasaklanmaktadır. Aynı zamanda caminin üçte ikisini işgal ederek oluşturdukları sinagogda yüksek sesle ve hatta bağırarak yaptıkları ayinleri Müslümanları namaz kılarken çok rahatsız etmektedir.

Camiye saldıran kişi, Baruch Goldstein isimli, ABD kökenli bir doktordu. Silahının tutukluk yapması nedeniyle ateş edemeyince saldırıdan sağ kurtulanlar tarafından linç edildi. Olaya şahit olanlardan Talâl Ebu Sinine, Müslüman gençlerin canavar Goldstien'ın üzerine atılıp onu öldürmelerini şöyle anlatıyor: “Bazı gençler ayağa kalkıp caninin üzerine yürüdü ve onu öldürdüler. Harekete ilk önce geçip caninin üzerine doğru yürüyen gencin adı Selim İdris'ti. İkincisi de Nemir Mücâhid'di. Daha sonra her ikisi de şehit oldu.” Katliamın sorumlusu, psikolojik rahatsızlıklarının olduğu gerekçesiyle, İsrail kamuoyunu kendisinin bu katliam ile hiçbir şekilde ilgisi olmadığı konusunda ikna edebildi ama Filistinli tanıkların ifadelerinin hiçbiri böyle demiyor. Filistinli tanıklardan Alaaddin Cabari, katliamdan önce de caminin güvenliğini sağlıyordu. Cabari, "Goldstein içeri kulağında kulaklık ve başında bir kipa ile girdi. Bir kapıdan girdi ve cemaatin arkasından ateş ede ede ilerledi. Planı uzakta kalan kapıdan çıkmaktı ama kapı kapalıydı. Her yer kan içindeydi ve yerler ceset doluydu." diyor. Bir diğer tanık Fatıma Hamis el Cabari’nin kocası Süleyman, katliam sırasında Goldstein tarafından öldürülmüş: ‘‘Kocam, ben ve iki oğlum camideydik. Kadınlar ve erkeklerin namaz kıldığı yerler ayrıydı. Bu yüzden silahı duyduğumda, sadece kocamı ve oğullarımı düşündüm. Ateş edilmeye başlandığında; kocam en küçük oğlumuz 8 yaşındaki Sâri’yi korumak için üstüne kapaklanmış. Süleyman sırtından vurulmuş ve kurşun Süleyman’ın sırtından geçerek Sâri’ye saplanmış.Kocam yaşamını yitirdi ve oğlumun midesi parçalandı. Onun da öleceğini düşünüyorduk ancak 1 ay hastane de yattıktan sonra kurtuldu.’’ Bu iki tanık dışında, katliama tanıklık etmiş onlarca hatta yüzlerce kişi daha var.

Bugün Goldstein’in Kiryat Arba’daki mezarı, aşırı sağcı Yahudi yerleşimciler tarafından türbe olarak ziyaret ediliyor. Halilulrahman caminde hala Yahudiler, bayramlarında mescit olarak ayrılmış bölüme girip peygamberlerin makamlarının yanı başında oyunlar oynamakta, danslar etmektedirler. Onlar içeride bu anlamsız ayinlerini yaparken dışarıda da yüzlerce asker tarafından, Müslümanların mescide girmesi engellenerek hatta Müslümanlar öldürülerek korunmaktadırlar.

Halilulrahman camisinde yapılan saldırı aslında sadece o caminin kaderini değiştirmedi, aynı zamanda Kudüs’ün de kaderini değiştirdi. Çünkü şu an bütün Kudüs’te yapılan Yahudileştirme hareketlerini daha önce El Halil’de yapılmış ve Yahudiler açısından başarıyla sonuçlanmıştır.

Acaba biz Kudüs’ü El Halil’de mi kaybettik?

Bu Sayfada:

Title

Title

Title

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

İlginizi çekebilir

• Kudüs Çalışma Grubu • Kudüs Çalışma Grubu